• ben çankırı'nın çerkeş denilen bir yerde doğdum. birçok kişinin aklına çankırı denilince çorak, kuru tek yeşilliği kavak ağaçları olan tipik bozkır sayılabilecek toz duman içerisinde bir anadolu kasabası gelir..
    öyle tahmin ettiğiniz gibi değildir bizim oralar..
    kızılcahamam'dan başlayan ışık dağından devam eden ve karadenize uzanan uçsuz bucaksız ormanlar tam bizim çerkeş'den geçer.
    nasıl anlatayım?
    benim doğduğum, çocukluğumun geçtiği köy tam ormanın içerisindedir. bugün gitsem gece karanlığında ikiyüz metre uzaklaşsam köye dönemem. yolumu kaybederim. o kadar sık bir o kadar vahşi bir yeşilliktir bizim oraların ormanları.
    kışları ne kadar soğuk ve sert geçse de yazları bir o kadar sıcak ve kuru geçer.
    yazın köyüne tatile giden onlarca insan mangal yakar. çobanlar durmadan ateş yakar. birçok cam kırığı doludur.
    üç mahallesi olan köy zaten ormanın içerisinde..
    tarihinde bir defa dahi yangın çıkmamıştır.. o kadar sık o kadar korumasız bir coğrafya da insanlar ile iç içe yaşayan ağaçların bir tanesi yanmamıştır.
    orman yangınları için devamlı suçlanan mangal kültürü, dikkatsiz insanlar, cam kırıkları, sıcak, nem ne ararsan vardır..
    ama yangın çıkmamıştır.
    ege, akdeniz, çanakkale gibi topraklarının altın değerinde olduğu, peşkeşin dibe vurduğu otel ve tatil köyü çöplüne dönmüş cennet köşelerinde her sene düzenli olarak çıkan yangınlar birkaç sene sonra unutulduğunda peşkeş çekilmekte.
    ben inanmıyorum..
    ege,akdeniz ve marmara da çıkan hiçbir yangının insanların dikkatsizliği ya da doğal yollardan olduğuna inanmıyorum.
    manavgat neredeyse her sene düzenli olarak yanıyor. geçen sene gazipaşa yandı, iki sene önce dim çayı çevresi, üç sene önce alanya-mersin yolu üzeri cayır cayır yandı. hepsi denize nazır, otel dikmeye elverişli yerler. zaten birkaç sene sonra tamamı imara açılacak.
    diyorum ya..
    bizim çankırı da orman yanmaz. orada ki ağaçların, yabani hayatın şansı sıçtığımın çankırı'sına kim otel yapsın?
    orman yangınları haberlerini seyrederken mangal yapanlara beddua etmeyin. hepimiz mangal yapmışızdır.
    el insaf..
    mangal yakıldıktan sonra, yemekler yenildikten, çaylar içildikten sonra asıl mangal keyfi muhabbet olur, ağaçların altında birkaç saat kestirmek olur. mangal toplanana kadar yanacak köz zaten söner..
    orman yangınlarının bir sebebi olabilir mangal, yanan izmarit ya da kırık camlar ama bir sebebidir. gözünü toprak doyurusacı şerefsizler ormanların gerçek katilleridir..
  • "yau iki ağaç yanmış nedir" diyenler için şöyle açıklayıcı bir iki kelam edeyim.

    öncelikle orman dediğimiz şey, yaşlıdır.

    yaygın kanının aksine, ormanlarda sadece ağaçlar yaşamaz. ormanlar, "vahşi hayat"ın sürebildiği bölgelerdir. kuşları, bölgesine göre geyikleri, kedileri, köpekleri, sincapları, mantarları, kelebekleri, yarasaları, yılanları, hamamböcekleri, parazit organizmaları, ayrıkotları, çiçekleri ile bir bütündür, ve hepimizin artık aşina olduğu "yaşam dengesi" meselesi sebebiyle, bölünemez.

