• robert michels tarafindan 1911 yilinda ortaya atilan tez. bu teze gore, amaci veya yontemleri ne olursa olsun, bir sistemdeki birey sayisi belli bir miktarin uzerine ciktiginda, bireyler arasinda iletisim sorunlari yasanmaya baslayacak, bu sorunun ustesinden gelinmek uzere gruplar olusturuldugunda ise gruplarin kendi arasindaki iletisim mekanizmasi, burokrasiyi doguracak, burokrasinin guclenmesi de oligarsiyi getirecektir. gruplar arasinda iletisimi saglayan ve karar ve kontrol mekanizmasini isleten zumre bir sure sonra kendilerini olduklarindan daha yetkin ve temsil ettiklerinden daha seckin, feda edilemez gorecekler, ve hakim elit zumreyi hayata gecireceklerdir. yine michels'a gore, demokrasi ile burokrasi bir arada bulunamaz ve isleyemez. kendisi, oligarsiye tedbir olarak, degisken hiyerarsik sistemi, liderlere mutlak guc verilmemesini ve her daim liderlerle digerleri arasinda acik iletisim hattinin tutulmasini onermistir.
  • insanların üst düzey bir bilinç seviyesine gelemeyeceğini varsayarsak geçerliliğini ilelebet sürdürebilecekmiş gibi gözüken yasadır.

    demokrasiyi işleten kurumlar ve bu kurumların işleyiş mevzuatları büyüdükçe karmaşıklaşacak, karmaşıklaştıkça şeffaflıkları ortadan kalkacak, mekanizma sadece o kurumlarda çalışanların bilip hakim olduğu yöntemlerle işlemeye doğru gidecektir. bu karmaşıklık dolayısı ile kurum yöneticileri, yürüttükleri karar mekanizmalarını istedikleri şekilde çalıştırabilecek, bu çalışmada nihayetinde o yöneticilerin ve çevresindekilerin lehine sonuçlar vermeye başlayacaktır. ama asıl sorun bu kurumların birbirleriyle olan haberleşmelerini, iletişimlerini ve beraber karar verilecek hususlarını organize eden bir üst kurumun varlığıyla ortaya çıkar. işte oligarşi, kurumları birbirine bağlayan bu üst kurumun yöneticilerinin kendilerini gördükleri yerle vücut bulur. görüldüğü gibi piramitsel bir hiyerarşik yapıda bürokrasi demokrasinin kurumlarını önce kendi içlerinde ufak oligarşik yapılara dönüştürmekte, arkasından demokrasiyide oligarşik bir yapının ortasında bırakmaktadır.

    işte burada insan faktörü başrole çıkıyor. teorik olarak, demokrasiyi oluşturan grubun nüfusu ne kadar artarsa artsın, kurumların işleyişleri ve birbirleri ile olan iletişimleri ne kadar karmaşıklaşırsa karmaşıklaşsın, düzgün planlanmış bir sistem ve bu sisteme tamamen uyan insanlar -ki egolarından sıyrılmış, dark side'a geçmesi mümkün olmayan, elde ettiği gücün ve mevkinin delisi olmayacak olan insanlar bunlar- varolabilirse bürokrasi ile demokrasinin uyumu herkesi müreffeh yarınlara götürecektir. ama işte o olmuyor. beraber karar vermenin mümkün olmadığı büyüklükteki yapılarda birilerine karar verme yetkisini verdiğiniz anda o yetkiyi kullanmaya başlayan insanların şirazesi kayıyor.

