• orman kültü eski türklerde önemliydi.

    neden, çünkü onlar için önemli olan yaşadıkları coğrafyadaki unsurlar ve hayatlarını kolaylaştıran etkenlerdi. doğanın içinde yaşamanın doğayla uyum içinde olmayı bunun da doğaya saygı duymayı gerektirdiğini bilirlerdi. etraflarında gördükleri her şeyin bir ruhu olduğuna inanmalarının altında yatan neden basitçe buydu. mesela yaşadıkları bölge dağlık, ormanlık ve çetin bir coğrafyaysa -ki öyleydi- o dağlarla ve ormanlarla barış içinde olmaları gerekiyordu. onlar dağ ve orman ruhuna saygı gösterirlerse o da onlara zarar vermez hatta korurdu.

    tabi sadece orman değil ağaç etrafında da bir kült oluşmuştu.

    başta hayat ağacı olmak üzere kutsal bilinen ağaçlar ve onlarla ilgili inanışlar da vardı zira türk mitolojisinde, ağaçlar hem dünyanın ekseni*hem de -türenilen ata/ana olarak- yaşamın kaynağı olarak görülürdü ve her iki anlam açısından da kutsallığa sahipti.

    türkler için kutsal kabul edilen ağaçlar kayın, çam, kavak, ardıç, çınar, servi, sedir, meşe, dut, söğüt ve elma gibi ağaçlardı. ancak bunların içinde en kutsalı ve türk mitolojisinin belkemiği sayılacak ağaç, kayın ağacıydı.

    kayın ağacı, eski türklerin günlük hayatlarında da önemli bir yer tutuyordu. (şamanist mitolojide kayın ağacının tanrı ülgen ve umay ile gökten indiğine inanılır.) türkler en iyi ve sağlam oklarını kayın ağacından yapar ve toz dedikleri yay kılıflarını da kayın ağacı kabuklarından çıkarırlardı, yayın üzerine yapıştırılan bu kabuklar, yayı daha elastiki bir hale sokardı. tözlerin bir kısmı da kayın ağacı kabuğundan yapılırdı.

    şamanlar kayın ağacına özellikle hürmet eder, ayinlerini kayın ağaçlarının etrafında yapar, hastaları yine bu ağaçların altında iyileştirirlerdi. şaman davullarında da mutlaka ağaç resmi olurdu.
    bazı türk boylarında şaman ölünce ormanda bir ağacın dibine gömülür, davulu da aynı ağaca asılırdı.

    bazı türk boylarındaysa şaman toprağa değil ağaca gömülürdü. (ağacın içini baltayla açıp şamanı içine koyuyorlar sonra kapakla kapatıyorlar. ağaç kovuğu da tıpkı mağara gibi ana rahmini simgeliyor dolayısıyla burada da belki? bir yeniden doğuş simgelenmiş olabilir zira türk mitolojisinde hemen hemen her şey döngüseldir ki zaten ağacın kendisi de kışın yapraklarını dökmesi ve baharda canlanmasıyla bu döngüselliğin simgelerindendir)

    yakut türklerinde kayın ağacı kadar, karaçamlar da önemliydi. yakut şamanlarının her birisinin bir ağacı vardı. bu ağaca da turuu adı verilirdi. gençler şaman olmaya niyetlenince hemen bir ağaç dikerler ve bu ağaç büyüdükçe de rütbeleri artardı. şamanın ölümü ile birlikte ağacı da yok edilirdi.

    toba devletinde (tabgaçlar) ölü gömüldükten sonra büyük bir tören yapar ve ondan sonra da büyük bir kayın ormanı dikerek ağaçlar yetiştirirledi.

    altaylılara göre, yıldırım düşen ağaçtan bir parça alıp saklanırsa o yere kötü ruh giremezdi.

