• sözün sahibine gelişine gidişine vurmadan önce, neden ve neye dayanarak söylendiğinin de düşünülmesi gereken söz.

    leibniz ne "gezdim gördüm evreni bundan iyi yok walla" demektedir, ne de "savaş mavaş yok kardeşim, kimse acı çekmiyor, dövünmeyin bundan iyisi olmaz" demektedir.

    onun dediği tek şey şudur;

    eğer bir tanrı'nın varlığını kabul edersek, ve o tanrı tam mükemmel, en kusursuz ve eksiksiz olan, tam iyi olan varlıksa ve içinde yaşadığımız dünya da onun yaratımıysa, o zaman, tanrı'nın tanımı gereği ve zorunlulukla, bu dünya olası olanlar içerisindekilerin en iyisi olmak zorundadır. zira tanrı "eksik" ya da olduğundan "daha iyi" olabilecek şeyler yapmaz/yapamaz. eğer öyle olsaydı, o "mükemmel ve sonsuz iyi olan" olamazdı.

    şimdi adamın akıl yürütmesine diyeceği olan varsa ayrıca tartışsın, ama insanlığın gördüğü en büyük dehalardan birini dangalak yerine koymadan önce iki kere düşünmek gerektiğini de kimse unutmasın.
  • "mümkün dünyaların en iyisinde yaşıyoruz" diye çevrilse sanki daha şık olacak ifade. hem bu haliyle turgut uyar'ın "bütün mümkünlerin kıyısında" dizesiyle de kardeş olur; ne güzel olur. sonra behçet aysan gelir bu ifadeye dudak büker ve "yok başka bir cehennem yaşıyorsunuz işte" der, kafalar karışır. ne kafaları karıştırmak ne de enseyi karartmak lazımdır. son olarak bertolt brecht'i dinleyerek bu gereksiz yere uzamış entry'i sonlandırmak elzemdir; "umut çelişkilerde" değil midir?
  • marx dayı benzer $ekilde; "tarihte her ne olmu$sa ba$ka türlü olamayacağı için öyle olmu$tur" demiştir.
    hatta tam olarak nasil dedigine bakayim derken gördüm ki engin ardic daha gecen hafta yazmi$ ayni $eyi..

    bak engin;
    dedigimi deme killi parmagimi yeme! ben cali$tigin gazetedeki ofis boy'a benzemem, bo$lugunu alirim!
    tamam mi engin?
    hadi bakiyim engin.
  • [aslında sözlükte ne zor (!) böylesine yazmak, " 'her şeyin ilki bizdedir, ilk olan biziz, herkes bizden aldı' imza: bir müslüman, bir türk" niyetinde değilim. o yüzden daha şimdiden, başlangıçta uyarıyorum; bu entiride pek önemsenmeyecektir ideolojik tavır, eldeki verileri neyse ona sarılacaktır sözlük yazarı. yanlış anlaşılma korkusu da yaşamayacaktır bu yüzden, gönlü her zaman olduğu gibi yine rahat olacaktır.]

    yeniçağ filozofu leibniz (1646-1716) diyordu ki; "mümkün olan alemlerin en mükemmelinde, her şey en iyi şekildedir / le tout est pour le mieux, dans le meilleur des mondes possibles" (ya da ekşi sözlük'te geçtiğince: "olabilecek dunyalarin en iyisinde yasiyoruz")1 islam filozofu gazali (1058-1111) ise 600 sene önce şöyle diyordu: "bu olan'dan (kainattan) daha güzeli (mükemmeli) mümkün değildir / leyse fil-imkan, ebdaa mimma kan"2

    şimdi bu kadarlık bilgiyle her iki filozofun da tesadüf eseri aynı sonuca ufak tefek "yaklaşık" farklılıklarla ulaşmış olması söz konusu değildir, en azından benim felsefenin içinde kaskatı, parçalanmaz olarak gördüğüm ve anladığım gidimlilik ilkesinin aslında böylesi tesadüflere izin vermeyeceği açıktır -gazali'nin batıda (latince olarak) algazel ismiyle anılıp, bol bol okunması verisi dışında-, hatta felsefenin sine qua non kuralları varsa, içinde mutlaka bu gidimlilik olmak durumundadır. o halde leibniz'in bir şekilde gazali okumuş olduğunu söylemek mümkündür, ama şu da olabilir; okumamıştır da, onun batıda bıraktığı ekol etkisinin altında bir şekilde dolaylı yoldan da olsa gazali'nin ışığını bu ifadesiyle yansıtmış da olabilir. aslına bakılırsa bunca lafı boşuna ediyorum, zira felsefenin ana problemleri içinde, benim anladığım kadarıyla; kimin kimden ne kadar etkilendiği yoktur, o bu ilmin istatistik ve magazinel bölümüdür; ha tatlıdır bu ifadeler, leibniz'in bir ifadesini burada olduğu gibi gazali'ye çentiklemek ya da nietzsche'nin herakleitos yoldaşlığını belli bir liriklikle sunmak ya da şu an onlarca video içeren arşivim içinde hangisinde olduğunu bilmediğim bir tanesinde hiristiyanlık felsefesinin kurtuluşunun aslında bir yahudi ile bir müslümanın sayesinde gerçekleştiğini ifade eden niyazi öktem hocanın kendine has kıkır kıkır gülüşü. (söz konusu videoyu youtube'a atmış olabilirim, zamanınız varsa şuraya bkz: http://www.youtube.com/…teoman duralı&search=search )

