• geçen senenin sömestr tatilinde aile ve sosyal politikalar bakanlığından biri annemi arayıp, bir ricada bulunuyor. aile içi şiddet ve taciz mağduru kız çocuklarını koruma altına aldıkları eve gelip çocuklara bir saatlik konuşma yapmasını istiyor.
    iki kız çocuğu sahibi bir anne, 40 yıldır sadık bir eş ve 43 yıldır öğretmen olan annemin dünyada en iyi yaptığı şey öğretmenliktir.
    işini bu kadar severek yapan, hala yeni şeyler öğrenmeye hevesli, söz konusu öğrencileri olduğunda akan suları durduran biri her zaman çıkmaz karşınıza. haliyle biz iki kardeş de babam da bunu bilir ve kabulleniriz.

    köylerde, kenar mahallelerde, şehir merkezinde ve en gözde özel okulda da öğretmenlik yaptı, hala da yapıyor. çoban çocuklarını da okuttu valilinin çocuğunu da. anneme göre çocuk çocuktur, kimliği yoktur. özellikle ilkokul çocuklarının yüzlerinden, bakışlarından, duruşundan içinde bulunduğu aileyi, evdeki mutluluğu/huzursuzluğu çok kolay okursunuz der. bu sayede yıllar içinde farklı şekillerde istismar edilmiş çocukları tespit edip, gerekenleri yaptı.
    buna rağmen o konuşma için hazırlanırken çok heyecanlanmış annem, öncesinde bize hiç bahsetmedi.

    konuşma günü gelmiş ve bir saat için girdiği o evden dört saat sonra çıkmış. gizlilik sebebiyle kızların başlarından geçenleri çok detaylı bilmese de çocukların hallerinden anlaşılıyormuş. annemi çok sevmişler ve saatlerce sorular sormuşlar, annem gibi olmak için neler yapabilecekleriyle ilgili danışmışlar ve bize yani öz çocuklarına selam söylemişler. muhtemelen bizim yaşadığımız çocukluğa hasretlik duyduklarındandır bu. selam değil de yaşanmamış bir geçmişe özlem.

    oradan çok mutlu ayrılmış ve hemen beni aramıştı annem. ama sesinden harap olduğunu anlayabiliyordum. bu da benim yıllara dayanan evlatlık mesaiyimin bir getirisi. çok yorulurdu, okulda öğrencileri için harcadığını bildiğim sabrı bana gelince çoktan tükenmiş olurdu. çocukluğum ve ergenliğim boyunca çok içerlerdim buna ama artık annemi anladığım yaşlardayım. o zamanlar ona hiçbirimiz nasılsın diye sormaz hatta eve gelir gelmez kendi taleplerimizi yüklerdir. şimdi soruyorum, üzüldüğünde teselli ediyorum, mutluluğunu paylaşıyorum, onunla gurur duyduğumu her fırsatta belirtiyorum.

    haliyle o konuşmada da sordum. bu kadar ağır şeyler yaşamış çocuklarla görüştükten sonra ne hissetmişti. bu temas annemde nasıl bir iz bırakmıştı. “anlayamıyorum” demişti annem. “tamam aileler cahil olabilir, kötü olabilir, anne-baba olmaya uygun olmayabilir ama ya öğretmenleri? nasıl farketmezler, nasıl müdahale etmezler, çocukları nasıl izlemezler, korumazlar, kurtarmazlar? mutlaka işaret vermişlerdir, sözle olmasa da yardım istemişlerdir, bir öğretmen buna nasıl kayıtsız kalabilir?” çünkü anneme göre o çocuklar sadece ailelerin çocukları değil, toplumun çocuklarıdır ve öğretmenin tek görevi eğitim vermek değil ona emanet edilen çocuğu gerekirse ailesinden bile korumaktır. *

    başta annem olmak üzere görevini şevkle yapan, iyi bir gelecek nesil yaratmak için çabalayan, şevkini yıllar içinde arttırarak kendini geliştiren, mesleğini seven ve öğrencilerini ayırmadan onları koruyan tüm cumhuriyet öğretmenlerinin öğretmenler günü kutlu olsun.
  • 3 yıl ücretli öğretmenlik yapıp artık o işi yapmayan birisi olarak diyebilirim ki kesinlikle hakları yenen insanların günüdür.

    yok yarım gün çalışıyormuş da saat ücreti çokmuş da kendisi tam gun çalışıyormuş beyefendinin. lan amık akşama kadar oturup çay kahve iç, sen keyif yap sonra yok oyleymiş boyleymiş. siktir ordan

    sen önce zeka seviyesi, karakter ve öğrenme eşiği birbirinden çok farklı en iyimser 25 kişiyi ortak paydada buluşturup ders anlat ondan sonra ahkam kes. bak daha değerlendirme sürecine geçmedim bile. öyle oturduğun yerden göt büyütüp, istesem bende öğretmenlik okurdum puanım çoktu yeaaa demeyle olmaz o işler.

    eğitim fakultesinde değil de fen edebiyat, mimarlık-mühendislik, tıp veya hukuk mezunu, burda laf sokmaya çalışan, üstüüün zekalı aynştayn adamlar sadece 1 hafta derse girsin ne demek istediğimi anlayacaktır.

    ve şunu da belirteyim o ilkokul öğretmenlerine aldıkları para analarının ak sütü gibi helal. hatta 5 bin lira verseler de az. bana verseler ben ilköğretim öğretmenliği yapmam 5 bine. yapamam daha doğrusu.

