• “dj” kelimesinin disc jockey demek olduğunu öğrenmiştim.
  • yüksek iq anksiyete riskini artırıyor olabilir

    zekâ, tarih boyunca dikkat çekici olmuştur. yüksek iq’ya atfedilen özellikleri kendimizle özleştirmeye meyilli olmamızın nedeni herkesin önemsediği bir kavram oluşudur belki de. araştırmalar özellikle çağımız insanlarının kuvvetli çoğunluğunun, kendisiyle özleştirebileceği bir sonuca daha işaret ediyor. yüksek iq’lu insanlar psikolojik ve fizyolojik bozukluklara daha yatkınlar.

    * yüksek iq anksiyete riskini 2 kat artırıyor

    pitzer üniversitesi’nde yapılan ve intelligence dergisinde yayınlanan yeni araştırmada, yüksek iq sahibi insanlar ile ortalamalar karşılaştırıldı ve yüksek iq’nun insanlarda çeşitli psikolojik ve fizyolojik bozukluklara yakalanma riskini önemli ölçüde artırdığı saptandı. araştırmacılar, 130 ve üzeri iq sahibi olanların %20’sinin, halkın genelinin ise %10’unun anksiyete bozukluğu tanısı olduğunu bildiriyorlar.

    araştırmanın baş yazarı ruth karpinski, “bu bulgular önemlidir çünkü bu bireylerin önemli bir kısmı, duygusal ve fiziksel aşırı duyarlılıklarının bir sonucu olarak günlük olarak acı çekmektedir. yüksek iq’yu, bu bozukluklarda rol oynayan mekanizmalar içinde ön ve merkez olarak incelemek bilim dünyası için önemlidir.” diyor.

    * çevreye karşı artan duyarlılık anksiyeteye sebep oluyor

    karpinski ve meslektaşları hiper beyin/hiper vücut entegrasyon teorisini geliştirdiler. bu teori, yüksek bilişsel yeteneği olan bireylerin çevrelerine aşırı duygusal ve davranışsal tepkiler verdiklerini varsayar. kısmen çevrelerine karşı artan bu farkındalık nedeniyle, yüksek iq’lu insanlar aşırı duyarlı, aşırı tepki veren merkezi sinir sistemine sahip olma eğilimindedirler.

    karpinski ve meslektaşları, bu bulguyu saptamak için iq puanları 130 ve üstü olan 3715 kişiyi inceledi. her birinden teşhis konulan veya şüphelenilen duygudurum ve anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (adhd), otizm spektrum bozukluğu (asd) ve otoimmün hastalık, çevresel ve gıda alerjileri ve astımı içeren fizyolojik hastalıkları raporlamaları istendi. ekip, anket verilerini her hastalık veya bozukluk için istatistiksel ulusal ortalamayla karşılaştırdı.

    “eğer yüksek zeka, bu hastalıklar ve rahatsızlıklar için bir risk faktörü değilse, iki grup arasında benzer bir yaygınlık oranı göreceğiz “diyor yazarlardan audrey kinase kolb. bununla birlikte belirtilen hastalıkların 130 ve üzeri iq’ya sahip grupta belirgin olarak daha yüksek oranlara sahip olduğu görüldü. abd nüfusunun yaklaşık %10’una anksiyete tanısı konulurken yüksek iq’lularda bu oran %20 çıktı.

    bu sonuçlar şaşırtıcıdır. çünkü önceki çalışmalar yüksek zekanın; kalp hastalıkları, felç, sigarayla ilişkili kanserler, solunum yolu hastalıkları ve bunama gibi birçok sağlık sorunu için koruyucu bir faktör olduğunu göstermektedir. elde edilen bulgular her açıdan dikkat çekici. şüphesiz konuya dair yeni çalışmalar yapılmaya devam edilecek. yapılacak her yeni araştırmanın bu araştırma kadar ilginç bulgular barındıracağını tahmin etmek ise zor değil.

    hazırlayan: fatma göksu

    kaynak: http*
  • beyaz bayrak; bir çok savaş filminde gördüğümüz hatta boks maçlarında (beyaz) havlu atmak şeklinde karşımıza çıkan ve aklımızda teslimiyeti ya da ateşkesi simgeleyen kumaş parçası. gerçekte de böyle bir anlamı ve gücü var mı acaba? peki nereden geldi bu anlam bu basit nesneye?

    tarihsel olarak bakacak olursak. ilk olarak bu bayrak çin'de(ms:25-250) karşımıza çıkıyor. çinliler savaş sonrası matem ve yas tutmak için beyaz giyinirlermiş.

    yine romalı tarihçi cornelius tacitusyazılarında beyaz bayraktan bahseder.hatta ulaklar yanlarında beyaz sopa taşırlarmış. bu durum tarafsızlıklarını simgelermiş. yine savaşta yakalanan rehinelerin elbiselerine beyaz boyalar sürülürmüş ki bu durum rehinelerin güvence altında olduğunu belirtirmiş.

