• --- spoiler ---
    rio'nun (marlon brando) barda sakin sakin otururken, sadist howard'ın (timothy carey) genç bir kadına tacizde bulunarak, zorla içki içirip yemek yedirmeye çalıştığını görünce dayanamayıp howard'ı yere serdiği ve akabinde kurşunları bedenine kustuğu sahnenin çekimi bugün bile ilginç geliyor:

    kavga eden ikiliyi yukarıdan görüntüleyen kamera, boyu rio'ya göre çok uzun olan howard'ı bir dev gibi gösteriyor, ama çok geçmeden rio art arda attığı yumruklarla howard'ı kısa sürde deviriyor.

    bu bölüm sadiste karşı bir başka sadistin zaferi.

    ama sonra işler karışıyor, renk değiştiriyor.

    sembolik baba figürü dad'in (karl malden) rio'yu kırbaçladığı sahne yine bir sadistin bir başka sadisti cezalandırması. ama bir fark var: bu kez rio adeta haz duyuyor kırbaçlanmaktan. brando o denli karizmatik ki kırbaçlanıyor mu, sembolik tecavüze uğradığı için zevk mi duyuyor, belli değil.

    bu bölüm de bir mazoşistin bir sadistin elinden zevk alarak cinselliğini keşfetmesi öyküsü.

    psikolojik westernler arasında en ilginç olanlarından.
    --- spoiler ---
  • martin scorsese'nin en sevdiğim western dediği ve steven spielberg ile birlikte 2016'da yapılan 4k dijital restorasyon çalışmalarına danışmanlık yaptığı film, 1961 yılında marlon brando yönetiminde çekilmiş.

    brando'nun ilk ve tek yönetmenlik girişimi olan film, apocalypse now kadar olmasa da sorunlu bir proje olarak epey sıkıntılı bir süreçte yapılmış. dört farklı senaristin elinden geçtikten sonra son şekli brando tarafından verilen senaryo, yönetmesi için önce, rüştünü henüz yeterince ispatlamamış olan stanley kubrick'e emanet edilir. ancak brando ile şiddetli geçimsizlik yaşamaları, senaryoda yapılan değişiklikler konusunda bir türlü uzlaşamamaları üzerine altı ayın sonunda pes eden taraf kubrick olur ve lolita'yı çekme düşüncesiyle projeden çekilir. fakat spartacus için ısrarlı bir teklif alınca lolita'yı erteler. o an farkında değildir ama brando'nun kaprislerinden kurtulduğunu düşünen kubrick'i anasından emdiğini burnundan getirecek olan kirk douglas belası beklemektedir.

    kubrick projeden çekildikten sonra, "ben yönetirim" diyerek kaptanlık pazubandını takan brando, (ki kubrick'e göre baştan beri niyeti buydu) filmi beş küsur saat olarak çeker. yapılan kesmeler sonucunda da" filmimi piç ettiler!" diyerek stüdyoyu suçlar. zira çok önemli sahneler uçurulmuştur. denilen odur ki çok fazla müdahaleye maruz kalması ve seyircinin filme beklenen ilgiyi göstermemesi nedeniyle brando bir daha film yönetmeye yeltenmemiş. gerçi kendisinden de memnun kalınmamıştır zaten. zira bütçeyi dört milyon dolar aşmış ve programın aylar gerisinde kalarak bitirebilmiştir.

    ömür törpüsü kaprisleri ve çekilmez olduğu söylenen karakteri bir yana (o kısmı iş yaptığı kişilerin sorunu) filmin çekildiği yılda 37 yaşında olan marlon brando'yu sahnede izlemek müthiş bir keyif gerçekten. sinema tarihinde onun kadar beyazperdeye yakışan ve duruşuyla, hal ve hareketleriyle yer aldığı sahnelere bu kadar hükmeden başka bir aktör var mıdır emin değilim.
    a streetcar named desire (ihtiras tramvayı) ve on the waterfront(rıhtımlar üstünde)'de birlikte rol aldığı efsanevi aktör karl malden'le iyi bir uyum yakalayıp üst seviye bir film çıkarmışlar. kadın oyuncu olarak da seçmeler sonucu kadroya alınan, filmden üç yıl sonra henüz 30 yaşındayken intihar ederek yaşamına son veren meksikalı aktris pina pellicer eşlik etmiş. neden intihar ettiğini bulamadım ama etkileyici bir güzelliğe sahip olmamasına rağmen pellicer, yer aldığı sahnelerin hakkını vermiş, hissettirmesi gereken duyguları fazlasıyla yansıtabilmiş. bilhassa da çok güzel ağlıyormuş. yazık olmuş.

