• devrimciymiş bu. bakalım nasıl devrimciymiş…

    - aşkım, bendeki iş zekasını anlatayım bak sana…

    …diyerek anlatmaya başlar, bütün fotoğraf işlerini yaptırdığı emektar çalışanıyla ilgili bir konuyu. her şeyi kurdurtup hazır ettirdiği kişidir bu. kendisi için ışığı, kadrajı, objektifi, konuyu hazır eden kişidir. kendisi bu hazır ortama -saatlerce herkesi bekleterek- gidip, deklanşöre basılı tutarak yüzlerce flu fotoğraf çektikten sonra, ertesi sabaha iyi çıkan fotoğrafları masasına yetiştirmesini istediği kişidir. bunu sağlamak için sabaha kadar fotoğrafları tek tek banyo edip, hepsi birbirinden rezil olan pozlar arasından yine kendi laboratuvar ve photoshop yetkinliği ve emeğiyle kurtarabileceğini düşündüklerini (ki bunlar genelde 3-5’i geçmez ve aralarında mutlaka yine bir tane flu olur, onu da özellikle öyle yapılmış gibi sokuşturmak zorunda kalırlar sete) seçip uykusuz halde ertesi güne yetiştiren kişidir.

    - aşkım, şimdi bak bu, geldi bana bir gün, rica etti… bebekleri olmuş, karısı da bana çalışıyor zaten, ben buna x lira (çok düşük), karısına da y lira (daha da düşük) veriyorum, normalde kışın kombiyi pek açamıyorlarmış o para yetmediğinden, viyadükte oturdukları için de çok esiyormuş, çok soğuk oluyormuş, şimdi bebek bari üşümesin diye kombiyi açabilelim hiç olmazsa, bir 300 lira zam yapsan diye geldi… bak… zaten verdiğim üç kuruş, anlattığı durum da ortada, mecburen “bakarız” dedim, “olmaz” diyemedim. durumlarını biliyorum zaten, üç kuruşa çalıştırdığımı da biliyorum. e bir de gelmiş bebeği olduğundan bahsediyor, üşüyecek diyor, doğalgaza yetmiyor senden aldığım diyor. haydaaa… buna “bakarız” dedim mecburen ama içime dert oldu. ne yapsam, nasıl çıksam içinden diye düşünüyorum. uykularım kaçıyor her ay durup dururken 300 lira fazla para vereceğim buna diye. ama sonra buldum! dedim kendi kendime, bu adamın durumu bu. benden aldığıyla doğalgazı bile ödeyemiyor. bir de bebeği olmuş şimdi. eee? ben buna zam yapmasam, istifa mı edecek? yooo... edemez ki! mecbur bana. ben zam yapmasam da istifa edemeyecek kadar zorda. oh dedim bunu anlayınca, içim rahatladı. zam yapmasam da istifa etmeyeceğini anladım. ve yapmadım zam. işte budur iş zekası. işte benim iş deham böyle işliyor aşkım!

    restoranda yemekten sonra bahşiş olarak fiks 100 lira bırakan bir adamdan söz ediyoruz. ama tabi çalışanına ödemeyebileceğin parayı ödemenin sana bir getirisi yok, değil mi aşkım? oysa restoranda bıraktığın parayla herkese şov yapmış oluyorsun. konuklarını da, restoranı da borçlu hissettirip, onları ileride daha iyi kullanıp sömürebilmeye yönelik yatırım yapmış oluyorsun. hem seninle maaş ilişkisi nedeniyle iyi geçinme zorunluluğu olmayan kişilerin gözü önünde bahşiş bırakmasan, ya da az bıraksan, sağda solda konuşurlar. fakat buradaki başlığını okumamaya başlayacaklar yakında pek, merak etme. bir tek sen kalacaksın açıp bakan, her gün aksatmadan yaptığını bildiğim gibi…

    aynı iş zekası ile, mahallenin emektar marangoz dedesini atölyesinden yanına çağırtıp ayağa diker, daha sonra gelecek işlere referans olsun diye ünlü müşterilere karsız iş yapan bir takım hayali dev şirketleri örnek vererek aklınca iş öğretmek üzerinden fiyatı düşürtmeye çalışır. hem de pazarlığı yapılmış, anlaşılmış, malzemesi alınmış ve üretimine başlanmış işlerin fiyatını! yani yarı yolda marangozla pazarlık eden bir iş zekasından bahsediyoruz. pek devrimci gerçekten çeşitli açılardan.

    yaşlı başlı marangozu, zaten baştan psikolojik baskıyla herkese yaptığndan ucuza iş yapmaya ikna etmişsin pes ettirip, malzemeleri aldırmışsın, başka işte kullanamayacağı şekilde kestirmeye başlatmışsın, sonra da zora sokup, neredeyse bedavaya çalışmadığı takdirde zarar edeceği duruma düşürmekle tehdit ediyorsun. ben o malzemenin parasını marangoza ödemeye kalkmamış olsam, acaba ne olacaktı?

