• sanırım, öncelikle "ince kitap" kavramından ne anladığımızı sorgulamak gerekir. aranızda yaklaşık 600 sayfalık kitapları (diriliş, düşünce tarihi vb) yazan kavram ve matematik yoksunları var *. neyse, asıl konumuza gelelim. bu başlıktaki diğer iki entrymde olduğu gibi, yine 10 kitabı birkaç cümle ile naçizane olarak tanıtmaya çalışacağım. önemli notlar:

    not 1: yalnızca türkçe yazılmış kitaplar listelenmiştir.
    not 2: aylak adam, anayurt oteli, kürk mantolu madonna ve puslu kıtalar atlası gibi onlarca kez yazılmış kitapları ekleme gereği duymadım. anladığım kadarıyla bu kitapları herkes okumuş.
    not 3: üstte de ima ettiğim gibi, bu başlıkta daha önce hiç yazılmamış kitapları listeledim. * *
    not 4: sadece roman değil, şiir dahil birçok farklı türden kitaplar almaya çalıştım. * *
    not 5: üst limit 250 sayfadır ve kitaplar rastgele sıralanmıştır.
    ...................................................................................................................................................

    1 - gece: baştan belirteyim, bu romanın türk edebiyatında bir benzeri yok. ya da daha doğrusu, ben henüz böylesi bir kitap okumadım. biraz postmodern, biraz yeni roman ve biraz da modernist çizgide; ama kesinlikle klasik değil. biraz gerçek, biraz gerçeküstü ve biraz da düş; ama kesinlikle fantastik değil. aslında "roman" olarak bile tanımlanması güç olan bu metnin öyle çok özelliği var ki: çoklu perspektifin kullanım biçimi, romanın her bölümünde değişen dil, giderek belirsizleşen zaman ve mekan, tanımlanamayan muğlak karakterler, kitabın akışına başkaldıran etkileyici dipnotlar ve yapıtın geneline hakim nedensiz gerginlikteki kafkaesk atmosfer... dahası, kitap bittiğinde aklınızda olay anlamında pek bir şey kalmamasına rağmen hissettirdiği müthiş haz... hemen her cümlesi kenara not edilesi şiirsel aforizmalarla dolu bir roman. bu arada, önemli cümleleri not edeyim derken bütün kitabı sil baştan yazmanız ihtimal dahilinde. * *. elbette bir bilge karasu romanı.

    2 - sevgili arsız ölüm: latin amerika diyarlarının edebiyattaki esintilerini taşıyan latife tekin imzalı bir başyapıt. yüzyıllık yalnızlık ve pedro paramo gibi büyülü gerçekçi romanların dilimizdeki en yetkin örneği. kitabın fantastik olaylarla örülü kurgusu, daha önce hiçbir romanda rastlanılmamış bir dille zenginleştirilmiş. halk edebiyatı motiflerinin ve dilinin, bir romana bu derece başarılı bir biçimde sindirilmesine modern türk edebiyatında, yaşar kemal istisna, pek de alışkın değiliz. diğer yandan, kadını ön plana çıkarması bakımından feminist okumalara da açık bir yapıt. dini ve siyasi göndermeleri, çok yönlu okumalara açık olması, fantastik kurgusu ve benzersiz diliyle, bence türk romanının gelmiş geçmiş en iyi eserlerinden biri.

    3 - hakkari'de bir mevsim: sanırım doğuyu anlatan en iyi türkçe romanlardan biri. tanımlanması oldukça zor bir metin. genellikle postmodern olarak addedilir. nitekim kolaj, pastiş, metinlerarasılık, üstkurmaca gibi postmodernizmin olmazsa olmaz unsurlarını taşır. ama bence romanın öne çıkan yanı dilidir. şiirsel ve yer yer epik bir dil kullanılmıştır. ama bu şiirsel dil, yapıtı melodrama düşürme tehlikesi taşımıyor. çünkü pek de rastlanılmayacak bir şekilde realist unsurlarla desteklenen şiirsel bir dil kullanımı var. hatta biraz belgeselvari. zaten bu nedenle, bu roman ile ilgili görüşlerimi kendi başlığında yazarken "şiirsel gerçekçi" diye bir tanımlamada bulunmuştum. sinemanın aksine, edebiyatta bu tanımlamaya uyan pek roman yok * *. hem aforizmaları, hem doğu ile ilgili mükemmel tespitleri ve hem de kurgusuyla ufku iki katına çıkarabilir. bir ferit edgü romanı.

    4 - beyaz kale : istanbul'u ve osmanlı'yı en iyi anlatan romancılardan biri olan orhan pamuk'un postmodernizme tam anlamıyla geçiş yaptığı eseri. kusursuz kurgusu, ince göndermeleri, titiz araştırmaların ürünü olan detayları ve elbette çok katmanlı yapısıyla bir postmodern klasiği. edebiyatta "öteki" kavramı üzerine oturtulmuş en iyi yapıtlardan biri olan * beyaz kale'de orhan pamuk, bu yöntem vesilesiyle doğu-batı sorunsalını irdeliyor. diyalogları ve olay örgüsüyle çoğu orhan pamuk romanının olmazsa olmazı olan "arayış", bu romanın da temel problemidir. sadece muğlak finaliyle bile ufku katlama potansiyeli mevcut.

    5 - bin hüzünlü haz: postmodernizmin türk edebiyatındaki en başarılı örneklerinden biri. bir hasan ali toptaş romanı. kitabı çok farklı biçimde tanımlayabiliriz: binbir gece masalları'nın gölgesinde tekinsiz, karanlık ve belirsizliklerle dolu kafkaesk bir metin *; üstkurmaca ve metinlerarasılık gibi postmodern öğelerin ustalıkla kullanıldığı bir arayış romanı; yazar ve metnin iç içe geçtiği, öykünün akışında kırılmaların olduğu, kronolojik bir zaman algısının olmadığı, hatta somut bir kahramanın bile olmadığı deneysel bir başyapıt; ve hiç şüphesiz, hazmetmesi oldukça zor girift kurgusuyla türk edebiyatının çağdaş klasiklerinden biri.

    6 - göçmüş kediler bahçesi : daha önce farklı entrylerimde de belirttiğim gibi, türk edebiyatının değeri tam anlamıyla bilinmemiş yazarlarından biridir bilge karasu. okurlar nezdinde pek tanınmamasının nedeni malum; karasu'nun okuru eğlendirmek gibi bir derdi ve çok satmak gibi bir amacı yok. yapıtları, genellikle yazarlar ve eleştirmenler içindir; roman ve öykü türlerinin çeşitli evrelerini iyi bilenler içindir; türk dilinin yılmaz savunucuları içindir. işte bu muhteşem öykü kitabı da tüm bu saydıklarımızın kanıtı mahiyetindedir. bu kitap, (özellikle, "usta beni öldürsen e" ve "dehlizde giden adam" öyküleri) hem dil oyunları, hem tematik benzerlikleri, hem zamansal açıdan birbirini tamamlayıcılıkları ve hem de klasik öyküye ters yapılarıyla, bence türk ve dünya öykücülüğünün zirve eserlerinden biridir.

    7 - efendilik, şarkiyatçılık ve kölelik: türk mitinin 19. yüzyıl entelektüelleri gözünde yansımasını ve gelişimini ele alan bir çalışma. daha doğrusu oryantalizmin devinimini ele alan bir kitap. üstelik edward said'in tüm dünyada büyük yankılar uyandıran "oryantalizm" adlı kitabından bile önce yapılmış bir araştırma. başta victor hugo, gerard de nerval, johann wolfgang von goethe, gustave flaubert ve lord byron gibi döneminin önde gelen edebiyatçıları olmak üzere, doğu ile ilgilenmiş birçok yazarın ve seyyahın türklere ve türkiye'ye dair fikir ve gözlemlerini sunuyor. batılıların türklere bakış açısının gelişimini görmek açısından önemli bir çalışma. bir nevi batılıların oryantalizmle imtihanı mahiyetinde. ülkemizin önde gelen edebiyat eleştirmenlerinden jale parla'nın doktora tez çalışması.

    8 - batı sinemasında türkiye ve türkler - üstteki kitabın sinema versiyonu sayılabilir. dünya sinemasında türk imgesi nasıldır? filmlerde türk tipi nasıl çizilmiştir? batılı yönetmenlerin türkiye'ye bakış açısı nasıldır? bunun gibi birçok soruyu, sinemanın doğuşundan günümüze değin çeşitli örnekler eşliğinde, türk sinemasının belki de en önemli tarihçisi olan giovanni scognamillo'nun benzersiz yorumlarıyla okumak isteyenlere tavsiye edilir. bildiğim kadarıyla bu alandaki tek kitap. ufku katlamayı bırak, uçurur resmen. *

    9 - din ve ideoloji: sosyoloji dendiğinde türkiye'de aklımıza gelen ilk isimlerden olan şerif mardin'in önemli bir yapıtı. din ve ideoloji ekseninde türkiye'nin kısa bir sosyolojik çözümlemesi. hatta mardin'in, tarihsel ve toplumsal geçmişimizi dinsel bir metodla nasıl ele alabiliriz sorusuna cevaplar aradığı metin. bunun tam tersi de pek ala söylenebilir. yani türkiye'de din olgusuna ideolojik bir yaklaşımın kökeni...bir sosyoloji incelemesini okumayı sıkıcı bulacakları, şerif mardin'in, murat belge ve gündüz vassaf ile birlikte gerçekleştirdiği efsane ntv programını (gerçek orada bir yerde) izlemelerini öneriyorum.

    10 - ırgat'ın türküsü (bütün şiirleri) : hemen hepimizin okuduğu nazım hikmet, attila ilhan ve can yücel gibi şairlere nazaran pek az bilinen ve bence değerinin altına ilgi gören bir şairdir cahit ırgat. kendisi aynı zamanda bir romancı, tiyatrocu, sinema oyuncusu ve yönetmendir. çok yönlü bir kişilik olan cahit ırgat, soyadından da anlaşılacağı gibi * sol çizginin şairidir. zira, döneminin edebiyat çevrelerinde egemen olan orhan veli önderliğindeki bireyi öne çıkaran garip akımı'na sırt çevirerek toplumsal gerçekçiliğe yönelmiştir. işçinin, emeğin ve hatta ekmeğin sesi olmuştur. sonraki akım olan ikinci yeni'ye de pek bulaşmamış ve özgünlüğünü korumuştur. şiirleri orhan veli misali ironik değil liriktir. isyanın, savaş karşıtlığının, özgürlüğün naif ama lirik çığlıklarıdır. bu nedenle benim için okuması daha keyifli bir şairdir. ayrıca bir dönem, ünlü çevirmen ve edebiyat tarihçisi rahmetli mina urgan ile evli kalmıştır. bizimkiler dizisinden tanıdığımız oyuncu zeynep ırgat bu evliliğin meyvesidir. popüler bir şiiri tuncel kurtiz'in eşsiz yorumuyla

    part 1 - #42220195
    part 2 - #47868942

    edit: imla. uyarısı için evetkafamguzelsorunmuvar nickli arkadaşıma teşekkür ederim.
  • verilen örneklere bakarsanız "ince roman" kavramı bayağı göreceli. yani, gogol'ün yaklaşık 400 sayfalık ölü canlar'ı yazan da var, 60 küsür sayfalık hayvan çiftliğini de. ben ise belli bir üst limit koymayı tercih ettim: 150 sayfa. bunun nedeni ise ortalama 3 ya da 3 buçuk saatlik tek okuyuşta bitirebilecek romanlar olmaları.

    not: kitaplar yazılış yıllarına göre sıralanmıştır. ayrıca türkçe'de bilinen adlarının kullanılması tercih edilmiştir.

    1- yeraltından notlar-1864 : dostoyevski'nin değeri sürekli artan bu romanı, psikolojik çözümlemelerinin derinliği açısından en iyi romanıdır bence. özellikle romanın ilk yarısındaki monolog, 20. yüzyıldaki modernist yazarları (kafka, joyce, proust, woolf) ve varoluşçu yazarları (camus, sartre) diğer tüm romanlarından daha çok etkilemiştir. romanın serbest uyarlaması olan zeki demirkubuz filmi yeraltı da kanımca başarılıdır.

    2- karanlığın yüreği -1902 : polonya asıllı ingiliz yazar joseph conrad'ın bu kısa başyapıtı, roman türünün gelişimi açısından oldukça önemli bir yerdedir. bilinçakışı tekniğinin ilk ve en başarılı uygulanan yapıtlardandır. bunun yanında simgeselliği ve paralel kurgusu ile de sıradışıdır. romanın serbest uyarlaması olan francis ford coppola filmi apocalypse now başarısı ile neredeyse romanı bile gölgelemiştir diyebiliriz.

