• "sabah kalkınca giyinirsin ama nereye gideceğini söyleyen elbisen değildir. nereye gidersen o da oraya gider. melodi de elbisen gibidir..." demis müzisyen kisi.
  • gidişiyle yıktı beni.
    samimi söylüyorum.

    yıktı.
  • saksofondaki notaların aletin akort edilişinden farklı yazıldığını öğrendiğinde profesyonel müzik hayatına henüz girdiğini söylersem yanılmış olmam. eh, maddi sıkıntının en alasını görmüştü plastik saksofonlu ornette coleman. bu nedenle gençlik dönemindeki hemen her parçayı yanlış çalıyor, ancak notaların arasındaki oranı koruduğu için ortaya tamamen farklı bir armoni -ya da sonrasında kendi adlandırmasıyla: harmolodic- çıkmaktaydı. en başından beri özgün, hüzünlü/bluesy tonu da bu çağlarda şekillenmişti. yine de hiç beğenilmiyor, hemen her grup teklifini ilk notaları duyduğu anda reddediyor; barlardan yaka-paça dışarı atılıyordu. [hatta bu dönemde daha fazla çalmasın diye kendisine para veren birkaç cazcı olduğunu da belirtmek isterim.] gülünen, hor görülen, hemen hiçbir akoru bilmediği için bocalayarak çalan; maddi sıkıntıların tavan yaptığı dönemde asansör görevlisi olarak çalıştığı binanın en üst katında asansörü durdurarak cebindeki nota kağıtlarıyla akor öğrenmeye uğraşıyordu. yine de bir şekilde sesini duyurdu. ellilerin sonunda something else the music of ornette coleman'ı piyasaya çıkarmak için lester koenig'in contemporary'siyle anlaştığında caz dünyası henüz "şok" kavramının ne olduğundan bihaberdi.

    ancak bu "şok" gerçekten etkili olmuştu.

    bir aydan biraz kısa sürede hemen hemen tüm otoriteler daha önce adı sanı duyulmamış bu 'deli'nin çalışmaları karşısında şaşıp kalıyordu. john lewis'e göre bird*, miles* ya da monk'un* yaratıcılığının en uç noktası ornette'te yer almaktaydı. plastik altosu ve henüz yirmilerinin başındaki dostu don cherry'nin kitaplarını satarak satın aldığı mini-trompet*iyle gerçekten alışılmadık bir görüntü veriyorlardı. milt jackson'ın deyimiyle "birlikte başlıyor, ardından bambaşka parçalar -belki de onlarca parça- geçiş yapıyor ve doğaçlamanın sonunda tekrar buluşuyorlar"dı. [ilk albümünde kullandığı piyanoyu -o dönem maddi nedenlerle olsa da- bir daha hemen hiçbir albümünde barındırmayacaktı.] işin gerçeği, ornette coleman devrimci olmayı kendisi seçmemiş, sadece kendini bildi bileli yapmak istediği müziği yapmıştı. ancak bu, diğer büyük ustalar tarafından "devrimci" olarak adlandırılması için herhangi bir engel teşkil etmiyordu.

    george russell coleman'ın besteciliği ve çalışı hakkında şöyle söyler: "bana kalırsa ornette coleman parçanın iskeletini tamamen kendi algısından ortaya çıkararak, saf olarak ortaya koyuyor. [zaten ornette coleman'ın ifadesiyle 'çaldıkları saf duygudur.'] bu, bir doğaçlamacı olarak onu özgürleştiriyor ve belirli bir akor dizimini harfiyen uygulamak yerine gerçekten istediği müziği icra etmesini sağlıyor." ornette coleman tarafından "harmolodic" olarak adlandırılacak bu teknik, yıllar içinde yüzlerce cazcıyı etkilemiş ve farklı bir yol ortaya koymuştur.

    [kronolojik sıralama için kaynaklar: berendt'in jazz: from ragtime to fusion'ı ve wikipedia]
  • ornette coleman ilk saksofonuna sahip olduğunda on dördündeydi, beş parasızdı, saksofonu plastikti. kabaredeki, gece gösterlerindeki saksofoncuları izleyip notalarını aşırarak, geceleri uyumak yerine (yeni ve daha kabul edilebilir bir saksofon ağızlığı satın almak için) taşımacılık yaparak ailesine yük olmaktan çekiniyordu. silas green texas*a uğrayıp coleman'ın blues sevdasını cazın bir ton koyu haline dönüştürdüğünde artık bulunduğu yeri terk etme vakti de gelmişti. hala elindeki plastik saksofonuyla liseden arkadaşı dewey'ye* aklına o an gelen improvizatif harmolodic eserleri seslendiriyordu.

    yirmilerine geldiğinde ellilerin swing/bop çılgınlığının ortasına düşmekten son anda kaçınmış, daha "özgün" çalışmalarıyla los angeles kıyılarında cazı kendi limbik sistemine almış ve buradan süzmüştü. bir parça blues, bir parça hard-bop ve be-bop denedi; ancak sideman olarak tutunamadı. tutunamazdı da; kim kabul edebilirdi ki onun kural tanımaz sololarını? hele henüz john coltrane, sonny rollins ve miles davis zirveye çıkmamışken, improvizasyonu ancak lenny tristano yorumuyla ufaktan tadan seyirci ve prodüktörler coleman'a karşı soğuk tavırlarını ortaya koymuşlardı. ancak zamanında yadırganan john cage, charles ives ve harry patch gibi kompozisyonistler coleman'a cesaret vermeye devam ediyordu. (2001'deki pbs röportajında ellilerin ortalarına gelirken illinois'dan anthony braxton adlı bir gencin kendisine duyduğu hayranlıkla ilgili bir mektup yazdığını ifade eder. sonradan avant-garde'ın tanrılarından biri olacak braxton'ın bu dönemde coleman'a -belki de farkında olmadan- verdiği destek, tatlı bir ikon olsa gerek.) yine de coleman mutluydu, altmış yıllık müzik hayatında her zaman aldığı negatif eleştirilere başından alışmıştı belki de, onun için bir başarıydı bu.