    robert michels bunun çözümü olabilecek tırı vırı birşeyler önermiş ama, söylediği şeylerin teoride kalacağına inancının tam olduğunu ben 95 sene sonra bile burdan hissediyorum. rahat uyu robert, ruhun şad olsun. seni anlıyoruz.
  • nerde çokluk orda bokluk olarak tanımlanan durumdur.
  • oligarşinin bükülmez/demirden yasası (orijinal kavram: the iron law of oligarchy) olarak da birtakım eserlerde kullanımı yer alan ve kavram kaynağı roberto michels olan sosyal-siyasal ilişkilere dair varsayımsal bir yasadır/açıklayıcı kavramdır/tespittir.
  • pek ünlü sayılmayan, siyasetbilimci ve sosyologların tanıdığı alman sosyolog robert michels’e ait olan bu tanımlama, ülkemizde sol politik kültürde ve politika üreten merkezlerde first sakız tadında çokça çiğnenen bir “moda” deyimdir. michels’e göre modern toplumlarda bireyin her türlü hakkını ve özgürlüklerini koruma altına alması onun örgütlenmesi şartına bağlıdır. ancak bu örgütlü bireyi, bir handikap bekler o da örgütün bürokratik merkezinin oligarklarını yaratması sürecidir. 1900lerin başında geliştirdiği kavramı michels, alman sosyal demokrat parti (spd) üzerindeki ampirik(deneye ve gözleme dayalı bilgi anlamında) verilere dayandırır. sdp’li dostlarım kızmasın harflerin yerinin değişik olduğunu hatırlatmak isterim, değişik olan bir başka durum da almanlar’ınki sosyal demokrat, bizimki komünist bir partidir.”oligarşinin tunç yasası” tanımlamasını siz istediğiniz merkeziyetçi yapı,kurum yada politik örgüte uygulayabilirsiniz.bunu yapmamanız için hiçbir neden yoktur.

    örneğin türkiye’de akp;mhp,chp örgütlenmelerinin oligarklarını doğurduğunu bu oligarkların da “seçimle gelen krallar” gibi yaşadığını iddia edebilirsiniz, ki son tahlilde haklı da çıkarsınız.sosyal bilimleri düşünmek üzerine kafa yoran bir kardeşiniz olarak bu oligarkların bizim anlı şanlı sosyalist partilerimizde de olduğunu söylememe de itiraz etmeyiniz bu durumda.bürokrasi diğer alman m.weber için bir kurtuluş aracı olarak görülebilir belki ama, kuramı üzerinden yüzyıldan fazla geçtikten sonra, gerek kapitalist toplum örgütlenmelerinde gerekse de “sosyalist/sol” blokta da michels’in oligarklarının işbaşı yaptığını ve hatta fazla mesaiye kaldığını bile söyleyebiliriz.bir de italyan var bizim doktor gibi hapisaneden defter çiziktiren, yazıp çizdiği hapishane defterleri ahlaklı dünya komünistlerine rehber olan italyan komünist antonio gramsci. italyan’a göre ortaya çıkması muhtemel oligarklara karşı en büyük tedbir, sınıfın kendi aydınlarını yaratması ve onları “organik aydın pazarı”nda dünya halklarına sunmasıdır.daha önceki yazılarımda sözünü ettiğim “egemenin dili ve edebiyatı” perspektifine geri dönersek,işte benim bahsettiğim bu egemen bağış yapan fitre zekatçı egemen değil, ona karşı çıkan örgüt ve yapılanmaların da bir zaman sonra kendi oligarklarıyla kitlesi arasında kopukluk yaratan bir dil yaratan ve onun “tunç yasaları”dır.

    ülkemizde adında,ambleminde,sloganında bayrağında sol/sosyalizm/komünizm/iktidar sözcükleri geçen örgütlerin yapılarına baktığımızda her birinin “tunç yasasını” görebilirsiniz. hemen hemen hepsinde “dokunulmazlıklar”ı olan liderler, aydınlar,eli kalem tutan teorisyenler,polemkçiler,dediğim dedikçiler sınıfı vardır.işte bu kendi kitlesine/sınıfına yabancılaşmış “parti öncüleri” bir tür yasa koyucu konumunda kendi iktidar hırslarının peşinde koşan bireylere dönüşmüşlerdir. sınıfından ve halkından kopuk, ama iktidarından kopamayan bir insan türü ile karşı karşıya geliriz. sosyalist iktidar hedefleri yalnızca kendi iktidarları için söz konusu olan bu oligarklar, herkes gider mersine onlar gider tersine deyimini yaşayan ve yaşatan bir güruhtur.örgüt içinde onlar gibi düşünmezseniz her an “hain” olabilirsiniz, örgüt dışından onları eleştiriyorsanız zaten “hain”sinizdir yada yeterince “sosyalist” değilsinizdir.kendi dokunulmazlıkları olduğu gibi “kırmızı çizgileri” de vardır. örneğin patriotları, amerikan askerini,uluslar arası sermayeyi,emperyalizmi eleştirmek onların tekelindedir.yada ideolojik olarak hakkın rahmetine kavuşmuş bir parti adı yüzünden sizi cezalandırmaya kalkabilir sizi düşman ilan edebilirler.bir bakır ve kalay alaşımı olan tunç madeni kadar karmaşık, yada 5000 yıl öncesinden kalmış devirlerini koruma konusunda ısrarlı bu oligarklarla mücadele asıl iktidarla mücadeleden daha zordur.çünkü artık egemenin dili ve tunç yasalarıyla işleyen bu politik örgütlenmeleri “gerçek sınıf önderleri”nden ayırmak için kullanılacak metodoloji maalesef ülkemizde henüz icad edilmemiştir.

