aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • rahmetli,buyuk ustad,yillarca turk sinemasina emek vermis, sadri alisik'in 1968 yapimi paydos filminden bu replik ogretmenin degerini, onemini gayet iyi aciklar kanaatindeyim.
    sadri alisik filmde meslegini seven, ogrencilerini gozunden sakinan bir ogretmendir. sadri alisik'in oglu okulda zengin bir kizla tanismis, kizin babasi durumu ogrenince, milletin agzına sakiz olmamak icin sadri alisik'in evine ziyarette bulunmustur. replik; zengin babayla ogretmen rolunu oynayan sadri alisik arasinda gecer:

    -bak muallim bey. seni bilirim iyi. seni bilirim hos. ama kizimin oglunla evlenmesini istiyorsan, bir sartim var. sana bir bakkal dukkani acayim. muallimligi bırak. gel ticaret yap. tuccar ol.
    +ben bu kutsal meslegi birakip nasil bakkal olurum? olmaz oyle sey!
    -ya canim yillardir fakirlikten agzin kokuyor. gel inat etme!
    +bak haci bey. seni bilirim iyi. seni bilirim guzel. oglumun kizinla evlenmesini istiyorsan, sana bir sartim var.
    -nedir muallim bey? soyle.
    +gel seni okutayim.adam ol!!!

    bu kutsal meslegin onemini anlatan bir repliktir kanimca....
  • kemal sunal'ın diğer tüm filmlerinden farklı olan, içinde komedi barındırmayan, dram içerikli ve en acıklı filmi. hep içim burkularak izliyorum. rahmetliye herşey yakışıyordu, bu tarz filmlerini de çoğaltabilirdi aslında olgunluk döneminde.
  • kemal sunal’in diger filmlerinden epeyce farkli oldugu bir film öğretmen. hatirliyorum da güldürmüyor diye izlememistim kücükken. az önce tekrar izledim. zaten sadece güldürdügü için izlemiştim diğer filmlerini. şaban’ın bakhtin metodunu uyguladığını hiç düşünmemiştim şimdiye kadar. rus edebiyat eleştirmeni mikhail bakhtin, mizah’ın en baskıcı resjimlerde bile kuvvetli bir mesaj aracı olabilcegini söylemiştir. kendisinin stalin döneminde yaşadığını düşünürsek bir bildiği oldugunu görüyoruz.
    bir köyden istanbul’a tayini çıkan hüsnü öğretmen yeni sınıfına girip tanisma faslina başlar. tahtaya kalkmak isteyen var mı diye sordugunda tüm öğrenciler boyunlarini kaplumbaga gibi masaya dogru gömerler. onlardaki tahta kompleksini gören öğretmen “2 kere 2 kaç eder?” diye sorar. herkes bilir. ve basit adıma sınıftaki tahtaya çıkma korkusunu yener. bu sahneyi tüm ilk okul öğretmenlerine izletmeli aslında. öğrenciye teşvikle de harika şeyler yapılabilcegini görmeliler.

    sonra hüsnü öğretmenin geçim sıkıntısı yüzünden kafayı yemesi kendi hayatımdaki öğretmenlerin hayatlarını gözden gecirmeme sebep oldu. geçenlerde üsküdar meydanda harita, manzara resmi satan kişinin de öğretmen olabilceğini düşündüm nedense. filmde öğretmenler hiç saklamadan ek iş yapıyorlardı. şimdi ki öğretmenlerin ek- özel dersler dışında bir iş yapıp yapmadıklarını düşündüm.

    filmde öğrencileri tarafından çok sevilen hüsnü öğretmen akşam eve geldiginde bir sürü erzak ile karşılaşır. bu durumdan işkillenen milli eğitim bakanlığı önce bu durumu araştırmak üzere müfettişler salar okula. bakar ki öğrenciler öğretmenlerini çok seviyor, sevdikleri için yapmışlar ve de hiç bir şikayetçi yok bunu müsteşar telofonda birden hüsnü öğretmenin ödüllendirilmesini hatta “yurt sathında” bir kampanya yapılmasını istiyor. telefonda daralmis bir şekilde müsteşara rapor veren memu birden cıvıyıp yavşıyor. nedense bu sahne de pek bir ironik ve de sembolik geldi bana. gerekirse doverim de severim de diyen annelerimizi hatırladım birden bakanlıgın bu hareketinden sonra.