    türklerde ağaçlara çaput bağlamak da ta şamanist dömenden kalan geleneklerdendi*

    eski türklerde kutsal olarak kabul edilen dağların en tanınmışı ötüken dağlık ve ormanlık alanıydı. büyük türk devletleri burayı devlet merkezi yapmışlardı. ötüken yış, özellikle kuzeyli avcı ulusların en önemli kültlerinden biriydi.
    (bkz: ötüken/@ay hatun)

    orman ya da ormanlı dağlık yer anlamına gelen yış, orhun yazıtları’nda çokça karşımıza çıkar.
    mesela kağan, halkından “iduk ötüken yış budın/kutsal ötüken ormanı halkı” diye bahseder.
    (kül tigin abidesi, doğu yüzü)

    yakutlar, dokuz orman ruhu/tanrısı olduğuna inanırlardı. (en büyükleri bay bayanay) bu ruhlar ormana girenleri koruyup iyi bir av geçirmelerini sağlarlardı ama zarar verenleri de affetmezlerdi. en basiti, orman ruhları oyundan, şakalaşmadan, sululuktan falan hoşlanmaz ama hikaye dinlemeyi severlerdi. bu yüzden de avcılar yanlarında bir hikaye anlatıcıyı da götürürlerdi.

    “altay türklerine gelince, av sırasında dağ ve orman ruhlarının (bu orman ruhları güzel hikayeler dinlemeyi sevdikleri için avcılar, bir hikaye anlatıcıyı yani kayçıyı da yanlarında götürür ve ona da avdan eşit pay verir) kendilerini koruduğuna ve avda içten bir inanç ve temizliğe sahip olmanın gerektiğine inanırlardı.

    avdan önce avlanacakları ormanın ruhundan izin alırlardı.

    (izin kelimesine fazla takılmayın dua ediyorlar yani. şu alkış örneğinde olduğu gibi;

    avlanmaya gelmiştim,
    attığım okuma rastlarsan kızma!
    okum değerse darılma!
    avlanma amacıyla geldim!
    bana, çoluk çocuğuma kürk gerek,
    lezzetli etin gerek.
    ağacın, taşın, akarsuların,
    yüksek dağların iyeleri kızmayın,
    av hayvanlarınızı verin!)”
    (bkz: eski türklerde avcılık/@ay hatun)

    e orman demişken orman yaratıklarından bahsetmemek olmaz tabii ki…

    “tatarların maymun ruh dediği ve mıstan ile bağlantılı bir de pitsen var. maymun denmesinin nedeni çok çirkin olduğu için değil de kıllı olduğu için (bundan güzel olduğu anlamı da çıkmıyor tabii) çünkü kendisi bir orman yaratığı. eğer ormanda yalnız gezmeyi seviyorsanız bir daha düşünün derim. çünkü pitsen insanlara güzel bir genç kız olarak görünüp tuzağa düşürnesiyle biliniyor. he öyle tuzağa can kurban derseniz de keyfiniz bilir tabii artık beraber oturup kertenkele kemirirsiniz, tabii ormandaki bir çukurun kenarında öldürülmeden önce. kaçış yok yani ölüm kesin.”
    (bkz: türk mitolojisinde cadı/@ay hatun)

    “kadim zamanlardan beri süregelen orman, ötüken yış ve yer sub’un kutsallığı anlayışının ve ulu ana/yer ana da denilen toprak ve dağ iyesi/ruhunun devamıdır toprak ana…”
    (bkz: türk mitolojisinde toprak unsuru/@ay hatun)

    “bunu biraz açalım, mesela ağaç eski türkler için külttür çünkü ağaçtan şifa bekliyorlar, şamanlar ayinlerini kayın ağacının yanında yapıyor hatta bazı boylarda ölünce adamı ağaca gömüyorlar. nedensiz ağaçlara zarar verirlerse orman ruhunun hışmına uğruyorlar.”
    (bkz: bengü taş/@ay hatun)

    “türk mitolojisinde hayat ağacı, kökleri yeraltı aleminde , gövdesi yeryüzünde, dalları ve yapraklarıysa göğün en üst tabakalarında olan bir eksen gibi düşünülmüştür. kısacası yeri göğü birbirine bağlar. hatta bazen kutup yıldızı'na kadar uzandığı kabul edilir.
    mitolojilerde ağaç, dağ gibi olgulara kutsaliyet addedilmesinin nedeni; yerle gök, insanla tanrı arasında köprü olarak görüldüğü içindir*

    temeli eski türklerdeki orman kültüne dayanan bu ağaç dünya ile birlikte yaratılmış ve kayra han tarafından dikilmiştir.”
    (bkz: hayat ağacı/@ay hatun)

