• bundan 8 yıl önce ölümün bireyin değil geride kalan herkesin başına gelen bir şey olduğunu söylemiştim (bkz: #8231855).

    çoğul dünyalar teorisine göre kainatta mümkün olan her ihtimalin yaşandığı sonsuz sayıda paralel dünya var. bunların bazılarında sapır sapır ölüyoruz. dolayısıyla bilincimiz bir süre sonra daha az sayıda paralel dünyada varlığına devam ediyor. haliyle zaman çizelgesi üzerinde öldüğümüz bir noktadan itibaren bilincimiz varlığını başka bir kainatta sürdürüyor. bu kainatların sayısı azalıyor ama sonsuz kainat olduğundan da hiç bitmiyor. haliyle bana kalırsa hayatımız boyunca aslında çok sık ölüyor ve tam öldüğümüz an ölmediğimiz kainattan devam ediyoruz. dolayısıyla ölen herkes aslında başka bir kainatta yaşamaya devam ediyor ve kainatımızda hayatta olanların tamamı ise başka kainatlarda çoktan ölmüş bile.

    bazı paralel kainatlarda ölümsüzlük keşfediliyor, sağlıklı besleniliyor ve sonsuz paralel kainat olduğundan illa ki birilerinde bilinciniz sonsuza kadar yaşıyor.

    o yüzden 8 yıl önceki iddiam olan ölümün bireyin başına gelmediği savını ileri götürdüm. artık her gece bir şekilde öldüğümü ve sabah yeni bir kainatta uyandığımı düşünüyorum. hayattan yeni bir şans tanınmış gibi daha keyif alıyorum. tavsiye ederim.
  • türkçe'de ölmek anlamına gelen en az 125 değişik ifade vardır:

    1- vefat etmek
    2- rahmetli olmak
    3- göçmek
    4- mevta olmak
    5- gebermek
    6- canı çıkmak
    7- can vermek
    8- hayatını kaybetmek
    9- hakka yürümek
    10- allah'ına kavuşmak
    11- tahtalı köyü boylamak
    12- öbür tarafı boylamak
    13- canından olmak
    14- vadesini doldurmak
    15- hayatı sona ermek
    16- yaşamı solmak
    17- can solmak
    18- canını yitirmek
    19- ebediyete gitmek
    20- ebediyete intikal etmek
    21- hayatından olmak
    22- yaşama gözlerini yummak/kapamak
    23- cennete uçmak
    24- cehennemi boylamak
    25- toprak olmak
    26- ruhunu teslim etmek
    27- yürümek
    28- dünyasını değişmek
    29- hakkın rahmetine kavuşmak
    30- hayata veda etmek
    31- cesedi çıkmak
    32- kefene girmek
    33- toprağa girmek
    34- merhum olmak
    35- dünyadan göçmek
    36- ahirete göç etmek
    37- ahireti boylamak
    38- leşi çıkmak
    39- cennete gitmek
    40- aramızdan ayrılmak
    41- helak olmak
    42- bok yoluna gitmek
    43- nalları dikmek
    44- son nefesini vermek
    45- bağını vermek
    46- kırılmak
    47- defteri dürülmek
    48- yaşamı son bulmak
    49- leşi serilmek
    50- kuş olup uçmak
    51- telef olmak
    52- mort olmak
    53- cavlamak
    54- cavladı çekmek
    55- kakırdamak
    56- mortingen olmak
    57- imam kayığına binmek
    58- emrihak vaki olmak
    59- son yolculuğa çıkmak
    60- iki eli yanına gelmek
    61- darı bekaya irtihal etmek
    62- kalıbı değiştirmek/dinlendirmek
    63- cartayı çekmek
    64- dört kolluya binmek
    65- cızlamı çekmek
    66- kuyruğu titremek
    67- kandilin yağı tükenmek
    68- mortoyu çekmek
    69- can borcunu ödemek
    70- mezara girmek
    71- öbür dünyaya göçmek
    72- eşek cennetini boylamak
    73- son uykusuna yatmak
    74- melek olmak
    75- ecel şerbetini içmek
    76- geçinmek
    77- irtihal etmek
    78- uçmağa varmak
    79- amel defteri kapanmak
    80- gitmek
    81- rahmeti rahmana kavuşmak
    82- tahta ata binmek
    83- emaneti teslim etmek
    84- gelmez yola gitmek
    85- ölmüşlerine kavuşmak
    86- kara yere girmek
    87- niyazi olmak
    88- tahtalı köye muhtar olmak
    89- sırlanmak
    90- ebediyete yürümek
    91- eks olmak
    92- karaltısı kalkmak
    93- kim vurduya gitmek
    94- yalan olmak
    95- ruhunun ufkuna yürümek
    96- sıfırı tüketmek
    97- adres değiştirmek
    98- masada kalmak
    99- can kuşu uçmak
    100- uful etmek
    101- şehadet şerbetini içmek
    102- can rahmet çekmek
    103- kaybetmek
    104- iradesi elinden alınmak
    105- huzura kavuşmak
    106- zıbarmak
    107- teneşire gelmek
    108- boynu altında kalmak
    109- can cesetten uçmak
    110- can bedenden çıkmak
    111- ışığı sönmek
    112- pisi pisine gitmek
    113- azimi darı cenan olmak
    114- mürt olmak
    115- fevt olmak
    116- gümlemek
    117- mevlasını bulmak
    118- ikmali enfası madudei hayat eylemek
    119- ircii emri celiline lebbeykzeni icabet olmak
    120- diyarı ademe gitmek
    121- gürlemek
    122- ömrü ebediyete kavuşmak
    123- küllü nefsün sırrına mahzar olmak
    124- mürgü ruhu ten kafesinden uçmak
    125- uzamak