    tekrar döneyim konumuza; leibniz'in başlıktaki ifadesini gazali'nin döllemiş olabileceği ihtimalini önemli ölçüde pozitif karşıladığımı söylemeliyim, yukarıdaki gidimlilik gerekçemden ötürü, bunun yanında başlıktaki ifadenin theodicy kapsamında (ki şu bilgi theodicy'nin önemini ortaya koyar; ifade iki kelimenin birleşiminden oluşmuştur: theos+dike yani tanrı+adalet3) incelenmesi gerekir yani tanrının adaleti ve kötülük problemi çerçevesinde leibiz bu ifadeyi ortaya koymuştur, bu aslında ibrahim'in dininin bir savunmasıdır. en basit şekilde söylersek; bir müslüman da, bir hiristiyan da başlıktaki ifadeden ötürü samimi bir dindarı haklı çıkarabilir, çünkü ifade kötülük probleminin çözümünü verir bize. tekrar ediyorum bu çözüm, ibrahim'in dinine yöneliktir, çünkü tanrı hem iyiliklerden hem de kötülüklerden sorumludur. yine jolley'de geçtiğince 4 voltaire'in candide'de harap etmiş olduğu leibniz'in "olabilecek dünyaların en iyisi" tezinin aslında insanın mutluluklarıyla bir alakası yoktur. bu bütünüyle büyük günahla alakalıdır (batılılar buna cardinal sin diyorlar). şimdi bütün bunları niçin söylüyorum, çok ilginç ya gazali aynı ifadeyi 600 sene önce ne için sarfediyordu sanıyorsunuz? o da tanrısal adalet anlayışı çerçevesinde adını theodicy koymadan ortaya sunmuyor muydu?

    (biraz uzun bir alıntı olacak ama kusura bakmayın, kolay kolay başka yerlerde okuyamayacağınız bu önemli gazali metninin bu kısmını parçalayamadım) "..eğer aziz ve celil olan allah, yarattıkların hepsini, onların en akıllısının aklı ve en aliminin ilmiyle yaratsa; nefislerinin taşıyabileceği tüm bilgileri onlar için var etse ve onlar üzerine anlatılamaz derecede hikmet akıtsa; sonra onların hepsinin ilim, hikmet ve aklını bir misli daha artırsa; olayların akıbetlerini onlara açıklasa, melekûtun sırlarını onlara bildirse; lütfunun inceliklerini ve ukubetinin gizliliklerini onlara tanıtsa; hatta bu sayede iyilik ve kötülüğe, fayda ve zarara muttali olsalar; sonra da kendilerine verdiği ilim ve hikmetle, bu âlemi ve melekût âlemini idare etmelerini onlara emretse; onların birbiriyle yardımlaşarak ittifakla yaptıkları idare, allah-u teâlâ'nın dünya ve âhiretteki yaratıkları idare edişinde, bir sivrisineğin kanadı kadar ilave yapmayı da, bir sivrisineğin kanadı kadar eksiltme yapmayı da gerektirmezdi; ne ondan bir zerreyi kaldırır ne de bir zerreyi indirirdi; ne hastalık, kusur, noksanlık, fakirlik, veya zararla imtihan olandan bunları uzaklaştırmayı, ne de sağlık, kusursuzluk, zenginlik ve fayda ile allah'ın nimetlendirdiği kişiden bunları kaldırmayı gerektirirdi.

    aksine, eğer onlar allah-u teâlâ'nın göklerde ve yerde yarattığı her şeye gözlerini çevirseler ve uzun uzadıya bakıp düşünseler, onda hiçbir düzensizlik veya çatlaklık görmezlerdi.

    allah-u teâlâ'nın kulları arasında taksim ettiği rızık, ecel, sevinç, hüzün, acziyet, kudret, iman, küfür, itaat ve günah gibi her şeyin sırf adalet olup, hiçbir adaletsizlik içermediğini, ve tamamen doğru olup, hiçbir yanlışlık bulundurmadığını anlarlardı.

