• debe eklemesi: yazıyı okuyup oylayan herkese çok teşekkürler. uzunca bir yazı olmasına rağmen ilgi görmesine sevindim.
    naçizane kanalımda da, yazının devamı olarak değerlendirebileceğiniz ve alman subay liman von sanders'in çanakkale'de yaptığı korkunç hatalardan bahsettiğim videoyu da buraya ekliyorum:
    https://youtu.be/zbhgaxuw7im
    liman von sanders'in yapmış olduğu hatalarla ilgili de ilginç iddialar mevcuttur ki, ingiltere'yi uzunca bir müddet oyalayabilmek için almanların bilerek ve kasten çanakkale'de savaşı uzatmaya çalıştıkları bile bu iddialar arasında yazılır. fakat %100 kesin bir malumat değildir. izleyip onun kararını siz verirsiniz. ilgisi olup gelmek isteyen arkadaşlar için
    bu da kanalımın genel linki:
    https://youtube.com/…annel/ucrhm3qopdajf1bqrcrcm61g

    bir küçük ekleme de yazıda "osmanlı" yerine "türkiye" ifadesini kullanmamla ilgili olacak zira bunla alakalı birkaç mesaj aldım. türkiye ifadesini kullanmam ihtiyaridir, zira ilber ortaylı balkan savaşlarıyla birlikte imparatorluk vasıflarının da fiilen sona erdiğini belirtir ve artık (elden çıkan topraklarla birlikte kabaca bugünkü kadar coğrafya kaldığı için) türkiye denmesinin daha uygun olduğunu söyler. yani 1914-22 arasını imparatorluk olarak değerlendirmez ki ben de aynı kanaati taşıyorum açıkçası. bu bakımdan yazıda hep "türkiye" dedim.
    herkese keyifli okumalar dilerim!

    birinci dünya harbi'ne neden girdik ve almanların yanında nasıl saf almak zorunda kaldık? biz mi almanya'yı yanımızda görmek istiyorduk yoksa almanlar, üzerindeki savaş yükünü hafifletmek için bizi kendi yanlarına mı çekmeye çalışmıştı? bu konu çok tartışılmıştır fakat kayda değer şekilde mesele aydınlatılamamıştır. ben bu meseleyi ele aldım, yazı biraz uzun ve kapsamlı oldu fakat okuduğunuz zaman eminim ufkunuzu açacaktır.

    avrupa'da savaş başlamış, almanlar ikinci dünya savaşı'nda aynısını tekrar edecek şekilde iki cepheli olarak; hem fransa'ya karşı, hem de doğuda rusya'ya karşı taarruza geçmişti. türkiye'yi savaşa sokacak olan iki alman gemisi, goeben (yavuz) ve breslau (midilli) akdeniz'de bulunuyordu. cebelitarık boğazı'ndan başlayarak cezayir önlerine gelen bu iki muharip gemi, cezayir limanı'nı bombalamıştı. 4 ağustos'ta aynı bölgede devriye halinde gezen iki ingiliz gemisi, bu iki alman gemisini görmüş ve ingilizler, almanlara nota vermişti. nota kâfi olmayınca, ingilizler, önüne aldıkları bu iki alman muharip gemisini kovalamaya başladı. fakat yetişmekte zorlanıyorlardı çünkü ingiliz gemileri 25 milden fazla yapamamakta, buna mukabil alman gemileri 29 mile kadar çıkabilmekteydi. 5-6 ağustos gününü sicilya'da geçiren alman muharip gemileri buradan tekrar yola çıkarak ege kıyılarına gelmiş ve kendilerini hâlâ takip etmekte olan ingilizlerden kurtulmak için çareyi çanakkale boğazı'na girmekte bulmuşlardı. bu arada, ittihatçı enver paşa'nın da etkisiyle aynı günlerde almanya ile türkiye arasında ivedi bir antlaşma imzalandı. kayzer wilhelm, berlin'deki yunan elçisine türkiye ile antlaşma yapıldığını ve bu alman gemilerinin türkiye'ye katılacağını bildirdi. dönemin yunan kralı aynı zamanda kayzer'in eniştesiydi.

    alman savaş gemileri çanakkale boğazı'ndan içeri girmeyi başarmıştır ve onlara içeride türk kılavuz gemisi eşlik ederek, kendilerini mayınlı bölgeden geçirmiş ve güvenli bölgeye sokmuştur.

    alman gemileri boğazdan geçer ve bu gemilere türk bayrağı çekilerek, gemilerin türkiye tarafından almanlardan satın alındığı yönünde izlenim bırakılmak istenir. bu sebeple, bu gemilere ''yavuz'' ve ''midilli'' adı verilir. ancak boğaz girişinde demirleyen ingilizler, gemilerin alman gemisi mi yoksa türk gemisi mi olduğunu ayırt etmek mümkün olmayacağı için çanakkale'den çıkacak olan her türlü gemiye düşman muamelesi yapıp ateş edeceklerini bildirir.