    eblehlere sinirlenip unutmuşuz; gününüz kutlu olsun geçmişin, anın ve geleceğin tüm öğretmenleri.
  • kpss 2010 eğitim bilimleri tekrar sınavı. sıkı aramalardan geçerek, gözetmenlik yapacağım sınıfa varıyorum. sınıf boş, ama birazdan dolacak. hemen ardımdan salon başkanı, bir elinde ösym'nin adaylara vermemizi istediği kalem, silgi, kalemtraş ve şekerlerin bulunduğu kutular, diğer elinde ise soru kitapçıklarının bulunduğu büyük bir torba ile çıkageliyor.

    sınav vaktine az bir süre kala 60 kişilik sınıf tamamen doluyor. herkesin yüzünde bir tedirginlik, silik bir heyecan, aynı stresi 2. defa yaşamanın verdiği hüzün var. salon başkanının talimatı ile sınav başlıyor. sınav başladıktan kısa süre sonra başkan, adayların sınav giriş belgelerini toplamamı rica ediyor, ilk sıradan itibaren kontrol ederek toplamaya başlıyorum. adayların sınav giriş belgelerinde, en az 4 sene üniversite okuyarak mezun oldukları bölümler takılıyor gözüme: ingilizce öğretmenliği, işitme engelliler öğretmenliği, coğrafya öğretmenliği, okul öncesi öğretmenliği, matematik öğretmenliği, elektrik öğretmenliği, sınıf öğretmenliği, tarih öğretmenliği... ve şimdi aklıma gelmeyen niceleri.

    sınav giriş belgelerinin tümünü toplayıp, ses etmemek adına bir köşeye geçtiğimde düşünmeye başlıyorum. kutsal bir meslek olduğu söylenen, her yıl öğretmenler gününde göklere çıkartılan, eskilerin saygın mesleği öğretmenliğe ne olduğunu soruyorum kendime. bu mesleği can-ı gönülden yapmak isteyen kişilerin, öğretmen olmak için gereksiz dersler, formasyon vs. gibi dandik şeyler adı altında çaba sarfettikleri, ancak malum kişilerin ilgisizliği, kadrolaşma sevdası gibi şeyler yüzünden mesleklerini tam anlamıyla yapamadıklarını anımsıyorum. adayların, hayatlarının en verimli yıllarında, taze bilgilerini öğrencileri ile paylaşacakları zamanda, saçma sapan bir sınavın, saçma salak sorularını çözmeleri inanın kanıma dokunuyor. üzülüyorum.

    derken bir aday beni yanına çağırıyor. "buyrun hocam" diyorum, şaşkınlıkla karışık gülümsüyor. aday, bayan bir gözetmenin topuklu ayakkabısından rahatsız olduğunu söyleyince, "siz sınavınızla ilgilenin, ben gerekeni yaparım hocam" diyorum. kitapçıktaki anlamsız sorulara geri dönüyor. ilerleyen dakikalarda başka bir adaylar da çeşitli sorular yöneltiyor. her birine "hocam" diye hitap ediyorum, gergin sınavlarında az da olsa gülümsemelerini sağlıyorum. öğretim görevlisi olma şansı yakaladığım için şükrederken, onların da hedeflerine ulaşıp ülkelerine, mesleklerine ve öğrencilerine en güzel şekilde hizmet edebilmeleri için sınav boyunca dua ediyorum.

    şimdi kimbilir neredeler, neler yapıyorlar bilmiyorum ama, umarım sınavdan iyi puan almışlar ve tercihlerini yapmaktadırlar. tüm sisteme, onları bu hale düşürenlere, hayatlarının en önemli zamanlarını yeyip bitirenlere ve geleceklerini çalanlara inat.

    öğretmenler gününüz kutlu olsun hocalarım...
  • başöğretmeni rahmetle andığım, tüm meslektaşlarımın kutladığım özel günü. hediye değil tek beklentimiz biraz saygı.
  • günümüzde verilen değerin azaldığı meslek grubunun günü.

    her geçen gün öğretmene verilen değer daha da azalıyor. aslında bir toplumun ilerlemesi için öncelikle eğitim düzeyinin ileri seviyede olması gerekir. eğitim düzeyinin ileri seviyede olması için de eğitim sektöründeki en önemli unsur olan öğretmenin değerinin yüksek olması gerekir. değer deyince hemen akla maddi koşullar geliyor. tamam o da önemli bir unsur ancak en önemlisi toplum nezdinde öğretmen kavramının değerli olması gerekir. öğrencilik hayatında bütün bireyler öğretmenlerini çok severler. hatta öğrencilik hayatlarından sonra da çok severler. ancak çok başarılı öğrencilerin geneli öğretmenlik mesleğini seçmezler. bu önemli bir noktadır. başarılı öğrenciler diğer bölümleri çok sevdiklerinden değil maddi imkanları yüksek olduğundan tercih ediyorlar. kimse bu konuda haksızsın demesin. günümüzde öğretmen maaşları on bin tl olsa siz görün öğrencilerin öğretmenliğe olan ilgisini. maalesef toplumumuzda değer konusu maddiyatla doğru orantılı. biraz da bundan dolayı öğretmene verilen değerin azalması olayını tam izah edemiyorum. maddi koşullar çok yüksek olmasın ancak öğretmenlik revaçta olan bir meslek olsun. en başarılı öğrenciler öğretmenliği tercih etsin. kaliteli öğretmenler yetişsin. kaliteli öğretmenler de kaliteli bireyler yetiştirsin. kaliteli bireyler de toplumun ilerlemesini sağlar. toplum ilerleyince öğretmenin değeri de ortaya çıkar. kaliteli eğitimle yetiştirilen bireyler ileride hangi meslekten olursa olsun görevini hakkıyla yapar ve böylece toplumun refah düzeyi yüksek olur.

