• 8 yılımın geçtiği ankara'nın en alengirli semti hakkında bir polisiye. (bkz: çinçin)

    reyiz sanki 60-70 yaşındaymış gibi yazmış semtin tarihini. kitap ilerledikçe 1970'lerde nasıldı, sonra ne oldu da bugünlere geldi diye gözünde canlanıyor. hoş, bu başarısının nedenini de romanının sonlarına doğru kısacık bir konuşmada veriyor. (resmen kahkaha attım okuyunca). üstte bir yerlerde mabet'in devamını geciktirme demiştim ama şimdi keşke bu romanın devamı gelse bir an önce demeye başladım.

    "ölü doğanlar" sindire sindire okunması gereken bir roman. zaten normal bir okuma hızında bitirirseniz, depresyona girme ihtimali var kanımca. çünkü insana ankara'nın yıllardır unutamadığım o isli ve puslu kışlarını her an yaşatıyor. ya bir solukta okuyup bitirmek lâzım ya da aralara "bu romanın içinde değilim..." diye kendinize hatırlatacak (ve kanıtlayacak) aralar vermeniz lâzım. yoksa 12 eylül öncesi başlayıp günümüze uzanan, iki kuşağı etkileyen olaylar örgüsü sizi sarıp sarmalıyor. romanı büyük bir keyifle okuma gerekçem de aslında bizzat bu sarıp sarmalama durumu oldu. ben alışkanlıkla tek bir izlek arar ve tüm olayları buna bağlamaya çalışırken, roman bir anda çok boyutlu bir çözüme kavuştu. hani her parçasından birer roman daha çıkar. (kimbilir, belki de doruk ateş 500-600 sayfada anlatmalıydı bu hikâyeyi). arkası gelir mi? keşke!..

    spoiler veririm diye korkumdan içeriğine giremedim ama şöyle diyebilirim sanırım: 1980 darbesinden kaynak alan, mezarlık ve nüfus müdürlükleri ile doğum evleri üzerinden kurulan bir kumpası ve bunun figüranı durumundaki çinçin ile çinçinlileri anlatan bir roman bu. o kadar etkili ki ankara'ya gidince gobekli reyiz'e ya da ankaralı ekşici dostlardan birine yalvar yakar olacağım, "ağam ne olur şu şu şu caddelere ve asri mezarlığa gidelim." diye.

    son olarak reyiz'e bir notla bitireyim: reyiz, vallahi para mara istemem, şu yazım kontrolü işini bana ver. editör kimse, sonlara doğru -de / -da işinde çuvallamış. eh, olur o kadar diyeyim yine de. (bkz: nazar boncuğu)

    ellerine sağlık!.. yeni romanlarında buluşmak dileğiyle!.. (tez zamanda)!..
  • ankara'da deniz olmaması sorununa da inceden değinmiştir:

    - "burada nasıl yaşıyorsunuz, deniz bile yok!" demesine dayanamayan başkomiser,

    - "martı mısın sen? deniz yok, deniz yok diye kafa açıyorsun. beğenmiyorsan siktir olup gidebilirsin, inan hiçbir ankaralı buna alınmaz," demişti.
  • yıllarca tabelasını gördüğüm, bir gece de arkadaşımın evine gitmek için girdiğim çinçin hakkında bir roman.

    sipariş hele bir gelsin, yorumunu da yaparım. gobekli reyiz'in yazmış olması da ayrı bir mutluluk konusu tabii.