    kaynak:
    https://twitter.com/…oji/status/1646177159445200898
    https://twitter.com/…oji/status/1389956985567731712
  • kendine ölümlerden ölüm beğenen bir komşumuz vardı vaktiyle, çağan abi. derdi ki, mesele basit: yangında ölmeyim, suda boğulmayım, araba çarpmasın, deprem olmasın, toprak kaymasın, karım çok konuşmasın. (e geriye pek de bi şey kalmıyordu zaten.) o böyle konuşunca kendi sonumu düşünürdüm. hiçbirini konduramazdım kendime. -laf aramızda, belki de ölümsüzümdür deyip çaktırmıyorum da kimseye.

    ölümle burun buruna geldiğim, sıcak nefesini ensemde hissettiğim* birkaç an oldu. ha bunları da, kendim bizzat fark edebilmiş değilim. ölsem haberim olmayacak! birinde babam dedi, "ölüyorduk az daha."; birinde kardeşim (bkz: ana yüreği/@keyfekederolsun); bir diğerinde kaptan.

    ben sizlere bugün sonuncusunu anlatacağım. (bkz: anneye anlatır gibi)

    arkadaşlarla tekne turuna çıkmıştık. sonra ben boğuldufm. :/ anlatamadım galiba.

    arkadaşlarla tekne turuna çıkmıştık. keyifli, güzel bir gündü. maviyle yeşilin buluştuğu, yer yer kucaklaştığı, belki birbirlerine açılacakları, bakarsın büyük bir aşk yaşayacakları o yerlerden biriydi işte. zaten bu koylar niye bu kadar gizemli diye düşünür dururdum ben. bi rahat bırakmadık ki çocukları... neyse, teknemiz açıkta bi yerde demirledi. bir saat mola verdik. sonra devam edeceğiz. o arada arkadaşlarla kıyıya kadar yüzüp gelme yarışı yapalım dedik. her yarışın içindeki ben şunu bunca zaman yazmadım, affedin, küçük bi sorun var: ben yüzme bilmiyorum. ha ama n'aptım? can yeleğimi giydim hoop atlayıverdim denize. deniz böyle dalga görmemiştir lan, ömründe.