    milli eğitimin bir hedefinin olmaması:

    maalesef milli eğitimimizin temel bir hedefi yoktur. okullarda eğitim gören öğrenciler müfredattaki konular ne ise onları görürler, onlarla ilgili sınavlarını olurlar, notlarını alırlar. daha da ötesi yok. bu sistem ile eğitim düzeyi ileri seviyede olmaz. ileri seviyeden kastım illa öğrencilerin sınavlarda çok yüksek netler yapacak şekilde yetiştirmeyi kastetmiyorum. en basitinden ilkokul çağındaki öğrencinin 3ncü veya 4ncü sınıfa kadar tamamen hayat kurallarını, toplum kurallarını güle oynaya öğretilmesi gerekir. malum ağaç yaşken eğilir. küçük yaşta çocuklara yerlere çöp atmayınız, etrafı kirletmeyiniz, yaya geçinden geçiniz, üst geçidi kullanınız, komşuları rahatsız etmeyiniz gibi hayat kuralları uygulamalı olarak öğretilirse bu çocuklar büyüdüklerinde haliyle eğitimli bir birey olur.

    2nci sınıf için bile yaprak testler yapmışlar. ben 2nci sınıftaki bir çocuğun a-b-c den birisini seçsin istemiyorum. çıkartsın hocası sınıf olarak dışarı hayat kurallarını öğrensin. yaya geçidine gelsin, trafik dursun ve çocuklar geçsin. çocuklar öğrensin yaya geçidini ve büyüyüp araba kullanan birey olduğunda yayalara yaya geçidinde yol versin.

    burada tekrar vurgulamak istiyorum eğitimli derken illa derslerin hepsi tam not olmuş bütün girdiği sınavları kazanmış bir kişiden bahsetmiyorum. eğitimli derken toplum kurallarına uyan kişilerden bahsediyorum. sonuçta her bireyin zeka yapısı bir olmaz. hepsinden aynı başarıyı beklemeniz yanlış olur. ama bütün bireylerin basit toplum kurallarına uymaları çok zor bir olay değildir. sen devlet olarak temel bir hedefin olmaz ise eğitimde de bir aşama kaydedemezsin. eğitimli bireyler yetişmeyince de toplumun refah düzeyinde problemler olabilir.

    milli eğitimin hedefinin olmamasının sebebi:

    tek sebebi siyasiler. iktidara gelen her siyasi milli eğitimi adeta yap-boz gibi yapıp bozdu. bu da istikrar olmadığından kötü sonuçlar ortaya çıkıyor. her gelen siyasi -belki iyi niyetli belki kötü niyetli- kendine göre çeki düzen veriyor. verim alamayınca geri eskisine dönüyor. aslında varolan bir sistemi korumak da önemli bir icraattır.

    yapılan değişiklikler ve geri dönmeler:

    -97 senesinde kredili sistem sona ermişti. 98 mezunu olduğum için kredili sistemin ne zaman geldiğini hatırlamıyorum ama uzun süre uygulanan bir sistem değildi. yeni nesil bilmeyebilir kredili sistem özet olarak lisenin 2,5 senede bitebilmesi demekti. bu sistem uygulandı ve kalktı. hatta şuan lise 4 sene oldu.

    -98 senesinde öss’de 2 sınav sistemi son kez uygulanmıştı. daha sonra 2010 yılına kadar tek sınav olarak uygulandı. şuan eski 2 sınav sistemine yeniden dönüldü.

    -öss 99 ve 2005 yılları arası sadece lise 1 konuları ile yapıldı. sonradan yeniden eski sisteme geri dönüldü. 99 öncesi ve şimdi öss soruları konu olarak lisenin tamamını kapsıyor.

    -ortaokul uygulaması kalktı. eski sistem çok güzeldi. öğrenci 5nci sınıfa kadar bir okulda okurdu daha sonra 8nci sınıfa kadar bir okulda okurdu daha sonra liseyi de başka bir okulda. bu sistemin güzelliği aynı yaş grubunu bir arada tutmak. sen 8 yılı birleştirirsen 1nci sınıf ile 8nci sınıfın aynı binada eğitim almak zorunda kalır ki o da farklı problemleri beraberinde getirir. bu sistemde de kısmi olarak eskiye yeniden dönüldü. ilköğretim 4ncü sınıfa kadar öğleden sonra 5nci sınıftan 8nci sınıfa kadar ise sabahçı olarak eğitim görüyorlar. bir nevi yaş grupları yeniden ayrılmış oldu. tam gün olan okullarda hala farklı yaş grupları aynı binada eğitim görüyorlar.

    -oks kaldırıldı yerine sbs geldi. daha sonra da bildiğiniz gibi sbs kaldırıldı yeniden tek sınav sistemine dönüldü. eski oks sistemi çok güzel ve verimli idi. oks aslında mini bir öss gibiydi. öğrenci öss sınavı gibi bütün konulardan sorumlu idi. şimdi sbs ile liseye geçen nesilde problem yaşıyoruz. eskiden öğrenci bütün konuları bilerek alt yapısı sağlam geliyordu. şimdi ise gençler liseye alt yapı olarak boş geliyor.