    ama mabet'in devamını çok bekletme, e mi başgan?
  • ölü doğanlar veya erken ölen* çocuklardan sonra anababa adayları, aileler ya arzu ifadelerini arttırıyorlar, ya çocuk isimlendirmede satı, satılmış, yaşar gibi vaatlere, adaklara girişebiliyorlar.
  • gerilim romanlarını çocukken çok severdim. neredeyse tüm agatha christie romanlarını okumuştum. pek çoğu hala aklımdadir.
    okuması bile yoğun dikkat gerektiren böyle bir türde roman yazmak bence cesaret gerektiren bir eylem. yazarı bu konudaki cesaretinden ötürü tebrik etmek isterim.
    romanı çok uzun bir sürede okudum. bu kitap için iki yöntem sözkonusu olabilir. ya elinize alıp bir solukta bitirmek ya da tüm kişilikleri ve karakterleri içinize sindirebileceğiniz, kafanızda canlandırıp öyküye ilistirebileceginiz makul bir sürede okumak. ben ikinci yolu tercih ettim. okurken sürekli kafamda notlar alarak olaylar arasında bağlantı kurmaya çalıştım. bir yandan da bu kadar kişi ve olay, bu kadar uzun bir sürece yayılmış bir hikayede nasıl birbirine karıştırılmamis diye düşünüp durdum.
    yazarı tebrik ediyor, yeni eserlerini dört gözle beklediğimizi belirtiyorum.
    not: kitabı benim gibi metroda falan okumayın. ıneceginiz durağı kacirip uzun yolculuklar yapmak zorunda kalabilirsiniz.
  • güzel bir kitap ismi olur dedim az önce kendi kendime. bakayım belki ekşi'de bir şeyler yazılmıştır diye. yazılmış hatta kitabı çıkmış amg.
  • kurgusuyla, diliyle, karakterleriyle, olayların birbiriyle olan bağlantılarıyla gerçekten güzel bir roman olmuş. yazar arkadaşın ekşi'de yazar olduğunu da kitabı okuduktan sonra öğrendim. kendisini tebrik ediyor ve başarılarının daim olmasını diliyorum.
  • doruk ateş'in okuduğum ikinci kitabı. ilk romanı mabet'ten daha iyi. genel olarak beğendim. güzel bir roman. polisiye türünün hakkını veriyor. mabet'te milas çevresine dair kültürel bir arka plan verilmişti, onu da sevmiştim. burada da çinçin mahallesinin tarihi, çarpıcı ve eğlenceli tiplerle anlatılmış.

    şimdi aşağıya yazacaklarım sevdiğim bir romana dair fikirlerim olacak. yer yer ağır eleştirebilirim hatta haksızlık da yapıyor olabilirim ama bu sadece sayın yazara sonraki eserlerine dair bir geri bildirim olarak düşünülmeli. insan daima daha iyisi için çalışmalı.

    kitap 420 sayfa. mabet 570 sayfa civarındaydı ve çok uzundu. burada yazar biraz daha ekonomik davranmış yazarken. ama yeterli değil bence. daha da kısaltılabilir roman. ayrıca kitabın sonundaki belirsizlik, hikayenin bir kısmının dışarı sarktığını, buraya sığmadığını gösteriyor. asıl hikaye, yani geçmişte olanlar, henüz anlatılmadı. olanlar neden oldu, bilmiyoruz. sanırım ikinci kitap oraları anlatacak.

    olay örgüsünü beğendim. hızlı ve çarpıcı bir girişle açılıyor. otantik bir mekan. hemen aksiyon. o sırada yavaş yavaş tanıtılan karakterler. yine sorunlu, mutsuz insanlar var kitapta. zaman zaman gülecek şeyler de buluyorlar ama genel olarak çok sevgisiz, içe kapanık ve itici tipler. komiser yakup başkarakter olarak yine cazibeden yoksun. savcı duygu insanı sinir eden bir kadın. yani geçmişleri itibariyle böyle olmaları da gayet doğal, berbat şeyler yaşamışlar ama bir anlatıda okuru alıp götüren şeylerden biri, karakterlerden biri ya da birkaçı ile kurduğu duygudaşlık oluyor. onun yanında olup onunla birlikte aramak, heyecanlanmak, korkmak vs. gerçi yakup'ta bu biraz var. onun arayışı bizim de merakımızı gıcıklıyor. genel olarak karakterler daha iyi yazılabilir. onları birer denyo gibi gösteren bazı patlamaları, şakaları silinebilir. biraz daha sempatik olabilirler.

    onun dışında kitabı uzatıp ritmi yer yer düşüren şeylerden biri de, çok fazla karakter var. yani bir çinçin bağları fotoğrafı çekerken aman şu da eksik kalmasın diyerek dışarıda bırakılmaya kıyılamamış olabilir ama kitabın ortalarından sonra biraz tempo düşüyorsa, bundan. bu hem sosyolojik tespitler ve tiplemeler için geçerli hem de polisiye düğümünü çözerken de adımlar bence kısaltılmalı. yani şu haliyle mesela on basamakta sonuca ulaşıyorsak bu beş adıma indirilebilir. evrak arayışlarında ve kurbanların sayısında bir kesinti kitabı daha akıcı yapabilir. mezarlık da daha kısa anlatılabilir. nereye, ne zaman, kimin gömüldüğü çok da ilginç değil. buralarda polisiyenin gerçek durağanlığından ödün verilerek kısa yollar icat etmek günah değil bana göre.