    3-venedikte ölüm -1912 : uzun romanlarıyla meşhur thomas mann'ın en kısa başyapıtı. roman boyunca sanat, aşk, ölüm, eşcinsellik, yaşlılık, gençlik gibi önemli kavramlar okurun zihnine kazınıyor. gerçi, diğer kısa romanlara nazaran okunması biraz zordur. ancak yine de büyük bir keyifle okunacağı aşikar. romanın luchino visconti tarafından yapılan sinema uyarlaması ise, en az kendisi kadar başarılıdır.

    4- dönüşüm -1915 : nicikimden anlaşılacağı üzere favori yazarlarımdan biridir kafka. bu roman ise, onun kafkaesk romanlarının en net, en tam ifadesi. öylesine önemli bir romandır ki, gabriel garcia marquez, dönüşüm romanını okuduktan sonra edebiyata atılmaya karar verdiğini söylemişti. peki dönüşüm olmasaydı, camus'nün yabancı ve dolayısıyla yusuf atılgan'ın aylak adam romanları yazılabilir miydi? şüphelerim var. evet, bu yargı size abartı gelebilir. ancak madame bovary olmasaydı, tolstoy'un anna karenina ve türk versiyonu halit ziya'nın aşk-ı memnu romanları da yazılabilir miydi? neticede ,edebiyatta etkileşim olmadan özgünlük yakalanmıyor. dolayısıyla sadece okurları değil, en nitelikli okur olan yazarları da derinden etkileyen bir romandır.

    5- fareler ve insanlar- 1937: ülkemizde, mükemmelliğinden ziyade geçtiğimiz yıllardaki absürd sansürle gündeme gelen bu steinbeck romanı, bence dostluğu en net ifade eden birkaç romandan biridir. yazılış biçimi bakımından (yazarın da hedeflediği gibi) bir tiyatro oyunu olarak da okunabilecek olan bir roman. nitekim tiyatro uyarlamaları da bolca yapıldı. sinema uyarlaması ise, en az roman kadar dramatiktir. gerek kitabı, gerekse de filminin duygusal bünyeleri ağlatması olası.

    6- yabancı -1942 : listedeki tüm romanlar içerisinde belki de, dönüşüm ile birlikte, hakkı tam anlamıyla verilen iki romandan biri. kitabı okuyan hemen herkesin, öyle ya da böyle sevdiği ve etkilendiği bir yapıt. varoluşu, hayatın anlamsızlığını, yabancılaşmayı, hissizleşmeyi, duyarsızlaşmayı bu kadar net ifade eden başka bir roman yok. belki bir nebze kafka'nın dönüşüm'ü.

    7- hayvan çiftliği - 1945 : sembolik romanların başyapıtlarından. adeta 20 yüzyılın modern fabl'ı. siyasi romanların en acımasızı. bu sıfatlar elbette arttırılabilir. zira bu roman, george orwell'ın 1984'üne nispeten daha özgün romandır. nitekim, 1984'ün yevgeni zamyatin romanı biz'den ne kadar etkilendiği (orwell'ın ısrarlı reddine rağmen) edebiyat çevrelerince malum. ancak hayvan çiftliği benzersizdir.

    8- ihtiyar adam ve deniz -1952 : gazeteci kimliğini romanlarına fazlasıyla yansıttığından ve çalakalem yazdığından dolayı aslında ernest hemingway'in stilini pek beğenmem. ama bu romanında bambaşka bir üslup kullanmıştır.cesareti, tutkuyu oldukça yalın bir biçim ve biçemde dile getirmiştir. bir nevi moby dick'in özeti mahiyetinde.

    9- pedro paramo- 1955 : ülkemizde, bunca kısa roman içerisinde en az tanınanı, en az okunanı, hakkı en az verileni. ama aynı zamanda kanımca, modernist roman tekniklerinin en başarılı uygulananı. romanı okumak, teknik boyutundan dolayı yorucu ve zor gelebilir. okurların kafasında zaman, mekan ve karakter karmaşası yaratabilir. ancak roman bittiğinde, benzersiz bir deneyimi yeni baştan tekrarlamak istemeniz olası. yine, yeni, yeniden dile getireceğim: yaşayan yazarlarca tüm zamanların en iyi 100 edebi yapıtından biri seçilmesi, kitabın değeri hakkında fikir verebilir.detaylı bilgi ilgili entrylerimde görülebilir. (bkz: pedro paramo/@kafkaesque)

    10- kırmızı pazartesi -1981 : geçtiğimiz günlerde vefat eden "büyülü" romancı gabriel garcia marquez'in bence en önemli ikinci yapıtı. daha romanın ilk cümlelerinden sonunu alenen ifşa etmesine rağmen, bir roman nasıl olur da bu kadar sürükleyici olabiliyor? yanıtı, "modern roman" kavramında saklı. tıpkı yeraltından notlar gibi, bu romanın değerinin de yıllar geçtikçe katlanacağına inanıyorum.

    edit : part 2 - #47868942
    edit 2: part 3 - #52889540
  • bazı kitaplar birçok defa yazılmış tekrar etmeye gerek yok onları. sadece kaç kere yazıldıklarını paylaşacağım. daha sonra yazılmamış ya da az yazılmış olan kitapları paylaşacağım.

    1-) satranç 105 kez
    2-) küçük prens 104 kez
    3-) dönüşüm 94 kez
    4-) martı 82 kez
    5-) hayvan çiftliği 71 kez
    6-) yabancı 70 kez
    7-) dinle küçük adam 57 kez
    8-) yeraltından notlar 53 kez
    9-) insan ne ile yaşar 52 kez
    10-) simyacı 39 kez
    11-) fareler ve insanlar 33 kez
    12-) savaş sanatı 33 kez
    13-) küçük kara balık 29 kez
    14-) palto 27 kez
    15-) kırmızı pazartesi 25 kez
    16-) aylak adam 25 kez
    17-) tembellik hakkı 22 kez
    18-) ivan ilyiç'in ölümü 21 kez
    19-) kürk mantolu madonna 20 kez
    20-) siddhartha 20 kez
    22-) kör baykuş 16 kez
    23-) 1984 13 kez
    24-) genç werther'in acıları 13 kez
    25-) sevme sanatı 11 kez
    26-) altıncı koğuş 11 kez
    27-) çavdar tarlasında çocuklar 10 kez
    28-) şeker portakalı 10 kez
    29-) anayurt oteli 6 kez yazılmış.

    bunları sıraladıktan sonra ufku iki katına çıkaran ince kitaplara geçebiliriz. bir tane istisna* harici 250 sayfa üst sınırı koydum buna göre belirledim kitapları ve yukarıda yazanları tekrardan yazmadım. önem sırasına göre değil rastgele sıraladım. şimdiden iyi okumalar!

    >> yaşam bilgeliği üzerine aforizmalar - arthur schopenhauer - 222 sayfa :

    schopenhauer bu yapıtla "dünyadaki misyonunu tamamladığını" söylemiştir. ünlü felsefecinin derin felsefi görüşlerini çok rahat okunan ve kolay anlaşılan bir dille aktardığı bu yapıt; schopenhauer'un keskin ve acımasız dilinden yaşam yolunu aydınlatacak bir başyapıttır.

    >> otomatik portakal - anthony burgess - 176 sayfa :

    otomatik portakal, “iyilik ve kötülük” kavramlarını, “şiddet, suç ve ceza” üçgeninde değerlendiren bir roman. eser o yılların (1960'lı yıllar) modernleşme ve değişim sancılarını yansıtırken, bireylerin ne kadar özgür veya baskı altında olması gerektiğini ve sonuçlarını sorgular.

    >> kendime düşünceler - marcus aurelius - 156 sayfa :

    roma imparatoru marcus aurelius'un kendisine özel notlarını ve stoacı felsefe üzerine fikirlerini kaydeden bir dizi kişisel yazı.

    >> yaşlı adam ve deniz - ernest hemingway - 136 sayfa :

    yaşlı bir kübalı balıkçının açık denizde gulf stream'e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesini son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatır. bu hikâyesiyle hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan heykelleştirmiştir.

    >> ölümcül kimlikler - amin maalouf - 133 sayfa

    amin maalouf bu eserinde, kişinin kimliğini dini, etnik, kültürel hangi nedenlerle seçtiğini, bunu seçerken içinde bulunduğu toplumun kendisine bakışının etkisini ve kimlik çatışmalarını anlamdırmaya çalışıyor.

    >> insanın anlam arayışı - viktor e. frankl - 166 sayfa:

    20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından viktor frankl, insanın anlam arayışı'nda, kurucusu olduğu logoterapinin ilkelerini, ikinci dünya savaşı sırasında bir toplama kampındaki deneyimleri eşliğinde anlatmaktadır.

    >> kendine ait bir oda - virginia woolf - 128 sayfa

    virginia woolf; kadınların neden daha az şiir yazdığını veya neden erkekler kadar yaratıcı olamadığını anlattığı eserinde, tarihsel süreç içerisinde kadının toplumdaki yerini de ele alıyor.

    >> bozkırkurdu - hermann hesse - 200 sayfa:

    bozkırkurdu, hermann hesse'nin, toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz, yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan bir insanı anlatan bir romanıdır.

    >> bir şeftali bin şeftali - samed behrengi - 100 sayfa:

    zengin ile fakirlerin yer aldığı, zenginlerin kazandığı bir dünyada bir ağacın dilinden haksızlığa boyun eğmemenin, vefanın öyküsü anlatılmış.

    >> sessiz bir ölüm - simone de beauvoir - 126 sayfa

    burada, hemşirelerin "sessiz bir ölüm" dedikleri şey anlatılıyor. sessiz bir ölüm'de simone de beauvoir, kendi annesinin ölümünü bütün ayrıntılarıyla betimlerken unutulmaz bir edebi eser yaratıyor. yetmiş yedi yaşındaki annenin geçirdiği küçük kazayla başlayan öykü, hastanede fark edilen ilerlemiş kanser teşhisiyle dramatik bir hal alıyor ve olayın kahramanları acılı bir süreç yaşıyor. yazar, bu süreç içinde yaşadığı karmaşık ve yoğun duygulanımları anlatırken, bir annenin ölümünü olanca soğukkanlılığıyla betimlemeyi de başarıyor. böylece eser, anne ile kızın arasındaki yabancılaşmayı iyiden iyiye açığa çıkardığı gibi, annenin bütün yaşamını da anlatarak bir ölümün betimlenmesinin çok ötesine geçiyor. yapıt bize insani ilişkilerin bir belgesini sunarken, yazara da kendi yaşamıyla yüzleşme olanağı sağlıyor.

    >> aşka ve kadınlara dair( aşkın metafiziği) - arthur schopenhauer - 80 sayfa:

    aşkın metafiziği isimli kitapçığındaki analiz-tezinde, aşkın ne olduğunu, erkeklerin kadınlardan ne beklediğini ve kadınların erkeklerden ne istediğini analiz eder. aslen; schopenhauer bunu bir kitap amaçlı değil kısa bir tez amaçlı yazmıştır.

    >> ecce homo - kişi nasıl kendisi olur - friedrich nietzsche - 126 sayfa:

    nietzsche, ecce homo'da, kendi değişim süreçlerini ve eserlerinin ortaya çıkış öykülerini anlatır ve "üst insan" kavramına model olarak kendisini ortaya koyar. "neden böyle bilgeyim?", "neden böyle akıllıyım?", "neden böyle iyi kitaplar yazıyorum?" gibi sorularla çalışmanın başlangıcında kendisini ameliyat masasına yatırır nietzsche. ardından da eserlerinin hangi dönemde, hangi şartlar ve sağlık koşulları altında, hangi esinlenmelerle yazıldığını detaylı olarak anlatır.

    >> hayatın anlamı - arthur schopenhauer - 144 sayfa:

    eser, isminden anlaşılacağı üzere hayatı anlamaya yönelik yazılmış felsefi bir eser olmuş. yazara göre insan istemekten vazgeçtiğinde kurtuluşa erecektir.

    >> mutlu olma sanatı - bertrand russell - 192 sayfa:

    mutlu olma sanatı, bertrand russell'ın iyi bir yaşam sürmek isteyenlere sunduğu bir reçetedir. kişisel gelişim kitaplarının vermeyi vaat ettiği ama veremediği mutluluk sırlarını açıklar. russell'a göre mutluluk birtakım insanların bizim elimizden alabileceği temel insan haklarından biri değildir.