    eleştiri aldığı söyleniyor ancak görebildiğim kadarıyla çok başarılı yönetilmiş film. filmin fotoğraflarına uzun uzun bakmaktan alamıyor insan gözlerini. ayrıca sonuna kadar düşmeyen bir gerilim hikayeden kopmaya izin vermiyor. dramatik ve psikolojik atmosferi, ertesi gün de insanın zihninden çıkmayan bir etki bırakıyor.

    film, klasik western filmlerinden politik yaklaşım itibariyle de ayrı bir yerde duruyor. western filmleri özü itibariyle muhafazakar yapımlardır. john wayne ve sam peckinpah gibi figürler eliyle sönümlenmeye başladığı 70'lerin ikinci yarısına kadar ideolojik meşrulaştırma aracı olarak önemli bir misyon görmüştür. pis, düşmanca ve şiddet dolu bir yer olarak resmedilen batı, iyi kahraman, kötü meksikalı, vahşi kızılderili yaklaşımı ve "iyi" kahramanın "kötü" adamlara karşı yönelttiği kanun dışı şiddetin meşrulaştırılması gibi türün idealize ettiği şeylerden büyük oranda uzak durulmuş. kötü yine "mutlak bir kötü" fakat iyi kahraman "mutlak bir iyi" olarak sunulmamış. pisliğin, üçkağıtçının önde gideni hatta. gerçekçi tarzda ele alınan ana karakterin, yaşanan olaylar ve özellikle de aşkın devreye girmesi sonucu dönüşmesi, iyi ve doğruya evrilmesi işlenmiş. bu anlamıyla türünün örneklerinden farklı olarak karakterlerin de yaşanan aşkın da naylon ve karikatür olmaktan kurtarıldığı söylenebilir.
  • psikolojik western denen janrı (bu cinslik de fransız eleştirmenlerden çıkan bir terim sanırım. seviyoruz, o ayrı.) başlatan, izledikten kısa bir süre sonra, uykusuz bir gecenin sonunda sabaha karşı, show tv'de galiba (o yıllarda bu adamlar sabah 4 gibi sürekli siyahbeyaz yeşilçam filmleri koyuyordu, ben de olanca işsizliğimle eski istanbul manzaraları ve arabesk öncesi çalan müzikler, eğlence ortamları için falan izliyordum.) oldukça serbest bir uyarlamasına rastladığım film. uyarlamada cüneyt arkın ve turgut özatay başrollerdeydi. gerisi spoiler gibi.

    --- spoiler ---

    marlon ve karl soygun yapar, karl marlon'u satar, paralarla kaçar. marlon tuz madenine.
    turgut özatay cüneyt'i satıp parayla kaçar, cüneyt hapise.
    karl uzak, kıyı kasabasında şerif, turgut uzak çiftlikte ağa olur.
    marlon, üvey kıza cüneyt de üvey kıza mı, kızkardeşe mi ne kancayı takar, sonra iş ciddileşir.
    çeşitli badirelerden sonra intikamlar alınır, kızların kalbi kazanılmıştır.
    mutlu son.