    can yeleği bir gerizekalıyı su üstünde tutabilir, ama kıyıya götüremez değil mi? bu sebeple, müsaadenizle kıyıya kadar yüzmüş sayıyorum kendimi. bizimkiler hala şaşkın, tam bir deli olduğumu düşünüyorlar. düşünedursunlar. ben çıkardım can yeleğini, uzandım şezlonga, güneşleniyorum. diyorum huzur bu, cennete de az kalmıştır herhalde, gelince uyandırın... birden bir düdük çalıyor, daha cennette incek var diyemeden teknenin hareket ettiğini görüyoruz. demek ben 45 dakikada anca yüzmüşüm kıyıya, o bi saat nasıl bitiverdi anlamadım. hay allah. arkadaşlar panikle yüzmeye başladılar. en azından tekneye haber verip beni beklemesini sağlayacaklar. ben de usul usul can yeleğimi giyeyim dedim. koca sahilde kimse kalmadı. -ben çıkardıktan sonra can yeleğini benimle dalga geçmek için bizim salih giydiydi. ayarlarını da kendine göre yapmış, ben giyince bana bol geldi, üzerimden düşüyor yelek. şimdi bunla mı uğraşayım dedim, olmamış haliyle girdim suya, bu sefer ben düşüyorum yeleğin içinden. yelek olmadan bir hiçmişim ben. kaybedince anlar ya insan bi şeyleri, ha işte biz birbirimiz için yaratılmışız da sanki, ben bilememişim.

    durum kaptana iletiliyor. tekne bana doğru ilerliyor. bata çıka durduğum sudan beni iki kişi çıkarıyor. ben gülüyorum. kaptan, arkadaşlarımı sorumsuzlukla; arkadaşlarım beni pişkinlikle suçluyor. ben de sırf birilerini suçlamış olmak için salih'i, can yeleğimin ayarlarıyla oynamakla suçluyorum. bi süre konuşmuyorlar benimle. ölmedim ki diyorum, buradayım işte. ölebilirdin diyorlar. sanki her dakika bu ihtimalle yaşamıyormuşuz gibi. ölmezdim diyorum. neden diyorlar? ölmek için fazla komik bir durum bu.
  • şu siyah beyaz türk filmlerinde eski istanbul sahneleri vardır. insanlar sokaklarda yürür, arada sırada kameraya bakarlar. işte orada yaşlı birini görünce tuhaf oluyorum.

    o anda bir bakış. elli yıl ötesine gidiyor. tanımıyorum bu adamları. oysa bu adamlar da yaşadı, bizim gibi, bizim yaşadığımız kadar. artık yoklar. en iyi ihtimalle bir mezar taşının altındalar.

    belki iyi biriydi. belki de nefret ettirdi kendinden. öleyim artık, diye dua etti. belki de ömrünü dolu dolu yaşadı. mutlu oldu. mutsuz öldü. birini sevdi, evlendi, çocuğu oldu. çocuğunu gömdü. döndü dolaştı ve ayhan ışık, sokakta yürürken arkasından kameraya baktı. ''film çekiyor artisler yine'' dedi. böyle mi dedi? evine gitti, eşine gördüğünü anlattı, ya da anlatacak bir eşi olmadığı için ağladı. aklına benim bunları düşüneceğim, burada yazacağım hiç gelmedi. ekşi sözlük, internet?

    elli yıl sonrasına gönderdiği, hiçbir anlamı olmayan ve o andan hemen sonra unuttuğu o bakış.

    ölmek çok acayip ama aslında çok kolay. hiç başınıza geldi mi, bazen serçeler pencere camlarını fark edemez. biz işyerinde kim bilir yine ne kadar boş bir muhabbeti kovalarken ''tok!'' diye bir ses geldi. yumuşak bir şeyin cama çarpma sesi. ürktük. balkonda yerdeki serçeyi gördük. elime aldım. gagası açık, gözleri kapalı. dili görünüyor. karnı o kadar hızlı alcalıp yükseliyordu ki... allah kahretsin, bu hayvan daha otuz saniye önce uçuyordu ve işyerlerinde perde kullanmak gibi bir adet olsaydı ölmeyecekti. aldık, gölge bir yere koyduk bu canı. su vermek istedik, ama boğulur diye cesaret edemedik. öldürsek mi acaba, diye düşündük. onu da beceremedik...