    -alan uygulaması kaldırıldı. bu sene başlayan bir uygulama. artık eskisi gibi eşit ağırlık, sayısal ve sözel alanları olmayacak. bütün öğrenciler genel lise diploması ile mezun olacak. bu neden yapıldı. tabiî ki imam hatiplerin katsayı meselesinden dolayı yapıldı. şimdi herkes genel lise diploması ile mezun olacak ve herkese aynı katsayı uygulanacak. bu sene 10ncu sınıfa geçen arkadaşlara uygulanarak başladı ama kimse tepki göstermedi. ne zaman tepki gösteririz. bu arkadaşlar öss’ye girince tepki gösteririz. bu sistem de başka bir siyasi görüş gelene kadar devam eder.

    bütün bu değişiklerin sebebi:

    siyasetin bu kadar hakim olduğu bir kurumda para değişiklikler için yeterli sebep. siyasiler senelerce milli eğitimi para gözü ile baktılar. milli eğitim bir hedefi yok dedik. siyasiler açısından para hedefi var. hatırlarsanız bedava kitap uygulaması başlatıldı. şu an o kitapların yetersizliğinden nerdeyse bütün öğretmenler ek kaynak aldırıyor. kendi ailenizden çevrenizden görürsünüz öğrencilere öğretmenler para toplatarak ek kaynak aldırıyor. çünkü bedava kitap ihalesini kazanan firmalar kitapların içlerini boşalttılar. yapıyorsan şu işi adam akıllı yap iyi bir firma ile anlaş içerisinde bol uygulama olsun. madem bu veliler kitap için para harcıyacak o zaman devlet niye bedava kitap dağıtıyor?
    başbakanımız sağolsun eğitimin en büyük eksiği olan her sınıfa bilgisayar, akıllı tahta, projeksiyon cihazı gibi araçlar alınmasına karar vermiş. tahmin ediyorum da bazı bilgisayar firmaları ellerini ovuşturmaya başlamışlardır. 2nci sınıf öğrencileri yaya geçidinden geçsin demiştim. tabi bunun olması için sorunlar yok mu? eğitim sisteminde sorunlar saymakla bitmez. 40 kişilik bir sınıfı bir öğretmen dışarıda nasıl kontrol etsin? o zaman eğitim sisteminin bilgisayara, akıllı tahtalara değil de yeni dersliklere, yeni öğretmenlere ihtiyacı var demektir. standart 20 kişilik sınıflarda daha iyi eğitim verilir.
    bundan önce de okullara bilgisayar odaları her okula bilgisayar kampanyaları düzenlenmişti. bursa’da merkezi bir ilköğretim okulunda öğrenciler bilgisayar odalarındaki bilgisayarları kullanmaları için para ödüyorlardı. başka bir örnek tokat’ta bir köy okulu okula 1 adet bilgisayar geliyor. bilgisayarı müdür üzerime zimmetli ve bilgisayara bir şey olmasın diye evine götürüyor. en önemlisine gelince her eve 1 bilgisayar ve internet. diyeceksiniz zaten çoğu evde bilgisayar ve internet var. olmayan evlere de bilgisayar ve internet aldırdı bu eğitim sistemi. veli ile konuşuyorum bu performans ödevleri denen şeyler yüzünden oğlum internet cafelere çok gitmeye başladı. ben de güvenmediğim ortamlara yollamaktansa eve bilgisayar aldım ve internet bağlattım. bu kadar mı yetmez yanına bir de yazıcı al bakayım. performans ödevlerini nasıl çıktı alacaksın? böylece ne oluyor daha kaliteli bir eğitim oluyor. alın verin ekonomiye pardon eğitime can verin. performans ödevleri nasıl hazırlanıyor öğretmenler inceliyor mu? öğrencilerin geneli internetten kopyala yapıştır yapıyor. aslında ödev amacına uygun hazırlansa veya kontrol edilse faydalı olur ama nerde bizde onu kontrol edecek öğretmen.

    tabi bu örnekler çoğaltılabilir. hatta şuan sizin aklınıza bile örnekler gelmiştir. bu olaylar gayet normal çünkü hedefi olmayan tamamen para üzerine kurulmuş bir milli eğitim. son yıllarda devletimiz her ile bir üniversite açmaya başladı. nerdeyse her ilde bir tane var hala geldi. tabi devletimiz bunları yaparken önceden planlama yaptı mı? hayır. bu kadar öğrenci alacağım ben bunları şuralarda istihdam ederim dedi mi? hayır. devletin tek amacı var bu öğrenci gitsin anadoluda küçük bir kente veya ilçesine orada yeme, içme, barınma masraflarını ödesin ve orada ekonomik hareketlilik olsun. bazı ilçelere üniversite açıyorsun yurt yok. bu öğrenciler nerede kalacak? özel yurtlara veya kira ödemeye mahkum ediyorsun. kira olaylarına hiç girmiyorum. öğrencilerin ödediği yüksek kiralardan dolayı ailelerin de etkilendiğini hepimizi biliyoruz.

