• çıldırtmayı bırak kurtuluş olarak görenler bile var ölümü.

    hayatta her şeyin sonu var. yaşanan sonlarla ömür geçmiyor mu? her an ölecekmiş gibi de yaşamadığımıza göre akıl sağlığımızın yerinde olması normal...
  • gaflet seviyemizle alakalı bir durum.
  • ölümden korkmaya gerek yok. ben varken o yok, o varken ben yokum.
  • olumun kendisi değil canim çocuklarimi bi daha gorememek çildirtiyor
  • bu çıldırmamış halimiz mi? valla bana hepimiz deliyiz gibi geliyor, o kadar saçma şeylerle uğraşıyoruz ki...
  • bunları düşünmeyince daha mutlu yaşarsınız. ölümü düşünmek sadece vakit kaybıdır. nasılsa gerçek olacak bir muhtemel sonla ilgili kafa yormak saçmadır. insanoğlu olarak herşeyi kontrol edebileceğimiz gibi saçma bir inanca sahibiz genel olarak. hiçbir şeyi kontrol edemezsiniz. kendinizi bunlarla yormayın zira 3 günlük dünyada ne zaman son gününüz olacağını bilmiyorsunuz.
  • sonsuzluğun sıkıcılığını bildiğinden olabilir belki.
  • hayvana, bildiğimiz hayvana, farzımuhal, bir tek cümlenin anlamını kavrayacak bir bilinç versek ve o cümleyi de eğilip onun kulağına fısıldasak emin olun intihar eder, dayanamaz o gerçeği taşımaya. hani bir yırtıcının avlanıp karnını doyurduktan sonra çattığı keyif anları yok mudur, işte o anları bile cehenneme döner de, uyku girmez gözüne. karnı tok olsa ne yazar, bir gün gelecek ölecek. çünkü o en amansız yaşam mücadelelerinde bile sadece ve sadece varlığını sürdürmenin savaşını veriyordu, ona nasıl olsa bir gün gelecek ölümden kaçmanın değil.

    o yüzden bırakalım bu martavalları da, madem biliyoruz, gereğini yapalım. aksi halde bu hayatı sürdürmenin tek yolu hayvanlaşmaktır. bilme ediminden uzak olarak.

    tanım: ancak gerçek insanın aşabileceği fikir.
  • diğer türlerin aksine hem bilince ulaşıp, hem de ölümü inkâr etmeyi başarabildiğimiz için türümüz devam ediyor olmasın?; daha önce yazan olmamış sanırım, ölümün insanları çıldırtmıyor oluşu tam da evrimsel biyolog ajit varki ve danny brower'ın insan bilincinin nasıl geliştiğini açıklamak için kaleme aldıkları eserlerinin* ana tezidir. şöyle anlatayım,

    asfalt biti gibi üzerinden geçiyoruz ama milyonlarca yıldır pek çok zeki hayvan bizimle beraber yaşıyor -şempanzeler, yunuslar, filler-. bu hayvanlardan özellikle de şempanzeler ile bizim aramızdaki genetik ayrımın nerede başlayıp, nerede sona erdiğini dahi çıkarmak mümkün değil (hatta jared diamond, üçüncü şempanze eserini de bu fikrin üzerine kurar; o kadar benzer bir genetik altyapı vardır ki, insanı yeni bir tür olarak değil, sadece üçüncü şempanze türü olarak sınıflandırmak mümkün.) nasıl oldu da bilinç insanlarda gelişti de, aslında bilinç için belki biyolojik kapasitenin bulunduğu da düşünülen pek çok canlıda bu olmadı?. diğer memelilerin ve özellikle de diğer primatların beyni ile insan beyni mukayese edildiğinde beynimiz temel olarak çok farklı değil, ancak hacim olarak daha büyük. kısaca danny brower ve ajit varuki diyor ki, bizi insan yapan evrimsel süreçleri araştırmaktan ziyade, bu niteliklerin neden sadece insanlarda ortaya çıktığını araştırmamız gerekiyor. neden muhasebeci bir orantugan, çevre bakanı bir fil, devlet için kurşun atıp kurşun yiyen şerefli bir goril, emlakçı bir şempanze yok? (aktör olan şempanze var, ona girmiyorum.)