    <hasmet babaoglu tarzi iste buraya dikkat olaylari> gerçekten onun, olması gerektiği biçimde, olması gerektiği gibi ve olması gereken ölçüde zorunlu olarak doğru bir düzen üzere olduğunu; ve ondan daha güzel, daha kusursuz ve daha mükemmelinin asla mümkün olmadığını anlarlardı.

    zira eğer [bu dünyadan daha güzel, daha kusursuz, ve daha mükemmel bir dünya mümkün] olsa da, [allah] onu yaratacak kudreti varken yaratmamış ve böylece lütufkarlığını göstermemiş olsaydı, bu, ilahî cömertliğe aykırı bir cimrilik, ve ilahî adalete aykırı bir zulüm olurdu. eğer [onu yaratmaya] kadir olmasa, bu da uluhiyete aykırı bir acziyyet olurdu.

    belki bu dünyadaki her fakirlik ve zarar, bu dünyada bir noksanlık fakat ahirette bir fazlalıktır. bir şahsa nispetle ahiretteki her noksanlık başka birine nispetle bir nimettir. çünkü gece olmasa gündüzün kıymeti bilinmezdi; hastalık olmasa sağlıklı olanlar sağlığın nasıl bir nimet olduğunu takdir edemezlerdi; cehennem olmasa cennet ehli içinde bulundukları nimetin kadrini bilmezlerdi. hayvanları insanlara feda edip, onları kesmeye insanları musallat etmek bir zulüm olmayıp, kâmili nakıs üzerine takdim bakımından bir adalet olduğu gibi, cehennem halkının azabı artırılırken cennet ehlinin nimetlerini büyütmek, küfür ehlini iman ehline feda ederek cehenneme koymak ta aynı şekilde adalettir.

    eksik olan yaratılmasa mükemmel olan bilinmezdi. çünkü eksiklik ve mükemmellik birbirine nispetle belli olur. ilâhî cömertlik ve hikmetin gereği, eksik ve mükemmel olanın birlikte yaratılmasıdır.

    hayatı kurtarmak için kangren olan eli kesmek adalet olduğu gibi - çünkü bu, noksan olanı feda ederek kamil olanı kurtarmaktır - dünya ve ahiretteki kısmetlerinde yaratılmışlar arasındaki farklılıklar da aynı şekilde adalettir. bunların hepsi kendisinde hiçbir adaletsizlik olmayan bir adalettir, ve hiçbir yanlışlık içermeyen bir doğruluktur.

    bu da etrafı geniş, dalgaları sert, genişlikte tevhid denizine yakın başka bir denizdir. bunun derinliğini bilmeyen birçok grup bu denizde boğulmuştur; bu derinliği ancak alimler bilir. işte bu denizin arkasında çoklarının hayret ettiği ve mükaşefe ehlinin açıklamada bulunmaktan men edildiği kader sırrı vardır.

    hasılı, iyilik ve kötülük takdir edilmiştir ilahi irade ile takdir edilen her şeyin meydana gelmesi zorunludur. onun hükmünü reddedecek, kaza ve kaderini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. aksine küçük büyük her şey yazılmıştır, ve bu bilinen ve beklenen takdire göre meydana gelecektir. sana isabet eden, etmeyecek değildi; isabet etmeyen de, edecek değildi."5

    ibrahim'in dininin temel niteliğinin, evreni hiçten yaratan yani creatio ex nihilo hikayesini kullarına kabul ettiren, bunu yapmakta da kendi omnipotens yani kadir-i mutlak varlığı açısından zorunlu olan tek tanrının creatio continua'dan farklı olarak "ben hiçten yarattım, o halde ne varsa benden sorumludur, benden sorumlu olanın da bir şekilde açıklaması olmak zorundadır" anlayışından dolayı (örn. kötülük dünyanın güzelliği için zorunludur/#10889927) evren mükemmel olmak zorundadır, öyle değilse bile bana kalırsa, öyle inanılmak zorundadır, bana kalırsa gerek gazali'nin gerekse leibniz'in aynı sonuca varmasının sebebi de budur (dediğim gibi leibniz, gazali'den doğrudan kopyala yapıştır yapmış olabilir, ya da bunun adını dolaylı etkileşim de koyabiliriz, felsefe bundan gocunmaz diye biliyorum) sonuçta ibrahim'in dininin en temel esasını yani "ben hiçten yarattım" 'ın yine bir meşruiyete oturtulmasıyla karşı karşıyayız, inanırsınız, inanmazsınız, sizin probleminiz.