    içeri girdik. herkes sessizleşti. ama hiçbirimiz derin bir his yaşamadı. aksine boşluğu gördük. bu kadar kolay işte. ama o kuş lan işte, diyemedik. can vermekse mesele, işte o da canını veriyordu. yarın değilse ondan sonraki gün bu olay kötü bir anı olacaktı bizim için. pencereye perde takacaktık. ama bu balkondaki kuş için hiçbir şey değiştirmeyecekti. yine o aynı anlamsızlık. filmdeki adamın bakışı gibi. elli yıl sonrasına gönderdiği o an gibi.

    bundan yüzlerce yıl önce de insanlar yaşadı. çoğu, bizim de çoğumuz gibi hiçbir iz bırakmadı. çok istedi, çok aldı. hiç istemedi, hiç almadı vs. bizim olacağımız gibi. bir pencere camına çarpana kadar yaşayacağız. sonra bizi bir gölgeye koyacaklar. bizi tanıyan son insan da bir pencere camına çarptığında her anlamda hiç yaşamamışız gibi olacak. ne kadar fazla insana dokunursak o kadar yaşayacağız. şanslıysak, ayhan ışık'ın arkasındaki adam gibi elli altmış yıl sonrasına bir bakış, bir gülüş yollayacağız.

    balkona çıktık. serçeyi sırtüstü yatırmamıza rağmen ayakları üstünde duruyordu. arkadaşım ''lan! ölmemiş mi bu?'' diye bağırdı. yanına gitmek istedik yavaşça. daha ilk adımımızda uçtu gitti. ölme pahasına da olsa bize dokundu. istemeden, farkında olmadan.
  • ölmek tek başina yapilan bir şey. insanlar hep tek başina ölür, herkes kendine ölür. ama bazen biri öldü mü herkes ölmüş gibi olur. arkadaşınız öldüğünde öyle olur. benim arkadaşlarım öldüğünde hep öyle olur. arkadaşlarım öldüğünde hep haberim olur. hepimiz birden bir daha ölmüş oluruz. "bak ben ölüyorsam biraz da hepimiz ölüyoruz, haberin olsun ölüyoruz!".. birbirimize sözümüz böyle biraz, öldüğümüz zaman birbirimizi haberdar ediyoruz. "ölüyorum", diyoruz, "ben ölüyorsam sen de ölüyorsun, gel yanimda dur".. yanımda duramıyorsan, gel arkamda dur, hayatımın arkasında dur. en azindan bunu yapabiliyoruz birbirimize. yaşarken de ölürken de yanında ya da arkasında durabiliyoruz birbirimizin. yanında ve arkasında duramadığın insan arkadaşın değildir?
    ölmek, zaten ölen için güzel şey. şimdi ölsem o da güzel olur, yağmurlu havada ölmek güzel. ama kimseyi yanimda durmasini isteyerek zor durumda bırakmak istemem. ama bak sıcakta ölmek kötü. haziran'da ölmek en kötüsü, benim sevdiklerim hep haziranda ölür. ama ister haziran olsun, ister aralık ölürken yaninda durmasını istediğin birileri varsa, o da güzel. yanliş anlaşılsın istemem, ölen birinin yaninda durmak güzel değil, zor. ama öyle bir yerde durabilmek bir tercih. işte orada durmak, güzel. kaçmak ve gitmek istediğin, görmek istemediğin halde orada durmak; birine ve birşeylere inandiğin zaman yapabildiğin bir şey. birinin ölümünde yaninda olmak, birinin hayatına kefil olmak gibidir. ama birbirine biz 30'u göremeyiz dediğin arkadaşın 40'ı görür görmez öldüğünde, o güzel değil. 30'u göreli epey olmuşken biraz utanarak, zaten fazla yaşadık diye düşünerek kabullenmek mümkün bütün ölümleri. ama kabullenmek başka şey. içine çöken karanlık, yerinden oynamayan bir gölge kabullenmek. insan en çok karanlıkta bırakıldığında kırılır. kabullenmekle bir dal gibi kırılmak o yüzden akraba.