    peki ya çalışanlarına asgari ücretin altında maaş vermesi? hiçbirinin sigortalı olmaması? kariyerde iyi görünür de başka yerlerde iş bulmaları kolaylaşır diye kahrını çeken çalışanlarının ayrılmaları halinde onların başka yerlerde çalışmalarına izin vermeyip sağı solu arayarak diğer prodüksiyon firmalarına tavır koyması? bunlar neyin devrimciliği?

    benim bildiğim, ne liberal, ne muhafazakar, ne sosyal demokrat, ne sosyalist hiçkimsenin iş etiğinde bunlara yer yoktur. seninki neyin devrimciliği aşkım? hangi etik?

    çok kaşındı yine, altıncı bölümümüzde daha eğlenceli konularla devam edeceğiz…
  • üniversiteliler için seda sayan..
  • olay örgüsüne bakın:

    1) okan reisin kanalındaki diziyi tiye alıyor ----> reisin izlediği diziyle dalga geçmek! en büyük günah!
    2) okan sadece ve sadece tiye aldığı dizi hakkında sarf ettiği sözler için özür diliyor ----> 'korku'dan çark ediyor. suç: tiye almak!
    3) okan'ın sözleşmesi feshediliyor ----> nasıl bir 'korku'ysa kanal da geri adım atıyor!

    bakın aşağılama, hakaret, küfür vs. yok! sadece dizinin ismini fazlaca telaffuz ederek hiciv yollu dokunduruyor. yani karikatür çizmek bile daha ağır.

    okan'ı savunmak değil olay. nasıl bir ülkede yaşadığımızı bilin diye dedim.

    edit: acil bir hasta için 0+ kan lazım.kan vermek isteyenler aşagıdaki numaradan ulaşabilir.
    erkan pekergin
    +90 535 352 7528

    edit: büyüdün ve oyuncakların evde boş boş duruyor. hemen onları (bkz: oyuncaklar otostopta)'ya bağışla.
  • bundan sonra şarkı sözü yazmasın. "ve birgün kral ölür", "medya binası", "money for nothing" falan. allah canımı alsın ergen kafası. 45 yaşında adamsın. gözünü sevem. ayrıca paranın kıymeti yok falan diyon amma en güzel evlerde sen oturuyon, nişantaşı'nda bir çaya 10 lirayı sen veriyon. tabi "kıymetsiz" olur. bölüm başı bilmemkaçyüzbin dolarları alan da sensin. biz sürünüyoz. ama edebiyatını da sen yapıyon abicim. bize de gülsün ulan şu kader... biz de kötü şiir yazıp binbir anarşist tribe girelim. dolarlar içinde yüzüp "paranın amına koyayım heç mutlu değilim" demek istiyorum mesela. sesimi duyun.
  • telefon numarasını bilen biri falan varsa arasın faşist kelimesinin ne demek olduğunu anlatsın kendisine.

    o zaman o salonda olan herkes kendisinin içtiği gibi sigara içsin bakalım o duman kimlere nerelere ulaşıyor... en büyük özelliği gevezelik olan tatlı su solcusu, umarım faşistten başka kelimeler kullanmayı da öğrenir ayrıca orada onun saçma sapan laflarını alkışlayan ve gerektiği kadar ağzının payını veremeyen öğrencilere de yazıklar olsun...

    zöge: insanların böyle bir konuda bu adama nasıl hak verebildiklerini anlayamıyorum, onu geçtim hak versinler tamam ama o üslubu nasıl savunuyorlar orası gerçekten inanılmaz.

    edit: bir zamanlar zamanının ötesindeydi artık değil, istismar ediyor gibi olmayayım.
  • uzun süredir, uzun dediysem senelerdir izlemedikten sonra bugünkü programına denk geldiğimde, neden izlemediğimi hatırladığım televizyon adamı. tarkan'ı ya da kim kast ettiğini anlamadığım sanatçıları, yaşlandıkça aynı kesime hitap etmeye devam ettiği için gerizekalı kariyer sahibi olarak yorumladı bugün. kendisinin yaşlanmasına rağmen hala aynı tarz program yapıp, aynı yaştaki insanlara hitap ettiğinin farkında değil galiba. hala lise, üniversite öğrencilerine yönelik programında, hala yılmaz morgülün ağladığı videoları gösterip gösterip güldürmeye çalışıyor. asıl gerizekalı kariyer kimin acaba?
  • üçüncü bölümümüzle devam ediyoruz.

    tarihi eser korumasındaki doğan apartmanı'ndan almış olduğu üç daireden biri olan 3 numaralı dairede, benimle çalışmaya başlamadan önce, mutfak ile orta salon arasında kapı açmak maksadı ile, yıkılması kesinlikle yasak olan taşıyıcı duvarı yıktırmış olan kişi.