    >> aforizmalar - franz kafka - 112 sayfa:

    aforizmalar, franz kafka'nın veremle boğuştuğu sırada kız kardeşinin evinde geçirdiği sekiz ay boyunca yaşamı, evliliği, düşünceleri, felsefi görüşleri ve pişmanlıkları gibi birçok konuda yazdığı küçük yazılardan oluşan kitabıdır.

    >> cehenneme övgü - gündüz vassaf - 279* sayfa:

    cehenneme övgü, içimizde büyütüp yaşattığımız küçük 'totaliter dünyalar'ımızı afişe ediyor, daha doğrusu 'yüzümüze vuruyor'. totalitarizmin -anne karnındaki bebeğin beslenmesi gibi- bireyle toplumu bağlayan göbek bağıyla semirdiğini, hayata ilişkin algılarımızı ve kimi dayatılan kimisini de gönüllü olarak kabul ettiğimiz kavramları irdeleyerek gösteriyor.

    debe eklemesi:

    >> bilinmeyen adanın öyküsü - jose saramago - 59 sayfa:

    bilinmeyen adaların kalmadığına inanılan bir dönemde bilinmeyen ada arama cesaretine sahip bir adamla böyle bir cesareti görüp hayatını değiştirebileceğine inanan bir kadının hikayesi. insanın kendini bulma hikayesi aslında.

    >> düşünce ve tartışma özgürlüğü üzerine - john stuart mill - 64 sayfa:

    düşünce ve tartışma özgürlüğü üzerine, yanlışlığından en emin olduğumuz düşüncenin bile özgürce dile getirilip tartışılabilmesinin toplum açısından neden gerekli olduğunu ortaya koyuyor. ifade özgürlüğünün tüm dünyada giderek daha da hor görüldüğü bu dönemde okunmasında yarar var.
  • tam 75 kez (bkz: hayvan çiftliği) adlı kitabın yazıldığı başlık.

    bir de bunu yazan insanların altına ya da üstüne ekledikleri kitaplar da birbirine benziyor. türkiye'de 5-10 klasik ince kitabı saymazsak okuma oranı herhalde yarı yarıya düşecek.

    yahu bir de nasıl bir hayat yaşıyorsunuz da (bkz: hayvan çiftliği) sizin ufku iki katına çıkartıyor. hiç mi işçi olmadınız, insan ilişkisi kurmadınız ben anlamadım ki bu kitapta yeni ne öğrendiniz?
  • daha önceki entry'mde (bkz: #124755156) olduğu gibi 200 sayfa civarı, bu başlıkta daha önce yazılmamış ya da az yazılmış ufku 2 katına çıkaran kitapları topladım:

    >>>godot'yu beklerken - samuel beckett - 124 sayfa:

    eser; bir bekleyişe kapılan, kurtulma ümidi ile ayakta kalmaya ve varoluşlarını sürdürmeye gayret eden insanların, hiçbir şey yapamadan kurtulmayı beklemeleri ve ne olduğunu dahi bilmedikleri godot adında bir kimsenin veya "şeyin " kendilerini kurtarmalarını beklemelerini konu alan sıra dışı bir oyundur.

    >>> bayan dalloway - virginia woolf - 221 sayfa :

    roman, bir kadının bir gün boyunca yaşadıklarını, düşündüklerini zaman zaman geriye dönüş yöntemiyle anlatır. yazar bu kitapta; savaşçı toplumu ve ince bir şekilde de yönetim sistemini eleştirmektedir.

    >>> inci - john steinbeck - 101 sayfa:

    inci, john steinbeck tarafından yazılmış, zenginliğin ve paranın getirdiği kötülük ve felaketleri konu alan bir öykü.

    >>> candide - voltaire - 119 sayfa:

    candide adında iyi niyetli gencin yaşadıklarını ironik bir dille kaleme alan yazar bu eserinde, leibniz'in “yaşadığımız dünya dünyaların en iyisidir.” mantığına karşı çıkar ve aşırı iyimserliği eleştirir, hatta zaman zaman onunla alay eder. voltarie kitabında, yaşadığı dönemdeki fikirleri, kiliseyi, dogmatizmi, kurumları ve ülkesini kimi zaman inceden kimi zaman da aleni bir şekilde hicvediyor.

    >>> mutlu olma sanatı - arthur schopenhauer - 56 sayfa:

    mutlu olma sanatı, iyimser dünya görüşüne karşı çıkan ve yaşadığımız dünyayı olası dünyaların en kötüsü sayan schopenhauer'dan mutluluğa ulaşmak için hayata dair pratik bir felsefeler bütününü içeriyor.

    >>> prens/ hükümdar - niccolo machiavelli - 160 sayfa:

    hükümdar'da machiavelli, çeşitli devlet tiplerini, bu devletlerin çeşitli kuruluş biçimlerini (güç, hainlik, talih, vb.) ve bu devletleri korumanın çeşitli yollarını inceledi. hükümdarın erdem ve kusurları; sevgi mi yoksa korku mu uyandırması, sözünü tutması mı yoksa tutmaması mı gerektiği gibi sorunlar, hep bu açıdan ele alındı.

    >>> duvar - jean-paul sartre – 218 sayfa:

    varoluşçuluk'un babası sayılan yazarın duvar'da beş öyküsü yer alıyor. bunalımlar çağı olma özelliğini sürdüren yirminci yüzyılı ve onun insanını tanımak için duvar vazgeçilmez bir kitap.

    >>> doğruyu söylemek - michel foucault - 147 sayfa:

    adından da anlaşıldığı gibi, doğruyu söylemek ve doğruyu söyleyen üzerine edebi ve felsefi düşünceler paylaşılıyor.

    >>> putların alacakaranlığı - friedrich nietzsche - 112 sayfa:

    bu kitap nietzsche' nin "özdeyişler ve oklar" bölümünde, aforizmalarıyla başlayıp , diğer on bölümde ahlaktan, dine, akıldan, estetiğe ve insan kişiliğine ilişkin, felsefesinin kendi dilinden anlatımıdır. bicim ve üslup bakımından böyle buyurdu zerdüşt'le benzerlik gösteriyor.

    >>> gorgias - platon – 129 sayfa:

    platon'un en uzun ve en etkili diyaloglarından birisi olan gorgias'ın ana ekseni retorik üzerine kuruludur. eserin bütününde insan için neyin gerçekten iyi, neyin gerçekten kötü olduğu konuları da önemli yer tutar.

    >>> kağıt ev - carlos maria dominguez - 90 sayfa:

    kitap tutkusu olan biri hakkında bu kitap. yazar bunu bir aşk hikayesinin içinde kurgulamış ve kitapları öyle simgesel kullanmış ki kitabın sonunda, isminin ne anlam geldiğini anlayacak ve bence yazarın hayal gücüne hayran kalacaksınız.

    >>> küçük feministin kitabı - sassa buregren - 128 sayfa:

    isveç'te yaşayan ebba bir gazete haberini okurken adeta bir aydınlanma yaşar ve kadınlarla erkekler üzerine düşünmeye başlar. sonra, gözlemlediği haksızlığa karşı neler yapabileceğini anneannesiyle ve arkadaşlarıyla konuşmaya başlar. kadın erkek haklarına ilişkin çok güzel bir kitap.

    >>> kitapları kurtaran kedi - sosuke natsukawa - 207 sayfa:

    okura, kitapların da bir yüreği olduğunu fısıldayan bu yarı fantastik macera kitabevinin koridorlarında gerçeküstü labirentlerin ortasında geçiyor. cesaret bulma, başkalarını önemseme ve kitapların (kısa kitapların bile) muazzam gücü hakkında yürek ısıtan bir hikaye.

    >>> suçluyorum - emile zola - 48 sayfa:

    19. yüzyıl sonları fransa'sında, yahudi kökenli bir subayın, haksız yere casuslukla suçlanmasıyla patlak veren dreyfus davası, yalnızca bir hukuk ve ayrımcılık skandalı değil, aynı zamanda başta ordu ve yargı olmak üzere ülkenin tüm kurumlarını temellerinden sarsan bir toplum olayıydı. tam 12 yıl sonra dreyfus'ün aklanmasıyla sonuçlansa da, üçüncü cumhuriyet ve çağdaş fransa'nın tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. bu dava çevresinde gelişen çalkantıların keskinleştirdiği güçler dağılımı, kilise ve devlet işlerinin ayrılması gibi sarsıcı önlemlerin alınmasına, sağdaki milliyetçiler ile soldaki antimilitaristler arasında uzun sürecek bir bölünmenin doğmasına yol açtı.büyük romancı émile zola, 13 ocak 1898 günü bir gazetede yayınladığı suçluyorum başlıklı açık mektubuyla, dreyfus'e yapılan haksızlığın karşısına dikilen fransız aydınlarının sözcüsü oldu.
  • öncelikle bu başlıktaki ilk entrymde (#42220195 ) on adet kısa roman incelemesi yapmıştım. burada ise roman dışındaki türlerden seçilmiş on adet ince kitap önerisi mevcut. sırasıyla:

    -iki tiyatro oyunu
    -iki şiir kitabı
    -iki deneme kitabı
    -iki öykü kitabı
    -iki sinema kitabı

    üstüne kısa kısa notlar mevcut. tabi yapıtları rastgele seçmedim. başlıkta belirtldiği üzere, ufku iki katına çıkaracağına inandığım kısa yapıtları dikkate aldım. en nihayetinde benim ufkumu katlayanlar bu yapıtlar. bir başkası için hafif gelebilir. saygı duyarım.
    .............................................................................................
    - kral oedipus: edebiyat tarihinin en etkili birkaç oyunundan biri. sophoklesin bu eseri başta edebiyat ve psikoloji olmak üzere hemen hemen tüm bilim ve sanat dallarını az ya da çok bir şekilde etkilemiştir. hatta hiç abartmadan şunu söyleyebilirim ki eğer bu yapıtı okumamışsanız, baba figürünün etrafında dönen özellikle hamlet ve karamazof kardeşler gibi edebiyatın en temel taşlarını eksik okumuşsunuz demektir. ya da başka bir ifadeyle bu yapıtları yeniden okumanız gerekecektir. efsane yönetmen pier paolo pasolini' nin sıradışı uyarlaması da izlenesi.

    - godot'yu beklerken: belki yirminci yüzyılın en iyisi değil ama kesinlikle en çok tartışılan ve en etkili oyunu. beckettin bu absürd yapıtındaki iki temel kahraman, oyun boyunca ne veya kim olduğu hiçbir zaman açıklanmayan godot adli birini beklerler. kimdir bu godot bilmiyoruz. god kısmından hareketle tanrı yorumunda bulunan eleştirmenler olmuştur. ama benim de çok sevdiğim yazar selçuk altun'un godot= god + idiot önerisi yapıtın içeriği de düşünüldüğünde akla yatkın bir ihtimal olarak görülüyor. zaten bu öneri dünya edebiyat çevrelerinde bile yankı bulmuştu. varoluşu sorgulayanlara birebir.
    ..........................................................................................................

    rubailer : şunca yapıt içerisinde övgüye ve tanıtıma en az ihtiyaç duyulan eser budur sanırım. zaten sadece türkiyede değil tüm dünyada büyük bir hayran kitlesi vardır. ömer hayyam, özellikle tanrı cennet-cehennem ve kader anlayışı üstüne olan rubaileriyle şiirin düşünce boyutuna çok şey katmıştır. ancak işin enteresan yanı, ana dili gibi arapça bilen, ortaçağın tüm dünyada en büyük matematikçilerinden biri kabul edilen ve mükemmel bir astronom olan ömer hayyam'dan bile çok bilmiş sözlük yazarlarının olmasıdır. hatta kuran'da şarap geçmiyor iddiası hakkında yazdığı bir entrysi (#46696229) geçenlerde sözlükte debeye bile girmişti. ömer hayyam ise kuranda şarap olduğunda ısrarcıdır. nitekim şiirlerinde tanrıyı ve öteki dünyayı sorgularken şarabı özellikle vurgular. peki arapça bilmeyen benim gibi kişiler kime güvenecek? ana dili gibi arapça bilen ve dünya tarihinin en etkili matematikçilerinden ve astronomlarından biri olan ömer hayyam'a mı, yoksa bu tatlı su müslümanı ak-trolle mi? şu entryi yazarken bir daha baktım, şaka maka hala yüzlerce kişi favorilemiş ilgli entryi.