    bir birey olarak kendi varoluşunun farkına varmaya iten bilincin, diğer türlerde ortaya çıkmasına mani olan setlere odaklanmak gerekiyor. ajit varki ve danny brower'ın vardıkları sonuç, bilince ulaşmayla beraber kaçınılmaz olarak ölüm fikrine de ulaşmanın türün devamlılığı bakımından büyük bir dezavantaj olduğu. homo sapiens gibi ölümün varlığını gayet sulh ve asayiş içinde inkâr edebilen bir tür ancak soyunu devam ettirebiliyor. ölüm riski ve farkındalığından dolayı dişi için erkekler arasındaki rekabetten kaçabilirdi bir aslan, veya pek çok doğumun aynı zamanda annenin ölümü anlamına gelmesi yüzünden soyunu devam ettirmekten korkabilirdi bir dişi. derek denton'ın meşhur deneyindeki gibi, aynadakinin kendisi olduğunu farkedebilen şempanzeleri -ki köpeklerde bile ayna farkındalığı bulunmuyor-, sonraki aşamada görüntüyü bozan bir ayna önüne geçirmeniz durumunda şempanzeler eşekten düşmüş karpuza dönüyorlar, çünkü kendi imajlarını bu şekilde görmenin vermiş olduğu şok etkisi büyük (kaldı ki kendi görüntülerinin biçimsizliği karşısında feleği şaşırmaları, ölüm farkındalığından veya bilinçten birkaç gömlek aşağıda bir şok etkisi.) bu akşam ölürüm'ü dinleyip intihar eden bir şempanzenin olmaması herkesin yararına.

    insan zihni belki onu tam olarak kullanmasının tehlikeli olduğu bir hesap makinesini içeriyor, bu yüzden odaklanmayı ve takıntı haline getirmeyi değil, inkârı seçiyor ve uyum sağlayarak hayatta kalıyor. otistik savant hastaları evrimsel süreç açısından enfes birer örnek bu bakımdan. bir otistik savant hastasına yetmiş yıl, onyedi gün ve yirmi saat yaşamış bir insanın kaç saniye yaşadığı sorulur örneğin. savant hastası da artık seneleri bile hesaba dahil ederek doksan saniye içerisinde yanıtı verir (2,210,500,800). tom cruise'un rain man filminde işlenen konu da buydu; otistik savant hastaları korkunç bir hesaplama kapasitesine sahip olabiliyorlar. ancak genelleme yapamıyorlar pek; bir şeye odaklanarak onu takıntı haline getirip hayatlarını zora sokabiliyorlar ama "bunların hepsi boş, işine bak" diyerek genelleme yapma vasıtasıyla varoluşsal kaygıları aşamıyorlar. insan belki de korkunç aritmetik yetenekleri ve odaklanma becerisi ile dünyaya geliyor, ancak bunun bilinç ve ölüm fikri ile beraber kendi türünün sonunu getirme olasılığı yüzünden bu bireyler soylarını pek de fazla devam ettiremiyorlar. insan zihninde zeka ve odaklanmanın haddini aşmasını engelleyen bir "bariyer" var. misal kaza geçirdikten sonra otistik savantların sahip oldukları yetenekleri gösteren pek çok kişi bulunuyor; bu hepimizin zihninde bir yerlerde kutucukta saklı olan, ama evrimsel olarak soyumuzu devam ettirme şansımızı da azaltan bir nitelik belki de. bu noktada odaklanma becerisine sahip otistik savant hastalarının, anlam inşa etmeyi başaramayan şizofreni hastalarının tam zıt kutbunda konumlandıkları da söylenebilir.

