• kütüphaneler haftası dolayısıyla, demokrat eğitimciler sendikası’nın (des) düşünce kuruluşu olan desam tarafından hazırlanan rapora göre, bir japon yılda ortalama 25, bir isviçreli yılda ortalama 10, bir fransız yılda ortalama 7 kitap okurken bir türk ise 10 yılda ancak bir kitap okuyor. raporun sonuçlarını değerlendiren des genel başkanı gürkan avcı türkiye’de kitap okunmamasını yapısal nedenlere bağlarken, okul öncesi dönemden üniversite eğitiminin sonrasına kadar kitap okumanın stratejik bir konu olarak ele alınmadığını, ezberci ve sınavcı sistemin insanları kitap okumaktan uzaklaştırdığını ifade etti. avcı, türkiye'de kitap okutma stratejilerinin olmadığını belirtirken e-kitap ve benzer yöntemlerle otomobilde, yolculukta ve tatilde kitap okumanın önünün açılması gerektiğini belirtti. avcının açıklmalarına göre; almanya'da 7500 kişiye bir kütüphane düşerken türkiye'de 68.500 kişiye bir halk kütüphanesi düşüyor. kişi başına düşen kitağp sayısı almanya'da 25.000, ab ortalamasında 16.000 iken türkiye'de kişi başına düşen kitap sayısı 6.000 olarak ortaya çıkıyor. *
  • japonya'yla karşılıştırırsak ne denli geride kaldığımızın göstergesidir. şimdi hemen şunlar denecektir:

    -ama kitaplar çok pahalı
    yorumum: evet, bazı kitaplar dediğin gibi pahalı. ne yazık ki ülkede fahiş fiyat uygulaması kitaplarda da mevcut. ama ucuz kitapların sayısı da hiç de az değil. ayrıca aşırı fakir değilsen ayda bir kitap alabilirsin. sahaflar boşuna oluşmadılar. ya da kütüphaneler. istanbul'da yaşayıp "kitaplar çok pahalı" diyorsan git kendini boğaza at. o kadar kütüphane boşuna mı yapıldı? bunu geçersek, idefix ve kitap kurdu gibi sitelerde sürekli indirimler yapılıyor. yani para okumamanın mazereti olamaz. yani en azından bir yere kadar.

    -ama vaktim yok
    yorumum: her şeye vakit var, bir kitaba yok zaten. 20.00-23.15 arası dizi izlersin ve vaktim yok dersin. o dizi sana ne kazandırdı? bir kitap ne kazandırırdı? vaktim yok'u da bahane olarak kabul etmem ben. öğrenciysen zaten vakitten bol şey yok sende. bir de çalışmıyorsan hayat mis gibidir sana. sonra kalkıp vaktim yok deniyor. okula giden, ardından işe giden, eve dönüp ödevlerini yapan ve uyumadan evvel kitap okuyan çocuktan daha fazla vaktin var.

    -ama kitap yoruyor
    yorumum: dizi yormuyor da kitap mı yoruyor? ağır kitaplar var tabi ki. ama ağır olmayan, sürükleyici kitaplar da var piyasada. bunu geçersem 20.00-23.15 arası izlediğin dizi seni yormuyor ama bir kitap yoruyor. kitap seçmeyi bilmek gerek.

    -ne yapayım, çocukluğumda alıştırmadılar, ben de bu saatten sonra başlayamıyorum
    yorumum: haklısın, bu siktiğimin eğitim sistemi insanı okumaya değil, okumamaya yönlendiriyor. her ne kadar bazı edebiyat hocaları öğrencilerinin okuması için uğraşsalar da bu sistem değiştirilmedikçe öğrenciler okumamaya devam edecekler. e aileden kimse de okumuyorsa ve kişiyi okumaya yönlendirmiyorsa o kişi okumaz tabi. ama hiçbir zaman geç değil kanımca. yaş kaç olursa olsun başlanabilir. biraz zorlanılır ama başlanır. bu da bahane değil.