    masumiyet ve deneyim şarkıları: bilindiği üzere william blake sonradan kültleşen bir şair ve ressamdır. bu eseri de kendi döneminde pek itibar görmemiştir. ancak şimdilerde edebiyat tarihinin en önemli şiir hazinelerinden biri sayılır. eser aslında iki kitaptan oluşur: çocuksu bir dille yazılmış ve çocuksu masumiyeti dile getiren optimist şiirlerin yer aldığı masumiyet şarkıları ve pesimist havanın hakim olduğu biraz daha ağır bir dille yazılmış deneyim şarkıları. peki bu iki kitabı tek kitapta birleştirme gerekçesi nedir? ilk bölümdeki şiirlerin hemen hemen tamamı ikinci bölümde yeniden yazılmıştır. ancak çok önemli bir farkla: ilk bölümdeki masum çocuk artık büyümüş ve dünyadaki tüm kötülükleri görmüş, acıları deneyimlemiş biridir. dolayısıyla ikinci bölümdeki şiirlere pesimist hava hakimdir.
    .........................................................................................................

    dinle küçük adam: türkiyede de oldukça sevilen ve okunan felsefik bir yapıt. wilhelm reich'in artık klasikleşmiş olan bu uzun söylevi yayımlandığı dönemden beri tüm gençliği derin etkisi altına almıştır. kişinin bir birey olmaktan ziyade, devletin basit ve sıradan bir üyesi ve hatta şakşakçısı olduğu, din, örgütler ve çeşitli inanç sistemlerinin kişiyi iyice silikleştirdiği gibi daha pek çok noktaya değiniyor. sadece şu küçük alıntı bile kitabın kazandıracağı bakış açısını özetlemeye kafi: " küçük adam, küçük olduğunu bilmez ve bunu bilmekten korkar. kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter. büyük genaralleriyle övünmektedir, ama kendisiyle övünmez. kendisinde varolan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. en az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez."

    cehenneme övgü: yine oldukça bilinen bir yapıt. gündüz vassafın bu denemeleri çeşitli kavramlara sıradışı bir bakış açısı sunuyor. özellikle din, delilik, aşk, gece ve devlet gibi temel kavramları çoğu kimsenin farkedemeyeceği bir pencereden anlatıyor. yapıtın geneline pesimist ve boğucu bir hava hakim. ancak dünyanın gidişatına ve insanlığın son haline reel gözlerle baktığımızda polyanacılık oynamanın gereksizliği zaten bir tokat gibi yüzümüze çarpar.
    ............................................................................................................

    kızgın ova : açık ara en sevdiğim öykü kitabı. öykü okumasını çok seven biri olarak juan rulfo'nun bu sıradışı öyküleriyle ilk kez karşılaştığımdaki şaşkınlığım anlatılır gibi değil. öyle oku - geç öyküler değil bunlar. kişiyi sarsar. meksika köylüleri üzerinden tüm insanlığı anlatır. temalar evrenseldir. bunun yanında öykülerde klasik anlamda bir başlangıç ya da son yoktur. sanki hepsi birer fotoğraf karesidir. alışılmamış dili ve modern tekniklerin uygulandığı kurgusuyla ayrıcalıklı bir yeri vardır. hem zaten bunca yıldır ekşide okur-yazarım, şu juan rulfoyu anlatmak ve yaymak için onlarca entry yazdım. ama ilgili başlıklara arada bir göz atıyorum. değişen bir şey yok. lan zaten hepi topu iki kitabı var. toplasan 250 sayfa etmiyor tüm yazdıkları. yalvarıyorum okuyun. emin olun franz kafka derinliğinde öyküler (kızgın ova) ve yüzyıllık yalnızlık yetkinliğinde bir roman (pedro paramo) bulacaksınız. boşuna değildir üç büyük yayınevinin de (yky, doğan, can) eserlerini basması.

    bir delinin hatıra defteri : dostoyevski, o meşhur cümlesinde," hepimiz gogolün paltosundan çıktık" der. sadece bu cümle bile bu yapıtın rus edebiyatındaki önemini vurgulamaya kafi. tabi anlaşılacağı üzere dostoyevski, bu palto sözcüğünü çift anlamlı kullanır. çünkü bilindiği üzere palto, bu kitapta da yer alan nikolay gogol'ün en önemli öykülerinden birinin adıdır. bu yapıttaki üç öykü sadece rus edebiyatının değil, tüm dünya edebiyatının da temel yapıtlarındandır. bu öykülerde rus toplumunu tüm yönleriyle görmek hiç de zor değil. hatta rus toplumu üzerinden sıradan hayatlar süren tüm insanlığı, devlet ve mevki gibi kavramları anlatmıştır dersek sanırım abartmış olmayız. ayrıca, açıkçası franz kafka bu öyküleri okudu mu bilmiyorum, ama memurları bu derece yetkin bir biçimde acziyet içerisinde gösteren başka bir yazar aklıma gelmiyor. gerçi bir de çehov var tabi. çehovun özellikle "memurun ölümü" adlı üç-dört sayfalık kısa öyküsü bile yüzlerce sayfalık bir inceleme gerektirecek kudrette.
    ..............................................................................................................

    filmlerle sosyoloji: sinema ve filmler üzerinden sosyoloji denemesi. sinema üzerine okuduğum en mükemmel kitaplardan biri. zaten önsözünü pop-sosyolog ve filozof slavoj zizekin yazdığını söylemek kitabın önemi hakkında yeterince fikir verebilir. brazil, dövüş kulübü tanrı kent, hayat güzeldir, sineklerin tanrısı ve hamam gibi sinema tarihinin en etkili filmleri üzerinden kurmaca ve gerçeklik ilişkisi incelemeleri. zizek'in deyimiyle, "filmlerin asla sadece film olmadığını bilenler için" bir başucu kitabı. nette bolca pdfsi mevcut.

    sinema nedir : sinema tarihinin belki de en etkili eleştirmeni olan andre bazinin en önemli yapıtı. sinemayla az çok ilgilenen hemen herkesin uğramadan yapamayacağı bir köşe taşı. bazin'in sinema tarihinin en önemli iki akımı olan fransız yeni dalgasının fikir babalığını ve italyan yeni gerçekçiliğinin bir numaralı kuramcısı olduğunu hatırlatmakta fayda var. bu yapıtında ise bazin, sinemanın diğer sanat dallarıyla ilişkisine, en sevdiğim yönetmenlerden ikisi olan charlie chaplin ve robert bressona, pek sevemediğim orson wellese ve elbette sinemanın sanat olarak kabul edilmesinde en önemli etkilerden biri olan italyan sinemasına kadar birçok konu ve yönetmene değiniyor.
  • 52 hafta | 52 kitap

    32 tanesi bu başlık altında daha önce hiç yazılmamış, 20 tanesi ise en fazla 3 kere yazılmış olan, hiçbiri 180 sayfadan fazla olmayan* 52 ufuk açıcı kitabın yer aldığı bir liste hazırladım. listeye aylak adam, yeraltından notlar, yabancı ya da çürümenin kitabı gibi farkındalığımın artmasında, yeni bakış açıları kazanmamda ve algı kapılarımın ardına kadar açılmasında oldukça büyük rol oynayan bazı eserleri koymadım, çünkü başlık altında zaten onlarca defa yazılmış kitaplardan oluşan bir liste paylaşmak istemedim.

    açıkçası kitaplarla* alakalı bu tür listeler hazırlamayı önemsiyorum, çünkü sınıflandırma sayesinde hem zihnimdeki karmaşıklığı düzene sokmuş oluyor hem edebiyat* yolculuğumdaki sonraki durakların nereler olması gerektiğiyle alakalı birtakım ipuçları elde ediyor hem de spesifik tavsiyeler almak isteyen edebiyatseverlere* daha net cevaplar verebiliyorum.

    bilmenizi isterim ki aşağıya karaladığım listedeki 52 kitap bana hayatımın en önemli derslerini verdi ve zaten şu da bir gerçek ki okulun bana öğretmediği ne varsa, hepsini kitaplar ve filmler öğretti.

    hepinize edebiyat ve sinemayla dolu bir 2023 dilerim.

    52) isa'nın oğlu (1992) - denis johnson - 96 sayfa
    johnson uyuşturucu ve alkol bağımlılığının patolojisini, vurdumduymazlığa varan, zaman zaman içimizi ezen, zaman zama da kanımızı donduran bir soğukkanlılık ve gerçekçilikle anlatıyor. onun karakterleri ufak tefek suçlarla, derin bir usançla, rahatsız edici, çılgınca bir mizah anlayışıyla örülü, amaçsız dünyalarında, yoğun bir alkol ve uyuşturucu pusunun içinde yollarını bulmaya çalışıyorlar. düşlerin gerçek taklidi yaptığı; halüsinasyonun nerede başladığının, gerçeğin nerede bittiğinin kolay kolay kestirilemediği bir dünya bu. yine de ilk bakışta duyarlıktan ve heyecandan yoksun gibi görünen bu hikayelerde umut ışığı hiç de eksik değil.

    51) insanların dünyası (1939) - antoine de saint-exupéry - 176 sayfa
    saint-exupéry'nin sahra ve and dağları'nda yaşadığı ve posta pilotluğu yaparken başından geçen maceraları, küçük prens'ten aşağı kalmayan bir şiirsellik ve duyarlılıkla anlattığı insanların dünyası, aynı zamanda saint-exupéry'nin hem pilot, hem romancı hem de filozof yanını bize tüm açıklığı ile gösteriyor.

    50) hiç için metinler (1955) - samuel beckett - 139 sayfa
    irlandalı yazar samuel beckett, "başarısızlık/yoksunluk sanatı" olarak tanımladığı edebiyat anlayışını ilk şiirlerinden son düzyazılarına kadar inatla sürdürmüştür. "sanatçının nedenini bilmeden, hiçbir şeye sahip olmadan hiçi anlatmak zorunda kalışı" diye açıklayabileceğimiz "başarısızlık/yoksunluk" kavramı dört uzun öyküsünde yoğun bir kara mizahla yoğrulur.

    49) yalnız gezerin düşlemleri (1782) - jean-jacques rousseau - 120 sayfa
    yalnız gezer güzergahını kendisinin belirlediği ve tamamen keyfi olan yürüyüşlere çıkar. insanlarla ortak bir yanı kalmadığını düşünen ve bu dünyada mutluluğu bulmaktan vazgeçmiş olan yalnız gezer için doğada yaptığı bu gezintiler, kendisiyle baş başa kalarak sohbet etme imkanı bulduğu yegane anlardır. doğanın büyüleyiciliği onu botanikle uğraşmaya iter; öğrenme ve keşfetme arzusunun körüklendiği bu anlarda doğanın renkleri, biçimleri, kokuları sayesinde mutluluğu tadar; geçmişin dehşet ve sancısının artık yok olduğuna kendini inandırmak ister. arzularını gerçeklerin yerine koymaya eğilim gösteren yalnız gezer gezintiler sırasında ruhunu gerçeklikten koparır ve kendini, hayal gücünün kollarına bırakır. onun için hayal kurmak; ruhuna ulaşmanın yolu; kendiyle kurulan ilişkinin yeni bir türüdür. dünyanın matlığı yerini benin şeffaflığına, ötekiyle ilişki yerini varlığının tadını çıkarmaya bırakır. hayaller varlığın açılımı, doğayla temas ise var olma bilincinin mutluluk kaynağı haline gelir.

    48) insanlığımı yitirirken (1948) - osamu dazai - 116 sayfa
    insanlığımı yitirirken, dazai'nin özyaşam öyküsüdür. bu eserinde dazai çocukluğunda yaşadığı yalnızlığı, gençliğinde ailesinden kopuşunu ve daha sonra tokyo'da geçirdiği sıkıntılı yıllarını, intihar girişimlerini, vereme yakalanışını içe dönük bireysel bir anlatı yerine, yaşam alışkanlıkları üzerinde yoğunlaşarak ustalıkla ve yalın bir anlatımla kaleme almıştır. kalbi kırılan, üst üste çöküşler yaşayan, gelişigüzel kullandığı ilaçlar sonunda bünyesinin dengesini de kaybeden öykü kahramanı yozo, anlatının sonunda insanlığını yitirdiğini itiraf etmektedir. belki de, yozo'nun anlatısının ilk cümleleri dazai'nin neyi vurgulamak istediğini çok iyi özetlemektedir: 'yaşamım utançlarla doludur. insan yaşamının ne olduğu hakkında bir fikrim yok.'

    47) bu su (2009) - david foster wallace - 142 sayfa
    2008 yılında uzun yıllar boyunca mücadele ettiği depresyona yenik düşen ve intihar ederek hayatına son veren wallace, bu kısacık metinde algının tuzaklarını, insanın kendini hapsettiği çıkmazları ve gözlerimizin önünde uzandıkları halde kavramayı beceremediğimiz yalın gerçekleri duru ve sarsıcı bir dille ortaya koyuyor. içinde yüzdüğümüz sularda yitip gitmemek, etrafımızda olan biteni görebilmek ve ölmeden önce gerçekten yaşayabilmek için, bu su.