    ölümün kabullenilmemesi de buna benziyor. ölüm çoğunlukla bütün kişisel karanlıklarınızı dağıtır, aydınlatır, öleni de aydınlatır, yanındakini de. o yüzden, inatla, ölmedi yaşıyor, dediğimiz oluyor. slogan oluyor. "ölmedi, yaşiyor" demek, biraz yaşadığın için arkadaşından özür dilemek gibi ve biraz da ben yaşadığım sürece sen de yaşıyorsun, demektir. işte, arkadaşların daha fazla yaşasın diye ölmemeye çalışıyorsun.
    yoksa ölmek kolay, yaşadığın zaman yanında olanların, ölürken de yanında olmasını istiyorsan ve biliyorsan kolay, şiirdeki gibi işte, ölüm de sensin, ölümü düşleyen de sen.
  • nasil oldugu anlasilmazmis,uykuya dalar gibiymis, sadece olup geri donenler bunu biraz tarif etmeye calisiyolar. eger olmek olmasaydi yaslarin,hayatin,insanlarin,olaylarin,amaclarin vb. hicbir degeri olmazdi. nasil olsa hep burdayim diye yan gelip yatilirdi. doktorlar olmazdi, asiri alkol almak, cok sigara icmek sorun olmazdi. bosa gecirilen yillarin, hapiste yatilan yillarin, sevdiklerini goremedigin yillarin degeri anlasilmazdi. olum tehlikesi tasiyan hicbir extreme sport olmazdi. olum korkusu olmazdi.. hayata buyuk bir anlam yukleyen birsey olum.
  • şu an birçok kimsenin başına geldiğini bilmenin yanında birazdan kendi başına gelebileceğini unutmak ilginç. ve düşündüm de, dünyanın en uzun kuyruğu ölmek için sıraya giren insanlar tarafından oluşturuluyor. neyse ki telaşa mahal yok, herkese sıra gelecek.
  • çok garip bir şey.

    fakülte hayatım boyunca bütün teyzeler, amcalar aynı şeyi sorup durdu: "ölülere mi dokunuyosunuz siz şimdi?" ardından da mutlaka ikinci soru gelir, ilkini tamamlardı: "korkmuyor musun?"

    kadavralardan hiç korkmadım. onlarca yıldır ölülerdi zaten, onlarca yıldır alkolün içinde beklemekten gözleri akmış, vücutlarındaki bütün yağ alkolün içinde çözünüp gitmiş ve kuru bir kemik ve kas tabakası olarak kalmışlardı. anatomi salonuna her inişlerinde kesilen, kopan, ufalan küçük parçalarla her gün biraz daha yok oluyorlardı. sevdiklerinin başında bayramdan bayrama da olsa dua edecekleri bir mezarları olmaması pahasına kendilerini bağışlamalarının erdemini göz ardı edecek olursak uzun süredir insan değillerdi zaten. bu erdemin kanlı canlı varlığı onları obje olmaktan uzak tutsa da süje yapmaya da yetmiyordu.

    ama kendini beş dakika önce yaşayan birinin şimdi cansız bedenine bakarken bulmak çok daha farklı. otuz yıldır buz gibi ve kaskatı olan birine dokunmakla, az önce nefes alan bir bedenin her geçen dakika soğuyuşunu, katılaşışını izlemek birbiriyle kıyaslanamaz ve ikincisinin daha travmatik olduğuna şüphe yok.

    siz hiç birinin ölmesini izlediniz mi?

    bir seferden sonra daha kolay olmuyor. kanıksıyorsun, evet. ne zaman öleceğini az buçuk kestiriyorsun, bekliyorsun, kalan ömrü biçerken gaddar oluyorsun evet. ama kolay olmuyor.

    birinin öleceğini anlamak için doktor olmaya gerek yok. yaşlılar, bir kez olsun son dönemindeki bir hastaya bakmış olanlar ölecek hastayı gördüklerinde anlıyorlar. doğarken her bebeğin içgüdüsel olarak aynı yolu izlemesi gibi ölürken herkes de üç aşağı beş yukarı aynı süreçlerden geçiyor.

    ve illa ki, uzaklarda bir noktaya sabitlenen, ifadesiz, donuk bakışlı mat gözler.

    son bir haftada üç hastam öldü. son ikisi çok beklenmese de anlaşılabilirdi; ama ilkini ilk gördüğüm andan itibaren hastaneden çıkmayacağının farkındaydım.