    ezcümle, insan hem kendinin, hem karşısındakilerin bilincine vardıktan ve ölümün hakikatini kavradıktan sonra öyle bir inkâr ve saklama "filtresi" inşa etti ki, bu filtreyle sistem güncellemesi yapmayanlar virajı alamadıkları için soylarını devam ettiremediler, veya çok az sayıdalar. otistik savantlar, beynimizin filtresiz olması durumunda nasıl işleyebileceği konusunda enfes birer deney örneği de bu yüzden. örneğin otistik savantların ikiyüzlülük konusunda da başarısız oldukları, hatta din düşüncesini kabul etmekte de aynı biçimde başarısız olduklarına dair çalışmalar var. otistik savantların "yüz kızarması" davranışını göstermedikleri yönünde dahi bulgular mevcut (ki meşhur bir bilgi olarak 150 yıl öncesinde charles darwin, yüzün kızarmasının sadece insanların geliştirmiş olabileceği bir davranış olduğunu söylüyordu.) karşıdakini sövüşleyerek, ikiyüzlü davranarak hayatta kalma şansınızı arttırırsınız, varoluşsal ölüm kaygısını yenmede de din faydalı olabilir (dinin aksi yöndeki sonuçları başka bir tartışma konusu.) bu ikisi de bilince bazen ket vuran ama hayatta kalmamıza yol açan filtreler. dinin ölüm korkusunu yayması dahi bu filtrelerin aleyhinde işliyor değil; örneğin imam gazali, ihya-i ulumiddin kitabının büyük bir bölümünü ölüm bahsine ayırır; öleli seksen yıl olmasına rağmen ölüm acısı dinmeyen insanlardan bahseder. ancak burada da ölümden sonraki yaşam anlatısı mevcut, gerçek bir ölüm fikrine karşı koruyan bir anlayış var. hatta bir sonraki yaşam başlangıcı olarak ölümün ne kadar acı verici olduğundan bahsederek şimdiki yaşamın davranışları üzerine bir nizam verme güdülenmesi var. insan ölümü din ile inkâr edebildiği gibi, disko topu kullanarak da inkar edebiliyor (ölümü inkâr etmeye abone olmuş insan beyninin, onu mezarlık tacirliği yapan ideoloji ve kültlere balıklama atlamaya müsait hale getirmesi ise ayrıca bir başlık konusu.)

    insanlara en yakın canlılardan biri olan filleri ele alalım örneğin. bir filin ölümünü tam da bizim gibi algılaması durumunda, bu bilinç mutasyonu geliştirmiş olan filin kendi topluluğu içerisinde hayatta kalma şansı azalırdı. beyni fransız salatasına döndüğü için izole edilirdi ve türünün devamı için odaklanması gereken şeylere diğerleri kadar iyi odaklanamadığı için soyunu devam ettiremeyebilirdi. bir dişiyle çiftleşmek için diğer erkeklerle rekabetin getireceği ölüm riskini hesaba katarak çiftleşmeden uzak durabilirdi. filler ki uzun süreli hafızaya yakın bir bilince sahip olduklarını bildiğimiz bir tür; kendilerini avlayan insanların sahip oldukları inekleri öldürebilecek kadar uzun süreli hafızaları bulunuyor. kenya'da peşlerine düştükleri çiftçileri bulamayınca onların hayvan ve mülklerini imha ettikleri biliniyor. insanlar ile yaşamlarını birlikte ikame ettirdikleri inekler arasında bağ kurarak, aradan uzun süre geçmesine rağmen insanların sahip olduklarını imha edebiliyorlar toplu halde. ancak yine de kendinin, karşısındakinin ve üçüncü bir varlığın bilincinde olma durumu*, ölüme dair bilinç mevcut değil.

    son olarak, şempanzeler olgunlaşmış halde dünyaya gelirken, insan beyni doğum sonrasında gelişir; bu da insan beyninin geliştiği habitat içinde kültürün ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. insan, filtresiyle sadece ölümün inkârına değil, aynı zamanda insanın hoşuna gitmeyecek kişisel hatalarını, yanlışlarını, hatta küresel ısınmayı bile inkâra zemin sağlar (küresel ısınmayı çin'in bir oyunu olarak gören donald trump bu açıdan insanca, pek fazla insanca duruyor, ecce homo! işte insan!.) insanlar gündelik hayatta ölümün varlığını düşünerek yaşıyor değiller bu yüzden, ali cengiz oyunuyla bunu rutin biçimde gözardı etmenin bir yolunu bulmuşlar. mendillerin havada uçuştuğu yakın akrabanın cenazesine katılıp, hemen beş dakika sonra siirt büryan yemeye gidebiliriz gevşek biçimde. eşi vefat ettikten iki hafta sonra acem çapkını gibi nikah basmayı insan türü yapabildi ancak, şempanze ve fil kendine bunu yediremedi belki.
  • kabullenememekten kaynaklanır. ölüm döşeğinde bir insan hariç kimse ölmeyi aklının ucundan bile geçirmez. ölümü başkaları için varmış gibi düşünür.
hesabın var mı? giriş yap