    46) sermaye dini (1887) - paul lafargue - 93 sayfa
    fransa’da marksizmin gelişme kaydettiği bir dönemde sermayeye ve sermaye düzenine dair marksist tezleri dinin toplumsal kontrolü güçlendiren karakteriyle ilişkilendiren lafargue, sermayenin nüvesindeki dinseli afişe ediyor. sermaye dini’ndeki metinlerin yapısını kitab-ı mukaddes geleneğine uygun şekilde oluşturarak, marx’ın yaşamı boyunca sürdürdüğü siyasal iktisat eleştirisinden devraldıklarını, dinin ve sermayeyi yeni bir din olarak kabul eden kapitalizmin eleştirisine yönlendiriyor.

    45) özgür eğitim (1975) - joel spring - 124 sayfa
    spring -esas olarak- iki eğitim modelinin varlığından söz ediyor: ilki düzen, plan ve yüksek verimlilik aracılığıyla toplumsal ilerleme arayan teknolojik ve rasyonalist model. bu modele göre toplum, verimli işleyiş hedefine sahip bir makine olarak görülür ve çocuğa üzerinde çalışılacak ve toplumun iyiliği için biçimlendirilecek bir nesne olarak yaklaşılır. bu modelin eğitim aracı olan okula ıllich “iktidarın fahişesi” diyor. bu modeli benimseyen psikolog, hırsızlık yapan yoksul insanlarla karşılaştığında “çalma alışkanlıklarının nasıl sona erdirileceği” sorusunu araştıracaktır. spring’in ferrer, godwin, rousseau, marx, freire, ıllich, stirner, tolstoy, reich ve neill’in tezlerini tartışarak önerdiği ikinci modelde ise önemli olan düzen ve verimlilik değil bireysel özerkliğin artmasıdır. toplumsal değişimin hedefi, artan bireysel katılık ve toplumsal sistemin denetlenmesidir. bu model, modern toplumsal kurumların gücünün büyük ölçüde halkın, bu kurumların otoritesini ve meşruiyetini kabul etme gönüllüğüne dayandığı inancına bağlıdır. bu modelin psikoloğu ise “neden bütün yoksul insanların hırsızlık yapmadığı” sorusuna cevap arayacaktır. çocukların “kolay kontrol edilebilen verimli makineler” olarak değil “özgür, hayattan zevk alan” kişiler olarak büyümesinden yana olanlar için...

    44) kontrbas (1981) - patrick süskind - 58 sayfa
    kontrbas, cüssesiyle doğru orantılı olarak, müzisyenin evinde ve yaşamında büyük bir yer işgal ediyor. kontrbas, müzisyenimizin hem dostu hem düşmanı; ondan kopamıyor ama onunla da olmuyor. bu iri, hantal aletin altında eziliyor adeta. önceleri, kontrbassız bir orkestranın düşünülemeyeceğini belirterek onu yüceltirken, monolog ilerledikçe, kontrbasa duyduğu nefret açığa çıkıyor. ona göre bu enstrüman hep arka planda kalmaya mahkûm, bu nedenle çalanı da arka planda bırakıyor. süskind’in, sanatsal yaratıcılık ile memuriyet kalıpları arasındaki çelişki, hayatı cehenneme çeviren “ne onunla ne onsuz” sevgililer gibi konuları incelikle işlediği kontrbas, ironik, sürükleyici bir kitap.

    43) nefretimi alamayacaksınız (2016) - antoine leiris - 126 sayfa
    13 kasım 2015'te antoine leiris'in eşi hélène, gittiği bir rock konserinde kendisi gibi onlarca masum insanla beraber teröristler tarafından öldürüldü. bundan üç gün sonra, leiris eşinin katillerine hitaben açık bir mektup yazarak bunu sosyal medyada paylaştı. bir anda tüm dünyayı derinden etkileyen bu mesajında, asla sinmeyeceğini ve on yedi aylık bebeğinin hayatının, bu katliamın damgasını taşımasına asla izin vermeyeceğini söylüyordu. teröristler amaçlarına ulaşamayacaktı: "bu çocuk hayatı boyunca mutlu ve özgür olarak size hakaret edecek."

    42) yakıcı sır (1913) - stefan zweig - 88 sayfa
    kısa bir tatil için avusturya alplerine giden bir baron, zamanını zararsız bir flörtle renklendirmenin yollarını aramaktadır. kendine fazlasıyla güvenen ve gönül maceralarına her zaman açık olan bu müzmin kadın avcısı, kısa sürede kendisine bir av bulmakta hiç zorlanmayacaktır. tanışıp yakınlaşmak istediği kadının on iki yaşındaki oğluyla ahbaplık kurarak işe koyulur. yakıcı sır, annesini elde etmek isteyen bu narsisist çapkın tarafından kullanılan bir çocuğun hikâyesidir aslında. ne var ki, yetişkin dünyası bazen masum çocuklara büyüklere göründüğünden çok daha berrak görünmektedir.

    41) sosyalizm ve insan ruhu (1891) - oscar wilde - 64 sayfa
    oscar wilde'ın sosyalizm ve insan ruhu adlı metni en öngörülü 19. yüzyıl siyaset felsefesi metinlerindendir. wilde, bizlerin ancak yüz yıl sonra yeni yeni hayal etmeye başladığımız bir dünyadan bahseder. sosyalizmin imkânlarını ve insanoğlunu özgürleştirici yanını daha o zamandan görmüştür. öte yandan, sosyalist düşüncenin otoriteryen eğilimlerine karşı da bizleri uyarmayı ihmal etmez. ona göre, kolektivist ve otoriteryen bir sosyalizmin değil, yalnızca bireyselci yanı baskın bir sosyalizmin başarı şansı vardır.

    40) yükseltin tavan kirişini ustalar (1955) - j.d. salinger - 152 sayfa
    yazdığı öyküler kadar, 1963'ten ölümüne kadar sürdürdüğü mutlak münzevi tavrıyla da edebiyat gündeminin en çok konuşulan ismi j. d. salinger'ın türkçe'ye çevrilen son kitabında, franny ve zooey'de olduğu gibi glass kardeşlere ait iki uzun öykü yer alıyor. her iki öykü de en büyük ikinci erkek kardeş buddy tarafından anlatılıyor ve özellikle 'seymour: bir giriş' isimli ikinci hikâye bilinç akışıyla tekniğiyle yazılır/anlatılırken, satır aralarından buram buram doğu dinleri mistisizmi kokuları yükseliyor.

    39) diri gömülen (1930) - sadık hidayet - 71 sayfa
    sadık hidayet'in öyküleri, hem onun kendi yapıtına hem de modern iran edebiyatına giriş için mükemmel birer anahtar niteliği taşır. özellikle ilk öykü kitabı diri gömülen, bu büyük yazarın -başyapıtı kör baykuş'ta iyice geliştireceği- temel izleklerini haber veren ve kafka, poe, rilke gibi modernlerle buluşma noktalarına göz önüne seren bunaltılı atmosferiyle öne çıkar.

    38) itaatsizlik üzerine* (1981) - erich fromm - 72 sayfa
    şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi.

    37) bihikâye (2013) - gipi - 128 sayfa
    bihikâye, parçalanan bir adamın çok parçalı hikâyesini anlatıyor. silvano landi, yakın zamanda karısı tarafından terk edilmiş 50'li yaşlarında bir yazar. kendi savaşının ve birinci dünya savaşı'nı yaşayan büyükbabasının hikâyesi; gerçeklik ile sanrılar, karanlık ile aydınlık; farklı çizim teknikleriyle iç içe geçerek tek bir öyküye dönüşüyor. bihikâye, boşluğa düşüşün hikâyesi. ve her seferinde geri dönüşün, tekrar yola çıkışın imkanı üzerine etkili bir anlatı. usta çizer gipi, dağılmış bir belleğin parçalarını bir araya topluyor.

    36) bekleme dönemi (2002) - hubert selby jr. - 176 sayfa
    bir gün daha... tıpkı diğer günler gibi yaşanmayı bekleyen. aynı sıkıcı rutin, aynı amaçsız savruluşlar. ve bir adam. tüm bunlara son vermeye karar veren. bunu, sahip olduğuna inandığı bedenini ölüme mahkum ederek gerçekleştirmek isteyen ama bir türlü en doğru yöntemin hangisi olacağına karar veremeyen. işte bu isimsiz birinci tekil şahıs, en nihayetinde bir silah alıp, kafasına bir kurşun sıkmaya karar veriyor. kaderin ne garip cilvesidir ki, ruhsat için gerekli olan bir iki günlük bekleme dönemi, hayatında devrim niteliğinde bir değişimi beraberinde getiriyor. intiharın yerini, intikam ve cinayet alıyor. amaçsız hayatına son vermek yerine, dünyayı insanlara acı veren pisliklerden temizlemeyi amaç ediniyor. ona göre, olması gerektiği gibi, asil bir amaç hem de! hubert selby jr. diğer kitaplarında olduğu gibi doğrudan, hiçbir süsleme yapmaksızın, sözü dolandırmadan, yüzünüze karşı haykırarak anlatıyor hikâyesini yine. bekleme dönemi’ni okurken, amaçsız bir adamın hezeyanlarında dolandığınızı zannedeceksiniz başlarda. ama sonra göreceksiniz ki bu kitap, toplumda şu ya da bu nedenle oy hakkından yoksun bırakılanlar, ezilenler, sömürülenler, taciz edilenler; çoğu kez güçlüler tarafından sesi kısılanlar; kendilerini halsiz mecalsiz hissedenler, gerçekten elden ayaktan kesilmiş, görülmeyen, ihmal edilenler adına bağırmakla, çığlık atmakla kalmıyor, gayet anlamlı, mantıklı gerekçeler ileri sürerek onları ayağa kalkmaya, karşı çıkmaya, isyana çağırıyor.

    35) wittgenstein'ın yeğeni: bir dostluk (1982) - thomas bernhard - 120 sayfa
    kavgacı, kışkırtıcı, başta kendisi herkese ve her şeye karşı olan "huysuz" bir yazar. wittgenstein'ın yeğeni, sevilmeyi umursamayan ama sevgiyi umursayan çağdaş bir sesin, kendi kendisiyle konuşur gibi sürdürdüğü benzersiz bir anlatı. şu cümlelerle anlatıyor thomas bernard yazıyla –yoksa hayatla mı demeli– ilişkisini: "yazdığım her kitapta, seçtiğim konuya duyduğum sevgi ve nefret arasında gidip gelirim. ne zaman ikinci duygu ağır bassa, zihinsel işleri tamamıyla bir kenara bırakıp, kendimi bedensel işlere adamaya karar veririm... ama bir süre sonra gene kendimden nefret etmeye başlarım; çareyi yeniden zihne sığınmakta bulurum. bazen bu dengesizliğim ailemde her türlü insan, çiftçiler, düşünürler, işçiler, yazarlar, dahiler, geri zekâlılar, orta karar burjuvalar ve hatta katiller olmasından mı ileri geliyor diye düşünürüm. bütün bu insanlar aynı anda var olurlar içimde; didişir dururlar. bazen birinin, bazen ötekinin kanatları altına sığınmak isterim. seçim yapmak zorunda olmak, çıldırmanın eşiğine getirir beni. aynanın karşısında tıraş olurken bir sabah boğazımı usturayla kesivermedimse henüz, tek sebebi korkaklığımdır."

    34) yaşamın ucuna yolculuk (1983) - tezer özlü - 125 sayfa
    tezer özlü, bir başka kutupta kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan oğuz atay gibi, beklenmedik bir anda edebiyatımızdan demir aldı. yazar ile sahici efsanesini birleştiren bu anlatı, hem yoğun bir vasiyetname niteliği taşıyor, hem de hayata ender görülen acılıkta bir perspektiften tanıklık ediyor.

    33) sinek ısırıklarının müellifi (2011) - barış bıçakçı - 166 sayfa
    cemil’in bütün gün evde ruhsal söküklerle uğraştığını da biliyordu nazlı. ev, iplik parçalarıyla, kırpıklarla dolu oluyordu, iki ucu bir araya getirilememiş hatıralarla ve partal fikirlerle. yaşamak bu küçük evde de eksik kalıyordu; elli dört metrekare içinde cemil’in yetişemediği, tamamlayamadığı şeyler vardı. sessizlikler vardı. hissettiği şeyi tam o anda kimseye söyleyememiş cemil’in kuytuya köşeye bıraktığı sessizlikler, yutkunmalar ve toz. ufukta toplu konutlar yükselirken neyin gölgesi düşer aşkın, arkadaşlığın, edebiyatın üzerine?