    bu kadar icraat yaparken milli eğitim bakanlarının eğitim kökenli olmaması lazım. eğitimden anlamaması lazım. gelen bütün milli eğitim bakanlarının eğitimdeki kalitesizliği hedef değiştirerek örtbas etmeye çalışmışlardır. yıl 2007’de dönemin milli eğitim bakanı hüseyin çelik, oks'nin kaldırılmasına yönelik yaptığı açıklamada "yeni uygulamanın öğrencileri dershanelere yönlendirmeyeceğini, okuldaki dersler dikkate alınarak soru stili geliştirilmesinin öğrenciyi okula daha çok bağlayacağını" savunmuştu. yıl 2010’da milli eğitim bakanı nimet çubukcu yaptığı açıklamada sbs'nin tek sınava indirilmesini, 3 sınavdan oluşan sistemin dershanelere bağlılığı arttırdığını ve öğrencilerin sosyal hayatlarını kısıtladığını dile getirerek gerekçelendirdi. oks’yi kaldırıp yerine 3 adet sbs getiren ve bunu öğrencilerin sosyal faaliyetlere ayıracak yeteri zamanı yok sebebiyle geri 1 adet sınava indiren milli eğitim bakanları istemiyorum. öğrencilerin sosyal faaliyetlere ayıracak yeteri zamanı olmayacağını sınav sistemi değiştirmeden görebilen milli eğitim bakanları istiyorum. bunu görmek de profesyonel olmayı gerektirmez. eğitim konusunda bilgisi olmayan çoğu birey bunu rahatlıkla anlayabilir.

    yetişen neslin eğitim seviyesi:

    bütün bu eğitim kalitesizliği yeni nesile yansıyor. siyasilerin bir nevi işine geliyor. halk ne kadar cahil olursa yönlendirmesi de o kadar kolay olur.

    her geçen neslin eğitim seviyesi daha da geriye doğru gidiyor. milli eğitimin bir hedefi olmaz ise eğitim sektöründeki bütün kişilere para gözü ile bakarsa sonuç budur. yeni yetişen nesilde çalışmak kazanmak yerine harcamak tüketmek var. tabi bu yeni neslin suçu değil. bu tamamen milli eğitimin suçu. 80’lerde çocuk olanlar hatırlarlar işbankası kumbara dağıtırdı çocuklar o zamanlar tutumlu olmak nedir bilirdi.
    eğitim düzeyinin düşmesi türkiye’deki çoğu alanlara yansıyor. ahlaksız bir basın anlayışı. düşünün 70 milyon insan aylar boyunca münevver karabulut olayını izlemek zorunda kaldı. kpss skandalı başlı başına bir olay o konuya da birçok kez değindik. önceden sorular çalınmıştır tamam anlaşıldı. bu çalanlar öğretmen adayı. bir düşünün yeni nesili yetişerecek öğretmenlerin kalitesini bir düşünün.
    ara sıra sözlükte sözlüğün seviyesinin düştüğünü eski havasının olmadığını eski yazarlar tarafından dile getiriliyor. bu da eğitim düzeyinin düştüğünün bir göstergesi olabilir.

    yetişen nesli yönlendiren en önemli olaylar:

    - ebeveynler: anne ve babalar yeni nesil çocukların her istediklerini yapıyorlar. aman benim çocuğum geri kalmasın aman ben giymeyeyim o giysin. ama böyle yaparsan bu çocuk yokluk nedir öğrenemez ki. sen çocuk ne derse alıyorsun sonra bu çocukta ben ne istersem alınıyor o zaman benim çaba göstermeme gerek yok gibi bir bilinç altı oluşur.
    - sınıfta kalmanın kalkması: öğrenci sınıfta kalmayacağını bilirse pek de zorlamaz heralde.
    - sms: operatörlerin eğitime vurduğu en büyük darbe. her öğrencide bilmem kaç bin tane sms bedava var. durmadan mesajlaşıyorlar. derste mesajlaşıyorlar, dersi dinlemiyorlar. akşam mesajlaşıyorlar, ders çalışmıyorlar.
    - bilgisayar: geceleri bilgisayar başından oturduklarından uyku düzenleri bozuluyor. genelde ilk dersler sıra üzerinde uyumakla geçiyor.
    -öğretmenler: yeni nesille beraber öğretmenlerin de kalitesi düşüyor. içlerin de özveri ile çalışan öğretmenler var ancak çoğu milli eğitim öğretmenleri rahatına düşkündür kendilerini öğrenciler bir şeyler öğrensin diye yormazlar.

    dersanecilik:

    türkiye’nin eğitimdeki en büyük sorunu da devletin bu konuya ciddi şekilde ilgilenmemesi. her koltuğa oturan bakan yaptığı değişikliği hep dersaneleri bahane ederek yapmıştır. dersaneler adeta hedef tahtası gibi olmuştur. ancak dershaneleri bu ülkedeki varlığını kavrayamamış sayın milli eğitim bakanlarımız dershanelere olan ilgiyi azaltmayı ilke edinmişlerdir. dershaneler milli eğitim sisteminin boşluğundan, okullarında kaliteli eğitim verilmediğinden açığa çıkmış bir sektördür. milli eğitim bakanlarımızın öncelikle kendi okullarındaki eğitim seviyesini yukarı çekmesi gerekiyor. ondan sonra zamanla dershaneye olan ilgi azalır. milli eğitim bakanın görevi sadece okullara öğretmen almak olmaması gerekir. öğretmenleri aldıktan sonra performansını sorgulayan bir sistemi olması lazım. şuan milli eğitimde bir öğretmen hiçbir zaman konu anlatmasa o öğretmeni görevden almaya kimsenin yetkisi yok. belki sürülebilir ama meslekten atılmaz. ama siz dershanede bırakın yıl boyunca hiç konu anlatmamayı birkaç gün dersleri astığınız zaman hemen gerekli işlemleri görürsünüz. milli eğitimdeki öğretmenlerin denetlenmemesi, rahat olmaları kpss sınavlarına da yansıyor. yakın çevremdeki kişiler kpss’ye bir azimle, bir gayretle çalışıyorlar. amaçları hayatlarında bir daha bu kadar azim ve gayret göstermemek, dershanenin kötü şartlarında çalışmamak. dersanecilik sektörü içinde olduğum için biraz bu konuda durmak istiyorum. dersaneciler türkiye’deki eğitimin en önemli unsuru. öğrenciler dersaneler sayesinde üniversiteyi kazanıyorlar. dersanecilik sektörünün de hamallığını yapan öğretmenlerdir. eskiden dersanede bir öğretmen milli eğitim de çalışan bir öğretmene göre kat kat fazla maaş alıyorlarmış. ama durum eşitlendi hatta büyük şehirlerde dersanede çalışan öğretmenler milli eğitimden daha az alır hale geldiler. devlet fazla öğretmen almıyor. çok mezun veriyor. yeni mezunlar dersane kapılarına yükleniyorlar. bu seferde patronlar daha ucuza öğretmen çalıştırıyorlar. şuan ciddi şekilde ezilen bir kesim var. siz her yıl haberlerde milli eğitim öğretmenlerinin ağlamasına sızlamasına bakmayın. onların şartları dersane öğretmenleri ile kıyaslanmayacak şekilde daha iyi. sabah 7 akşam 7 haftanın 6 günü ayakta ders anlatıyorsun. milli eğitim de öğretmen masası diye bir nesne var ama dersane de yok. çünkü dersane de öğretmenin 40 dakika boyunca bilfiil ders anlatması lazım. milli eğitim de bir öğretmen rahatlıkla oğlum veya kızım neyse haftaya bu konuyu sen anlatacaksın ona göre çalışta gel diyebiliyor. 8 senedir bu sektörün içindeyim. pazar sabahı aile ile birlikte kahvaltı yapmak veya pikniğe gitmek gibi duyguları yaşamadım. benim çalıştığım dersanede maaşların ödenmesinde bir sorun yok ama arkadaşlarımın çoğu maaş olayında 1-2 ay geriden geliyor. zaten 10 ay maaş alıyorsun bir de gecikme olursa o zaman işler arapsaçına dönüyor. her yıl aynı dersanede devam etsen bile sözleşme her sene yenileniyor. böylece tazminat hakkınız da olmuyor. maaşınızın bir kısmı elden veriliyor, bir kısmı (sigortaya yansıyan kısmı) bankaya yatıyor. büyük dersaneler hariç çoğu dersaneler sigortayı asgari ücretten yapıyor. uzuyor da uzuyor. şuan acilen dersane öğretmenlerinin hakkını koruyan bir sendika açılması lazım. eski öğretmenler çok kazandıkları için böyle ihtiyaçları olmamış ama her geçen gün öğretmenler açısından sektör daha acımasız oluyor. öğretmenler de bunun farkında olduğu için çoğu kpss’ye hazırlanıyor. çorum’da bir dersane patronu öğretmenlerine ertelenen kpss’ye girmeleri için izin vermemiş ve kpss’ye girememişler. sadece içlerinden bir arkadaş ne yapacaksan yap ben bu sınava gireceğim diyebilmiş. çok bir yoğun temposu var. bu tempoda ailene fazla zaman ayıramıyorsun. bursa’da çalışan karı-koca arkadaşlar vardı. bizim dersanede değildi. başka bir dersanedeydiler. çocukları bakıcıları daha çok gördüğü için çocuk bakıcıya anne demeye başlamış. bir izin gününüz var o da pazartesi. herkesin çalıştığı bir gün. bayramda herkes 9 gün tatil yaparken bazı dersaneler sadece 5 gün tatil yaptı.

    şunu da belirtmek isterim kesinlikle dershane sektöründen yana değilim. dershane sektörünün revaçta olması demek milli eğitimin kalitesiz olması demektir. bu da ülkedeki eğitim için hoş olmayan bir durumdur. milli eğitim okulları kaliteli olsun eğitimimiz kaliteli olsun ve dersaneler olmasın. bunun gerçekten çok istiyorum. kendi menfaatim için yaşasın dersanecilik sektörü demem haksızlık olur. bu şuna benziyor. bir vatandaşın elinde 100 doları vardır ve dolar 10kr. artmıştır. kendisi de 10tl kar yaptığı için başlar sevinmeye. hiç düşünmez doların 10kr. artması ülkemiz için iyi bir durum mu yoksa kötü bir durum mu diye.

    dersanecilik olmasın isterim ama gel gör ki iş sadece eğitim ile de bitmiyor. dersanelere kaynak sağlayan yayıncılar, matbaalar, dersanelerin kantinleri, öğretmenlerden başka çalışan personeller, öğrencilerin ulaşımı gibi bir çok ekonomik boyut var sektörün içinde. kolay kolay bir şey olmaz gibi geliyor. özellikle milli eğitimin kalitesi her geçen sene düştükçe dersanelere rağbet daha da artıyor.

    hüseyin çelik bey’in komik 2008 oks olayını da anlatıp dersane olayına nokta koymak istiyorum. 2008 oks soruları çok kolay olduğu için türkiye genelinde 200ün üzerinde bütün soruları doğru yanıtlayan öğrenci çıkmıştı. 200ün üzerinde türkiye birincisi. bütün soruları doğru yanıtlayan öğrencilerin hepsi en yüksek puanla öğrenci alan galatasaray lisesini tercih etse bunlardan bazıları bu liseye giremeyecek anlamına geliyor. bu çocuklardan biri bunu torunlarına anlatsa torunları dedenin bunadığını, saçmaladığını düşünür. 2008 sınavından sonra basın açıklamasında dönemin milli eğitim bakanı hüseyin çelik “velilerimizden aldığımız tepki şöyledir. sınav çok kolaydı, dershanelerden takviye almamıza gerek yoktur.” diye belirtmiştir. bu açıklamayı yapabilmek için sınavı kolay yaparsan bu seferde sıralamayı yapamazsın. kaldı ki bir veli rahatlıkla diğer öğrenciler bütün soruları doğru yapıyor, benim çocuğum onlardan geri kalmasın diye de dershaneye verebilir.

