• loserlık mı diyorlar buna? hayat denen oyunda kaybettiğinin tescillenmesi mi senin için acaba olmak istediği gibi biri olamamak? 3 yaşındakiyken kurduğun itfaiyeci olma hayalinden bahsetmiyorum elbet olmak istediğin gibi biri olamamak derken. şu anda, aklın başındayken olmak istediğin kişiden bahsediyorum. daha sevecen olmak isterdin mesela değil mi? biraz daha canayakın belki. şeytan tüyü var bunda denilsin isterdin. daha çok sevilmek ve daha çok sevmek için belki. sevgisini gösterenlerden olmak isterdin belki. -yapamadığından sana vıcık vıcık gelen sevgi gösterileriyle birilerini şımartmak da isterdin.
    sonra daha güzel olmak isterdin. daha alımlı, daha hoş. şu rita hayword-gilda meselesini duyduğundan beri sonradan kimse hayal kırıklığı yaşamasın diye sürdürdüğün rita taklidini bırakıp biraz da gilda olmak isterdin belki. o kadar uzun zaman rita olmaya alışınca gilda olmak zor gelmesin isterdin. makyaj yapmayı becermek isterdin sonra. o salak eyelinerı düzgün sürmek isterdin. olduğundan daha iyi nasıl görüneceğini bilmek isterdin.
    daha espiritüel olmak isterdin mesela. felsefe, siyaset ya da din konusunda daha çok şey bilmek isterdin sonra. bir müzik aletini iyi şekilde çalmak isteği geçiyor içinden biliyorum odandaki orguna ve gitarına bakarken. sportif bir insan da olmak istiyorsun aslında. ne zaman birreysel bir spor yapsan yenilmekten, takım oyunu oynasan takımın en zayıf halkası olmaktan gına geldi halbuki. hayvanları da sevmek isterdin mesela. oysaki ölesiye korkuyorsun köpeklerden.
    birinin en vazgeçilmezi olmak istiyorsun. oysa o kadar çekilmez bir insansın ki sık sık düşünüyorsun annemle babam bana nasıl katlanıyor diye. eski arkadaşlarla irtibatı koparmak istemiyorsun. oysa öyle yeniksin ki hayata, giriveriyor her şeyle arana. tembelliğe, umursamazlığa, sorumsuzluğa hayat diyorsun.
    eski başarılı günlerini özlüyorsun sonra. nerd olmak özlenir mi? sen özlüyorsun. kendini olmak istediğin gibi biriymiş gibi hissettiğin en son anı özlüyorsun. artık ne o çok ünlü kitabevinden alınmış bir kitap, ne de artık öyle sık uğramadığın o pasajdan alınmış bir kolye seni olmak istediğin biri gibi hissettirmiyor. insanlar nasıl kötü bir insan olmayı başaramadıklarını anlatırken oturup nasıl iyi bir insan olmayı başaramadığını anlatmak istiyorsun. hayatından memnun olmayan ergen entrysi gibi bir entry giriyorsun. kulağında bile o anda duymak istediğin şarkı çalmıyor. değiştirmek için hiçbir şey yapmıyorsun. alışıyorsun olmak istediğin gibi biri olmamaya. sadece alışıyorsun.
  • sizi yalan söylemeye iter. bu yalanlarla itibarınız şu an olduğunuz insandan daha da aşağı seviyelere düşer.

