• makineye karşı oynarken yandaki kolu alıp sanki oynuyormuşcasına tuşlara basan bir çocuk olur. makineye karşı oynayan, yenilince hıncını yandaki çocuktan basmasana lan adamı azdırıyon diyerek alır.
  • 1988 doğumlu olarak bok gibi bir durumda olduğumu bir kez daha hatırlatan başlıktır. sözlüğe göre ne okuldan kaçıp atari oynayan efsane nesle ne de play station başında sabahlayan efsane nesle dahil olamıyorum.
  • abi geçeyim mi, ne demek bilen nesildir.
  • hala hatırlayabiliyorken, bu serüveni bir blog tadında kayıt altına almak istedim. biraz uzun olacak ama, en baştan anlatıcam.

    küçük bir kasabada doğup büyüdüm, daha ilkokula başlamamışken, 1991-1992 yıllarında, babamın küçük bürosuna giderdim gündüzleri. babam iş için çıktığında gelenlerin isimlerini not alır*, "babam şuraya kadar gitti, bekleyin birazdan gelir" derdim. bekleyenlere de termostan çay veya 1lt'lik kola şişesinden ayran ikram ederdim.

    tabi bu görevim, hemen arka sokakta bir atari salonu olduğunu keşfedinceye kadar devam etti. o atari salonunu ilk görüşümü dün gibi hatırlıyorum. kapıda dikilen değişik abilerin arkasındaki karanlık salondan gelen rengarenk ışıklar ve cıvıl cıvıl sesler adeta hipnotize etmişti beni.. ama çekindim girmeye, cesaret edemedim almazlar diye. bir o yana bir bu yana önünden geçip durdum defalarca.

    o gün giremedim, bütün gece de uyuyamadım. ertesi gün babam ofisten ne zaman çıkacak diye heyecandan kudururken, beklenen an geldi. babamı, "ben buradayım" rolleriyle uğurlarken, sokağın köşesini döneceği saniyeleri hesaplıyordum. ve zamanı geldiğinde kapıyı çekip yola koyuldum.

    ilk denememde yine cesaret edip giremedim, biraz dolaşıp tekrar geldiğimde ise mahalleden, birlikte saka oynadığımız arkadaşım bıkbık murat ve abisi hanzo erolu kapının önünde dikilirken görünce gözlerim parladı. sanki rastgele oradan geçiyormuş da denk gelmişim gibi yanlarına gittim hemen.

    - sen buraya geliyor muydun ya? dedi erol abi.
    - "geliyorum tabi" dedim. ne dikiliyoruz, hadi girelim.

    yaşı çok küçük bakışları arasında kıyı kıyı girdim içeri. cebimde iki buçuk jeton alacak kadar para vardı, üç tane olur mu dedim, olur dedi bora abi. değerli jetonlarımı harcamadan önce bütün makinaları gezip oynayanları izledim. ve yeterince bilgi sahibi olunca, en çok ilgimi çeken oyunun başına geçtim. (bkz: street fighter ii)

    ellerim joystic ve tuşlara zar zor uzanıyor, ekrana aşağıdan bakıyordum. murat'la erol bana blanca'yı aldırdı. kolu çevirip bütün tuşlara basınca elektrik yapıp jilet atıyordu blanca. oynaması en kolay karakterdi. hep birlikte oynadık. ikinci üçüncü jetonumu da street fighter'a harcadım o gün.

    ertesi gün olduğunda, artık erol ve murat'a ihtiyacım yoktu. tek başıma gidip istediğim kadar oynayabilirdim. ama çok da hayal ettiğim gibi olmadı yalnız gitmek. bu tarz yerlerde, sabahtan akşama kadar bedava oyun oynayabilmek için bekleyen tipler olur. para bütünletmeye gönderilip bedavaya 2 jeton almak için beklerler. bu sırada biri bir jeton atınca, başına 10 kişi üşüşür hemen. kimileri, "fazla jetonun var mı? geçiyim mi?" derken, kimileri sen oynarken yandan tuşlara basar, tipi bozuk bazı piçler de direk seni sola itip kendi oynamaya başlar. dayak yiyicem korkusuyla ses de çıkaramazsın. anca bora abi görürse uyarır bunları.

    küçüksen, tek başına salona gitmek zordur. gidip jeton almaz, tenhalaşmasını beklerdim. belirli bazı kişiler varken, çıkardım hatta salondan.