    öğretmenlerimizin neden değerli olması gerekir?

    başöğretmen atatürk öğretmenler hakkında:

    öğretmenler! yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.

    öğretmenlerle yaptığı bir toplantı sırasında söylemiştir:
    bu dakika karşınızda duyduğum en samimî hissi, izninizle söyleyeyim: isterdim ki çocuk olayım ve sizin bilgi saçan öğretim alanınızda bulunayım, sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz! o zaman milletim için, daha yararlı olurdum; fakat maalesef, yerine getirilmesi imkânsız bir arzu karşısında bulunuyoruz. bu arzunun yerine başka bir istekte bulunacağım: bugünün evlâtlarını yetiştiriniz! onları memlekete, millete yararlı uzuvlar yapınız! bunu sizden istiyorum ve rica ediyorum.

    demiştir.

    islam dinine de baktığımız da ilk emrin oku olduğunu görürüz. allah ilk olarak ne namaz kılmayı, ne oruç tutmayı emretmiştir. ilk olarak oku demiştir.

    inci severlerin özet geç abi dediklerini duyar gibiyim. sizin için özet geçersek “daha iyi eğitim alırsak daha iyi küfür ederiz.”

    twitter ve diğer sosyal paylaşım siteleri için özet olarak “öğretmenlerimizin değerinin mehmet ali’den daha yüksek olduğu zamanları görmek dileğiyle bütün öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun”
  • durup düşünüyorum da hayatıma en çok yön veren kişiler öğretmenlerim sanırım.

    insanlar içinde konuşmaktan çekinirken beni sürekli ortaya atarak şu anda yüzlerce kişinin karşısında bile sesimi titretmeden konuşmamı sağlayabilen; yazdıklarımı önemseyerek ve beni dinleyerek yönlendirirken bugün sahip olduğum meziyetlerin çoğunun altyapısını oluşturan; bugün okuyan ve anlatan bir insan olmamı sağlayan öğretmenlerim oldu benim.

    kötü notlarıma rağmen beni destekleyen, daha fazlasını yapabilirsin diyen gönül bağıyla oturtup ders çalıştıran öğretmenlerim oldu; bir sözlü notuyla mühendis olmamı sağladılar belki; belki not yükseltmem için ödev verme şansını sunan matematik öğretmenimdir bana yüksek lisans yaptıracak kadar matematik ve fizik sevgisini sağlayan; on iki, on üç yaşındaki öğrencisine sahip çıkıp destekleyen genç bir öğretmendir.

    girişimlerimi destekleyerek arkamda duran; müfredatın dayattıklarını ezip geçmemi sağlayan; okunmaya değer kitaplar vererek ufkumu açan ve okuldaki edimlerimi destekleyerek bugünkü sosyal varlığımı borçlu olduğum öğretmenlerim vardı benim. aşkıma tercüman olan turgut uyar'la, edip cansever ile beni tanıştıran bir öğretmendir; anlamaya dair gayretlerimi destekleyen dostoyevski ile buluşturan; başımı alıp gittiğim adada zihnimde dönüp duran orhan veli'yi sevdiren, öfkemi destekleyen kafka'yı, hayatımı anlamlandıran oğuz atay'ı okutan, mevlana okutarak insana ışık tutan genç bir edebiyat öğretmenidir.

    yorulduğumda destek çıkan; nefesim kesildiğinde kolumdan tutan ve bana hep ileriyi, ideali gösteren öğretmenlerim oldu benim. başarılarımın altını çizen, heveslendiren ve önce kendime inanmamı sağlayan bir öğretmendir.

    haklarını ödeyemem, borcumu ödeyemem. iyi ki varlar; diğer öğrencilerini bilmem ama son nefesime kadar adlarını minnetle ve şükranla anacağım onların. ve onlar hep inanmamı sağlayacaklar bir neslin kaybolmasının zaruri olmadığına, daha iyi bir ülkede, daha iyi bir dünyada yaşayabilme ihtimalimize...

    gücünün farkında olan tüm öğretmenlere saygımı sunarım. iyi ki varsınız, öğretmenler günü'nüz kutlu olsun!
  • henüz bir öğretmen olarak kutlayamadığım gün.

    geçen yıl geç atanma nedeniyle kaçırmıştım, bu yıl ise deprem nedeniyle yine boş geçeceğim.

    nasip kısfmet diyor, durumu allah'a havale ediyorum.
  • benim için öğretmen günü, ilkokul dördüncü sınıfta annemin öğretmenime aldığı su ısıtıcısını -niye aldıysa, ben de niye götürdüysem- öğretmenime verdiğimde, tüm sınıfın ortasında "bundan benim evimde vardı" diyerek burun kıvırmasını gördüğümde bitmişti. allah belanı versin okul hayatımın hayal kırıklığı, seni öğretmen yapan zihniyete hala küfrediyorum. umarım ölmüşsündür, ki diğer çocukları da zehirleme.
  • mesleğe ilk başladığım yıl emekli olan bir hocam, ağabeyim vermişti bu dersi bana:

    ilk öğretmenler günüm. nasıl da heyecanlıyım. yıllardır ben hediyeler almıştım şimdi de bana hediye gelecekti. kalem olur lan olsa olsa bu dağ başında nereden bulacaklar başka bir şeyi diye de kendimi frenliyorum bir yandan da.13000 nüfuslu ilçe iyi kötü kırtasiyeleri var. o da büyükşehirlerdekinin yanından bile geçemez.