    acile geldiği ilk geceydi.

    bazen hastanın durumunu abarttığı oluyor, ya da onun ciddi gördüğü durumu benim o kadar ciddi bulmadığım oluyor diyelim. gerçekten kötü durumda olup kötüyüm diyen de oldu. ama daha önce elimi sıkı sıkı tutup gözlerini kocaman açarak "ölecek miyim ben, çok korkuyorum" diyen olmamıştı. daha önce hiç güya beni ve hastayı korumak için taktığım eldivenden, besbelli insan teninin sıcaklığına ihtiyaç duyan birine latexin yapay soğukluğunu sunmaktan utandığım olmamıştı. ilgileniyoruz diye geçiştirmek ve acı acı tebessüm etmek dışında elinden bir şeyin gelmemesi; o sırada odada olan herkesin ne olup bittiğinin farkında olmasına rağmen alenen yalan konuşmak zorunda olmak ne garip.

    on gün sonra yoğun bakım arayıp da ex olduğu haberini verdiğinde ölüm sonrası işlemlerini yapmak için yanına çıkıp da aynı gözleri aynı kocamanlıkta açılmış ama ışıltısını kaybetmiş bir şekilde bulmak... korkutucu. korkutucu olan ölünün kendisi değil de bütün bu durumun ağırlığı belki de, bilmiyorum.

    biri için öldü - ya da ölecek- kararını vermek, ölüm sürecini yönetmek ağır bir deneyim olsa da birini ölürken izlemenin ağırlığının yanında lafı bile edilemez. bu her seferinde içinizden bir şeyleri alıp götüren bir deneyim. adını koyamadığın bir şeyler de katıyor muhtemelen. ama yine de birine kalp masajı yapmak, her bastırdığınızda tenin biraz daha soğuduğunu fark etmek, ter içinde kalana kadar masaja devam etmek, sen iki dakikada bir yorulup odadaki biriyle değişirken o istenen yanıtın gelmemesi, masada biriken boş adrenalin ampülleri, uzayıp giden zaman ve masada yaşama dönme ihtimali her geçen saniye daha da zayıflayan biri. hele "tamam" dedikten sonra, düz ekg çekmek için o kadar adrenalin yüzünden çırpınan ama atmayan kalbin susmasını beklemek.
  • "herşey benim kalbimdir ki bilirim
    kimsenin olmadığı bir yerde
    ölümü denemek isterdin
    hiç değilse bir defa" *

    aylar oldu...

    zihnimi bu fikirden uzak tutacak ne kadar şey varsa onunla meşgul oluyorum. hayatımda belki de hiç bir dönemde göstermediğim 'güzel şeylere devam edebilme istikrarını' gösteriyorum. boyun eğdim. değişimi gökten gelecek bir mucizeyi bekler gibi beklemek yerine, kendimi değiştirmeye karar verdim. değiştiriyorum; kendimi ve çevremi. -di'li geçmiş zaman kullanmıyorum. oldu demiyorum. bitti demiyorum. devam ediyorum. koşmaya, çabalamaya devam.

    yaşama isteğini tetikleyecek ne varsa ona odaklanıyorum. sigara içmiyorum. beslenme alışkanlıklarımı değiştirdim. aksatmadan düzenli spor yapıyorum. okuyorum. çevremle konuşuyorum, muhabbet ediyorum. paylaşıyorum. gevezelik yapmıyorum. yeri geldiğinde susmasını öğreniyorum. okuyorum, güzel şeyler düşünüyorum. çevreme anlatıyorum.

    değişimi görüyorum. kendime, aileme çevreme bakıyorum. oluyor. bir şeyler güzelleşiyor.

    ama öte yanda, ta derinde, bir şeyler doğru gitmiyor. içten içe de bunu biliyorum.