    (bkz: türk mitolojisi/@ay hatun)
  • büyülü bir ortam. ne zaman içine girsem, masal alemine girmiş gibi hissederim. şu an bir ormanda olmayı; nem, karanlık ve normalde hiçbir yerde duyamadığım seslerle kuşatılmayı çok isterdim. günlük hayatımın parçası olmayan tehditlere açık hale gelmekte, bir yılan sokması ihtimali ya da kaygan zeminde atılacak dikkatsiz bir adım neticesinde kendini bir anda yüz metre yuvarlanmış bulmakta beni çeken bir şeyler var. doğanın akıl almaz gücü karşısında ne kadar kırılgan bir bedenle yaşadığımı, savunmasızlığı, doğal ortamımız haline getirdiğimiz yapaylığı en iyi orman hatırlatıyor bana.
  • noktayi atladim, notayi kirdim: la mettrie'nin huffasa bakakalmasini incelerken kendimi kaybedip daldim ormana. ama'liktan kaciyordum kacmasina da, son anda kandilde eriyen bibere takildi nizamim. ihtiramlara layik bir tablodan akan kelimeler fisildanirken kulagima, gucu ipsiz kuyusuz nesvelere suruklendim:

    -----------
    wir sind nicht einig. sind nicht wie die zug-
    vogel verstandigt. uberholt und spat.
    so drangen wir uns plotzlich winden auf
    und fallen ein auf teilnahmslosen teich

    birlik degiliz bizler. degiliz gocmen kus
    suruleri gibi anlasmis. geride ve gecikmis
    kabul ettiriyoruz kendimizi ruzgarlara zorla
    ve cullaniyoruz uzerlerine kayitsiz gollerin.
    rainer marie rilke, duinos agitlari, iv

    o buyuk badireyi yasamis olanin tanikligiyla karsilamak gerekir: insan dunyanin bu hazin halini gordukten ve bir seyler yapmanin luzumunu hissettikten sonra ne yapacaksa: "bakir bir ormanda acik bir alan acmaya calisan insan gibi kendi basina yapmali ve bunu yaparken su biricik umudunu, ormanin derinliklerinde bir yerde baskalarinin da ayni amac icin calistiklari umudunu hic kaybetmemeli."
    [ahmet aydogan, schopenhauer neden onemlidir? (thomas saunders'in schopenhauer'ina yazdigi onsozden)]
    -----------

    uzun surmedi o guzel nesve, hemen dondu halet-i ruhiyem berde:

    zelil! sen misin umudunu kaybeden? sen misin ummalardan kesilen? siratlara suratle vurdun vurdun, cikardin ya baltani futursuzca, iki asir once mapuslardan kacirilmis o aura'si bol adama oykunup.. koy simdi o baltayi, koy geri yasla! buraya siginmak kolay degil, bilesin. cesaretini nereye biraktin? devirdigin sude kutugun silueti disinda yok etrafinda cukur, urkme.

    lakin titreyeceksen usul usul titre, ki soyleyebil bana umaci nerede! nerede!

    cekil! salyalarin akiyor bre sakaci rezil, salyangoza basmayayim diye yokusu tirmanirken. ormani sana gore mi sandin? bir davud suurun, bir digeri onun altindakinin nesrinde. ya sen neredesin be? itiraflarin manayi yikan uclemelere ugrar, zihnin ofkelere calinir. dua et ki, o calinanin cismanilesmesin hiddete. simanda secilmez oldu bagrini saranin ismi; yagmur mudur yoksa bu celbine dusen cemre. sabah vakti surukledin ya sahri incizaba, israf-i hareketinde ezilen dal artik sunu soyler:

    taavvuzun tefekkurden noksan ise bir daha buraya gelme.
  • olduğum insanla olmak istediğim insan arasında kocaman bir orman var; belirsizliklerle dolu, karanlık bir orman. üstelik genç değilim artık.