    aynı kişi, daha sonra, manzarasına geliyor diye, imar izni olan iki katlı bir yapıyı, uğur dündar'ı sıkıştırarak, skandal olarak televizyondan kampanya başlatmak suretiyle yıktırmaya çalışmıştır. uğur dündar bunu yemeyince, söz konusu yapının sahipleriyle, arkalarından hiçbir iş çevirmemiş gibi oturup konuşmuş, "ne güzel olmuş burası" demiştir.

    eski sevgilisi olan mankenleri, oyuncuları ve birkaç kişiyi daha model olarak kullanıp hazırladığı fotoğraf sergisinin açılışından önce bütün fotoğrafları benimle birlikte teftiş ederken şöyle demiştir:
    "işte şimdi gelecek bakacak herkes, vay be diyecek, adam bu karıların hepsini s*kmiş... işte bunu dedirtmek için yapıyorum bu sergiyi!"

    biraz da eğlenelim...

    gelin, audi marka olan arabasını alırken neden özellikle a8l modelini seçtiğini kendisinden dinleyelim:

    "abi, şimdi a6 alacak halimiz yok. koskoca okan bayülgen'iz. a8 almam lazım. e ama arada dünya kadar bilmemkaç euro fiyat farkı olmasına rağmen, dışarıdan bakınca a6 mı a8 mi olduğu anlaşılmıyor. tek fark, arkadaki yazı. bu audi, yazı karakterini öyle bir seçmiş ki, 6 ile 8 birbirine benziyor. sonra beni gören taksici bilmemneci diyecek ki bu kesin a6, zaten türkiye'de a8 bir avuç var. yok ya! ben o kadar fiyat farkı verecem, a8 alacam, ama beni a6'ya biniyor sanacaklar! eee, ben de baktım ki sadece a8'lerde olan bir l modeli var, "long" manasında, onu aldık ki yandaki "l"yi görünce anlarlar a6 olmadığını. elçilik arabası gibi araba tabi long olduğu için, köşeleri möşeleri dönemiyoruz, ama o kadar para verip a6'ya biniyor dedirtmem." (argodan arındırılmıştır)

    türkiye'nin serge gainsbourg'u desinler sana istiyordun, onun da sonu pek hoş olmamıştı, hatırlatırım.

    devam edeceğiz...
  • sadece televizyon çocuğu değildir...
  • şu saatten sonra kızının adını kazlıçeşme olarak değiştirebilir.
  • gezi parkı ile ilgili son konuşmasını gözlerim gördü, kulaklarım işitti ama bir türlü inanamadım. yıllardır programıyla sabahladığım hınzır, aykırı, cesur, muhalif adam bu değilmiş heralde; ya ben çok yanlış anlamışım ya da kendisi haysiyet kavramını belli bir menfaat karşılığı askıya almış. düşünebildiğim en iyi ihtimal çocuğu ile tehdit edilmiş olması. para karşılığı satılma olasılığını düşünmek gençliğime ihanet olur.

    gelelim %0 ihtimal veriyor olsam da, gerçekten dediklerine yürekten inanıyor olabilmesine, veya kendini bunlara inandırmış olabilme ihtimaline..

    sevgili okan, "hava güzeldi", "tek sebep bu" demişsin.. 31 mayıs cuma akşamı ben arkadaşlarla teras partisindeydim, hava da güzeldi evet. çok eğleniyorduk, mangal + içki + kızlar anlarsın. hiçbir kuvvet beni oradan alamazdı o gece, keyfim yerindeydi; ta ki facebooka girene kadar... taksimde oturma eylemi yapan insanların kafasının gaz kapsülü ile patlatıldığını, tomalar ile havada takla attırıldığını, böcek muamelesi yapıldığını gördüm. gözlerim doldu, sinirden nefesim kesildi, yerimde duramaz oldum, fırladım. insanlar nasıl başka insanları bu kadar kolay yaralayabilirdi? orada göz göre göre demokrasi katliamı yapılırken, benim ve herkesin konuşma özgürlüğünü savunan insanların öldürülmesini nasıl evde oturarak izleyebilirdim? biramı yudumlamaya devam etsem çocuğuma ne diyecektim, nasıl yüzüne bakacaktım ileride? sen nasıl bakacaksın? ona da mı palavra sıkacaksın? eğlenmeye gidiyorlar demişsin, oraya her gidişimde başıma bişey gelirse diye aileme yazdığım notu çalışma masamın üstünde bıraktığımı biliyor musun?

    "ne sizden ne onlardanım, tarafısızım" demişsin.. burada taraf yok okan, yanlışa yanlış diyebilmek var. sen yanlışa yanlış diyemediğin için tarafsın.

    sen mi çok iyi oyuncuydun bu anarşist muhalif adamı oynarken, yoksa biz mi çocuktuk o zamanlar?

    edit: http://www.youtube.com/watch?v=nbuje8kto-i
hesabın var mı? giriş yap