    derken bir gün, atarinin yıldızı, street fighter'da herkesi döven ve her oyunu perfect bitirip sıralamaya fk yazan körpeci faik'le tanışma fırsatı buldum. yaş olarak da, cüsse olarak da büyüktü. bana da öğretir misin dedim, hay hay dedi, kendi oyununda ken'in hareket ve kombolarını göstermeye başladı. bir kere onunla birlikte oynadığımı gören yaklaşmıyordu artık yanıma.

    zaman geçip street fighter'da ustalaşınca mortal kombat'a sardım. fatalityleri deneyerek çözücem derken para yetiştiremiyordum. ardından punisher, mustafa `:dinosors and cadillacs` , metal slug, x-men, samurai shodown'u bitirdim. hiç keyif almadığım ama atarinin en ücra köşesinde olduğu için, tel sallayarak bedava oynanabilen tekken'de dahi ustalaşmış, eğer bir gün bırakırsa, faik'in tahtına aday olmuştum.

    bu süreçte okulun başlaması, zaman ve para açısından sıkıntı yaratmaya başladı. okuldan kaçıp atari salonuna gitmek artık ciddi bir sorun olmaya başlamışken, desteğe tv'ye bağlanan 8 bit atari koştu. 9999 in 1 oyunlarla bu süreçte baya zaman geçirdim. mario'yla tanışmam da bu vesileyle olmuştur. tabi bedava olmasının heyecanı, kendini yenilemeyen bu platform için yeterli kalmadı.

    bir süre gitmediğim atari salonuna tekrar girdiğimde, "there is no knowledge that is not power" yazan kocaman bir ekran vardı. (bkz: mortal kombat 3) yepyeni onlarca karaketer, kombolar, fataliyler, brutalityler 8 bit atarimin miladını doldurdu, ve paralar tekrar atari salonuna akmaya başladı.

    ta ki mortal kombat 3'ün 16 bitlik sega mega drive oyun konsolunda da olduğunu öğrendiğim güne kadar. atari salonuyla vedalaşmam da, sega mega drive aldığım güne denk gelir. ondan da çabuk sıkıldım aslında ama, ilkokul biterken, video oyunlarına olan bu ilgimi, anadolu lisesini kazanırsam bilgisayar alacağına söz vermekle teşvik eden babam nasıl bir hata yaptığının farkında değildi.

    artık okuldan kaçıp atariye gidilen bir dönem kapanmış, uyuyorum diyerek odanın kapısı kapatıldıktan sonra sabaha kadar bilgisayar oynanan ve okulda uyunan bir dönem başlamıştı.

    to be continued..
  • evden okula gidiş-geliş otobüs ücreti 1 milyondu. annem o gün bozuk parası olmadığından 50 milyon vermişti bana. ben de sabah derse girmeden bir el atari sallayayım diye düşünmüştüm. 5 dakika bile sürmezdi. bir el daha, bir el daha diye diye akşam olmuştu. 50 lira da suyunu çekmişti. tam 200 jeton.

    öğlen evde olmam gerekiyordu normalde ama akşam olmuştu. sonra yürüye yürüye evin yolunu tuttum. ev yolu bir buçuk saat sürdü. anne-babama söylenecek yalanı da bu bir buçuk saat içinde bulmuştum.

    annem ve babam iyice meraklanmışlardı eve geldiğimde. telaşla niye geç kaldığımı sordular. ben de "elli lirayı kaybettiğimi, akşama kadar da sınıflarda, kantinde, okulun bahçesinde bu elli lirayı aradığımı, ama bulamadığımı, karanlık olunca da yürüyerek eve geldiğimi" söyledim. inandılar. hatta annemin gözleri yaşardı.

    böyle de piç bir nesildir.
  • atari parasını çıkarmak için babasının pantolonundan bozuklukların düşmesini pusuda bekleyen de nesildir.
  • gözlerimden yaşlar getiren başlık.

    anadolu lisesi sınavından bir önceki gün babam beni atari salonunda yakalamıştı da hiç kızmadan elimden tutup tatlıcıya götürmüştü...hayatımda ilk defa o gün o tatlıcıda künefe yemiştim...ertesi gün sınav geçince de niye atariye gidiyon lan deyip dayak atmıştı..

    ben sınavı dereceyle kazandım..

    babam akıllı adam valla..
  • jeton atma yerine diz kapağı vurarak kredi yazdırmaya çalışan nesildir aynı zamanda. bir nesil menisküs oldu bunun yüzünden.

    not: hiç işe yaradığını görmedim ama olsun, yine de vuruyordum.
hesabın var mı? giriş yap