    21 eylül'de ingiliz amiralliği, çanakkale boğazı önlerinde hazır bekleyen ingiliz donanmasına şu emri verir: ''goeben ile breslau hangi bayrak altında çıkarsa çıksın batırılsın. onlarla birlikte çıkacak türk gemileri de batırılacaktır.'' fakat sadece türk gemisi, kendi tasarrufu ile tek başına çıkacak olursa, batırıp-batırmama inisiyatifi orada bulunan ingiliz komutana bırakılmıştır. uyarı olarak, türkler açıkça savaş açma niyetinde bulunmadığı sürece onlarla kavga çıkarılmaması telkin edilmiştir.

    o sıralarda çanakkale boğazı'nda komutan olarak bulunan alman subayı weber paşa adında bir zattır. bu paşa, emir vererek çanakkale boğazı'na tüm girişleri kapattırır. boğazın kapatılmasındaki amaç basit ve bellidir: yavuz ve midilli, tehlikeli kovalamacadan kendini kurtarıp rahatça istanbul'a ve oradan da karadeniz'e açılıp rus kıyılarına varıp rusları abluka altına alma imkanına sahip olabilecekti.

    türkiye, geri dönüşü olmayan bir yola adım adım ilerlerken, bugün herkesin kafasını meşgul eden o meşhur soru gündemin belirleyicisi idi: biz mi almanların yanında savaşa girmek için can attık yoksa almanlar mı bizi savaşa çekmek için bütün bu riskli yolu kendisine hedef belirledi?

    lafı ağzımızda fazla eveleyip gevelemeden cevabımızı hemen verelim: almanların bizi kendi saflarında savaşa çekme arzusu, bu noktada baskın gelmiştir. ittihat ve terakki cemiyeti içinden bile enver paşa harici aslında almanlara sıcak bakan yoktu. osmanlı kabinesinden bazı paşalar da o dönem hâlâ ingiltere ile eski dostluğu tekrar yaşatmak ve çareyi ingiltere ile müttefik olma yolunda aramış fakat bu arayış cevapsız kalmıştı (19. asırda özellikle ruslara karşı osmanlı'nın her daim yardım talebinde bulunduğu başlıca müttefiki ingiltere idi). çanakkale cephesi'nde bir güneş gibi parlayacak olan mustafa kemal ise, almanlardan ve enver paşa'dan adeta nefret ediyordu. ona göre mümkünse tarafsız ve savaşın dışında kalmak en iyi yoldu.

    ''mustafa kemal, türkiye'yi yalnızca türklerin kontrol etmesi gerektiğini ısrarla savunmuştu. göreve getirilseler bile almanların sadece hizmet etmek üzere kullanılmalarını tavsiye etmişti, bütün o yetersizliğiyle enver'in ulusal bir tehlike oluşturduğunu ve ülkeye zarar vereceğini söylemişti. (...) almanlara karşı aşırı düzeyde bir nefret belirmişti, türkler ve almanlar arasında sık sık yinelenen tartışmalar ve tatsız olaylar çıkıyordu. türkiye, dev alman makinesinin önemsiz bir parçası durumuna düşmüştü. savaşı kim kazanırsa kazansın faturasını türkiye'nin ödeyeceği düşüncesi yaygın bir kanı haline gelmişti. bütün alman subaylarını kaçırıp ülke dışına sürmek gibi çılgınca bir komplo bile hazırlanmıştı.''

    harp patladığı zaman bu savaşın maksimum 6 ay süreceği düşüncesi yaygındı. sadece ingiliz savaş bakanı lord kitchner'in bu savaşın uzun süreceği konusundaki tahmini doğru çıkmış ve ingiltere'yi, ona göre savaşa hazırlamıştı.

    peki ama savaş neden uzamış ve almanlar bizi neden kendi saflarına çekmek istemişti?

    5-11 eylül tarihlerinde fransa'da yapılan ve almanların durdurulmasıyla sonuçlanan birinci marn zaferi'nden sonra savaşın uzayacağı belli olmuştu. almanlar, fransa'ya karşı başlangıçta hızlı şekilde ilerlerken savaşın ilerleyen aşamalarında durmuş ve taarruzu bırakıp siper savaşına geçmişti. bu durağanlık, almanların aleyhine olacaktı. bu aşamadan sonra türkiye'nin savaşa girmesi büyük bir risk oluşturacaktı ki öyle de oldu.

    mustafa kemal paşa, sofya'da ataşemiliter iken istanbul'da bulunan dr. tevfik rüştü aras'a 4 eylül 1914 tarihli mektubunda şunları söylemiştir:

    ''hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikri kanaatimi söylemek istemem. nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. almanlar büyük ve hayrete şayan bir saldırışla birçok fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile paris'i geçip fransız ordusunu -arkası isviçre'ye olmak üzere- sıkıştırdı. bunun almanların biricik maksadı olduğuna ve ona da muvaffakiyet elverdiğine herkes aynı fikirde idi. bütün kâinat ve herkes, artık son kâti meydan muharebesine ve onun neticesine intizar ediyordu. halbuki bu neticeye karşılık alman ordularının fransız ordusu karşısında geri çekildiği görüldü.
    şarkta, ruslarla almanlar arasında cereyan eden vakalarda ruslar bozuldu. fakat güneyde rusların pek üstün kuvvetleri karşısında avusturya ordusu çekiliyor. batıda fransız ordusu taarruza hazır. binaenaleyh, alman ordusu serbest değil. şarkta rus ordusu üstün ve avusturya ordusu çekilmeye mecbur. vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: almanlar fransız ordusunu kâti meydan muharebesi ile henüz mağlup edemeyeceklerini ve avusturya ordusunun üstün ruslar karşısında daha ziyade mukavemet etmeyeceğini görerek, garpta büyük ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp, avusturya ordusu ile birlikte rus ordusunu vurmak istiyorlar.
    pek güzel! fakat bu defa rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan fransız ordusu mukavemet için yardım istemeye mecbur olursa, bu defa yine doğuda ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı dönecek? ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele alman ordusunun hali ne olur?''

    atatürk, sözlerinde haklıdır. genç yaşına rağmen almanların bu iki cepheli savaş mantığını yanlış bulmuş ve onların manevralarını tenkit etmiştir. işin neticesinde yıpranacaklarını da öngörmüştür.

    almanların fransızlara karşı taarruzdan siper savaşına geçip savaşı durağanlaştırdığını ve uzattığını söylemiştik. doğuda da ruslara karşı ilerleseler de, savaşı sonlandıracak mutlak bir zafer elde edemiyorlardı. bu durum karşısında alman subayları da iki cepheli ağır bir savaşla karşı karşıya kaldıklarını idrak etmiş fakat artık geç kalınmıştı.

    rus kuvvetlerini doğuda meşgul edecek, ingilizleri mısır'da ve arap yarımadası'nda üstüne çekecek, almanların doğudaki ve batıdaki yükünü hafifletecek bir desteğe ihtiyaç vardı, o destek de gayri ihtiyari olarak türkiye'den gelecekti. işte, yavuz ve midilli'nin çanakkale boğazı'ndan geçmek suretiyle karadeniz'e açılmaları ve rusları abluka altına alıp sivastopol ile odessa gibi başlıca yerleri bombalamasının stratejik sebebi budur: almanların, üzerindeki savaş yükünü hafifletmek istemesi.

    29 ekim 1914 tarihinde odessa ve sivastopol bombalandı. enver paşa, karadeniz ablukasından haberi olmadığını söyleyip ''ben donanmaya karadeniz'e çıkıp ruslara saldırması emrini vermedim'' dese de, alman ve türk belgeleri, bunun doğru olmadığını göstermektedir.

    karadeniz olayına karşılık, çanakkale boğazı'nda hazır bekleyen ingiliz ve fransız donanması, 3 kasım 1914'te çanakkale'nin avrupa yakası'nda bulunan seddülbahir'e ve seddülbahir kalesi'ne ateş açtı. kalenin çevresinde bulunan cephanenin de patlamasıyla birlikte 85 askerimiz orada şehit oldu. bugün, 18 mart deniz muharebesi ve 25 nisan kara çıkarmaları'nın başlangıcından önce her yıl 3 kasım günü ''çanakkale'nin ilk şehitleri''ni anma programı kapsamında bu şehitler anılır. (yerel olarak sadece çanakkale bölgesinde küçük törenler düzenleniyor.)

    5 kasım 1914'te itilaf devletleri, türkiye'ye resmen savaş açtığını ilan eder. türkiye de 11 kasım'da itilaf devletleri'ne savaş açtığını kamuoyuna duyurur ve 1. cihan harbi de bizim açımızdan resmen başlamış olur. türkiye, bir oldu-bitti ile kendini almanya safında bulmuştur.

    sonuç ve değerlendirme: almanlar öngörüsüz bir şekilde iki cephede birden savaşmanın bedelini ağır ödemiştir fakat bizi de yanlarına çekerek bu bedeli paylaşmak arzusunda bulunmuştur. işin trajikomik kısmı, aynı almanya, ikinci dünya savaşı'nda da iki cepheli savaşmanın (ingiltere ve fransa'ya karşı taarruzda iken rusya'ya da savaş açıp müşgül duruma düşmüşlerdir) bedelini yine ağır ödemiştir. görünen o ki, birinci harpte yaptıkları hatadan ders çıkarmamışlardır. üstelik hitler, iktidara gelirken birinci harpte yaşanan bu "iki cepheli savaş" durumunu şiddetle, her defasında tenkit ederek halk nezdinde dönemin siyasetçi ve askerlerini itibarsızlaştırmıştır. bu hatanın aynısını hitler'in kendisi de yapacaktır.

    türkiye açısından bu savaşta ittihat ve terakki mensuplarını hiç bıkmadan suçlamak, işin en kolayıdır. ''ittihat ve terakki olmasaydı, biz bu savaşta olmazdık'' demek de gerçekçi bir bakış açısı değildir. testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur. büyük frederik'in meşhur sözü de bu duruma iyi bir örnektir: ''şimdi bildiklerimizi o anda bilseydik hepimiz birer ünlü general olurduk.''

