• ördekler suyun üzerinde, sanki kayıyormuşçasına rahat bir görünüşle süzülürler. oysa suyun altında, görünmeyen bir şekilde, ayakları makine gibi çalışıyordur.

    sosyal medyada yansıyan mutlu, huzurlu görüntülerin perde arkasında da sorunlu hayatlar vardır; görünmez.

    sosyal araştırmacılar, bu duruma, ördek sendromu adı vermekteler.
  • şu an ben hariç bütün sosyal medyadaki insanların kapıldığı hastalık.

    peşin edit; suyun altı gözükmüyor dimi beyler.
  • sosyal medyada ördek sendromu

    bir çift düşünün. evden çıkıp sinemaya gidiyorlar. adam karısına geç hazırlandığı için kızıyor. asansörde tartışarak iniyorlar.

    yolda trafik sıkışıyor. adam bir yandan kendisini sıkıştıran araçlara bağırıp çağırıyor, bir yandan da geç kalmalarına sebep olan karısına saydırıyor.

    park yeri bulamayıp bir on dakika da öyle dolanıyorlar ve tam bir sinir harbi yaşıyorlar. film de hoşlarına gitmiyor. çıkışta bu sefer kadın, kötü bir film seçtiği için eşini suçluyor. tartışarak eve dönüyorlar.

    şimdi gelelim sosyal medyaya.

    siz bu çiftin arkadaşı olduğunuzu düşünün. evinizde pijamalarla huzur içinde oturuyorsunuz. bu arada ınstagram’a arkadaşınızın fotoğrafı düşüyor. iki tane gülümseyen yüz, kucakta kocaman bir patlamış mısır paketi, arka planda filmin afişi.

    fotoğrafın altında şöyle yazıyor;

    “harika bir bahar akşamı, enfes bir film, patlamış mısır ve aşkım.”

    cümlenin sonunda bir de kalp var. moraliniz bozuluyor. “ben evde atletle oturuyorum. millet nasıl da eğleniyor!” diye canınızı sıkıyorsunuz.

    işte sosyal medyanın illüzyonu bu. herkes ucu bucağı olmayan bir podyumda ha bire poz veriyor. seyirciler de bu büyük kıyaslama oyununa ha bire özeniyor.

    sosyal medyada mutlu gözükmek için harcanan çok büyük bir gayret var. ama ekranda bu gayret gözükmüyor.

    stanford üniversitesinde konuyla ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar işte bu durumlar için bir kavram geliştirmişler; “ördek sendromu.”

    ördekler gölün üzerinde hiçbir çaba sarf etmiyormuş gibi, rahat ve dingin bir şekilde süzülürler. gölün altında kalan ayakları bir makine gibi çalışır ama dışarıdan bakınca hiç belli olmaz.

    sosyal medyada suyun altında kalan kısımlar da ekranda gözükse, inanın kimse moralini falan bozmaz.
  • bir çift düşünün. evden çıkıp sinemaya gidiyorlar. adam karısına geç hazırlandığı için kızıyor. asansörde tartışarak iniyorlar. yolda trafik sıkışıyor. adam bir yandan kendisini sıkıştıran araçlara bağırıp çağırıyor, bir yandan da geç kalmalarına sebep olan karısına saydırıyor.
    park yeri bulamayıp bir on dakika da öyle dolanıyor ve tam bir sinir harbi yaşıyorlar. film de hoşlarına gitmiyor. çıkışta bu sefer kadın, kötü bir film seçtiği için eşini suçluyor. tartışarak eve dönüyorlar.şimdi gelelim sosyal medyaya.

    siz bu çiftin arkadaşı olduğunuzu düşünün. evinizde pijamalarla huzur içinde oturuyorsunuz. bu arada ınstagram'a arkadaşınızın fotoğrafı düşüyor. iki tane gülümseyen yüz, kucakta kocaman patlamış mısır paketi, arka planda filmin afişi. fotoğrafın altında şöyle yazıyor;
    "harika bir bahar akşamı, enfes bir film, patlamış mısır ve aşkım."

    cümlenin sonunda bir de kalp var. moraliniz bozuluyor. "ben evde pijama ile oturuyorum, millet nasıl da eğleniyor" diye canınızı sıkıyorsunuz.

    işte sosyal medyanın illüzyonu bu. herkes ucu bucağı olmayan bir podyumda ha bire poz veriyor. seyirciler de bu büyük kıyaslama oyununa ha bire özeniyor. sosyal medyada mutlu gözükmek için harcanan çok büyük bir gayret var. ama ekranda bu gayret gözükmüyor.

    ördekler gölün üzerinde hiçbir çaba sarf etmiyormuş gibi, rahat süzülürler. gölün altında kalan ayakları bir makine gibi çalışır ama dışarıdan bakınca hiç belli olmaz.

    sosyal medyada suyum altında kalan kısımlar ekranda gözükse, inanın kimse moralini bozmaz.
  • sahtekarlık sanatını popüler kültür ile ayyuka çıkaran sadece sosyal medya değil, hayatın her alanında gözlemlenen sendromdur. kişiyi hayallerde yaşatır. gerçekle yüzleştirmez. hissetmek istediğini hissettirir. bulaşıcıdır. zehirden uzak kalanlar çemberin dışına çıkar. yörüngesinden çıkmış bir uydu gibi uzayda yok olur. son gördüğü ihtişamıyla git gide gözden uzaklaşan dünyanın ışığıdır.
  • hep çevrenizde vardır, başarılı olmasının ihtimali dahi olmayan kişilerin(öğrencilerin) hiç çalışmamalarına rağmen başarılı olmaları neticesinde diğer bireylerde ortaya çıkan sendrom.
  • bir çift düşünün. evden çıkıp sinemaya gidiyorlar. adam karısına geç hazırlandığı için kızıyor. asansörde tartışarak iniyorlar.