    icadının gecikmesinin sebebi herkesin durumdan memnun olması da olabilir, bu oligarkların zaten bir avuç olan ülke emekçilerini, sosyalistlerini örgüt içinde öğütmeleri de olabilir. değirmene karşı savaşan don kişot nerede, o değirmende bir buğday tanesi gibi ezilip un ufak olan emekçi sınıfları nerede? soru sormaya buradan başlarsak oligarkı yerinden etmenin yolu ve yöntemi için doğru bir noktayı yakalamış sayılırız…değirmene düşmemiş kardeşlerime selamlar saygılar…
  • daron acemoğlu, "ulusların düşüşü" kitabında bu yasayı etiyopya üzerinden anlatmıştır. mevcut imparatoru devirerek yerine geçen marksist biri olan mengistu ilk başta sosyalist bir devlet oluşturacağını söylese de elinde geçirdiği güç tarafından zehirlenip eski düzeni bir imparator gibi davranarak devam ettirmiştir. yani bu tip sistemlerde bir kısır döngü oluşur ve gücü ele geçirenler devrim vaat etseler bile eski kurumları ve sistemleri koruma eğilimi gösterirler.
  • alman sosyal demokrat partisi ile bazı sendikaların içsel yapılarını inceleyen robert michelsin ünlü kuramı .buna göre, örgütler her ne kadar demokratik bir yönetim sergiledikleri iddiasında olsalar da her zaman ve her yerde oligarşi -yani azınlık yönetimi- söz konusudur. diğer bir deyişle örgütler, temsil ettikleri kitlelerden ziyade tepedekilerin ihtiyaçları ile tutkularına hizmet etmektedirler. michels’in kelimeleriyle, “demokrasiden söz eden aslında örgütten, örgütten söz eden de aslında oligarşiden söz etmektedir.”michels’e göre, demokratik rejimlerde bireyler tek başlarına herhangi bir güce sahip değildirler ve sadece örgütler içinde diğer üyelerle bir araya gelerek seslerini duyurabilirler. bu durum özellikle eğitim, maddi imkanlar ve siyasal gücü ele geçirecek bağlantılardan yoksun olan çalışan sınıflar için daha fazla geçerlidir. ancak örgütlerin etkin olabilmeleri de tam gün çalışan personel ile idari kural/ düzenlemeler hiyerarşisine sahip olmalarıyla mümkündür. bu noktada da, resmi görevliler ile örgüt liderleri üzerinden oligarşik eğilimler gün yüzüne çıkmaya başlar.bunun doğal sonucu olarak ortaya çıkan ‘güç tekeli’, temsil edilen kitleler ile tepe yöneticiler/ profesyonel personel arasında dev bir uçurum ve kopma yaşanmasına yol açar.
  • ülkemizde doğruluğunu %100 ortaya koyan kuram.

    fakat daha da kötüsü içine edilen eğitim sistemi yüzünden 20 sene sonra bizi bekleyen cehalet dolu kuşakta karşılaşacağımız kafa yapısı. babalarının “amaan sanki o yiyor da ötekisi yemiyor mu ?” minvalinde ki oligarşiyi hazmetmiş kafa yapısı bu cehalet dolu kuşağa üzerine aristokrasi eklenerek devredilecektir. başkanlık sisteminde babadan oğula devredecekleri yetkileri insanlar doğal karşılayacak, tıpkı içinde bulundukları ama farkında olmadıkları oligarşiyi kanıksadıkları gibi bu aristokrasiyi de kanıksayacaklardır.