    1625’te de jure’deki hugo grotius , uluslararası hukukun temel metinlerinden biri olan “savaş ve barış yasası” ndaki ac pacis’i “beyaz işaret” olarak tanımlar yani tarafsızlığı ya da teslimiyeti/ateşkesi simgelediğini belirtir.

    yıllar geçtikçe insanlar bu durumun böyle olduğunu kabul ederler ve 1899 ve 1907 tarihli lahey sözleşmelerinde tüm dünyaca bu kabul görür. bundan sonra bayrağın uygunsuz kullanımı yasaklanmıştır. usulsuz kullanımlar savaş kurallarına aykırılık teşkil eder ve bir savaş suçu olarak görülür.

    zaten savaşlar kötü şeylerdir. kimse savaşmasın.
  • bugün şöyle bir şey öğrendim
  • bilinenin aksine istanbul, roma imparatorluğunun doğudaki ilk başkenti değildir ve başkentliği roma'dan değil, nicomedia'dan, modern adıyla izmit'ten almıştır. 285-330 yılları arasında izmit, roma imparatorluğunun en kıdemli başkentiydi. bu yıllar aynı zamanda roma imparatorluğunun parçalanmadan önceki en karışık dönemlerinden olan tetrarşi dönemine denk geliyor.

    bu dönemin impratoru diocletianus, imparatorluğun çok genişlediğini fark edince " bu iş böyle tek yerden olmaz, en iyisi ben başta kalayım ama imparatorluğu doğu ve batı olarak iki idari yönetime böleyim, başlarına da birer yönetici (agustus), işi sağlama alıp onların altlarına da birer junior yönetici koyayım (sezar)" şeklinde bir aydınlanma yaşar. sistemin adını da tetrarşi koyar. böylece imparatorluk çok daha rahat yönetilecek, kendisi de köyüne dönüp rahat rahat lahana yetiştirebilecekti. (şaka yapmıyorum). belki sırf tarzından dolayı diocletianus'u biraz thanos'a benzetiyorum. adam koskoca roma imparatoru. ama ideasını yerine getirdikten sonra gerçekten de bir şeyin yarısını yok etmenin fitilini ateşledikten sonra "istifa" edip lahana yetiştirmek için köyüne dönüyor. romalılar etme eyleme geri gel diye sürekli kapısını çalıyorlar ama onlara cevabı tam olarak şu oluyor: "ben lahana yetiştirmeye ayırdığım zamanımı imparatorluğu yönetmek için israf edemem" bunu söylerken muhtemelen ideasını tamamlamanın özgüvenini yaşıyordu. çünkü sistemi kurup istifa ettiğinde her şey tıkır tıkır çalışıyordu. ne bilsin hemen ardından agustus ve sezarların taht için birbirlerini yiyeceğini. çünkü esasen soylu değil, soylu düşünemiyor. öngörüsüz işte. yine de bu sistemin bir artı yanı var. o da artık yok olması an meselesi olan roma imparatorluğunu en azından bizans imparatorluğuna dönüştürecek kilometrenin ilk taşı olması. çünkü bu sırada hun saldırılarının etkisiyle, asya'daki birtakım kavim birbirlerini ittirmek suretiyle batıya doğru ilerlemekteydi. batı roma imparatorluğu en batıdaydı ve kaçacak yeri olmayacaktı. 200 yıllık ömrü kalmıştı. izmit'e dönelim.