    'orman' olarak niteleyebileceğimiz en genç ağaç toplulukları, yaklaşık 50-60 yaşlarındadırlar. ancak "yaşlı orman" dediğimiz şeyler, içlerindeki ağaçlar 100-150 yaşından büyük olmasalar da binyıllardır aynı yerde yaşamış ağaç kolonilerinden oluşurlar ve buna bağlı olarak binyıllar hatta yüzbinyıllar içerisinde şekillenmiş bir habitat/fauna sahibidirler. yeryüzünde tek bir orman sistemine özgü hayvan türlerine rastlamak, imkansız değildir.

    ormanlar, yalnızca kendi içlerine değil, çevrelerine de hayat sağlarlar. yoğun bitki örtüsünün ve yeşil yaprakların atmosfere saldığı oksijeni boşver, ormanın dışında dağ yamacına, deniz kıyısına yuvasını yapıp ormandan beslenen kuşlardan tut da, ormanda geyik avlayarak yaşayan insanlara kadar.

    bir ormanın yanması, çok, çok korkunç bir durumdur.

    aynı yerde aynı ormanın yeniden yetiştirilmesi mümkün değildir. ormanlar sadece ağaç ekerek -maalesef- yeniden üretilemezler. bu mümkün olsa dahi, bir ormanın "orman" vasfına sahip olup orman aktivitelerinin hiç olmazsa bir kısmını idame ettirebilir kıvama gelmesi için en azından 50-60 sene geçmesi gerekir. ama tabii, :) heh , bizde yangın olduğu zaman ortam sit alanı konumundan çıkar, üzerine "toplu konut" yapılır, böylece aslında ormanları ve suları dolayısıyla tarih içerisinde "şehir" haline gelmiş şehirlerimiz, dünyayı ısıtmaya yarayan betonarme güneş panellerine dönüşüverirler (50-60 seneye nazaran 4-5 seneyi düşünürsek, gerçekten de dönüşüverirler).

    ----

    şimdi dünyamız, güzel bir gezegen. çok güzel sistemleri var kendisini korumak için.

    misal dünyada tek bir orman yok, bir orman yangını illa ki bir noktada sönmek zorunda kalıyor. ancak sistematik bir yok edişe dayanmak üzere ortaya çıkmış bir sistem de değil maalesef dünya.

    diyorsun ki "yahu manisada bi orman yanmış işte, nolacak?". hakikaten de doğru diyorsun, nolacak, bişey olmaz. da güzel abicim, sen 10 sene evvel geliboluyu yaktın, gittin muğlayı yaktın, kuşadasını yaktın (milli park ulan!), marmara'nın her yeri sürekli cayır cayır zaten, antalya yanar, şurası yanar burası yanar..

    e sonra noluyo? çöl oluyoruz kuzum? tarım yapamıyoruz mesela? dünyanın en bereketli topraklarının üstünde, bırak tarımı, hayvancılık için yem yetiştiremez oluyoruz? (tamam, kabul, bunların tek sebebi orman yangınları değil. ama bunların sebepleri ile orman yangınları arasındaki yedi benzerliği buluver bi?) sonra akan derelerimiz kuruyor, akmaz oluyor misal sıcaktan. yazın ortasında şehirlerimizde nefes alınmıyor hem. dün gece mucize oldu ankara'ya yağmur yağdı, şimşek çaktı, tüm memlekette bir bayram havası esti. sular da gelmiş zaten. hayat normale döndü, he kuzum?

    özetle, mis kokulu kardeşim, yakmayın ormanları. yaktırmayın.

    öleceksiniz. günahtır.
  • "sana söyleyim. teker teker söyleyim efendi. neden ormanı yakarlar? tarla açmak için, bir. tarlanın etrafı ormanlık olur, içinde kara böcük saklanır (domuz). kara böcük çok zarar verir mahsule. çok olur, öldüremezler. onun için tarlanın yakınındaki ormanı yakarlar, iki. bir de yanmış orman toprağında o yıl öyle bir ot biter ki diz boyu. keçiler o otları yiyince çok etlenirler. bir de ormandaki keneler vardır. keçilere yapışırlar. keneler yansın diye ormanı yakarlar, bu üç. bir de tahtacılar işsiz kalırlar. orman dairesi onlara orman gösteremez. iş bulmak için yakarlar, bu dört. bir de orman memurlarına kızar köylü. yani zulüm gören köylü. mahkemeye verilen köylü... bu beş. bir de köyde iki adam biribirine hasım olur. biri, ötekinin tarlasından ormana ateş verir ki tarla sahibini orman dairesi tutsun da mahkemeye versin, süründürsün, bu altı... şimdi anladın mı sebeplerini. söyledim mi sana?"