    neyse işte benle beraber atanan bir de kankam var ki eleman sınıf öğretmeni. onunla hem komşuyuz hem de başka zaman geçirecek yer olmadığından iyi de kanka olmuşuz. pes atıyoruz, okey oynuyoruz okul sonrası falan. sabah da beraber okullara gidiyoruz. akşam da ya ben ona gidiyorum ya o geliyor yemeğe .

    ikimizin de ilk öğretmenler günü olduğu için nasıl heyecanlıyız. bu muhabbeti yapıyoruz akşama da hediyeleri karşılaştıracagiz. neyse ben okula bir girdim bizim bebeler girişte her öğretmene bir çiçek dağıtıyorlar. çok hoşuma gitti bu hareketleri. sonra öğretmenler odasında bizler için yazdıkları mektupları dağıttılar. en sonunda girdiğim her sınıfta ya bir kalem ya da penguen-uykusuz (mizah dergileri bulunmuyordu da ilçede)
    o anda çok hoşuma gitmişti bunlar. akşam evde bizim elemana ben bunu ballandıra ballandıra anlatırken o da kendisine gelen hediyeleri yığdı önüme. ben bakakaldım. kalemlere, gömleklere, takım elbiseye.
    ki kendisi bunları anlatırken "en az bana geldi" gibi bir cümle kurdu. diğer sınıflardaki hocalara velilerin birleşip büyük altın aldığını söyleyince ben utansam mı kıskansam mı bilemedim. neyse ben bir şekilde muhabbeti kapattım.

    ertesi gün sabah ayrı ayrı gittik okullara. ben ilk teneffüste bu durumu bizim okuldaki hocalara açtım. herkes ayrı bir telden çalıyor. yok liseye gelince öğrenci sallamıyor öğretmeni diyeni mi istersin, ilkokul öğretmenlerini vampirlikle suçlayanı mı...

    sonra başta bahsettiğim hoca geldi yanıma. 27 yıllık öğretmen yaşı doldurmayı bekliyor adam. millet derse geçti biz oturuyoruz hala.

    - oğlum ilkokul öğretmenleri vampir falan değildir ama veliler çocuklarına özel ilgi isterler o dönemde ve öğretmeni pohpohlamaktan başka bir şey gelmez akıllarına. o garibanlar da bunu gördükçe şımarır kendilerini diğerleriyle yarışıtırlar. o altını bu ilçede her öğretmene alırlar ilkokullarda. yanında gelen hediyeleri yarıştırır diğer öğretmenler de. bizler biraz daha rahatız onlara göre. bize en fazla geçir diye baskı yaparlar. dik duran hoca da kimseyi dinlemez. öğrencinin performansına bakar.
    ben hayatım boyunca 10 tl'dan pahalı hiçbir hediyeyi kabul etmedim evlat. o hediyenin altında kalmamak için. bana en büyük hediye nedir biliyor musun yıllar sonra gelip ellerime sarılan öğrencilerim bir de şu yan taraftaki zırtapoz.* *

    bu yorumu hiç aklımdan çıkmaz. ve altında kalacağım hediyeyi de geri gönderirim bu yüzden. kitap alıyorlar sağolsunlar bana da :d
  • güzel anılar, yolculuğa çıkarken pencereden el sallayan tanıdıklar gibi. nereye giderseniz gidin, hep gülümseyerek hatırlanıyor ve yolculukta tatlı bir azık gibi.. ruh acıktıkça doyuruyor. ya da yolculuk acıttıkça işte. bilirsiniz. hayat, zor. böyle anıları en çok biriktiren kişilerin günü bu.

    okuma yazmayı ilk öğrettiğim sınıf. eşek kafalının biri, okuma yazmayı öğrendi ya, hemen gülsüm'e kısacık bir not yazıp, derste elden ele gönderiyor. tabii o zamanlar watsap filan keşfedilmemiş. 60'larin sonu, ahahah, yok ya 8 yıl falan önce. "gülsüm, sana ağışığım." aşkı çözmüş fakat yazmasını çözememiş delikanlı (yaş 6). gülsüm alır almaz bana getirdi, "öğretmenim muhammed ne yazmış? " diye. o daha fena, okumayı da çözememiş! belki okusa olay bambaşka yerlere gidecek. böylece bir aşk hiç başlamadan bitti. ben de o gün ikna oldum; çiftler arasında eğitim /kültür seviyesi yakın olmalı. biri okumayı biliyorsa, digeri de harfleri tanıyabilmeli en azından.

    bir de ikiz çocuklarım vardı aynı sınıfta, hasan ve hüseyin. birbirlerini karistiriyorlar. hasan derdim ikisi birden kalkardı, hüseyin derdim ikisi kalkardı yine. biri, bir gün fark etti: "oğlum hasan sensin, ben huseyin benim. alış artık. " diye kendini tanitti. yedi yıllık kardeş bunlar. bu yıl teog'a girdi bu şapsikler, doğru kişi olarak girmiş olmalarını ümit ediyorum.

    böyle hikayecikler işte. hayat sürüyor. tarlaları. hasat bazen iyidir. böyle güzel anlar battaniye gibidir ama. tam uykuya dalacakken hani, gelip üstünü örtüverir.

    sicacik çocuklarım benim, günümüz kutlu olsun, şu köşede sevinelim.
hesabın var mı? giriş yap