    olduğum insanı sevmiyorum: para kazanmak, faturalarını ödemek, toplumsal sözleşmeye bir tarafından yamanmak için kırk takla atan bir soytarı o benim gözümde.

    olmak isteğim insanıysa o karanlık orman yüzünden göremiyorum. o ormana girmek, korkularıma rağmen derinliklerinde yürümek, onca yolları aşmak gerekiyor. hem korkuyorum, hem halim yok.

    bir zamanlar kitaplara yazılan harflerin gelecekte gireceğim ormanda yolumu bulabilmem için serpiştirilen işaretler olduğuna inanıyordum. belki de öyleydiler, onları okudum ama hiç takip etmedim ve yitirdim o geleceği.

    yazgımı kabullendim artık: şu hayattaki en büyük başarısı faturalarını zamanında ödemek olan bir göt olarak öleceğim ben (ah dostlarım!) ve ne aski bir çelenk gönderecek cenazeme ne de sabancı.
  • her turden hayvanin ya$adigi habitat. bu bilimsel giri$imden sonra sallama kismina gecebilirim entry'min. ortaokulda, lisede falan da boyle yazardim ben edebiyat ogretmenlerimin cok begendikleri kompozisyonlari. ba$tan bi gozlerini boyamak icin ciddi giri$ yapardim konuya, sonra onlar o kisimda oyalanirken, serbest sallama kismina gecerdim. en gusel kismi orasidir cunku. icinde nane olan cikolata gibi, ya da ceviz dolu kerebic gibi. bu kerebici de yeni ogrendim, anlatiyorum her yerde habire. duyan da annem, nenem falan da yapardi cocuklugumda saniyor. halbuse bikere bile yok yakindan gormu$lugum. hayal i$te. adini sevince, ustune de telli hayaller kuruluyor bir $eyin. hay allah bu bir ve $eyi ayri yazmaya da ali$amadim ben biturlu. hosca kal yazmi$ arkada$im. honk dedim gorunce. pek honk demem ben ama seviyorum bazen boyle kendimi de $a$irtmayi i$te. ama en cok gecen gun gittigim turk konsoloslugundaki ate$eyi sevdim. duzenlemesini istedigim belgede adigecenin yazmi$ biti$ik. gorunce cok sevindim. az kalsin boynuna sarilacaktim. dedim tut kizim kendini, tutarlar yoksa kopyani. halbuse ne olurdu sarilsaydim ki? of pof niye sariliyorum elin ate$esine onu da anlamadim $imdi.

    i$te ben boyle boyle yazarkene, mevzudan uzakla$irdim taa eskiden de. ama ne kadar mevzudan uzakla$ir insan, o kadar guzelle$ir mevzu da. orman da oyle bak, uzaksa cok cekici, ba$an cikarici, delirtici. ormanda bi kere agaclar var, buyuk buyuk otlar falan. her hayvanin saklanacak bi yeri, saklanma ihtimali var. yeter ki ozenle secin saklanacaginiz kovugu, magarayi falan. biz bikere bi karaderili ile yalnizca havanin ve suyun sesinin oldugu bi ormanda bir fil aradiydik mesela. ben dedim bo$verin, ille de gormesek de olur fili. yok dediler ille de gosterecegiz sana, madem gelmi$sin buraya kadar. belgesellerdeki o ortada bir tek kocaman bi agac olan, etrafi yuvarlak bo$luk, sonra gene agaclar olan yere gittiydik sonra. bildigim butun belgesellerde oynayan manzara. indi ustu acik beyaz jipten orman gorevlisi siyah adam, nasil da kucucuk , nasil da incecik. hic o kadar kucuk ve ince bir siyah adam gormemi$tim omrumde ben. omrum ki siyah adamlarin ya$adigi kitalarda gecti hep. dudaklarinin renginden, kafa $ekillerden bilirim geldikleri yoreleri. ama bu adami bilemedim. ormanda olmali hikmet dedim. saklanabilsin diye kucuk kalmi$ evrilirken. ozendim. dolanirken bitakim sesler cikardi cok insana benzemeyen. tedirginligim artiyordu, korkumu anlatamiyordum. sesimi kaybettigimden beri galiba duyulmuyordu soylediklerim. birden beyaz hortumu gorundu yavru bir filin. aglayasim geldi gorunce. dedim gidelim, ne olur hemen gidelim. ormanda hayvanlarin saklanabilme hakkini ihlal etmi$tik. o gunden beridir, utancimdan belgesellere bakamiyorum artik ben...