    yanan ormanlarda elli gün, yaşar kemal, yky, sf. 137.
  • pek çok insan gibi benim de yoğun geçen ve çok yorulduğum iş günüm boyunca sayıkladığım, dinlenmeli güzel bir akşam planım vardı. eve gidecek, günlerdir pişiremediğim ve artık vadesini doldurmak üzere olan dolmalık biberlerimle yemek yapacak, ayaklarımı uzatıp sadece dizi izleyecektim. iş çıkışına yakın telefonuma gelen operasyon çağrısına kayıtsız kalamadım ve hayatımda ilk defa orman yangınına müdahaleye gittim dün akşam. o kadar zor bir şey ki tarifi imkansız.

    bakın bir görsel paylaşayım
    https://www.instagram.com/…?igshid=mzrlodbinwflza==

    ilk fotoğrafta hani çeşitli kaynaklardan gördüğümüz devasa alevlere nazaran "azmış" gibi görünen alevler var ya, onu bile boş verin en öndeki közlere odaklanın. hıh işte onlara yaklaşmak bile nefes kesici bir deneyim. gerçek anlamda. onların yeniden bir yerleri tutuşturmaması için görece uzun süre o bölgede çalışmak, buna rağmen söndürdüğünüz yerlerin yeniden ve yeniden alev aldığını görmek, yeniden ve yeniden o alevlere koşmak ise tam anlamıyla baş döndürücü. ağzınızda maske, kafanızda kask, gözünüzde gözlük, üzerinizde aşırı ağır namex kıyafet, ayağınızda ağır ayakkabı, nefesiniz kesiliyor, takatiniz bitiyor, her yerinizden kaşlarınızdan bile terler akıyor, bir insanın kaşı nasıl terler ama tekrar tutuşuyor. öyle bir hava var ki gözleriniz, boğazınız yanıyor ciğeriniz soluyor. daha büyük alevlerin olduğu yerlerde tüm bunların etkilerini, her an alevlerin arasında kalma riskinizi 35'le filan çarpın işte.

    üstelik tüm bu çabaları vermeniz o berbat havaya oksijen verecek, hayatta kalabilen hayvanlara yuva olacak doğayı geri döndürmüyor.

    sabaha karşı bölgeden ayrıldım ancak hâlâ içimden yanmış ağaçların kokusu çıkıyor. sürekli öksürüyorum hapşırıyorum çünkü vücut atmak istiyor aldığı zehiri.

    müdahale için çok sayıda insana ihtiyaç oluyor. fakat bilinçli ve olabildiğince donanımlı insana. size en yakın resmi ya da sivil toplum kuruluşlarıyla iletişime geçin, gönüllü olun mümkünse. bir köyde yangın çıkınca bütün köy birlik olup onu söndürmek için çabalayabiliyorken, bunu yapmazsa, herkesin zarar göreceğini biliyorken şehirde yaşayan insanlar içinde yaşadıkları doğayı neden benimseyemiyor ve çoğunlukla seyirci kalıyorlar bir düşünmek lazım.

    ve sadece yangın söndürmeyi değil aynı zamanda fotosentez yapmayı, pek çok türde hayvana yuva olmayı da bilmiyorsak yangın başlatıcı her faktörden gerçekten uzak durmamız ve bu konularda çok dikkatli ve hassas olmamız gerekiyor.

    ben evim demeye alıştığım küçük inime döndüm, banyoda üzerimden akan simsiyah su arındı ama aslında evimin bir parçası olan o orman kalıntısından kalkıp gidemeyen, yıkanıp arınamayan çok fazla canlı var.