    türkiye, öyle ya da böyle bu savaşa girmek zorunda kalmıştır. bütün bir yazı boyunca anlattığım gibi almanların bizi bu savaşta kalkan olarak kullanmak istemesi ve enver paşa gibi şan ve şöhret peşinde koşmak isteyen birisinin de yetkili olarak başımızda bulunması, bizim en büyük talihsizliğimiz olmuştur. ancak yine de, sadece ''enver yüzünden savaşa girdik'' demek, tarih bilmemektir. tarihin akışı içinde dönemin koşullarını iyi analiz etmeden sonuç elde etmeye çalışırsak, bu tip sığ yorumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. almanların bu ince hamlesi karşısında biz, alternatif plan üretememenin akılsızlığını ve nihayetinde cezasını çektik.

    yazarın notu: işbu yazı tamamen şahsıma ait olup başka bir sitede daha kaleme alınmıştır. dolayısıyla, başka bir yerde bu yazının aynısına denk gelip de "çalmışsın" şeklinde ithamda bulunmayın. birkaç farklı yerde bu yazıyı paylaştım. sorusu olan özele gelebilir, kolay gelsin.

    kaynaklar: ''sorularla osmanlı imparatorluğu'' - erhan afyoncu. ''tek adam, mustafa kemal'' - şevket süreyya aydemir. ''bozkurt mustafa kemal'' - ingiliz yüzbaşı harold c. armstrong. ''osmanlı imparatorluğu'nda alman nüfuzu'' - ilber ortaylı. ''enver''- murat bardakçı.
    (ve çeşitli makaleler...)
  • birinci dünya savaşı öncesi almanlar'dan sağlam bir dayak yiyen fransa, almanlara karşı korunmak için bir destek ararken kendini rusya'nın yanında buldu. zamanla sömürgeler yüzünden bir küsüp bir barıştığı ingiltere'de kendini bu ikilinin yanına koydu çünkü almanya denge politikasını bırakıp kolonileşmeye ve dünya üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyordu. fransa ve ingiltere koloniler yüzünden kendi aralarındaki didişmeyi bırakıp bu yeni ihtiraslı oyuncuya karşı birleşti.

    almanya daha bir kaç yıl önce dövdüğü fransa'yı önemsemiyordu ancak işin içine rusya ve ingiltere girince iş değişti. kendi başına çift cepheli bir savaş vermenin dezavantajını bertaraf etmek için avusturya macaristan imparatorluğu ile birleşmek zorunda kaldı. plan, olası bir savaşta avusturya- macaristan, rusya'yı oyalarken fransa'yı dövmek ve sonra da ruslar seferberliklerini tamamlamadan yetişip doğu cephesini tamamlamaktı.

    biz bu planlar ortaya konurken avrupa'nın hasta adamıydık. ne ekonomimiz ekonomi, ne de askeri gücümüz askeri güç idi. ve 100 yıldan fazladır varlığımızı sürdürebilmek için büyük bir devletin yancısı olmak zorundaydık. fransızlara karşı ingilizlerin, ingilizlere karşı fransızların, ruslara karşı da fransız ve ingilizlerin yancısı olup duruyorduk.

    balkan savaşında afiyetle yenilmiş tokatlardan sonra, yenilen pehlivan güreşe doymaz mottosuyla ittihatçiler kaybettikleri toprakları geri almanın bir yolunu arıyordu. dünya savaşının çıkacağı o kadar belliydi ki, istanbul bile güçlü tarafın yanında olup kaybettiklerini telafi etmek istiyordu. bir tek istanbul değil, sofya, bükreş ve hatta atina bile hesapların içine girmişti. soru tek idi. savaşı kim kazanabilir?

    her ne kadar ittihatçiler hayalci olsalar da, salak değillerdi. güçlü tarafın ingiltere-fransa-rusya üçlüsünün olduğunun farkındalardı. bu yüzden son yüzyıldır savaştıkları ruslar'a rağmen bu üçlüye yakınlaşmaya çalıştılar. ancak osmanlı devletinin bu üçlüye sunabileceği bir şeyi yoktu. ingiltere ve fransa'ya göre osmanlı ancak bu üçlüye dert çıkarabilirdi. ruslar zaten nasıl etsek de istanbul'u alsak diye düşündükleri için zaten bu birleşmeye baştan karşıydılar. hatta savaş çıksın da, bir yolunu bulup osmanlı'dan biraz daha toprak koparalım düşüncesi onların işine geliyordu. elbette ki savaşa aynı tarafta girerlerse bu hedefin gerçekleşmesi imkansızdı.

    aslında ittihatçilerin farkında olduğu bir konu daha vardı. bu savaşta tarafsız kalamayacakları gerçeği... eğer tarafsız kalınırsa, kim kazanırsa kazansın, savaşı kazanan tarafta olan ülkelerden biri veya bir kaçı, eninde sonunda osmanlı'dan bir parça koparma peşine düşecekti ve osmanlı bu kavgada yalnız kalmak istemiyordu. ruslar, ingilizler, bulgarlar, rumlar ve hatta almanya... hepsi potansiyel birer düşmandı.