    32) elden düşme dünya (2011) - wilhelm genazino - 144 sayfa
    elden düşme dünya’nın serbest mimar olarak çalışan isimsiz anlatıcısı, bir meslektaşının ölümü üzerine onun şirketinden gelen iş teklifini kabul eder. böylece o güne dek kendisini uzak tutmaya çalıştığı modern dünyanın iş ve ilişkiler ağına, biraz da kendi rızasıyla düşmüş olur. bir zaman sonra da kendisinin, yaşadığı aşkın, katlanmak zorunda olduğu işin, kısacası her şeyin âdeta “elden düşme” olduğu gerçeğini kavrar. insan olmanın kaderine kendince başkaldırdığı her seferde kararsızlık, çelişki ve pişmanlık yumağına hapsolurken, hayatı bir parça daha farsa dönüşür.

    31) kireç ocağı (1970) - thomas bernhard - 172 sayfa
    thomas bernhard, en vurucu romanlarından biri olan kireç ocağı'nda, gözde temalarından biri olan kusursuz başyapıt tasarısıyla yaşama eylemi arasındaki çatlağı gösteren zihinsel çalışmanın kâğıda dökülmesindeki imkânsızlığı, saplantı, öfke, delilik eşiklerinde gidip gelen insanın karanlık, sakatlanmış, tekinsiz karakterini açığa çıkaracak "vuruş"larla araştırmaya girişiyor. belki de yazar en can alıcı işitme deneyini okurla yaparken en dehşet verici cümle yine okurun kulağında çınlıyor: insan insanlarla sadece kirlenir.

    30) kaos'un kutsal kitabı (1982) - albert caraco - 104 sayfa
    20. yüzyılın son kâhin-peygamberi albert caraco'dan tüm insanlığa bir lanettir kaos'un kutsal kitabı. nietzsche'den bu yana hiçbir filozofun gösteremediği yıkıcı gücü taşıyan, bir münzevinin kendisine "rağmen" kültleşen metni. soğukluğu, doğrudanlığı ve berrak karamsarlığıyla eşsiz, bir "nesnellik fanatiği"nin bedduası. üremeye, üretmeye ve tüketmeye bir reddiye; şehirlere, beton katmanlarına, budala politikacılara, böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara bir lanet. çağın ender münzevi düşünürlerinden birinin kaleminden yoğun, sert, kehanet dolu, provokatif ve karanlık bir metin.

    29) acil gerçekdışılıkta maceralar (1936) - max blecher - 152 sayfa
    “ruhun belli derinliklerinde sıradan sözcüklerin hükmü yoktur. işte buradayım ve yaşadığım krizlerin doğru bir tanımını yapmaya çalışıyorum, ama bulabildiğim tek şey imgeler.” romanda genç bir adam, “gerçekdışılıkta maceralar” olarak adlandırdığı zihinsel buhranlar yaşamaktadır. öyle ki, bir süre sonra tüm dünya onun için tamamıyla bir “imgeler toplamı” haline gelir ve gerçekdışı, gerçekten daha gerçeğe dönüşür: avrupa’yı esir alacak karabasanı bile, tıpkı bir kâhin gibi, tüm açıklığıyla görür. yine de, genç adam için “gerçekdışılıkta maceralar”ı anlamlandırmak, adlandırmak kadar kolay olmayacaktır.

    28) klein ve wagner(1919) - hermann hesse - 88 sayfa
    saygın bir memur, sadık bir koca ve aile babası olan friedrich klein, kendini birdenbire hayali bir cinayet ve suçun yükü altında bulur: karısı ve üç çocuğunun ölümü, sahte pasaport, bir tabanca, çantasına istiflenmiş para ve gösterişsiz saygınlığı. kırklı yaşlarını süren klein, her şeye en baştan başlamak, yeni, genç bir adam olabilmek için gücünü toplar.

    27) tarihi yargılıyorum (2007) - gündüz vassaf - 160 sayfa
    "dünyanın neresinde, ne zaman doğmuşsak doğalım, annelerimiz, babalarımız, dinlerimiz, devletlerimiz bize bir geçmiş giydiriyor. onlar giydirdikçe biz de ha babam giyiniyoruz. çoğumuz, geçmişin elbiselerini günümüz terzilerinin dikmesini yadırgamadan kabullenmekle kalmayıp, elbiselerimizi bedenimizden ayırt bile edemiyoruz. tarihimize nasıl baktığımızı gözden geçirdiğim bu kitapta kendimizi yargılamamızı yargılıyorum. tarihimize bakıp 'biz buyuz,' diye sunulanları sorguluyorum. asırlardır sürdürdüğümüz alışkanlıklarımızdan kurtulup, tarihten özgürleşip, kendimize farklı bakmaya başlamamızla, nereden gelip nereye gittiğimizin serüveninde, yaşadığımız tarihin de yolunu değiştirebiliriz."

    26) los angeles yolu (1985) - john fante - 179 sayfa
    "ne işi, arturo? ha, ha! sana iş, öyle mi? kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! yengeç katili. hırsız. elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! ne kadar gülünç! ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, arturo? neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? cevap var bana, hırsız! kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? ama kasabının öteki ucunda bir park var, arturo. banning parkı adı. harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, arturo. ne kitap okunur orda! oraya git, arturo. nietzsche oku. schopenhauer. o muhteşem adamlarla geçir zamanını. iş mi? peh! oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken."

    25) dokuz öykü (1953) - j.d. salinger - 168 sayfa
    sahte dünyanın sahte insanlarına topyekun savaş açmıştı salinger. bu kitaptaki öyküler, bu dünyanın kabullenilmesinde değil, aşılmasında buluyor doruk noktasını. ince bir ironiyi, keskin gözlemleriyle bütünleyen yazar, james joyce'un "epiphany" tanımına uyan bir öykü döngüsü yaratıyor.

    24) beton (1982) - thomas bernhard - 98 sayfa
    thomas bernhard beton’da, tahrip gücü yüksek yazısına, kendine özgü kesintisiz, boşluksuz düzyazı analitiğine otobiyografik öğeleri de dâhil ediyor. rudolf’un bir türlü başlayamadığı felix mendelssohn bartholdy çalışması –müzik yazısı ya da aslında zihinsel çalışması– önünde varlığıyla aşılmaz bir engel kuran ablası onun felaketi olur. rudolf’un akciğer hastalığıyla yaşadığı nefes darlığı, nefes alınmaz bir mezar çukurunun anlatımına vurgu yaparken, thomas bernhard’ın ben-anlatıcının çıkmazlarından açtığı yaylım ateş, siyasetten toplumsal yaşamın kesitlerine, insan ilişkilerinin mahvedici ve gülünç yönlerine sıçrıyor, çarpıcı bir sonla betona çakılıyoruz. betonun donuk ve soğuk yüzeyinde, insanın taşlaşmış bir toplumsal hayvana dönüşmüş sureti yansıyor.

    23) sessizliğin yanıtı (1937) - max frisch - 96 sayfa
    sessizliğin yanıtı hayatın sıradanlığına, beyhudeliğine katlanamayan otuz yaşındaki bir adamın varoluşunun sınırlarını zorladığı bir kendini arayış hikâyesi. max frisch, kendi yaşamından da ipuçları barındıran bu ilk dönem eserinde, heba edilmiş bir hayatın tek sorumlusunun o hayatın sahibi olduğunu gösteriyor bize.

    22) bir süre yere paralel gittikten sonra (2008) - barış bıçakçı - 136 sayfa
    bir intiharın çevresinde insanlar, o intiharla birbirlerine yaklaşan. kendi içlerine ve geçmişe dalan. onu kaybetmenin acısıyla başka sevdiklerine eğilen. nasıl da mühimdir aşk sakarlıkları, sevgi ihmalleri; nasıl hayat kurtarır eşin-dostun bakım, onarımı.

    21) öfke (2008) - philip roth - 139 sayfa
    1951. kore savaşı'nın ikinci yılı. çalışkan, itaatkar, duygusal bir delikanlı olan marcus messner, ailesinin tek çocuğudur. önünde parlak bir gelecek uzanan bu genç yahudi, koşer bir mahalle kasabı işleten halim selim bir adamın oğludur. her köşede sevgili oğlunu beklediğini düşündüğü tehlikeler yüzünden çılgına dönen babasının baskısından kaçmak için ailesinin yaşadığı new jersey'den uzakta bir taşra üniversitesini tercih eder. ohio'daki winesburg üniversitesi'nde daha önce hiç karşılaşmadığı tuhaf akranlarının, tuhaf oda arkadaşlarının, her hareketini gözlemleyen öğretmenlerin, öğrenci birliklerinin, saçma okul geleneklerinin ve zorunlu şapel ziyaretlerinin dünyasıyla tanışan marcus'u en çok heyecanlandıran, kendisi gibi arzuları olan genç bir kadındır. philip roth, büyük övgü toplayan yirmi dokuzuncu romanı öfke'de, 50'li yılların günümüze bile ulaşan adabımuaşeret kuralları arasında boğulan insan ruhunu, baskının ağırlığı altında ezilen arzuyu ve belleğin acımasızca tutsak edebilme gücünü anlatırken, düzenin genç insanları nasıl hoyratça ve hor kullandığını birkez daha hatırlatıyor.

    20) intihar (2008) - édouard levé - 81 sayfa
    édouard levé, yirmi yıl önce intihar etmiş, belki hayali belki de gerçek çocukluk arkadaşına uzun bir mektup niteliğindeki intihar'da, hayatı reddeden kahramanının gerçekçi bir portresini sunuyor. yetenekleri, arzuları ve duyarlılıklarıyla yazıya taşıdığı kahramanının intihar etmeye karar verip bu eylemi gerçekleştirmesini tüm aşamaları ve en ince ayrıntılarıyla anlatıyor. kitabı tamamlayıp yayıncısına teslim ettikten sadece on gün sonra ise kendi hayatına tıpkı arkadaşının yaptığı gibi intihar ederek son veriyor. kısa ömrü boyunca kurmacayla gerçeği birbirinden ayırmayan levé, hayatına nasıl son vereceğini hem bir roman, hem de bir anı kitabı özelliği taşıyan intihar'da anlatıp sonra uygulamasıyla dünya edebiyatının sonsuza dek genç kalacak, kült yazarlarından biri olmuştur.

    19) umutsuzluğun doruklarında (1933) - emil michel cioran - 152 sayfa
    umutsuzluğun doruklarında, cioran’ın 23 yaşında, tam da uykusuzluk hastalığının başladığı yıllarda yazdığı ve onu filozoflar katına çıkaran; sonsuz dünya içindeki sonlu insanın anlamı, aşk, acı, sevinç, ölüm ve umutsuzluk hakkında, sert ve ele avuca gelmeyen fikirlerin yoğuştuğu bir kitap.

    18) yengeç konserveleme gemisi (1929) - takiji kobayashi - 160 sayfa
    21. yüzyılın eşiğini geçeli henüz 8 yıl olmuştu ki japonya’da mucizevi bir gelişme yaşandı. geçen yüzyılın ilk yarısında, daha somut bir ifadeyle 1929’da yayımlanmış bir proletarya edebiyatı eseri yeniden keşfedildi. neredeyse 80 yaşında olan bu eser o kadar müthiş bir enerjiye ve canlılığa sahipti ki muazzam bir ilgi gördü, yazarı takiji kobayashi (1903-33) adeta 21. yüzyıl japon edebiyatı mozaiğinin önemli bir parçası gibi düşünülür oldu. bir süredir üzerine örtülen ölü toprağını silkip yeniden doğarak, bir kez daha ayağa kalkan bu eserin adı yengeç konserveleme gemisi’ydi.

    17) denizi yitiren denizci (1963) - yukio mişima - 152 sayfa
    roman, dul bir kadın, on üç yaşındaki oğlu noboru ve kadının ikinci eşi olan denizcinin öyküsünü anlatır. yaşıtlarıyla bir çete kuran noboru, ilk tanıştığında denizler fatihi bir kahraman olarak gördüğü denizcinin annesiyle evlenerek sıradan birine dönüşmesinin şokunu atlatamaz. marguerite yourcenar’ın “ince, bıçak ağzı gibi dondurucu bir kusursuzlukta,” diye tanımladığı denizi yitiren denizci, dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren, benzersiz bir kitaptır. “kusursuz arınma, ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür,” diyen mişima bu kitapla görüşünü örneklemiş olur. mişima’nın en etkileyici eserlerinden biri olan kitap soğukkanlı şiddeti ustalıkla anlatırken, hiç kuşkusuz yazarın çocukluğunda bilinç-altını etkilemiş baskıları da yansıtır.