    “insanları genelde yalan söylediklerinde dinlemeyi severim, olmak istedikleri ama olamadıkları insanı anlatırlar."
    yusuf atılgan
  • insanın kendisiyle barisamamasiyla, başkalarına gösterdiği açık gönüllülüğü kendisine gosterememesiyle oluşan durum. sevince geçer. kimi? kendini tabii.
  • hep bir yanı yarım kalmış bir hayatı yaşamaktır.
    içindeki kişiliği yaşayamamaktır, hep bir bahane ile yaşamak istediklerimizi erteleyerek, görmemezlikten gelerek gerçek benliğimizden kopmaktır. birilerinin dayattığı rolleri benimseyerek hayatı oynamaktır. belli bir yaştan sonra geri dönüşü olmayan ve içinden çıkılmaz bozuklukların yükü altında ezilmeyi kabullenmektir. kendinin olmayan yüzleri taşımaktır.
    hep bir özlem ve kendini sürekli sorgulama sebebi olarak hayat boyu insanın içini kemirecek bir pişmanlık olarak var olacaktır.
  • insan evladının değişmez alın yazısıdır.
    cinsini, türünü siktiğimin insan evladı hırslıdır ya... asla olamaz, olduramaz.
  • içinden geleni yaşayamamaktır.
    insanın olmak istediği gibi biri olması kötü sonuçlara varacaksa hele hiç olmaz.
    insan her zaman iyi, başarılı, zeki... biri olmak istemez ki. bazen bunun tam tersi olmak ister, olamaz. sokakta düşüncelere dalmış yürürken bir anda hayal aleminden uyandırıp saati soran adama git başkasına sor len ne biliyim demek, tam tv karşısında kahve keyfi yapmayı planlıyorken gelen misafire s.ktir git almıyom seni eve demek, uykunun en talı yerinde sokakta anırıp uyandıranların tepesine sert cisimler atmak, günde 12-13 saat çalıştığın iş yerinde her gün sabah akşam beraber olduğun iş arkadaşlarına ya bugün sizi göresim sizle muhabbet edesim yok, bana bulaşmayın diyebilmek, canını sıkanlara sabretmeyip her birinin suratına iki tane çakabilmek, kitap okuduğunu gördüğü halde "ayyy bugün hava çok güzellllll" diye böleni ciddi ciddi dövmek, kulaklığı takmış son ses müzik dinlerken sesini duyuramayıp el sallamak suretiyle dikkatini çekip kulaklığı çıkarttırıp sonra da naber diyene yüksek sesle sövmek...
    işte bazen insanın olmak istediği gibi biri böyle biri olabiliyor, kimse inkar etmesin, herkesin içinden gelir bunlar zaman zaman.
  • zaman ve motivasyonla değiştirilebileceğine inandığım döngü.
  • "etkin bir canlı olmayı beceremedim hiç. insanların hiç ıskalamadıklarını ben ıskaladım; ötekilerin olanca doğallığıyla yaptıklarını, ömür boyu bilinçli bir şekilde yapmaya uğraştım. başkalarının neredeyse istemeden elde ettiklerine erişmeyi diledim hep. hayatla benim aramda, baştan beri mat camlar oldu: ne gözümle, ne elimle algıladım onları; ve ne hayatımı yaşadım ne tasarladıklarımı, olmak istediğim kişinin düşüydüm sadece."
    (bkz: fernando pessoa)

    olmak istediğiniz gibi biri olamadınız mı? yalnız değilsiniz.
  • hayatım boyunca, kafelerde oturup kızlı erkekli "bir şeyler" konuşan grubun içindeki elemana imrendim.

    evet, çok basit bir şeydi. kimin kimle birlikte olduğundan, hangi 'hatunun' 'motor' hangisinin 'mal' olduğundan konuşmak, sigara markaları yarıştırmak, hangi mekanın nargilesi daha iyi, nerede bira daha ucuz diye sohbet etmek. ya da bunlar haricinde bir şey yapmak... o adam olarak.

    ama olmadı. bir ara cidden denedim, hatta kendimi bile kandıracak kadar iyi rol yaptım, lakin bir yerden sonra tekrar başladığım yere döndüğümü farkettim. bir sahil kenarında, kimseyi sallamadan gökyüzüne bakarken.

    eğer yeterince uzun süre gökyüzünü izlerse, onu her yerde hissedebiliyordu insan.

    neşeli oldum, konuşkan oldum, elimden geldiğince fikirlerimi bastırdım, güdülerime hakim oldum. toplumun istediği "ideal adam" olmak için bir karakter tasarladım, o oldum. hatta baya baya oldum ben, ama ben olamadım...

    birkaç gün önce yine başa döndüm. pes etmiş bir şekilde nereye ait olduğumu tekrar hissettim. kalabalıktan uzakta, çok da samimi olmadığım iki kadın ve bir kadim dost ile, bir kayanın üzerinde uzanmış, gökyüzünü izler halde...

    zor bir şeydir, insanın olmak istediği kişi olamaması. gökbilimci olmak gibi, zordur. micheal collins olmak gibi, zordur. derbi maçında beşiktaşlı olmak gibi, zordur.

    çünkü bu "olamama" durumu, dış etkenler yüzünden değil de, iç etkenler yüzünden gelişmiştir. sen otobüste koltuğa oturmuş, lakin yaşlı bir hanımefendi ile göz göze gelmişsindir. orada olsan da oraya ait olamamışsındır kısaca.

    ben, bir süre ait olduğum yerde, tanımadığım kadınlar ve birkaç bira eşliğinde sahili izliyor olacağım. umarım sizler de, olmak istediğiniz kişiyi boşverip, oldugunuz kişiyi keşfedersiniz.

    ben, beni tanımaya ve anlamaya zaman harcıyorum son zamanlarda. insan arada kendiyle tanışmalı, kendine zaman ve söz hakkı vermeli. aynı zamanda kendinden ve her şeyden de uzaklaşmalı.

    mesela gök yüzüne bakmalı.

    eğer yeterince uzun süre gökyüzünü izlerse, onu her yerde hissedebiliyordu insan.
  • olmak istediğin biri senin gibi biri olmak istiyorsa kısırdöngünün erke dönergecine evrilmesi an meselesidir.
    başka hayatlar yaşamak ister insan herdaim, yaşadığı hayattan memnun olsun olmasın. karakterindeki eksiklikleri birbaşkasının görece muazzam karakterinden aşırıp gidermek ister zaman zaman. o olmak istediğin birini dışardan tahlil etmek hatta onun yanlışlarını görmeksizin direkt doğrularını (kime göre neye göre?) baz alarak özenmek de bir yere kadar.
hesabın var mı? giriş yap