    bu sefer bu sebeple osmanlı, ingiliz-fransa-rusya üçlüsünden bir sonuç alamayınca, almanya- avusturya/macaristan tarafına döndü. avusturya macaristan, osmanlı ile yanyana olmayı aklından bile geçirmiyordu ama almanya'nın aklına harika bir fikir geldi: kolonilerdeki müslümanları halifenin çağrısıyla isyan ettirmek... böylelikle hem fransız ve ingilizlerin ekonomisi çökecek, hem de bu koloniler rahatlıkla halifenin dostu olan almanya'nın olacaktı. anlaşma kolay olmadı. osmanlı son ana dek ingiltere'nin yanında savaşa girmeye çalıştı ama sonunda savaş sonundaki aç kurtlara tek başına maruz kalmamak adına, ikinci tercihi almanya'nın yanında savaşa girdi.

    de işte, bu planda almanya ne müslümanları tanıyordu, ne de halifenin müslümanların üzerindeki gücünü yeterince doğru tartabilmişti. birinci dünya savaşında çıkan tek müslüman isyanı, arapperestler unutmak istese de, arabistan'da, halife'ye karşı oldu.

    yani özetle biz birinci dünya savaşına güçsüz olduğumuz için korkudan girdik. korkan hiç savaşa girer mi diye düşünmeyin. böyle işini blmeyen çavuşlar, dönüp kendini avuçluyor işte.

    neyse işte, bu tarihi soru da böylelikle cevaplanmış oldu.
  • yahu savaş zaten osmanlı’nın elinde bulundurduğu işlenmemiş kaynaklara kim sahip olacak savası değil miydi. almadılar olm aralarına ingiltere ve fransa, almanlar da alalım bari cephe genişler yoksa bi ise yarayacağı yok amk diye almadı mi
  • meraklısına bu konuyla ilgili yazılmış oldukça başarılı bir kitap bulunmaktadır.
    kitap, savaş öncesi genel atmosferi anlatarak başlar ve osmanlının savaşa fiili olarak girmesiyle son bulur; yani kronolojik olarak ilerler. gerek osmanlı tarafının gerekse diğer devletlerin konuya bakış açıları anlatılır. bu yapılırken tarihi belgeler kaynak olarak gösterilmiş. bunun yanında askerlerin, bürokratların, elitlerin ve halkın savaşa girip girmeme konusundaki düşünceleri hakkında fikirler verir.

    harbi umumi eşiğinde - osmanlı devleti son savaşına nasıl girdi?, mustafa aksakal
  • öfff, tarih bilmezsiniz, siyaset bilmezsiniz… burada atıp tutuyorsunuz... olay tam olarak şöyle gerçekleşmiştir:

    tarih: 30 ekim 1914
    yer: harbiye nezareti’nin bahçesi

    (bir gece önce yavuz ve midilli’nin sivastopol’u bombaladığı haberi istanbul’a ulaşmıştır. enver ve talat paşalar bahçede sigara içip durum değerlendirmesi yapmaktadır.)

    - of, n’abıcaz be talat. anamız sikildi.
    - gemileri geri götürelim paşam, ingilizlere verelim. bu iş başka türlü kapanmaz.
    - çocuk olma! artık bombardımana girdik.
    - kazaydı, anlatırız. gemi bizim değildi deriz. almanlar bizden habersiz bombalamış deriz. hem rus limanıymış, kimse siklemez.
    - sen öyle san, sen öyle san… gemileri boğazdan geçir, bir yardım ve yataklık. türk bandırası çek, iki yardakçılık. sivastopol’u en az iki gemi bombala, üç yurda taarruz. her gece almanlarla takıl, dört nereden baksan işbirlikçilik. almanlardan para ve silah yardımı al, beş müttefiklik. bütün bu bokları yedikten sonra itilaf devletlerinin suratına bakıp, "kusura bakmayın abi kaza oldu" diyemezsin. adamın götünden kan alırlar talat kan.
    - ...
    - hadi mürettebat alman, ki bu ibneler gemi türk bandıralıydı diyorlar, türk bandıralı geminin mürettebatı nasıl alman olur ben anlamadım gitti. of, herşey karışık. gemi bizim, türk bandırası çektik, rus limanını bombaladık. demezler mi ''ulan siz misiniz bu karadeniz’in zaptiyesi?'' sikerler oğlum hepimizi sikerler. amına kodumun goeben’i neler açtı başımıza.
    - peki n’apıcaz paşam?
    - birinci seçenek gemileri batırmak. o da çare değil. ruslar gördü bizi. iş kapanmaz ki. ömür boyu gemileri burada tutalım desem olmaz, önünde sonunda kaçar alman. açılalım karadeniz’e bırakalım gemileri köstence’ye desek, o da garanti değil. ya bu almanlar o gavur ellerinde bizi yakalatırsa? işte o zaman boku yeriz oğlum. hem devlet de var, babamızın gemisi değil ya! en son ihtimal gidip teslim olmak. ama alman herşeyi okur, bir tek ben yansam neyse. hepimizi yakar bu alman. of!
    - of, işin her tarafı boktan.
    - sen bana biraz zaman ver talat. bu işe çözüm bulucaz. sakin olmak lazım. yoksa çuvallarız.
    - pekala paşam, haklısın.