    16) mutsuzluk zamanlarında mutluluk (2009) - wilhelm genazino - 160 sayfa
    sürekli hayat üzerine kafa yoran ve bir imge avcısı gibi etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya, bunlara tutunmaya çalışan bir adam iç dünyasıyla, hayatla, işiyle iyi kötü idare ederken, bir gün her şey sevgilisinin çocuk sahibi olmak istemesiyle altüst oluyor. dengeler bozulmuş, sorgulama ve hesaplaşma başlamıştır artık.

    15) tünel (1948) - ernesto sabato - 152 sayfa
    yirminci yüzyılın ilk yarısında yazılmış; ama insanlık kadar eski, insanlar yaşadıkça var olacak ruh hallerinin dibine kazılan bir tünel . özdeşlik arayışı, aşk, tutku, şüphe ve cinayet... sıradanlığın ve sanatçı ruhunun, aklın ve içgüdünün birbirine karıştığı girdaplarda soluk soluğa bir yolculuk. varoluşçu bir anti-kahramanın cinayet itirafnamesi. ernesto sàbato’nun felsefi ve edebi evrenindeki yolculuğunun da ilk adımı. tünel, çağımızın temel entelektüel sorunlarını, toplumların ve ruhlarımızın karanlık, izbe köşelerini didikleyen bir üçlemenin ilk kitabı. yaratıcılık, dışavurum, istense de istenmese de, sonuçta, en azından tek bir kişiyle duygudaşlık, anlamdaşlık için değil midir? ya böyle bir kişiye rastlarsa yaratıcı? işte, ressam castel’in öyküsü böyle bir rastlaşmayla; maría’yla başlar. kurtarıcısını, tüneldaşını bulmuş gibidir. marazi bir ruh taşkınlığıyla sarılır maría’ya. aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. cinayet de çözümsüzdür, kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen kuşku döngüsüdür.

    14) 1933 berbat bir yıldı (1985) - john fante - 108 sayfa
    "yüce tanrım bana yardım et! ve açtım adımlarımı, düşüncelerim de peşimden geliyorlardı, koşmaya başladım, donmuş ayaklarım fareler gibi cıyaklıyorlardı; koşmanın da yararı olmadı, düşünceler bırakmıyordu peşimi. ama koşarken kol, o canım sol kol duruma hakim oldu ve bana usunca seslendi; sakin ol evlat, yalnızlık bu, bir başınasın dünyada; ne baban, ne annen, ne inancın yardım edebilir sana; kimse kimseye yardım edemez, sadece sen yardım edebilirsin kendine, ben de bu yüzden buradayım, çünkü biz birbirimizden ayrılamayız, birlikte her şeyin üstesinden geliriz."

    13) kumların kadını (1962) - kobo abe - 174 sayfa
    bir ağustos günü bir adam ortadan kayboldu. bir tatil gününde, buharlı trenle yarım günlük mesafedeki sahile doğru yola çıktı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. ne kayıp başvurusu ne de gazete ilanları bir işe yaradı... bu adamla ilgili vakada kayda değer bir ipucu yoktu. ayrıca, günlük hayatında ortadan kaybolmak istediğini düşündürecek en ufak bir hâl veya harekete rastlanmamıştı. doğal olarak, başlangıçta herkes gizli bir ilişkisi olabileceğini düşündü. fakat adamın karısı adamın bu geziye böcek toplamak maksadıyla çıktığını söylediğinde, hem polisler hem de iş arkadaşları biraz hayal kırıklığına uğradılar. şüphesiz, kum yaşam için elverişli değildi. peki, durağan hâl varlık için vazgeçilmez miydi? o tiksindirici rekabeti başlatan da sabit kalmaktaki ısrarımız değil miydi? sabit olmayı bırakıp kendimizi kumun akışına bırakıversek rekabet de ortadan kalkacaktı. gerçekte, çölde de çiçekler açıyor, böcekler ve hayvanlar yaşamlarını sürdürüyorlardı... öyle ya, keşke kadına da bu manzaradan bahsedebilseydi. gidiş-dönüş biletlerin asla işlemeyeceği kumun şarkısını, yanlış perdeden de olsa ona dinletebilseydi keşke. oysa adamın tek yaptığı, yeteneksiz bir çapkını taklit edip başka bir hayatın yemiyle kadını avlamaya çalışmak olmuştu. kumdan duvar, adamın ruhunu yakalamış, onu kese kâğıdındaki bir kediye çevirmişti.

    12) odun kesmek (1984) - thomas bernhard - 151 sayfa
    odun kesmek, yaşanmış zamanlar arasındaki gelgitlerle bir hesaplaşmanın ağır gerçekliğinde anlatımın derinliklerine çekici bir davet. thomas bernhard, kendisinin tüm halleriyle baş döndürücü bir saydamlıkla yüzleşirken, viyana sanat çevrelerinin ikiyüzlülük ve yapaylıkla örülü dünyasının üzerine bir dostunun intiharının açığa çıkardığı öfkeyle gidiyor. thomas bernhard, "rahatsız" varoluşunun ötesindeki düzlüklerin genişliğinde bir açıklık.

    11) mavi tüy: gönülsüz bir mesihin serüvenleri (1977) - richard bach - 142 sayfa
    "işte sana yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlaman için bir test: eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir."

    10) jakob von gunten (1909) - robert walser - 145 sayfa
    ilk kez 1909 yılında yayımlanan jakob von gunten, birçok bakımdan öncü bir romandır. kafka, musil, döblin gibi yazarların, bireyin kurumlar ve toplum karşısındaki durumunu ele alan edebi yapıtlarına öncülük etmiş, esin kaynağı olmuştur. benjamenta erkek enstitüsü’nün on yedi yaşındaki öğrencisi gunten, yatılı okuldaki yaşamı, gözlemleri ve gizliden gizliye geliştirdiği fikirleriyle edebiyat tarihinin unutulmaz karakterlerindendir.

    9) bin dokuz yüz - bir monolog (1994) - alessandro baricco - 64 sayfa
    "yaşamda bizi korkutan gördüklerimiz midir, yoksa hiç görmediklerimiz mi?" bin dokuz yüz, 1900'lerin başında bir transatlantikte karton bir kutunun içinde bulunan ve yirmi yedi yıl boyunca o gemiden hiç inmeyen bir bebeğin büyüleyici öyküsünü anlatıyor.

    8) batan güneş (1947) - osamu dazai - 128 sayfa
    hem hayatı hem de yazdıklarıyla japonların en ilginç yazarlarından biri olan osamu dazai'nin en karakteristik eseri batan güneş; varoluş, birey ve toplum çatışması gibi sorunları unutulmaz karakterleri üzerinden ele alıyor. arka planda savaştan çıkmış, sosyal düzeni, ekonomisi, insanları alt üst olmuş bir ülke; özelde ise dağılıp giden bir ailenin hüzünlü öyküsüdür anlatılan. genç yaşta intihar eden ve "batan güneş" ile bir anlamda vasiyetini kaleme alan dazai, global dünya projesi içinde yerini arayan günümüz japon insanına öncülük etmiştir. "batan güneş", uzaktaki bir adadan, yanı başımızda, içimizde yolculuk eden yaralı insanın haykırışını dile getiren nefis, mahzun, önemli bir roman.

    7) toza sor (1939) - john fante - 160 sayfa
    1930'ların los angeles'ında geçen hikâyede, alaycı ve dengesiz camilla lopez'e aşık olan italyan-amerikalı yazar adayı arturo bandini'nin hayatını okuruz. hayatta kalmak için deli gibi mücadele eden ve ilk romanı yayınlanana kadar çok büyük sıkıntılar çeken bir adamdır bandini. ancak camilla ortadan kaybolunca başarının parlak ışığı da birdenbire söner ve bandini, elde etmek için çok mücadele ettiği bu yazarlık hayatını sonsuza dek reddeder. charles bukowski, "fante benim tanrımdı" diyor toza sor'un önsözünde. john fante gerçekten de iyi bir yazar. kendi yaşamından yola çıkarak yazıyor eserlerini. toza sor da yazarlık yaşamının, gençliğinin ilk yıllarını anlattığı dörtlemesinin en tanınmış romanı. toza sor'u okuduğunuzda gerçekçi anlatımı eminim sizleri de etkileyecek ve günün sonunda siz de bukowski'ye hak vereceksiniz.

    6) eski ustalar (1985) - thomas bernhard - 151 sayfa
    "ana babama en ufak bir saygı duymak zorunda değilim, onlar en ufak bir saygıyı hak etmiyorlar, dedi. bana karşı iki suç işlediler, iki ağır suç, dedi, beni yaptılar ve bana baskı yaptılar, beni bana sormadan yaptılar ve beni yapıp dünyaya fırlattıktan sonra bana baskı yaptılar, beni yapma suçunu ve baskı altına alma suçunu işlediler. ve beni ana babanın yapacağı en büyük dikkatsizlikle karanlık çocukluk deliğine ittiler." gazetelerin çıkarcı tutumları, rezil viyana tuvaletleri, yaşam engelleyici öğretmenler, sanat katili sanat tarihçileri, politikacılardan daha yalancı ve insafsız sanatçılar, kitsch kafalı heidegger... thomas bernhard, eski ustalar'ı karşı olmanın doruğundan bildiriyor.

    5) doğruyu söylemek (1983) - michel foucault - 160 sayfa
    foucault'nun california üniversitesi'nde 1983 yılında verdiği seminerlerin notlarından oluşan bu metin, onun düşünce tarihiyle nasıl baş etmeye çalıştığını gözler önüne seren bir çalışma. antik yunan ve latin stoacılarına uzanan bu serüvende foucault, son derece önemli gördüğü bir kavramı, "dürüst konuşma" (parrhesia) kavramını merkeze koyuyor, kavramın geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor. dürüst konuşma kavramının araştırıldığı bu dersler, bizi aynı zamanda foucault'yu daha ilk çalışmalarından itibaren meşgul eden "hakikat" ve "hakikat-özne ilişkisi" meselelerine götürüyor: eski yunan ve roma'da "hakikati dile getirmek" ne demekti? doğruyu söylemenin toplumsal bağlamı nasıl bir dönüşüm gösterdi? apollon figürünün merkezde olduğu bir "hakikat oyunu"ndan, sokrates figürünün merkezde olduğu bir başka hakikat oyununa, yani felsefeye geçilmesi ne anlama geliyordu? bu dönemde insanın hakikatle kurduğu ilişki, kendisiyle kurduğu ilişkiyi nasıl biçimlendirdi? bir yaşam biçimi olarak felsefe burada nasıl bir rol oynadı? tüm bunlar, foucault'nun bu kitapta bulacağınız altı derste son derece açık bir dille cevabını aradığı sorulardan bazılarıdır. doğruyu söylemek, hem foucault'yla tanışmak, hem tarih üzerine çalışmanın yaratıcı bir biçimini görmek, hem de bir filozof ve tarihçinin düşünce tarihinde yaptığı heyecan verici yolculuğa eşlik etmek isteyenler için vazgeçilmez bir kitap.

    4) uyuyan adam (1967) - georges perec - 105 sayfa
    "insanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? ne diye kendinden nefret edesin ki? keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet." georges perec'ten, acı, umut ve doğruluğa dair bir roman.

    3) herr sommer'in öyküsü (1991) - patrick süskind - 96 sayfa
    çağdaş alman edebiyatının önde gelen yazarlarından patrick süskind, bu kitabında, büyümekte olan bir çocuğun gözüyle dünyanın ve insanlığın fotoğrafını çekiyor sanki. bir çocuk, dünyayı ve kendini nasıl tanır? sevgi ve adalet duygusunu nasıl keşfeder? öteki insanlar -ana-baba, ağabey, abla olsalar da- kimlerdir? başkaları cennet midir, yoksa cehennem mi? büyümekte olan bir insanın karşılaştığı engellere karşı gösterdiği, aslında bütün insanlığa yönelik o acımasız tepki. ve ona gereksinim duyulduğunda insanın yardımına koşmayan tanrı. yaşam ve ölüm düşüncesi...