    orman, insanlar onu ke$fedinceye kadar gusel bir yerdir. ne zaman ki ayak basar insan, orman ezilir ayaklarinin altinda. azalmaya ba$lar gun be gun. o yuzden ben hic gitmek istemem ormanlara. uzaktan bakarim. en yakinina gittigim orman uc gunluk mesafede olsun isterim. ormanlari koruyalim. icinde ya$amaya cali$anlara saygi duyalim. yoksa dunyamiz col olur. colde su bulunmaz. cok kari$tirirsan iskeletler cikar kumun icinden. bir de cok kalirsan serap gorursun bazi bazi... hurma dediginse bir tatli meyve. yiyince ustune su icemedikten sonra ne yapayim ben oyle meyveyi. elllerini bile kumla yikiyorsun du$un artik. develer develer var bir de. onlar en guzel tuz ta$iyorlar. tuz madenlerinden tuz toplayan incecik derili adamlar ali$mi$lar az suyla ya$amaya. derilerinin altindaki etleri, gune$te kavrulmu$, kurutulmu$ etler kadar kuru. evet olmasin dunyamiz col. golleri koruyalim. ormana da sahip cikalim. gitmeyelim ormana. hayvanlari rahat birakalim. rahat birakalim ki saklanabilsinler agaclarin arasinda. hem hak ihlali halik inkaridir flamingo litareturunde...
  • terbiye edilmemiş insan şuuruna/kalbine işaret eder. nasıl ki bir orman vahşi hayvanların yuvası ve mekanıdır, aynı şekilde tasfiye ve terbiyeden geçmemiş insan şuuru, son derece vahşi ve ilkel duyguların kol gezdiği ve hükmünü yürüttüğü bir ortamdır.

    ancak "malum" toplumsal kurallar sebebiyle bunların pek çoğu açığa çıkamazlar. açığa çıkamayan duygular huzursuzluğa yol açar. huzursuzluk ise insanı içki, eğlence, sefahat, uyuşturucu vs. gibi durumlara iter.

    ayrıca cinayet, kavga, zorbalık gibi menfi fiiller de şuurdaki vahşi hayvanların dış planda tezahür ve tecessüm etmelerinden ibarettir.
  • özellikle black metal gruplarının favori mekanı. burada klip çekmeye bayılırlar.
  • orman muzik ve edebiyatta bir bilgelik semboludur genelde. yasliligindan olacak, agac, orman kavraminda bir gizem, bir bilgelik, bir bilinclilik vardir hep. belki doganin en yogun oldugu yer oldugundan, icinde sayisiz canliya yuvalik yaptigindan. sarkilarda da gecer orman "..the forest silently wept", "..and the forest witnessed her demise" ya da "into the woods i walked, in search for finding the truth" (kafadan atiyorum) gibisinden. belki de bu yuzden orman insana sadece doga ve temiz havayi degil, daha derin, manevi bir hissi de tattirir. cogu insanin aklina orman deyince farkli seyler gelir: piknik, eglence vesaire. benim aklima hep kudret gelir nedense. belki de orman bizden oncesini gordugu, bizden sonrasini da gorecegi icin.
  • ormanların hakkı yenmiştir; her kim bir başkasının hakkını yemeyi marifet sayar, kendi çukurunu kazmıştır.
    ormanın kendisi mistiktir aslında, her gidişimde coşkuyla, parlaklığımla ürperiyorum*. gidişimde doğayla ve gerçek hayatla başbaşayken pek çok yaşanan fazlaca yapay gelmeye başladı. ve ben yorulmuştum; tam birşeyler düzeliyor derken bir bakıyordum daha beter olmuştu. ama bitmek yok*. onlardan aldığım ders budur. (bkz: rüzgar). ılık dinginliklerimin baş kahramanısın. hastasınım.
hesabın var mı? giriş yap