    sonra öğretmenler gününde cocuklarinin öğretmenlerini cok beğenen velilerin birden çark edip onu topluca şikayet etmeleri de unutulmamasi gereken, “burasi türkiye” bir sahne idi.
    ya hep beraber destekleriz ya da hep beraber köstekleriz nedense. filme hakki yenmemesi gereken karakter, gazeteci baba” bir tek sag duyusunu öldürmeyen tipleme idi.
  • abimle yeşilçam film müzikleri üzerine bilgi yarışması yaptık geçenlerde. çalan müziğin ait olduğu filmi bulmaya çalışıyorduk, hakemlerimiz de yengem ve yeğenimdi. sonra çok aşina olduğum ama bir türlü çıkaramadığım ezgiyi dinledim, dinledim de bir türlü bulamadım. abim hemen yapıştırdı cevabı tabii, merhum kemal sunal'ın öğretmen filmi imiş. çok da methetti, muhakkak izle ilk fırsatta diye tembihledi. akşam eve döndükten sonra ben de oturup izledim.

    senaryosu çok tanıdık bir kalemden, sevgili muzaffer izgü'nün kitabından alıntıymış. istanbul'un o henüz el değmemiş, çarpık kentleşmeye ya da ucube binalara, gökdelenlere kurban gitmediği zamanlarını görebildiğimiz, geçim sıkıntısı, hayatta kalma mücadelesi üzerine 1988 yapımı dupduru bir kartal tibet filmi. cahit berkay da yukarıda bahsettiğim bam telimize dokunan o ünlü soundtrackini hazırlamış.

    yalnız aradan geçen 30 yılda ne kadar değişmiş şehrin silueti, şaşırmamak elde değil.
  • öğretmenin, son bakıştaki gözlerini görmek için açıp tümünü izlediğim film.

    son sahnede hani anlıyor ya kendisi için gelindiğini ve öylece kabullenmiş biniyor ambulansa.

    film boyu öğrencilerine bir kere sesini yükseltmeyen bir öğretmen filmi beni ağlatmayacaksa hiçbir şey ağlatmaz.

    takım elbisesi ve çantasıyla okula saatlerce yürüyen öğretmen ders anlatacak…

    öğretmenliğin sadece ekonomik boyutuna ait bir film. çok boyutu var keşke yine biri anlatsa.

    hiçbir değerinin olmadığı şu gün biraz yazmak istiyorum öğretmenlik hakkında. faydası olsun diye değil, aklım çok dolmuş.

    ilk günü hatırlıyorum.

    diğer öğretmenlerin arasına karıştığımda kendimi fazlalık hissetmemiştim, doğru yerdi, ev gibiydi. hala öyle. ama zormuş o ev.

    bana “öğretmenim” denmesini garipsemiştim çok, hep gülümsemiştim. aybüke yalçın gelir aklıma hep o günü düşününce.

    aybüke yalçın'ın hayatının yarım kalanları bize emanet.

    ilk günün veli toplantısında, kocaman kocaman adamlar ve kadınların benim söylediklerimi ciddiye alıp dinlemelerine nasıl şaşırdığımı çok net hatırlıyorum. konuşma şeklim çok önemli deyip diksiyon kursuna koşturmuştum.

    ilk derse girmeden önce bir sürü not almıştım öğretmen bir arkadaşını arayıp.

    ne de tatlı anlatmıştı “ilk dersten ders anlatmak zorunda değilsin, önce onların gözlerine bak, isimlerini sor, ilk dersten isimlerini ezberleyebilirsen onlara değer verdiğini bilip seni çok severler, aklına söyleyecek bir şey gelmediği bir boşluk olursa, semra hoca gibi, yoklama almaya başla...” bunun gibi bir sürü şey, hepsini tek tek yazmıştım.