    ben çocuğuma, liyakat sözcüğünü hayatında duymamış insanların kullandıkları oylar yüzünden katlandığımız bu günleri veya daha kötüsünü göstermek istemiyorum. görmek zorunda kalsa bile en azından kendi kuşağındaki çocuklar gibi bunu normal sanmasını istemiyorum. biz buna ses çıkarttık çıkarıyoruz çünkü atatürkçü öğretmenler ve sistemle yetiştirildik. ama yeni yetişen nesil bu günlerden kötüsünü bile normal sanabilecek şekilde yetiştiriliyor. bu yüzden çocuğum okula başladığında derslerinin iyi olup olmamasından ziyade okulda nasıl bir zihinsel eğitim aldığına dikkat edeceğim. matematik fizik kimya vs. bilgidir. eğer o dersi kötüyse çalışmayla geçebilir. ama okulda 6 yaşında çocuğunun eline yağlı urgan verilirse ve sen bunu farketmezsen ileride ne kadar çalışırsan çalış düzeltemeyeceğin bir evladın olur.
  • sosyal siyasal yönetimlerin temel işleyişini sorgulayan bir kanundur oligarşinin tunç kanunu..
    robert michels tarafından ortaya atıldıktan sonra birçok alanda kendisinden bahsettirmiştir..

    peki nedir bu kanun??

    michels der ki her iktidar kendisini var etmek ister.. varlığını sürdürmek için sendikalara, bürokratik alt birimlere finans kuruluşlarına nüfuz eder..
    isterse demokratik bir yolla gelmiş olsun.. hiç fark etmez..

    bir hikaye anlatayım size..

    biz üç kişiydik..
    ahmetcan, recephan ve ben..
    ona buna yarandık.. allem ettik kallem ettik girdik bi yerlere..
    karın tokluğuna..
    sonra allah: yürüyün ya kullarım deyince el mahkum dedik biz de yürüdük..

    gücü elimize geçirdik..
    parayı da elimize geçirdik..
    içlerlik?? boru değil hani..
    kaçtık mı denetimden.. kaçtık..
    nüfuz ettik mi her yere.. ettik..

    kalabalığı da sevmezdik hani..
    sıra geldi neye..
    etraftan adam seçmeye.. bize uyanları aldık yanımıza.. uymayanları attık veya tıktık..

    siz adına demokrasi dediniz..
    michels yok dedi.. tek bir zümre var.. bu oligarşidir dedi..

    peki dedik sorun bizde mi yoksa tüm demokrasilerde mi??
    tüm demokrasiler böyledir canısı dedi.. hatta siyasi partiler olarak da düşünme sadece.. sendikalar, örgütler de böyledir dedi..

    çözüm??
    o, elitist demokrasi modeli dedi..
    hmm peki o zaman dedik..
  • alman sosyolog robert michels'in reel demokrasinin zayıf taraflarından birini vurgulayan teorisi.

    robert michels'in bu teorisini kendi ifadeleriyle özetleyebilecek çoğu çalışmada atıf yapılan sözleri :

    "seçilmişlerin seçmenler, vekillerin vekalet verenler, delegelerin delege edenler üzerinde egemenlik kurmasına yol açan örgütün kendisidir. örgütten bahseden gerçekte oligarşiden bahsediyor demektir.” şeklindedir.

    demokrasi nitelik olarak çokluğa ve katılıma vurgu yapsa da, bu sistemin içerisinde söz sahibi olmak örgütlülüğü gerektirir. örgütlerde kendi içerisinde bir düzeni, sistematiği olan bir oluşumdur. bu bağlamda, örgütler belli kişiler (yönetici elit, kurul ya da lider) etrafında şekillenir. bu örgüt içerisindeki bir üye ile yönetim kademesinde tecrübe-bilgiye ulaşma imkanı kolay olan ve örgüt içi maddi-manevi desteğe sahip üyenin farklı olan düşünceleri arasındaki çözüm çoğunlukla 2.lehine sonuçlanır.

    bürokrasi aygıtı içerisinde de var olan bu durumu özellikle ülkemiz örneğinde siyasi partiler üzerinde netlikle görebiliyoruz. bir milletvekili, belli bir seçmen kitlesinin iradesini temsil etmek için seçilirken aslında parti üst yönetiminde alınan kararların haricinde herhangi bir irade gösterememektedir. bu yönüyle temsiliyet kalmamakta bir nevi oligarkların gaspına uğramaktadır.

    mecliste bir yasa tasarısı/teklifi oylanırken aslında parti güdümünde hareket eden milletvekilleri (önceden oy vereceksiniz/vermeyeceksiniz tebliği yapılmış) ve oylamada acaba el kaldırmadı mı diye kontrol eden oligarşinin izlerini görürüz.
hesabın var mı? giriş yap