    los angeles günlerinden birinde, 1956 yazında bir cafede (o zamanlar piyanist özelliğiyle bilinen) trompetçi don cherry ile tanıştı. ikilinin çok uzun süren free jazz yolculuğu da burada başlıyordu. (cherry, yıllar sonra coleman'ın kırk derece sıcakta, güneşte o kalın paltosuyla yürümesinden korktuğunu söyleyecekti.) iowalı genç kontrbasçı charlie haden ve birbirini yetiştirmiş iki yakın arkadaş ed blackwell ve billy higgins'le birlikte ilk quintetını kurdu coleman. bu quintet hermosa beach de dahil olmak üzere la'in çeşitli mekanlarında pek az seyirci kitlesine hitap etmekteydi. prodüktörler ve eleştirmenler coleman'a sürekli daha modal müzik yapması konusunda telkinde bulunurken, piyano kullandığı ilk ve son albümü something else, the music of ornette coleman'ın ardından coleman eleştirilerin aksine dozu arttırdı. 1959'da çıkan the shape of jazz to come'la birlikte cazın ayrı fraksiyonu kendini göstermeye başlıyordu. tomorrow is the question, this is our music (racisme karşı verilen en güzel yanıtlardan biridir.) ve change of the century ile birlikte, albümlerin adındaki iddialı söylevlerin hakkını veriyordu coleman. geriye kalan tek eksik, bu fraksiyonun adıydı.

    1961'de new york free jazz adlı eksantrik alt-türle karşılaşmış ve adeta savaşan hard bop/cool jazz'in birleşip karşı çıktıkları tek akım haline gelmişti. coleman; cecil taylor, charles gayle, albert ayler, sam rivers ve dewey redman gibi arkadaşlarının desteğini ardına almış, bayrağın taşıyıcısı ve free jazz'in yol göstericisi olmuştu. atlantic recordings ve nesuhi ertegün'ün kanatları altında, coltrane'in "özendiğini" söylediği kutsal müziği ve yeni öğrendiği enstrümanlar** eşliğinde huzuru bulmuştu.

    ornette coleman müziğin "güzel" halinin ender olduğunu biliyordu.
    beauty is a rare thing eşliğinde geçecek harmolodic geceleri de.
  • "no chords, no harmony, any player can take the lead."

    - the shape of jazz to come

    may 22, 1959
  • ornette coleman'ın renk seçme şansı olmadı.

    maddi sıkıntının ötesinde, ırkının beş para etmez olarak nitelendirildiği zamanın en yoğun; dinamik ve etkileyici döneminde psikoseksüel dönemlerden geçme denemelerinde bulunuyordu. oral dönemde muhtemelen yaşayamadığı ilişkiyi alto saksofonu incecik bir reedle mümkün olduğunda deep-throat tadında üflemesine yansıttığını, anal dönemdeki ilgisizlik ve yapayalnızlığın onu aşırı vericiliğe ittiğini düşünebiliriz. renk seçme şansının halen olmadığı ellilerde, notalardan istediğini istediği yere [doğru, ya da o dönemki müzikal otoritelere göre "yanlış"] koymayı yer değiştirme olarak uygulamış, müziğe karşı tutkusu ile reaksiyon/formasyonu birleştirerek armoni bozmayı standardize etmiştir. bu nedenle pezevenk takım elbisesiyle efendi efendi sahneye çıkıp bir şeyler çalması ve nazikçe çevresini selamlayarak sahneden inmesi doğaldır, kültüre ve gelişime özgüdür. ancak dönemin hard bop ve cool jazz savaşlarında, cool jazz'in önde olduğu ellilerin tam sonunda hard bop temelinden avant-garde ve free jazz'e ilerlemesi devrimci ruhunu sergilemektedir.
  • 19 mart 1930 texas doğumlu. alto saksafon, trompet ve keman çalar. 1959'daki ünlü dörtlüsüyle (don cherry, billy higgins ve charlie haden) muhteşem çıkışını yaparken plastik bir alto saksafonu vardır. o yüzden tınısı çatlak, ama bir o kadar da güzeldir. cazı özgürleştirme hareketinin başatı olmuştur. armoninin doğaçlamayı kısıtladığından yola çıkarak, piyanosuz grup formatını benimsemiş, melodiyi öne çıkartan yapıları ön plana yerleştirmiştir.
  • "even when you write it, someone's got to play it. so if you can play it and bypass all the rest of the things, you're still doing as great as someone that has spent forty years trying to find out how to do that. i'm really pro-human beings, pro-expression of everything." demiş büyük usta.
  • 2007 yılında, sound grammer albümü, pulitzer ödülü almış.
hesabın var mı? giriş yap