    gerekiyorsa söndüremediğiniz izmaritinizi, işi biten cam şişelerinizi yutun ama evime, evimize bunu yapmayın, rant için yapanları da hiçbir koşulda desteklemeyin. ailece hafta sonları doğadan çöp toplama etkinliği mi yaparsınız, yediğiniz meyvelerin çekirdeklerini biriktirir doğaya tohum mu saçarsınız gücünüz her neye yetiyorsa bir ucundan tutun ve sadece vergi ödeyip, resmi kuruluşların bu konuda gereğini yapmasını beklemeyin. bilinç ve çaba bireye inmediği sürece resmi kuruluşların bu konuda her zaman yetersiz kalacağının farkında olun.

    ve emin olun benim gibi, senin ne işin var burada dedikleri biri bile bu kadarını yapabiliyorsa, aranızda benden çok daha iyilerini yapabilecek çok sayıda insan vardır.
  • yangın riski olan yerlerde mangal yapmayı geçtim, mangal külünü de yere dökmemek gerekiyor.

    ayrıca cam kırığı veya içi su-sıvı dolu pet şişelerini buralara atmamak gerekiyor. mercek etkisi oluşturup yangına sebebiyet verebiliyorlar. gittiği yerlerde cam kırığı, çöp vs. toplayanlar sadece görüntü güzelliği sağlayıp ve de canlılara, ekosisteme, toprağa uzun vadede iyilik yapmış olmakla kalmıyorlar, direkt oluşabilecek bu tarz afet olaylarını da engelliyorlar. mümkünse gördüğünüz çöpleri de toplayabilirsiniz. malum bazı primat zekasındakilerle yaşıyoruz, öyle harika manzaralara bakarken yerlere çöplerini atabiliyorlar. kargalar bile öğrendi çöp kovasına çöp atmayı.
  • önlemler zamanında alınmadığı için karşı koyulamayan alevler karşısında, çaresiz ve cahil kalan insanoğluna ağıtlar yaktıran yangınlardır.

    her bir acıyı ruhunda derinden hisseden ressamların tuvaline yansıyan orman yangınları:

    - piero di cosimo - orman yangını, 1505
    - johan christian clausen dahl - orman yangını, 1846
    - raden saleh - orman yangını, 1849
    - jules tavernier - ay ışığında orman yangını, 1881
    - aleksey kuzmich denisov-ural'sky - orman yangını, yak.1900
  • haberleri takip etmeye başladığım ilk zamanlarda şunu düşünmüştüm. acaba dünya kötüye mi gidiyor, yoksa hep böyleydi de selleri, fırtınaları, yolsuzlukları, hırsızlıkları bu kadar fazla duymaya başladığım için ben mi böyle hissediyorum. aradan geçen uzun yıllardan sonra söyleyebilirim ki dünya gerçekten kötüye gidiyor. türkiye zaten bildiğiniz gibi ama dünyada da işler çok parlak sayılmaz. yine de özellikle gelişmiş ülkeler ile aramızda çok temel bir ayrım var. o da karar vericilerin yaşanan olaylara yaklaşımı noktasında ortaya çıkıyor. şimdi 2021 temmuz sonu ağustos başında yaşanan orman yangınları üzerinden yapılan yanlışları ve bunun sonucunda yaşananları bir konuşalım.

    içinde bulunduğumuz şu süreçte hepimizin dikkatini çeken ilk nokta şu oldu. biz harala gürele yönetilmeye alışık bir toplum olduğumuzdan bu durum göz ardı ediliyor ama bir devletin en önemli işlevlerinden biri yaşanacak olaylara karşı önlem almaktır aslında. mesela oturur verileri inceler ve dersin ki önümüzdeki 5 yıl içinde çin ve hindistan dünya ticaretinde şöyle adımlar atacak. sonra başka ülkelerin eline bakmamak için önlemini almaya çalışırsın. ya da rusya ve iran bölgede askeri gücünü arttırıyor ve bu durum bize sıkıntı yaratacak. hemen bunun çözümünü bulup diplomatik adımlarla uygulamaya geçersin.