    (ertesi gün, gazeteler)

    - devleti aliyye dünya devletlerine savaş ilan etti. enver paşa: “üç günde sarıkamış’tan girer moskova’dan çıkarız” dedi.
  • özeti: alman sanayileşmesi ve petrol.

    başkaları da çok güzel açıklamış. yine de kendi üslubumla kısaca tekraren açıklayıp devamında nispeten yeni bir şey söyleyip savaşa girilmese ne olurdu için bir what if senaryosu (olan nasıl olacaksa öyle olmuştur zaten, hepimiz biliyoruz, alternatif senaryo yazasım var) üzerine çizeceğim:

    almanya'nın piyasaya pazara aç bir sanayi devi olarak çıkması, 1870’te fransa’yı duman etmesi dengeleri değiştirdi. ingiltere kronik hasım gördüğü rusya’yı, 100 senelik hindistan ve ortadoğudan, ticaret rotalarından uzak tutma, dizginleme stratejisinden geçici ya da kalıcı olarak en azından akut alman rekabeti sona erene dek uzaklaştı ve osmanlıları desteklemeyi bıraktı.

    içten yanmalı motorların başarısı. artık 20. asrın petrol çağı olacağı otomobil ve uçak devrinin geldiği belli olmuştu. ve o dönemde burası çokemelli aşağıda körfez etrafındaki muazzam petrol rezervleri (an itibarıyla dünyadaki toplam rezervin %45’i) iran hariç bilinmiyordu.
    dünya petrollerindeki en son rezerv oranı:
    iran %9,5
    kuveyt %5,5
    ırak basra kısmı % 5,5 musul kısmı %3
    s. arabistan %15,5
    bae, katar, umman kalan %7-8 civarı.
    imdi bu %40-45 arası petrol rezervleri 1914’te bilinmiyordu, keşfedilmemişti. haliyle musul (kerkük musul'a bağlıydı idari yapıda) vilayetindeki petrol maalesef çok büyük bir rezervdi ve çok önemli addediliyordu.

    sonuç olarak tüm bu bileşenlerle dışarıda savaş cateris paribus sürseydi osmanlı devletinin savaşa girmemeyi başarması durumunda ne olabilirdi kısmına gelirsem;

    rusya'daki sıkıntıya ve ihtilale bağlı olarak çok kötü, kötü, ortalama ve nispeten iyi arasında bir seçenekler yumağı ortaya çıkardı. misak-ı millinin güneyindeki arap coğrafyaları mısır gibi elinden çıkardı. kerkük misak-ı milliye dahil olmasına, nüfusunun %80'i kürt ve türkmen olmasına rağmen osmanlılara bırakılmazdı. zor yoluyla el koyacakları kesin. ancak ve ancak savaş sırasında amerikalılara körfez etrafında verilecek bir imtiyaz ile abd s. arabistan kuveyt ve emirliklere düşen inanılmaz büyüklükteki petrol yataklarını keşfetseydi kerkük ve çevresini kurtarabilirdi osmanlı devleti. ermeni reformları, boğazlar yine büyük bir sorun olurdu. ege ve pontus rumları savaşa girilmese de mübadele edilirdi, karamanlılar kalırdı ama. eğer itilafçılara boğaz açılmayıp rusya'da çarlık düşürülürse ermeni meselesi de ayrılıkçı olmayan bir reform programıyla sönümlenebilirdi. doğu anadoludaki paylaşım meselesi türk, ermeni, kürt üçlü sacayağına dayalı bir şekilde idari bazı özerkliklerle götürülebilirdi. çarlık devrilince kars ardahan ve batum yine geri kazanılır bu sefer batum da bırakılmazdı. azerbaycan sınır komşusu olur ermenistan kurulmazdı, revan azeri şehri olarak kalırdı, azerbaycan hatrı sayılır oranda bir ermeni nüfusa sahip olurdu, o kadar. ama azeri bağımsızlığı şüpheli olurdu. komünist ya da değil rusya bakü petrollerinden kolay kolay vazgeçmezdi, kesin olan bu. ve tabii ki kapitülasyonların sürmesi orta vadede ekonomik açıdan yıkıcı etkiye devam ederdi.

    belki daha sonra uzatıp savaşın ilk safhası, ortası ve sonlarına doğru hangi tarafa göre katılma senaryosu üzerine de bir şeyler karalayabilirim.
  • daha yapısal nedenler üzerinden cevaplamak istediğim soru.

    öncelikle ingiltere fransa ve rusya; osmanlıyı savaş öncesinde zaten paylaşmıştı. osmanlı'nın savaşa girmemesi topraklarını savaşmadan vermeyi kabul etmesi ile mümkündü. yani savaşa girmeme gibi bir seçenek yoktu. ingilizler de savaş sonrası topraklarını paylaşacağı ülkeyi ittifaka almadı elbette.. peki hangi süreç ile ve nasıl bu noktaya gelindi?