    --- spoiler ---

    aslında ayrıntılarda da baya benzerlik var ama şimdi yazması uzun. yalnız orijinali western iken bizimkiler günümüze (yani 1960'lara) uyarlamış. işte bu yeşilçam filminin adını hatırlayamıyorum.

    bir de dağların kartalı diye 1970 yapımı bir ayhan ışık filmi var. bu filmden uyarlama deniyor. izlemediğim için bir şey diyemeyeceğim.
  • marlon brando'nun kaprislerine dayanamayan kubrick sikerün böyle işi deyip filmi yarıda bırakmıştır.
  • kubrick'in kendi sesini ve imajını oluşturmasında payı büyük olan film. marlon brando gibi ultra ego sahibi bir figürle olan savaşı kaybetmiş gibi görünse de kubrick, hollywood'un kaprislerle ve inatlarla dolu kalabalık güruhuyla asla tam anlamıyla film yapılamayacağını bu olanla daha da inandırır kendine. zira filmin setini terk ederken stanley bir bakıma kendine yaklaşmıştır.
  • marlon brando'nun tüm kariyeri boyunca yönettiği tek film, kimlerine göre psikolojik bir western başyapıtı, kimilerine göre ise 140 dakikalık can sıkıntısı. ülkemiz hudutlarında özellikle flash tv’nin pek sevdiği ve her fırsatta yayınlayıverdiği filmde baba'ya karl malden eşlik eder.

    brando'nun filmi yönetmeye soyunmasının sebebi ilginçtir; filmin ilk yönetmeni stanley kubrick'le baba'nın arasında husumet baş gösterir, iki egonun çatışmasından brando galip çıkar, kubrick seti terk eder. yapımcılar yeni yönetmeni arararken baba, "o ipnenin yapacağı işi ben kıçımla yaparım" kabilinde konuşup yönetmenlik koltuğuna oturuverir. baba'nın çalışma yöntemi kubrick'i aratmayacak manyaklıktadır: en boktan sahne için sayısız tekrar alınır, son kertede elde normalin altı katı çekilmiş film vardır... film yalvar yakar, o zaman için kabul edilemeyecek uzunlukta bir süre olan 140 dakikaya indirilir ama brando yapımcıların filmi katlettiği görüşündedir...

    sonuç* (muhteşem karl malden'a rağmen) iç bayıcıdır...
  • bir iskambil destesinde kalp ve maca valelerine verilen isim. bunun sebebi * bu valelerin tek gozleri gorunur.
    (bkz: suicide kings)
  • 1961'de altın istiridye'yi kazanmış filmdir.
  • twin peaks dizindeki kumarhane-genel ev.
  • bir pazar sabahı denk geldiğim western.

    yeni kalkmış dışarıdaki kar yağışına bakarken, yüzümü televizyona dönmem ile marlon brando'yu görmem bir oldu. trt'nin pazar sabahı western geleneğini devam ettiren trt2, geçen hafta elvis presley'li kötü filmden* sonra bu hafta harika bir seçim yapmış.

    (bkz: #117134514) no'lu entryde de yazarın dediği gibi; "sinema tarihinde onun kadar beyazperdeye yakışan ve duruşuyla, hal ve hareketleriyle yer aldığı sahnelere bu kadar hükmeden başka bir aktör var mıdır emin değilim." gerçekten de marlon brando'yu izlemek büyük keyif.

    film için gerekli şeyler zaten yazılmış. fakat benim dikkatimi çeken şey şu oldu; 1880'lerde vahşi batıda bir barda mona lisa tablosu olması eşsiz bir detaydı. sinema dünyasının zirvesi ile resim dünyasının zirvesi tek bir sahnede bir aradaydı. bugün internet sayesinde modern dünyada moda olan her şeyi anında görebiliyoruz. son dönemlerde van gogh ve basquiat eserleri sürekli olarak sosyal medyada paylaşımı yapılarak dikkatler üzerine toplanıyor. bu eserleri asya ya da afrika'daki ücra bir köşede duvarlarda görmek bu yüzden şaşırtıcı gelmez. fakat haberleşmenin zor olduğu bir dönem olan 19. yüyzıl vahşi batısında mona lisa tablosunun bir bar duvarında olması, bu tablonun dünyanın en meşhur tablosu olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
hesabın var mı? giriş yap