    2) bitik adam (1983) - thomas bernhard - 117 sayfa
    "onu çeken, insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi, insanların kendileri değildi, mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlıyordu, diye düşündüm, insankolikti o, çünkü mutsuzluk özlemi çekiyordu. insan mutsuzluktur, dedi hep diye düşündüm, yalnızca budala olan bunun aksini savunur. doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz, bir tek ölüm kesip atar bunu. bu, hep mutsuzuz demek değildir, mutsuzluk yoluyla mutlu olabiliriz, dedi, diye düşündüm." thomas bernhard'ın son dönem romanlarından bitik adam, "dâhi" glenn gould, goldberg varyasyonları, piyano başında gelen ölüm ve intihar ekseninde sürülen bir iz: "bitik adam" wertheimer'in mutsuzluk coğrafyasında, bernhard anlatımı eşliğinde insanın koyu karanlıklarıyla yüzleşme çağrısı. thomas bernhard, zamana ilişkin gerçekliklerin ötesinde bir saydamlık.

    1) franny ve zooey (1957) - j.d. salinger - 152 sayfa
    glass'lar; öncesi, savaş ve sonrası ile 2. dünya savaşı'nın yaralanmış kuşağının yedi tuhaf kardeşli tipik bir ailesi. ölümler, intiharlar, güvence aranan mistik savruluşlar ve aşklar arasında hayatla yaşanan yüksek voltajlı ve suskun uyumsuzluklar, sessiz çıldırma eşikleri. nicedir bir 20. yüzyıl modern-klasiği olarak anılan 'kırk yıllık suskun' j. d. salinger'dan, hayat üstüne, sanki kendi geleceğini de okuduğu, tedirgin ve de derin iki uzun hikaye.
  • bu başlıkta önceki üç entrymden farklı olarak bu defa beş adet kısa yapıtı birkaç cümlelik naçizane yorumlarımla aşağıya bırakıyorum. bundan sonra beşer adet yorumlayarak paylaşacağım, malum vakitsizlikten dolayı.

    not 1:bu başlıktaki son entrymde olduğu gibi daha önce hiç yazılmamış kitapları listeliyorum. önceki entryleri okumadığımız ya da başlık içinde aratma geleneğimiz olmadığı için aynı kitap belki on defa yazılıyor. ben de son iki entrymden itibaren yalnızca kıyıda kenarda kalmış iyi kitapları bu başlığa ekliyorum.

    not 2: kitaplar rastgele sıralanmıştır.

    not 3: önceki entrym için #52889540

    1 - uykuda sevilen kızlar: nobel edebiyat ödüllü japon yazar yasunari kawabata'nın en önemli kitaplarından biri. başta gabriel garcia marquez olmak üzere pek çok yazarı derinden etkileyen bir konu ve üslubun hakim olduğu bu kısa romanında kawabata, sıra dışı bir genelevde yaşlı bir adamın başından geçenleri psikolojik derinliğiyle ele alıyor.

    2 - kuzeye göç mevsimi: sudanlı yazar tayep salah'ın ve aynı zamanda afrika edebiyatının başyapıtlarından biri. büyük yazarlara sorularak oluşturulmuş ankette, gelmiş geçmiş en iyi 100 yapıt listesinde görünce merak edip okumuştum bu kitabı. aynı zamanda arap edebiyatının da en önemli romanı sayılır. yıllarca ingiltere'de okuduktan sonra ülkesine geri dönen zeki ve yakışıklı bir adamın gizemli hikayesine odaklanan bu kitabında salah sömürgecilik, geri kalmışlık ve geleneksel değerler üzerinden evrensel mesajlar veriyor.

    3 - raşomon ve diğer öyküler: japon edebiyatının kilit isimlerinden sayılan akutagawa'nın en önemli öykü kitabı. kitabın kendisinden ziyade akira kurosawa'nın film uyarlamasıyla iyice popüler olan bu kitaptaki öykülerde akutagawa hümanizm, gerçeklik ve insan doğası üstüne düşündürüyor. bu arada kurosawa'nın film uyarlaması aslında bu kitaptaki "raşomon" ve "çalılıklar arasında" adlı iki öykünün birleştirilmesinden geliyor. bu da kurosawa zekası üstüne sağlam bir ipucu veriyor.

    4 - borges ve ben: yüzyılımızın en önemli yaratıcılarından jorge luis borges'in az bilinen leziz öyküsü. yalnızca bu öyküsü bile onun zekasına ve öyküleme yeteneğine hayran olmak için kafi. bu öyküsünde borges, kendisini bir öykü kahramanı olarak düşler ve parçalar. çocukluğundan, yazarlık sürecinden ve genel itibariyle dünya halinden alaylı bir dille bahseder. sarkastik üslubun zirve eserlerinden biri benim gözümde.

    5 - düşkaçıran: günümüzün en önemli öykücülerinden biri (bence en iyisi) olan cemil kavukçu'nun gerçekle gerçeküstü arasında gidip gelen öykü kitabı. aslında daha çok kırsal kesimi, kasabaları, "küçük insanları" yapıtlarında işleyen kavukçu, bu kitabında latin amerika diyarlarına yelken açıyor ve çoğunlukla orada rastladığımız büyülü gerçekçi öyküleri dilimizde var ediyor. kanımca öykücülüğümüzün yüz akı kitaplarından biri.
  • daha önceki entrylerimde* *olduğu gibi 200 sayfa civarı, bu başlıkta daha önce yazılmamış ya da az yazılmış ufku 2 katına çıkaran kitapları topladım:
    >> insan doğası üzerine - arthur schopenhauer - 95 sayfa:

    kant'ın en değer verdiği öğrencisi ve nietzsche düşünüşünün şekillenmesinde önemli bir faktör olan arthur schopenhauer; bu denemesinde insan tabiatına kötümser bir bakış sunuyor. çünkü schopenhauer, arzunun insanı acıya götürdüğünü ve geçici de olsa bir rahatlamaya giden tek yolun arzularımızdan vazgeçmek olduğunu savunan bir budistin gözleriyle bakıyor yaşama.

    >> poetika - aristoteles - 120 sayfa:

    poetika; platon'un akademia'sında yirmi yıl boyunca ünlü filozofun öğrencisi olan antik yunan felsefesinin en önemli düşünürlerinden aristoteles'in sanat üstüne kaleme almış olduğu bir başyapıt.

    >> deliliğe övgü - desiderius erasmus - 152 sayfa:

    gülmece türündeki bu kitapta egemen olan iki temel görüş vardır. bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. deliliği konuşturma kisvesi altında erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. kitap, çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur.

    >> demian - herman hesse - 200 sayfa:

    kitap 10 yaşındaki emil sinclair'ın; korkmadan sürüden ayrılarak, vasatın ötesine geçerek kendini bulma hikayesi üzerinden insanın en zorlu yolculuğu olan kendi içinde kendini bulmaya yönelik yolculuğu anlatıyor.

    >> yürümek - henry david thoreau - 88 sayfa:

    bu kitap, yürümenin felsefesi üzerine bir ders. yürüyüşü fiziksel bir eylemden çok soylu bir sanat, kişinin içsel dünyasında gerçekleştirdiği yabanıl bir gezinti olarak nitelendiren yazar, bir yandan da kapitalizmin “medenileştirdiği” insanların doğayla ilişkilerine keskin eleştiriler yöneltiyor. doğanın donanımlı, tarafsız bir öğretmene dönüştüğü bu metinlerde okuru dingin bir kış sabahına uyandırıp bir kutup gününde ormanın içinden, donmuş nehirlere, kuytu vadilere, buz tutmuş çayırlara, düşman filolarıyla çarpışan aya, kısacası kendi deyimiyle “ilkel bir çağın saflığı”na doğru bir gezintiye çıkarıyor.

    >> yavaşlık - milan kundera - 176 sayfa:

    yavaşlık, birbirinden kopuk gibi görünen hikayelerin, birbirleriyle buluşması üzerinden gelişerek ahenkle yazılmış bir kitap. günümüzde çevremizde kabul görebilmek için takındığımız sahte, bize ait olmayan tavırlar, teknolojinin gelişmesi ve teknolojiyi kullanımımızın bizi kendi varoluşumuzdan uzaklaştırıp bir politikacı bir yalancı haline getirmesi işleniyor kitapta.

    >> çürümenin kitabı - emil michen cioran - 192 sayfa:

    kitap 200 sayfa bile olmamasına rağmen çok derin bir kitap ve yavaş yavaş okunması gerekiyor. hayatın içinde yer alan bütün duygulara sarsıcı bir şekilde değiniliyor kitapta.

    >> >> pedro paramo - juan rulfo - 128 sayfa

    birçok güney amerikalı yazara ilham kaynağı olan bu eserde juan rulfo; meksika devrimini,kırsal kesimde yaşanan şiddeti,ahlaki çöküşü, ölümü… duru ve çarpıcı bir dille anlatmış. gabriel garcía márquez'in kendisine göre ise yüzyıllık yalnızlık'ın yolunu döşeyen garip, parçalanmış hayalet hikayesi, ancak kendi başına esrarengiz bir başyapıt.

    >> mutluluğun kazanılması - farabi - 88 sayfa:

    mutluluğun kazanılması öncelikle insanların her iki dünyada mutluluğu kazanmalarına aracı olan insani şeyleri, yani teorik erdem, fikrî erdem, ahlâki erdem ve pratik sanatları tanımlar.

    >> çivisi çıkmış dünya - amin maalouf - 218 sayfa:

    daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığımız maalouf, bu eserinde “medeniyetler çatışması” adı altında kuramsallaşıp yasallaşan ve dünyadaki bütün kültürler ve halklar için felakete yol açacak olan politikaları eleştiriyor.

    >> göğü delen adam - erich scheurmann - 112 sayfa:

    erich scheurmann'ın gerçek bir hikayeden esinlenerek yazdığı kitapta samoa yerlilerinin avrupalı beyaz insanların giyinme alışkanlıklarından, zamanlarını nasıl harcadıklarına, para tutkusundan günlük hayatta yaptıklarına dair düşünceleri yer alır ve okurların bunlara çok farklı bir şekilde bakmalarına neden olur.

    >> ermiş - halil cibran - 55 sayfa:

    şairane bir üslupla kaleme alınmış felsefi, ruhani ve ilham verici denemeler bütünü olan ermiş; el mustafa isimli bilge bir adamın yirmi altı bölümde anlattığı aşk, evlilik, suç, ölüm, güzellik ve daha pek çok konudaki nasihatlerinden oluşur. ermiş, 100'den fazla dile çevrilerek dünya edebiyatı tarihinde en fazla çevrilen kitaplardan biri aynı zamanda.

    >> tembellik hakkı - paul lafargue - 112 sayfa:

    tembellik hakkı, çalışmanın sarsılmaz bir değer haline getirildiği toplumlara bir eleştiri sunuyor; tembelliğin bir başıboşluk olmadığını öne sürerken, ütopik özleminin odağına özgürlüğü koyuyor: insanlığın kadim özlemi olarak zorunlulukların alt edildiği, insanın kendini tekrar bulduğu, özel mülkiyet hapishanesinin duvarlarının yıkıldığı, devletin ve diğer baskı araçlarının ortadan kalktığı bir toplumsal ve bireysel varoluşa işaret ediyor.

    >> mutlu yaşam üzerine ve yaşamın kısalığı üzerine - seneca - 80 sayfa:

    bu kitabında seneca, doğaya uyumlu yaşama mecburiyetini çeşitli açılardan ve yaşadığı dönemden örnekler vererek ele alıyor. ilham verici bu iki metin, stoacılığın roma döneminde nasıl bir yaşam anlayışı olduğuna dair soruların yanıtlarını da barındırıyor.

    >> uzak tepeler - kazuo ishiguro - 164 sayfa:

    japon asıllı ingiliz yazar ishiguro; ilk romanı uzak tepeler'de büyük toplumsal dönüşümlerin bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini, görev duygusu ile özgürlük arzusu arasındaki çatışmayı ve modern çağda kimlik arayışını ustalıkla anlatıyor.

    >> bir son duygusu - julian barnes - 160 sayfa:

    julian barnes'a anglosakson dünyasının nobeli sayılan the man booker 2011 ödülünü kazandırmış olan bir son duygusu; belleğin sonsuz değişkenliği, geçmişi yeniden inşa etmek denilen o devasa insanî tutku, iyi bir hayat yaşamanın ne olduğu ve her şeyden önce de hayatın anlamı üzerine kaleme alınmış incelikli, sorgulayıcı bir ustalık romanı.

    >> insan nedir - mark twain- 136 sayfa:

    insan nedir?de twain, bilinen öykücü tarzının dışına çıkıyor ve insanın kendi kendisini sorgulamasına yol açacak çarpıcı fikirleri sohbet havasında ortaya koyuyor.
hesabın var mı? giriş yap