    şimdi diplomasi ve ticaret gibi konularda (olmaması lazım ama) bazen ters konumda yakalanabilirsin. çünkü küresel dünyada bu tür olaylar anlık gelişiyor artık. yalnız orman yangını gibi zaten sıkça yaşadığın ve her sene bağıra çağıra gelen bir felakete önlem almamış olman açıklanacak gibi değil.

    ilk önce çok tartışılan thk ve uçak meselesinden başlayalım. ben pilot değilim. bu nedenle uzman görüşlerini öğrenmek için röportajlara ve haberlere baktım. öğrendiğim kadarıyla yangına havadan müdahale konusu çok iyi organize edilmesi gereken bir durum. mesela ufak uçaklar ile devriye atılıyor. yangın tespit edilirse su alan uçaklar ile müdahale ediliyor. helikopterler ise yere rüzgar uyguladığı için yangını yayma riski var. bu nedenle daha çok soğutucu faaliyetlerde kullanılıyor. biz de ise böyle bir organizasyon yok. neden yok onun da açıklaması belli değil. ilk önce thk'nın uçaklarının bakım çalışmalarının yapılmadığı söylendi. de bu uçakların bakımı neden yapılmadı? ülkedeki ormanların yapısı belli ve yaz aylarında nem düşüklüğü nedeniyle yangın çıkma riski ortada değil mi? hadi thk'nın uçakları uçamayacak halde. e abi o zaman biz neden yeni uçak alıp da bunun filosunu kurmuyoruz?

    bunu neden böyle soruyorum çünkü yangına uçakların nasıl müdahale ettiğini konuştuk. senin bu hazırlığı zaten yangın çıkmadan çok önce yapmış olman gerekiyordu. uçak müdahalesi yangını büyümeden kontrol altına alabiliyor ama sen yangın başladığında uçak yok ama ayarlanır bi şekil dersen geçmiş olsun gitti artık o ormanlar. yani kervan yolda düzülür mantığıyla hareket edersen geriye kurtaracak pek de bir şey kalmıyor bizde olduğu gibi.

    bu süreçte yaşadığımız bir diğer acı olay da halkın büyük çoğunlukla yalnız bırakılmasıydı. hatırlayacaksınız fukushima felaketi yaşandığında insanlar japon'ların nasıl medeni şekilde sıra beklediğini falan örnek gösteriyordu. hepimiz de o zaman japon'lara gıptayla baktık ama şöyle bir fark var. japonlar orada devletin herkese yetecek kadar yardım malzemesi sağlayacağını biliyordu zaten. adamlar şüphe bile etmedi. türkiye'de ise tam tersi. biz herhangi bir yardımın gelmeyeceğinden o kadar eminiz ki kendi çabalarımızla organize olup yangın çıkan yerlere su, maske, koruyucu kıyafet gibi malzemeler ualştırmaya çalışıyoruz. yine de manavgat belediye başkanı şükrü sözen, bodrum belediye başkanı ahmet aras, muğla büyükşehir belediye başkanı osman gürün ve adını sayamadığım daha nice insan canla başla çalıştılar. ancak akla şu soru geliyor. belediyelerin aldığı ödenek belli yaptığı iş belli. koskoca yangını söndürme sorumluluğu bu insanların omzuna mı yüklenmeliydi? ne bileyim adında orman geçen bir bakanlık varken belediyeye hadi insanlara destek ol, yangını söndür, yaraları sar demek biraz fazla şey beklemek gibi. ha bu insanlar gerçekten iyi işler yaptılar ama bu durum tamamen kendi kişisel çabalarının ürünü.

    bir de yine türkiye klasiği olarak yangın gibi toplumun her kesimi için acı verici bir olayda bile ayrışmayı başardık. biliyorsunuz #helpturkey diye bir tag açıldı twitter'da. bunu da yukarıdaki gibi bir reflekse bağlıyorum. insanlar yerel karar vericilerden ümidi kesince haliyle uluslararası vicdana seslenmeye çalıştılar. ancak bu kişilerin ne ajanlığı kaldı ne vatan hainliği. ki bana göre tag'e destek olan insanların kötü bir amacı yoktu aslında. maksat yangına bir an önce müdahale edilsin ülkenin değerleri kaybolmasındı. ancak bir takım insanlar çıkıp işte itibarımız zedeleniyor biz aciz miyiz falan dedi. abi sen yangına karşı hiç bir önlem almamışsın zaten. millet pet şişeyle tanker dolduruyor. sonra da diyorsun ki olsun kaç senelerdir burada olup yanan ağaç benim gururum kadar önemli değil. yani madem mesele gurura geldi, bu ülkenin acılı vatandaşının kafasına çay atıldı. o zaman da desene bu durum benim gururuma dokundu diye. ben düz vatandaşım benim açıkçası dokundu gururuma. çünkü ben böyle bir hor görme çeşidi görmedim hayatımda. siz de ne zaman ülkenin vatandaşı böyle davranılmayı hak etmiyor dersiniz ben o zaman samimiyetinize inanırım. kusura bakmayın.