    son sürpriz, sona yaklaşırken hızlanan tempo, bunlar güzel. erkut'un kuşu için geldiği sahneyi çok beğendim. hatta içimden, keşke şu erkut'un bir suç hikayesini tarantino filmi gibi okusam, diye geçti. ya da kemal tahir'in rahmet yolları kesti romanı gibi. sayko paşa'nın tuhaf ritüel sahnesini sevdim. duygu'nun kızıl kancık tavırlarını bu biraz açıklıyor ama volkan karakteri biraz havada kalmış. onun duygu'yla çatışması gizem sürsün diye ilk yarıda sezdirilerek geçiştiriliyor onu anlıyorum ama ikinci yarıda daha samimi ve açık bir yüzleşme olabilirdi. bu haliyle volkan sığ kalmış.

    son olarak, romanın dili iyileştirilebilir. çok fazla "gibi" var. benzetmelerin fazlalığı metni ağırlaştırıyor. aynı şey epik atmosfer için de geçerli. havanın soğukluğu, karakterlerin yıkıklığı, acıların büyüklüğü bu kadar vurgulanmasa da olur. bir iki kez söylemek yeterli. insan beş yüz sayfa yazınca mesafe ve zaman algısı kayboluyor ama okurken aslında bir kez söylenen bir şey bile aklında yüz sayfa boyunca kalıyor. tabii bu dili iyileştirme ifadesi biraz karmaşık ve zor bir ifade. bir adama "daha yakışıklı ol," demek gibi. nasıl daha yakışıklı olsun? yani yazarın üslubu bambaşka olmaz ama her şey gibi bu da iyileştirilebilir. daha mesafeli, daha az epik, daha az şiirsel bir dili tercih ederim. özellikle dile dikkat etmek lazım. diyaloglar damıtılmalı, gereksiz her şey atılmalı. bu haliyle de kötü değil ama daha iyi olmalı.

    sen daha iyisini yaz o zaman pezevenk, de denilebilir bana ama ne yapalım, birinin de kötü adam olması lazım. velhasıl, ankaralı arkadaşlarıma birer tane hediye edebileceğim, verenin yüzünü kara çıkarmayacak, derli toplu bir roman. ama çok daha iyilerini bekliyoruz doruk ateş'ten. yazdıkça kurguya hakimiyeti artacaktır. malzemeyi dengeli bir şekilde sayfalara yaymak, yazarken dizginleri kaçırmamak, hep pratikle öğrenilir.
  • hadi artık 2. kitabını bekliyorum bu serinin diye sevgili yazarımızın beynini yemek istediğim kitap.
    ankaramın kirli tozlu diye tanımlanan mahallelerinde ve çocukluğumun hatırlanmayan yıllarında seyahate çıkarmıştı beni okurken. karakterlerin ve diyalogların gerçekliği.... devamını bekliyorum /bekliyoruz reyiz.
  • günler önce okumayı bitirdiğim ancak hakkında birkaç kelam etmeye ancak fırsat bulduğum eser. reyiz beni affetsin.

    sürükleyici, heyecanlı, hem gerilim hem dram dolu, zaman zaman küçük kahkahalarla güleceğiniz, zaman zaman da sizi kızdıracak, kısacası bir çok duyguyu size birlikte yaşatabilecek bir edebi eser olmuş yine.

    yine evet, çünkü bu göbekli ilk önce mabet ile vurdu bizi. daha sık ve daha çok yazmalı. bizi kendisine bu kadar hasret bırakmamalı. içimden geçen bu fakat böylesi bir yeteneğin de saçma sapan kitaplar arasında kaybolup gitmesine, sıradanlaşmasına razı olmaz gönlüm. o yüzden, ne yazarsa güzel yazan bu adamın elinden çıkan her şeyi okuyunuz, okutturunuz efendim.
hesabın var mı? giriş yap