    1856 da kırım savaşında rusya'nın osmanlı topraklarına yayılmasına ingiltere ve fransa razı olmadı. rusya o kadar güçlenmemeliydi.. ingiltere için tehdit olmamalıydı.

    ancak 1870'te dengeleri değiştiren bir olay yaşandı. o güne kadar orta karar kabul edeceğimiz almanya * fransayı sedan'da yenince ve gidip bir de paris'i kuşatıp ele geçirince ingiltere için daha büyük bir tehdit haline geldi. o noktada almanyanın tüm avrupayı ele gerçimesindense, rusların doğudan, fransa ve ingiltere'nin batıdan almanya'ya saldırararak, bu süpergücü tepelemek daha akıllıca göründü. ingilizler rusların ittifakına ihtiyaç duydular yani.. o noktada osmanlıyı 1870'te feda ettiler.. 1877-1878 (93 harbinde ) 'te rusların istanbul'u almasına razı olmayan bir ingiltere varsa da, 1856'daki gibi asker göndermeyecekti.. artık ilgilenmesi gereken bir almanya vardı... ve ayastefanos antlaşmasının düzeltildiği il berlin oldu.. berlin antlaşması yapıldı. artık insiyatif almanya'daydı.. oysa 1856 kırım savaşında antlaşma o günün en güçlü kıta avrupa ülkesi fransa'da, paris'te imzalanmıştı..

    osmanlı bunları gördü.. ve ingiltere'yi dengelemeek için almanya'dan başka çaresi olmadığı çok açıktı. çünkü rusya saldırdığında topraklarını koruymıyordu ve artık ingiltere rusya'ya, osmanlı lehine müdahale etmeyecekti..

    her ne kadar donanmada geleneği devam ettirip ingilizlerle işbirliğini sürdürse de bu ilişki daha çok ingilizlerin ticari gözle baktıkları bir ilişki olarak kaldı. ve savaşa gidilen süreçte parası ödenen gemileri teslim etmeme noktasına kadar uzandı..

    almanlarla ise silah ticareti hacmi genişleyen şekilde devam etti. biz zaten toplarımızı da , tüfeklerimiz de 1. dünya savaşından önce 2. abdülhamit döneminde almanlardan aldık.. zaten almanya ingiltere rekabetinin savaşı getireceği malumdu, zaten bu savaşta bizim ingiltere ittifakında istenilmediğimiz belli idi..
  • akademik çevrede gayet de yeterli bir şekilde ele alınmış bir sorudur. elbette bir yığın farklı görüş var, ama ben elimden geldiğince şu sıralar mantıklı görünen ve popüler olan fikirleri resmedeyim.

    bir kere aslında osmanlı devletinin bu savaşa katılmak için çok hevesli olmadığı su götürmez bir gerçek. çünkü bekliyorlar. hem de ellerinden geldiğince, tüm tarafları yoklayarak ve niyetlerini anlamaya çalışarak.

    alman taraftarlığının da osmanlının savaşa girmesiyle çok bir ilgisi yok. öyle üç beş paşa “almanlar çok ileri hacı, deutschland über alles” dedi diye koskoca imparatorluk savaşa sokulmaz o dönemde. balkan harbiyle, trablusgarp savaşıyla görülmüş ki devlet askeri açıdan çok aciz bir durumda. kendi toprağına asker yollayamıyor, azınlık çetelerini bastıramıyor. bu durumdaki bir devleti savaşa sokmak, intihar gibi bir şey. ama işte bu durumdaki bir devleti savaştan uzak tutabilmek de çok çok zor.

    önce ingilizlerle, fransızlarla görüşülüyor. doğal olarak onlar türklerin savaşa dahil olmamasından yanalar. çünkü unutmamak lazım, bu savaşın ana aktörü almanlar. eğer savaş alman topraklarında kalırsa, doğudan ruslar, batı’dan ingiliz ve fransızlar işi halledecek. italyanlar da bir başka çürük hanedanlık olarak habsburgları devirirse iş bitiyor zaten. hesapları bu. ama osmanlı’ya da bu savaşın türklerle bir alakası olmadığı güvencesi verilemiyor tabii.

    çünkü ortada bir asırlık bir çekişme var. ortadoğu ve mısır üzerinde, boğazların kontrolü üzerinde, ermenistan ve kafkasya üzerinde, basra körfezi üzerinde...

    yani bu savaşta yeni bir cephe olmayıp almanlarla nispeten daha kısa ömürlü bir savaşla işi halledebilseler, osmanlı topraklarının işgali yolunda bu kuvvetlerin karşısında durabilecek bir güç yok. burada şunu da unutmamak lazım, petrolün değerlendiği ve ortadoğu’daki petrol rezervlerinin bir kısmının keşfedildiği dönemlerdeyiz. osmanlının bu petrolü kendisi çıkarıp işleyecek birikimi yok. yatırım yapacak sermaye de yok. hepsinden önemlisi, bu topraklarda artık ciddi bir otoritesi de yok. bunun senaryosu mısırda çalışılmış zaten. ingilizler elini kolunu sallaya sallaya hakimiyet kurdular mısırda, hem de osmanlı direnciyle pek uğraşmadan. napolyon’un def edildiği dönem, çoktan geride kalmış yani. araplar arasında da arap milliyetçiliği ve kabileler arasında bir kavmiyetçilik yayılmış. osmanlı halen o topraklardaki arapların hamisi olarak görüyor olabilir kendisini ama araplar o şekilde görmüyorlar artık kendilerini. çoktan taksimat yapılmış, ingilizlerle anlaşılmış.