    notlar:

    1- adolphe franck, dictionnaire des sciences philosophiques, p. 492, l. hachette 1849.
    2- yolu bir zamanlar istanbul üniversitesi felsefe bölümüne düşmüş olan (hayatımın anlamı da buraya düşmüş ;) ) nihat keklik hocamızın de belirttiği gibi ibn'ül-arabi (1165-1240) tarafından da bu ifade benimsenerek tekrarlanmaktadır. bkz. futuhat, 1/289; 1/577; 2/384; 2/439; 3/12; n. keklik, türk islam felsefesi açısından felsefenin ilkeleri, sf. 175-176.
    3- nicholas jolley, leibniz, p.155, routledge.
    4- n. jolley, a.y., p.155-156.
    5- gazalî, ihyau ulûmi'd-dîn, dâru'r-reyyân, kahire, 1987, c.4, s.274-275 (çev. cafer sadık yaran); c.s. yaran, din felsefesi, sf. 131-133, etüt yay.
  • " eğer evrenin düzenini yeterince anlasaydık; onu olduğundan daha iyi yapmanın olanaksız olduğunu bulurduk.." leibnz
  • aslında şahsımın da bir kaç sene önce, şu leibniz dürzüsünden haberi olmaksızın, üzerinde kısaca düşünüp ilahi bir formüle dayandırarak açıklamaya bağladığı teoridir;

    şöyle ki; hayatta pek çok şey (bir çok etmeni ihmal etmek kaydıyla - yuvarlak olarak da olsa) bir formüle bağlanabilir. mesela yaprağına vuran güneş ışığı miktarı artan bitkilerin fotosentez oranı da bir formüle bağlı olarak artar.

    peki bunu mutluluğa uyarlamaya çalışalım. mesela bir insanı seven kişi sayısı ne kadar fazlaysa o insan o kadar mutlu olur [atıyorum; f(mutluluk) = karekök (seven insan sayısı) ], ya da diyelim ki sevmediğimiz bir insan ne kadar mutsuz olursa biz de o kadar mutlu oluruz [ f(mutluluk) = (mevcut mutluluk) + (sevmediğimiz insanın mutsuzluğu)/10) ] fakat tabi bu mutluluk formülünde bir insanın mutluluğunun değerlendirilebilmesi için sayısız adet çarpan var ve bunu herhangi bir insan beyninin veya bilgisayarın bırakın hesaplamayı, formüle etmesi bile imkansızdır.

    şimdi "olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyor olabilme ihtimalimiz" nereden çıkmaktadır?

    gördüğümüz gibi bir insanı mutlu eden bir etmen diğer bir insanı mutsuz edebilmektedir. mesela kar yağması beni çok mutlu edebilir, ama hemen bizim apartmanın dibindeki parkta yatmakta olan evsiz için bu bir felakettir. şimdi bu durumda (elinde bir uzaktan kumanda misali herşeyi kontrol ettiğini varsaydığımız) tanrı ne yapmalıdır? beni mutlu etmek için kar mı yağdırmalıdır? yoksa kapıdaki evsizi mutlu etmek için güneş mi açtırmalıdır?

    işte bu durumda tanrının onmilyortrilyonlarca adet çarpanı olan denklemi devreye girer. tanrının sürekli hesap yapmakta olan hesap makinesi, dünya üzerinde o an için erişilebilecek optimum toplam mutluluk değerini hesaplar. tanrı da çıkan sonuçlara göre optimum mutluluğu sağlayacak emirleri verir.

    aslında garip bir teori. kendim bile inanmasam da ilginç buluyorum; zira kanıtlanması da çürütülmesi de imkansız.

    üstelik insan bir yandan da teselli bulabiliyor. ey mahlukat; mutsuzsun diye üzülme! senin mutsuzluğun sayesinde başka biri mutlu oluyor.

    peki* olabilecek dünyaların en iyisinde mi yaşıyoruz? peh. böylesi pollyanna'nın bile aklına gelmemişti...
  • (bkz: hadi len)
  • hayalgücünden nasibini almamış insan önermesi.
  • voltaire'in candide'inde pangloss tarafından sık sık tekrarlanan ve bir zaman sonra insana "eee..bokunu cıkardı artık" dedirten cumle..

    candide:30 bin sopa yedim belime..
    pangloss:iyi tarafından bakmaya calı$..olabilecek dunyalarin en iyisinde yasiyoruz..

    (bkz: bi siktir git cay koy ya)
hesabın var mı? giriş yap