    yolda trafik sıkışıyor. adam bir yandan kendisini sıkıştıran araçlara bağırıp çağırıyor, bir yandan da geç kalmalarına sebep olan karısına saydırıyor.

    park yeri bulamayıp bir on dakika da öyle dolanıyorlar ve tam bir sinir harbi yaşıyorlar. film de hoşlarına gitmiyor. çıkışta bu sefer kadın, kötü bir film seçtiği için eşini suçluyor. tartışarak eve dönüyorlar.

    şimdi gelelim sosyal medyaya.

    siz bu çiftin arkadaşı olduğunuzu düşünün. evinizde pijamalarla huzur içinde oturuyorsunuz. bu arada ınstagram’a arkadaşınızın fotoğrafı düşüyor. iki tane gülümseyen yüz, kucakta kocaman bir patlamış mısır paketi, arka planda filmin afişi.

    fotoğrafın altında şöyle yazıyor;

    “harika bir bahar akşamı, enfes bir film, patlamış mısır ve aşkım.”

    cümlenin sonunda bir de kalp var. moraliniz bozuluyor. “ben evde atletle oturuyorum. millet nasıl da eğleniyor!” diye canınızı sıkıyorsunuz.

    işte sosyal medyanın illüzyonu bu. herkes ucu bucağı olmayan bir podyumda ha bire poz veriyor. seyirciler de bu büyük kıyaslama oyununa ha bire özeniyor.

    sosyal medyada mutlu gözükmek için harcanan çok büyük bir gayret var. ama ekranda bu gayret gözükmüyor.

    stanford üniversitesinde konuyla ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar işte bu durumlar için bir kavram geliştirmişler; “ördek sendromu.”

    ördekler gölün üzerinde hiçbir çaba sarf etmiyormuş gibi, rahat ve dingin bir şekilde süzülürler. gölün altında kalan ayakları bir makine gibi çalışır ama dışarıdan bakınca hiç belli olmaz.

    sosyal medyada suyun altında kalan kısımlar da ekranda gözükse, inanın kimse moralini falan bozmaz.

    salih uyan
  • stanford universitesi'nde ilk kez ortaya atilmis bir terim.

    ozetle yuzeyden bakinca cok da cabalamiyormuscasina cool cool ilerliyor gorunen ordeklerin aslinda suyun altinda buyuk ugrasla pitir pitir ayaklarini calistiriyor olmalari durumu. tanidik geliyor degil mi?

    stresli durumlari disariya yansitmadan mutlu gorunmeye calismak, cilginca calisirken disaridaki insanlara calismiyorum ama zekiyim diye basariyorum imaji vermek, instagram'da delicesine egleniyor gibi paylasim yaparken gercek hayatta o an binbir cesit stresle ugrasiyor olmak gibi gibi ornekleri mevcut. bu durum anksiyete ve depresyona da yol acabiliyor haliyle.

    su siralar stanford universitesi'nden bir arastirmaci kizla calisiyorum. soyledigine gore spor yapmak icin sadece stanford ogrencilerinin oldugu bir salona gidiyor. aslinda ne kadar guzel ve fit oldugunu cevredekilerle kiyaslarken kendisiyle ayni yogun tempoda calisan ve onemli islerle ugrasan insanlarla bir arada bulunmak istiyormus. stanford'taki birisi kadar yogun olmayan kadinlarin guzel ve fit gorunmeye daha fazla zaman ayirabilmeleri normalmis ve kendisiyle kiyaslanmamalari gerekiyormus. yani diger ordeklerle ayni golde pedal cevirmek istemiyor, fit ordekler eger stanford ogrencisi degilse ayni golde yuzmek istemiyor. kisacasi bir stanfordlu cozumu golleri ayirmakta bulmus kendini daha iyi hissetmek icin.
  • çoğu bireyin yaşadığı fakat adını kafasında oturtamadığı tuhaf sendrom. sosyal paylaşım platformları sayesinde başını alıp yürümüştür. kimse de kendilerinden hoşnut değildir.
  • bunun en büyük örneği boşanmış insanların instagramda gösterdikleri mutluyum şovları olsa gerek.

    boşanır boşanmaz, düştüm ama ölmedim pozları gülerek. erkekse hemen alemlere akmak arkadaşlarıyla (elde kalmış bi iki tanesiyle) ve sürekli içmek; kadınsa spor salonuna yazılıp zayıflamaya, kafelerde kız arkadaşlarıyla (kalan bi taneyle) salata yemeler, smoothyler içmek falan...

    dur hele bi yaa, önce hayatını bi yoluna koy, boşanmayı bi hazmet bi'zahmet. yılların alışkanlıklarını öyle bi gecede, bi haftada değiştirmek, hemen mutlu olmak kolay mı? akşam o kendi kendine kaldığın eve döndüğünde yüze çarpan yalnızlık duygusu, ördeklerin su altındaki ayak çırpınışları değil de ne?
hesabın var mı? giriş yap