    "tanıyordum elimden gelmiyor
    yoksa ne güzel aldanacaktım" *

    hayata tutunamıyorum. tutunamadığım gibi, bunu kimseye de anlatamıyorum. anlatmıyorum da. içten içe inşa etmeye çalıştığım tüm güzelliği bozmaktan korkarak, kendime de köstek olmamak adına anlatmıyorum. fakat olmuyor.

    bugün ailem istanbul'a gitti. kocaman evin içinde bir ben kaldım. korkuyorum. öyle karanlıktan, hırsızdan felan değil, kendimden korkuyorum. daha önce kendini hiç ölüme yakın hissetmemiş kimseye anlatamayacağım şeyler hissediyorum.

    devam edemiyorum. devam edebilmek için elimden geleni yapıyorum. elimden gelenleri yapmaya devam ederek yalvarıyorum. bir şey olsun. o devam edemeyeceğimiz, tutunmayı bırakacağımız anda gökyüzünü aydınlatan şey artık olsun. ne olur olsun.

    tutunamıyorum.

    "tüm mümkünlerin kıyısındayım"

    kötü ihtimalleri hiç sevmiyorum.

    korkuyorum.

    korktuklarımı ise daha çok düşünüyorum.

    "şimdi ey mayısımın son haftası
    dağda tükenmezdi geçmiş zaman
    bilemezsin
    nasıl algılıyorum çıplaklığını
    ellerim nasıl değiyor uçlarına
    bir yerden bir mavi gibi
    bir yerden bir rüzgar
    herkes nasıl sanırsa kendini öyle
    tastamam öyle tastamam
    herşey benim kalbimdir diyorum

    herşey kalbimdir diyorum
    ve işte o zaman
    ölüme eşitliyorum aklığını"

    bir dua sadedinde korkuyorum, ölümden.

    ölmek; çocukken kolları iki yana açarak kaldırım taşının üzerinde yürümek gibi. bazen öyle basit, öyle masum, öyle yakın; bir adımda varılacak gibi.
    yine de uzak, hiç düşmeyecek gibi. annem elimden tutar gibi.
  • üzerine ilk defa 6 yaşımda iken düşündüğümü ve bir daha aklımdan çıkaramadığımı yıllar sonra fark ettiğim olay.

    güneyde yazın evlerin damında yatılırdı eskiden. klima olmazdı. anne akşamdan sererdi pazenli patiskalı yer döşeğini, uykusu gelen çıkar yatardı.

    2 odalı bir evde 6 kişilik bir ailede büyüdüm. her orta sınıf altı, bezgin ebeveynli ortadoğulu ailede olduğu gibi ailem kendi içinde iletişimini bağırarak sağlardı. bir komşu ölmüştü. sanırım yakın birisi ki anne tv açmayı yasaklamıştı. doğuya özgü bir başka sikik bu gelenekle ölmüş komşunun yasını tuttuğunu herkese ilan etmekle yükümlüydü sanırım. on gün tv ve radyo yasaktı. on günden sonra herkes yeterince üzüldüğümüze ikna olunca açacaktık eğlence ve günah araçlarını.

    işte o gecelerden birinde ev yine işten eve dönen aile reisinin agresif ve bıçkın hava dalgasının altında. sağanak gürültü, yer yer de dayak var. ben korkudan ve çok küçük olmanın lüksünden yararlanıp dama çıkmışım. tek başıma uzanmışım. yastıktan sabun tozu kokusu geliyor ki yitik çocukluğum için bir koku seçmem gerekse o koku bu olurdu. çok fazla yıldız, sıfır esinti. mahalledeki cenaze sektörünün de etkisiyle her halde ölüm nasıl bir şey ki diye düşündüm. tabii tahayyül de edemiyorum. işte böcek, toprak, cehennem gibi çirkin temalarla süslüyorum defterin kenarını vs

    yıllar geçti. büyüdüm. yaşlanıyorum. her yaşımda düşündüm bunu. aklım erdiğinden bu yana hep bir yerde durmak gerektiğini, hayatı da kendimizi abartmamak gerektiğini.

    öyle depresif, buhranlı bir ruh hali ile de değil hani. berrak bir zihinle, hatta pek çok zaman mutlu olduğum anlarda bile. ciddi bir huzur kaynağı benim için bir gün o boşluğa düşecek olmak.

    toprağa karışmanın feci bir çekiciliği var nazarımda.

    zamanı gelince tabii. her şey gibi o da zamanında.
hesabın var mı? giriş yap