    genelde bu tür bahaneler ileri sürülüyor ama ben çoğunu kabul etmem. bazıları sevmiyorum diyorlar. sana uygun olan kitaplarla başla, sonra sevmiyorum de. direkt dostoyevski'den başlarsan tabi sevmezsin. bunu geçersem ne yazık ki ülkemizin cehaletini ortaya koyuyor bu karşılaştırmalar. gençler okumuyor, iktidar/aile/okul okumaya teşvik etmiyor, sonra her nesil diğerinden daha cahil kalıyor. sonra bu cahil nesil kalkıp iktidar oluyor ve bu döngü öyle devam ediyor. cahil iktidar cehaleti ülkenin tümüne yayıyor. iyi bir şey yaptığını sanıyor. cahil işte, n'aparsın! cehalet arttıkça her şey artıyor: vergiler---zamlar---özelleştirmeler---despotluk... sonra bu insanlar dine sarılıyorlar. ama fethullah'ın biyografisi dışında kitapları okumayan, zaman dışında gazetelere dokunmayan, stv dışında kanalları izlemeyen bu kişiler kendilerini çok zeki sanıyorlar. ellerindeki kur'an'la kendilerini tatmin ediyorlar: kur'an yeter. halbuki allah da diyor araştır, sorgula, oku diye. ki ilk ayet de oku diye başlamıyor mu? buna rağmen okunmaz, araştırılmaz, cahil kalınır. ama en kötüsü çevresindekileri de cahil bırakır. sonra iktidarı ele geçirir ve düzenini devam ettirir. onu oraya taşıyan da sanır ki çok bilgili iktidarı, çok dindar. öyle değil halbuki ama okunmadığından bilinmez. boş nutuklara, ayarlara heyecanla alkış tutar, "vay be, sen neymişsin hafız, verdiğim tüm oylar helal olsun" der, ama bilmez ki o konuşmaları başkasından izin alarak yapmaktadır.

    okumayan bir ülkeyiz. eğitim sistemini de çok suçlamamak gerek. ben ve çoğu kişi de o sistemin içindeyiz. ama okuyoruz, araştırıyoruz, sorguluyoruz. doğrusu da budur. doğrusu "sadece kur'an değil", "hem kur'an, hem de darwin'in kitapları"dır. şimdiye dek her kuşak diğerini cahilleştirdi. bu bence böyle devam edecek. nereye kadar bilemem ama bu araştırmama, sorgulamama, "aman bana ne ya!"cı tavırların önünü kesmek imkansız değil ama bu iktidarla imkansızdır. iş biraz da dediğim gibi ailelere kalıyor. daha çocukken çocuğun eline kitap tutuşturmak, yanında tv izlemek yerine kitap okumak gerek.
  • *- öncelikle japonların yılda ortalama 25 kitap okuması ile ilgili yakından bakılması gereken bir yön var. bildiğim kadarıyla japonlar anime okuyorlar. resimli bir edebiyat olması animelerin çok hızlı okunmasına etki ediyor. okuduğum kadarıyla anime tarzı kitapları bitirdikçe metroda oturdukları koltuğa bırakıp daha çok kişinin okumasını teşvik eden bir gelenek de oluşturmuşlar. isviçre halkından daha fazla kitap okumalarının açıklamalarından biri bu.

    *- diğer faktör okuma yazma oranının tarihçesi.
    bu konuda yapılmış güzel bir çalışma var
    şurda özet geç piç diyenler için birkaç maddede özetleyeyim:

    *** okuma yazma oranı: almanya ve iskandinav ülkelerinde okur yazar oranı 1850 yılında %70'lere varmış. fransa ve ingiltere'de bu tarihlere oran %50'ye ulaşmış. (wikipedi 1783 itibariyle %90'ı bulduğunu yazıyor* hangisi daha gerçekçi bilmiyorum ama her durumda rakam müthiş.)
    makaleye göre türk insanı bu orana 1970 yılında ulaşabilmiş. yani 120 yıl sonra... !!!!?????