    hala ilk dersten ezberlerim isimlerini. gözleri kocaman olur:)

    yoklama alırken “burada” dedirtmek yerine “serbestsiniz, istediğinizi söyleyin” derim.

    bugün yoklama sırası kendine gelince “ekmek arası dürüm” diyen oldu. acıkmış :)

    dersin her dakikası, tenefüsler, o bir gün içinde binlerce iletişim anı yakalamaya çalışırım. gözümden kaçanlara üzülürüm akşam. yarın için not alırım.

    mesela az önce bu yaz annesi vefat eden bir öğrencimin yüzü geldi gözümün önüne. “çok mu zayıflafı bu kız” diye dert ettim yarın bi bakacağım.

    ilk gün bilmiyordum, bir velinin gözünün ta içine bakıp, masaya vurup “dövemezsin bu çocuğu” diye bağıran biri olacağımı.

    yine bilmiyordum üç istismar ortaya çıkarıp günlerce ağlayacağımı. toparlanamadığımı da biliyorum hala. benden çok şey götürdü o çocukların gözüme bakıp anlattıkları. o öğretmen filminin sonundaki ambulans bizim için de gelecek bir gün diye korkuyorum.

    üstümde kocaman bir yük var gibi hissettim her akşam. her gün.

    ilk görev yerimde tubitak sergisi açtım, öğrenciler bilimle tanışsın diye. bugüne kadar çok öğrenci ile çok proje yaptım.

    tek miydim? yoo.

    o sizin bahsettiğiniz “yatan öğretmenler” i ben göremedim hiç. neredeler? zaten varlarsa da buraları okumuyorlar hiç yorulmayın, dünyaları başka.

    netler düşükmüş.

    son yks'de baraj ne oldu? neden böyle oldu fikriniz var mı?

    bir anlam verebiliyor musunuz “öğretmenin yatması” dışında?

    ben ders anlatacağım sanıyordum ilk gün.

    öğretmenliğin %5'i imiş ders anlatmak.
  • kartal tibet'in, ihsan yüce'nin, cahit berkay'ın ve muzaffer izgü'nün isimlerini sayarak, saygı ile anarak başlamalı söze, bu filmden bahsetmeden önce. ardından da, kemal sunal'a bir saygı duruşuyla girmeli söze. hep alışmışız kemal sunal güldürüsüne, güldürürken düşündürmesi ya da düşünmek zorunda kaldığımızda gülemeyişimize, dudağımızın kenarına bulaşan acı halimize tebessüm edişimize; ancak kemal sunal'ı bu filmde alıştığımızdan farklı bir kimlikle gösteriyorlar bize. bu sefer gülmeceyi bırak, tebessüm dahi edemeyeceğiniz bir dramın içinde buluyorsunuz kendinizi.

    hiçbir kemal sunal filminde görmediğimiz kadar huzurlu bir aile hayatı ile başlıyor film. köyde, çocukları ve eşiyle birlikte, bahçesinde meyve ve sebzelerini eken, beslediği tavukların yumurtalarıyla kahvaltısını eden hüsnü öğretmen, öyle başarılı bir öğretmendir ki, bu başarısı 'cezasız kalmaz' ve 'istanbul'a sürgün edilir.'

    hüsnü öğretmenin yeni sınıfıyla olan ilk dersinde, ilkokul yıllarında hepimizin yaşadığı tahta korkusu harika bir sahne ile işlenir. tahtaya kimsenin çıkmak istememesi üzerine hüsnü öğretmen basit bir soru sorar: 'iki artı iki kaçtır?' sorusuna, tüm sınıfın hep bir ağızdan doğru cevap vermesi üzerine, herkese 5 verir ve derse, öğrencilerin üzerindeki tedirginliği ortadan kaldırdıktan sonra devam eder.

    ardından da kendi tedirginliği ile baş başa kalır: istanbul'la. o günlerden bu günlere neredeyse hiçbir şeyin değişmediğini anlarsınız. o gün insanları delirtebilen istanbul, bugünün istanbul'udur. o günden bu güne, insanlar delirmeye devam etmiş; ancak delirme toplumsal bir şekilde içselleştirilmiş, görmezden gelinmiş, normalleştirilmiştir.