    285'ten sonra roma imparatorluğu doğu ve batı olarak tek çatı altında iki yönetime ayrıldıysa ve doğunun başkenti izmit ise nasıl oluyor da izmit yüzyılların roma'sından daha kıdemli olabiliyor? bir kişinin ikamet tercihi yüzünden. bilin bakalım kim? tabi ki diocletianus. çünkü tetrarşiyi kurduğunda kendisi doğu tarafını yönetmeyi tercih ediyor, imparator izmit'te olduğu için izmit; başkentlikte batıdaki roma'dan daha kıdemli hale geliyor. bu dönemi anlatan kaynaklarda izmit "most senior capital" olarak geçiyor. çünkü bu dönemde batının başkenti de roma değil, milano. roma sadece klasik başkent diyebileceğimiz bir konumda. günümüz istanbul'u gibi her şey orada ama başkent değil.

    diocletianus gittikten sonra arpaları fazla gelen batıdaki ve doğudaki agustus ve sezarlar itlik serserilik yapmaya başlıyor. hepsi imparatorluğun asıl yöneticisi olma peşinde. ta ki 324 yılında batının agustusu 1. konstantin, doğunun agustusu licinius'u üsküdar'da vuku bulan savaşta yenene kadar. (bkz: khrysopolis savaşı) (bu başlık boşmuş ama içinizi rahatlatacak bir şey söyleyeyim: zamanla dolar)

    1. konstantin hemen doğu ve batı roma imparatorluklarını geri birleştirmek için işe koyuluyor. kendisi batının agustusuydu ama licinius'u yendikten sonra doğunun başkentine yerleşiyor, izmit'e. adam aynı zamanda batının da imparatoru. roma'ya başkentliği geri vermiyor, izmit'i de geçici başkent statüsüne düşürüyor. yani izmit halen most senior capital konumunda. izmit'i seviyor, havası suyu hoş geliyor ama işte bir istanbul değil demiş olacak ki yönünü batıya çeviriyor.

    istanbul o zamanlar sıradan bir şehir. keşfedilmeyi bekleyen bir cevher. büyük ihtimalle batı romalılar izmit'e giderken birkaç saniyeliğine kafalarını döndürüp "nehre bak ha amma büyükmüş" deyip tekrar önlerine bakıp izmit yönünde devam ettiler. bi albenisi var ama yatırım yok. istanbul, m.ö 7. yüzyılda sömürgeci bir yunan kolonisinin yerleştiği, sömürgecilerin başındaki kral byzas'ın buranın adı "bizans" olmalı dediği (kesin olmamakla birlikte) ve o günden beri adı bizans olan, bizanslıların yaşadığı büyük bir köy.

    1. konstantin stratejik olarak güzel bir konumda olduğu için başkenti 330'da istanbul'a taşıyor. buraya da klasik roma'nın yozlaşmışlığını getirmek istemiyor. roma'dan daha ihtişamlı olsun ama benzesin de kafasında. birazda dini bütün bir insan kendisi. o yüzden roma'daki gladyatör arenaları gibi şeyleri istanbul'a yaptırmıyor. sadece istisna olarak hipodrom yaptırıyor. istanbul'u romavari (doğru kelimemi acaba) mimarilerle donatıyor. onu da haçlılar yıkıyor, üstünü de 1. ahmet molozla kaplıyor zaten.

    izmit, istanbul başkent olduktan sonra da roma imparatorluğu için çok önemli bir şehir olmaya devam ediyor. ancak çok fazla deprem olduğu için bir süre sonra burayı tekrar tekrar inşa etmekten bıkıyorlar ve zamanla değeri düşüyor. izmit'te arta kalan roma eserlerinin birçoğunun üstünü de sonradan molozla kaplıyorlar zaten. moloz önemli.

    edit: bizans ismini kral byzas'ın koyduğu kesin değil. @61harman
  • suyun dibinden yüzmek istiyorsan iç basıncını düşürerek yani nefes vererek yüzmen gerekiyor.
  • sözün doğru halinin bundan iyisi şamdak ayısı olması.
  • kediler bazı kanser türlerini kapmanızı engelliyor.

    dünya sağlık örgütü'nin araştırmasına göre kedi sahibi olma süresi büyüdükçe, bazı kanser türlerine yakalanma riskiniz düşüyor.kedilerin taşıdığı bazı bakterilerin bunu önlediği düşünülüyor.
  • yumurtaya dokunan ilk sperm diğer spermlerin yumurtaya girişini engelliyor. nasıl ?
  • bu gavurların notalara a b c şeklinde ifadesini, piyanonun ilk notası olan la dan başlayarak harflendirdiklerini öğrendiğimde armoniye başlarken ufak bir hoşuma gitmişti. la a, si b, do c şeklinde.
hesabın var mı? giriş yap