    *** matbaa konusu: bu konu fena. zaten çok yazılmış bir şey bizde matbaanın müslüman teba tarafından geç kullanılması ama makalede biraz farklı bir bakış açısıyla yaklaşılmış. "hayrullah efendi 1860 yıllarında yazmış olduğu avrupa seyahatnamesi (gürsoy, 2002:115-116) adlı eserinde, fransız imparatorunun kütüphanesinde dört yüz bin ciltlik eserin; arselan kütüphanesinde iki yüz bin, saint genevieve kütüphanesinde yüz otuz bin cilt kitap bulunmakla birlikte bazı kişilerin evlerinde elli-altmış bin ciltlik kitapları içeren özel kütüphaneler bulunduğunu, paris halkının okuyup yazdığını ve evinde kütüphanesi olmayan bireyin çok nadir olduğunu anlatmaktadır. "
    osmanlı'da ise ibrahim müteferrika'nın 1729 yılında bastığı ilk kitaptan harf inkilabı olan 1928 yılına kadar 30 bin türkçe eser basılabilmiş, ki bunların çoğunluğunu da divanlar oluşturmuş. bu divanlar halka hitap etmediği için okuma yazmanın yayılmasında bir rol oynadıkları söylenemez.
    *** başka dillerin etkisi: 19. yüzyılda osmanlı'da 500'e yakın fransızca dergi ve gazete çıkıyormuş. yayınlar, arapça, farsça, ermenice, yahudice, bulgarca ve sırpça da yayınlanıyormuş. türkçe'nin doğru dürüst bir gramer kitabının basılması için cumhuriyetin ilanını beklememiz gerekmiş bu arada. ki, osmanlı'nın devlet resmi dili türkçe olmasına rağmen.
    *** padişahlar da dahil entelektüellerin nesirden çok şiirle uğraşması, ağdalı dil sorunu. halka edebiyatın yayılmasına engel oluşturmuş, yazılı edebiyat, gazeteler beklenen ilgiyi görememiş. sözlü kültür yine üstün kalmış.
    *** çocuk edebiyatının ihmal edilmesi:
    meşhur la fontain masalları 1700'lerin başlarında yayınlanmış arkadaş. bizde? bizde de nâbi adlı şair 7 yaşındaki oğluna şiir şeklinde bir kitap yazmış. ordan bir şiir şöyle başlıyor:

    itdi mizan-be-kef-i bûd ü ne-bûd
    âdemi seng-i terâzu-ı vücûd.

    *** okullar: 2. mahmut döneminde 1807 tarihinden başlayarak eğitim zorunlu hale getirilmiş, üç yıl ve erkek çocuklara yönelik olarak. çocuğunu göndermeyene hapis ve para cezası öngörülmüş. bugün hâlâ kız çocuklarını okula göndermek istemeyen bir toplum olmayı sürdürüyoruz. devlet aileleri para ve hapis zoruyla 'ikna' ediyor, çocukları okula çekebilmek adına.

    *** çocukların kitap okuyacak örnekler görememeleri:
    "gazi üniversitesi’nde görevli 1915 öğretim üyesi arasında yapılan araştırmada üniversite hocalarının da kitap okumadığı ortaya çıkmıştır. bu araştırmaya göre: hocaların % 21.9’u akademik yayınları dışında kitap okumamakta; % 56.2’si ayda 1-2; %17.5’i ayda 3-5; %4.5’ ayda 6-10 kitap okumaktadır (çocuk vakfı, 2006)."

    (gazi üniversitesini yazmayı düşünen öğrenciler bu rakamlara ayrı bir dikkat etmeli bence. hocalarının alan dışında tek kitap okumadığı %20'lik dilim ürkütücü.)

    öğretmenler, doktorlar, istatistikçiler hakkında yapılmış başka çalışmalar da bundan daha iyimser değil ne yazık ki.

    (dumlupınar ünivesitesinden suat ungan hocanın ellerine sağlık, aydınlatıcı bir yazı olmuş bence, kendisine burdan teşekkürlerimi sunuyorum.)

    ------------------------------------

    nedenlerle ilgili yazılacak daha çok şey var. ama özetin özeti bile uzun oldu.
    sözel kültürün yazılı kültüre baskın gelmesinini günümüzdeki yansımaları, facebookta, instagramda, televizyon önünde zaman geçiren gençlik olarak tezahür ediyor. onlara kızanlar bu tarihi arka planı göz önünde bulundurmuyorlar biliyorum. ama hacivat karagözdeki okuma yazma bilenle cahil olanın çatışması bile bizim kitaba olan yaklaşımımızın iyi bir göstergesi.
    ya da otobüste kitap okuyan tip gibi başlıklar okuyana duyulan güvensizliğin sözlüğe bile taşınması. adam adı sözlük olan bir platformda 'yazıyor' ama kitap okuyanı kız tavlamak için sahtekarlık yapacak kadar samimiyetsiz ve içten pazarlıklı buluyor.

    ne yapılmalı sorusuna ait çok sayıda başlık olduğu için entryme burada son veriyorum.
    (bir kısmı copy paste olsa da, araştırma ve yazım aşaması alın teri olan bir entrydir efendim. saygıyla.)
hesabın var mı? giriş yap