    filmi izlerken, 'her zaman balık hasta değildir, bazen de su kirlidir' sözünün tam karşılığına istanbul'u koyduğunuzda, şu an neden hasta olduğumuzu, tedavi edilmesi gerekenin hüsnü öğretmen değil; istanbul olduğunu anlıyorsunuz.
  • cahit berkay'ın kemal sunal'ın bu filmi için yaptığı müzik harikadır. kesinlikle dinlenesidir. internette ikinci versiyonu bulunabiliyor ama esas dinlenmesi gereken filmde geçen orjinal versiyonudur.
  • bugün `https://eksisozluk.com/…urkiye-norvec-maci--6817369` var diye, 2 saat önceden açıp eşim ve çocuklarımla izlediğim film. bir yeşilçam film arşivcisi olarak ben bu filmi elbette biliyordum ama baştan sona eksiksiz izleme fırsatım olmamıştı. kendim de öğretmen olduğum için, o günleri ve bu günleri kıyaslama fırsatım da olsun diyerek izledim aslında. hep büyüklerimiz derdi, 90'larda öğretmenler ek iş yapardı diye, doğruydu bu. hatta işte bakın filmi bile yapılmış. ha bugün, bu filmi yapabilir misiniz acaba aynı açık sözlülükle, meçhul! filmin sanatsal bir yorumunu yapacak değilim. ancak izlenesi ve maalesef izlerken de gözleri dolduran bir film. hele ki cahit berkay ustanın efsane film müziği zaten otomatikmen insanı dağlıyor. gelelim öğretmenliğin o gün ve bugünkü kıyasına. hüsnü hoca 140 bin tl maaş alıyor ve zor bela 50 bin tl kiralı ev buluyordu. yol parasını falan katmayacağım. şu an 10 yıllık öğretmen olan ben, eş ve çocuk yardımıyla 5900 tl maaş alıyorum. ek ders mevzuuna girmiyorum çünkü, 100 tl alan da var, 1000 tl de, 3000 tl de. sırf maaşla gidelim. istanbulda kiraların durumu aşikar. biz ortalama 2000 tl diyelim (ki bu muhtemelen apartman dairesi olacak). benim maaşıma oranı %33. hüsnü hoca ise %35. yaptığım araştırmaya göre 1 temmuz 1988'de net asgari ücret de 50 bin tl imiş. yani kirayla aynı. gördüğünüz gibi aslında pek de değişen bir şey yok. 30 senede ilerlemiş miyiz, gerilemiş mi karar sizin.
  • insanı hüzünlendiren ve o dönemin geçim sıkıntısını çok iyi bir şekilde yansıtan kemal sunal filmi.

    hani kemal sunal gülümseyince insan mutlu olur ya, bu filmde kemal sunal gülümsediğinde hüzünleniyorum.

    filmdeki turgut özal eleştirisi dikkat çekiyor. kemal sunal'ın o yıllarda çekilen çoğu filminde özal dönemi yaşanan ekonomik sıkıntılara gönderme yapılır. filmde kemal sunal'ı dolandıran yuvamı yap toplu konut kooperatifi gibi dolandırıcılık yapan emlak şirketlerinin (bkz: eminevim) günümüzde faizsiz ev vaadiyle hala varlığını sürdürüyor olması da manidar. filmin üzerinden 35 sene geçmiş ama hiçbir şey değişmemiş.
  • kemal sunal'ın en dramatik filmi.
    her izlenişte mutlaka gözleri nemlendiriyor.
    boğaza yumruk gibi oturuyor.
    bu filmin müzikleri, cahit berkay film müzikleri volüm-2 albümünde mevcuttur.
    yani, ek işler ve çile.
    cahit berkay, en can alıcı olanı nedense koymamış albüme.
    yani şu müziği, bu da sanırım filmdeki orijinal hali değil.bir başka kişi tarafından sonradan hazırlanmış.
    videodaki bilgiye göre, kenan yemenicioğlu.
hesabın var mı? giriş yap