    tabi durum bu noktaya gelince işin içine gündem değiştirici konular da giriyor. örneğin ormanları pkk yaktı iddiası. pkk öfkenin ortak kanalize edilebileceği, böylece insanların konsolide edilebileceği çok kolay bir alan. daha önce öğretmen öldürmekten insan kaçırmaya kadar türlü kansızlık yapmış bir oluşum söz konusu çünkü. ki bu işlerde gerçekten pkk'nın parmağı da olabilir ama daha yazının başında konuştuk devletin görevi önlem almaktır. eğer pkk, böyle bir eylem hazırlığı içindeyse ve sen bunun istihbaratını alıp teröristleri yakalamıyorsan, kabahat yine sana yazar. çünkü pkk'nın ne olduğu belli zaten. sen buna karşı ne yaptın o önemli.

    yazıyı bitirmeden önce bir de hem umut olacak hem de kötü noktalara çekilebilecek bir konudan bahsetmek istiyorum. şimdi okuduğum yazılara göre akdeniz ormanları aslında yanmaya "alışık". yani iklim çok uzun süredir kurak olduğu için ağaçlar yangından sonra kendilerini toparlayacak şekilde olaya adapte oluyor. burada iki önemli nokta devreye giriyor. birincisi yapılan fidan bağışları. bunun aslında planlı programlı şekilde düzenlenmesi gerekiyor. nereye hangi ağaç dikilecek neresi kendi haline bırakılacak ve özellikle ağaçlar hangi mevsimde dikilecek bunlar üzerine kafa yorulması gereken meseleler. tema gibi ağaçlandırma konusunda uzman insanlar var zaten. bu yine bir şekilde yönetilebilir ama hepimizin asıl korkusu ormanların "kendi haline" bırakılmama ihtimali. daha önce de yaşadık çünkü yanan yerler, orman statüsünden çıkarılıp betona ve ranta kurban edildi. zaten yapılan toki açıklamalarıyla da bunun sinyallerini veriyorlar.

    sonuç olarak toplum olarak yine çok kötü zamanlardan geçiyoruz. ancak ülkede güzel insanlar da yok değilmiş bir kez daha onu görmüş olduk. hortum tutan oyuncudan, iki can fazla kurtarayım diye alevlerin içine dalana kadar bir yığın fedakar insan var. zaten biz sorunları çözmek için artık sıradan insanların bir şeyler yapmasına mecburuz. kahramanlar olmadan gerçekten bir şeylerin düzeleceği yok. yine de insan devletin onca imkanı varken 25 yaşındaki şahin akdemir neden su taşımak zorunda kaldı ve bunu yaparken aramızdan ayrıldı düşünmeden edemiyor.
  • özellikle sık ve yoğun çam ağaçlarının olduğu yerlerde belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra insan eliyle söndürülmesi imkansız olan yangınlardır. örneğin şu anda abd ve kanada'nın batı yarısında devam etmekte olan 200'den fazla yangının çoğu 1 aydır devam ediyor ve yangınların tahmini bitiş tarihi olarak en erken eylül-ekim ayları (o da yağmur mevsimi başlarsa) gösteriliyor.

    bu yüzden orman yangınlarını ya hiç başlatmamak için önlem almak gerekiyor ya da başlar başlamaz hiç vakit kaybetmeden yayılmasına izin vermeden söndürmek gerekiyor.
hesabın var mı? giriş yap