    yani osmanlılar açısından, bu savaşa dahil olmayıp bir köşede beklemenin tek amacı, bu süper güçlerin birbirini tüketene dek, uzun soluklu bir savaş olmasını ve o süreçte de ingilizlerin, fransızların ve rusların yayılmacı politikalarını gözden geçirmelerine sebep olacak şeylerin olmasını beklemek. ama bu savaşta daha geniş cephelerin açılmaması da bu olasılığı bir hayli zayıflatıyor.

    almanların türklerin savaşa kendi yanlarında girmesini çok fazla istedikleri de doğru değil. almanlar açısından da bir ikilem var. o devirde türk alman ilişkileri çok yoğun. türklerin bu süper güçlerin orduları karşısında direnç göstermeyecekleri düşüncesi hakim. almanlar zaten yedi düvelle savaşırken bir de türklere yardım ederek güçlerini azaltmak istemiyorlar tabi. ama sonrasında sanırım açılacak yeni cephelerin önemli bir katkı sunacağı fikri galip geliyor. yani almanlar kollarını açmış, osmanlı’nın savaşa onların yanında katılmasını bekliyorlar gibi bir durum söz konusu değil.

    neticede türkler iyi direniyorlar her şeye rağmen. beklenmedik bir şekilde iyi direniyoruz hatta. savaşın kaderini değiştirebilecek kadar değil belki ama anadolu’nun, yani kendimizin kaderini değiştirebilecek kadar. çünkü osmanlı bu savaşa katılmasaydı, savaş sonrasında kurulacak düzende de kendisine yer bulamayacaktı. savaş sonrasının en bariz ganimetiydi osmanlı toprakları. ingilizler, fransızlar ve ruslar ve hatta italyanlar ve ege’deki ingiliz vasalı konumundaki yunanlar, doğuda ermeniler bu coğrafya üzerinde tam olarak nasıl bir paylaşıma giderlerdi, nasıl bir uzlaşma ya da kutuplaşma içinde olurlardı allah bilir. ama bizim açımızdan hiç de iyi bir netice vermeyeceği kesin.

    direk mısır gibi, hindistan gibi ingiliz mandası olurduk demek de mümkün değil. çünkü unutmamak lazım ki bu topraklarda ingilizler o dönemde rakipsizdi. ama osmanlının toprakları için işler karışıktı. bir kere ruslar var en başta. sonra ermeniler ve rumlar maşa olarak kullanılıyor. fransızların ve italyanların bazı emelleri var. ne olurdu bilinmez ama boğazlar kesinlikle bizim kontrolümüze bırakılmazdı. zaten boğazları kontrol edebilecek gücümüz de kalmamıştı artık. ege’yi kaybedebilirdik, doğuda da maşa devletler olarak ermenistan ve kürdistan kurulurdu. bugünün gözüyle baktığınızda size abartı gelebilir bu senaryo ama unutmamak lazım, o dönemde koskoca osmanlı nüfusu on beş milyon civarındaydı. savaşlarla erkek nüfusun ve iş gören nüfusun da ciddi şekilde azalmasını ekleyin buna, o dönemde çeşitli şehirlerde yoğunlaşan azınlıkların yüksek nüfusunu ekleyin... türklerin orta anadolu’ya hapsedilmesi gayet de mümkündü o dönemde. ingilizler çok fazla uğraşmazlardı bile. başımızda ingilizlere boyun eğen bir padişah, aynı zamanda da halife olurdu muhtemelen. ikinci dünya savaşına bol bol asker yollardık. belki balkanlar gibi, onlarca parçaya bölünmüş olurdu bu topraklar. üstelik geri kalmışlıkta da ırak’tan beter bir durumda olurduk.

    birinci dünya savaşı, o bakımdan, türkler için yası tutulacak bir tarih değildir. çünkü sonucu, kurtuluş savaşımızdır. asırlar sonra türk ulusu olarak varlığımızı perçinleyişimizdir. modernleşme süreci ve onun olmazsa olmazı reformlardır.

    haritaya baktığında neden şu şu toprakları da alamamışız diyenler olabilir. normaldir. ama işin özü, modern zamanlarda osmanlılar o topraklara hiç sahip olmadılar zaten. demiryolunu dahi türkler götüremedi. bu toprakların çoğu kendi halinde, otonom bölgelerdi. geriye kalan topraklarda da bir ulus inşa edilemedi.

    birinci dünya savaşı sayesinde bu topraklarda bağımsız bir ulus devlet kurabildik. o ulus devlet sayesinde tarihin en yıkıcı savaşı olan ikinci dünya savaşından kaçınabildik. elbette her şey dört dörtlük olmadı belki ama tarihe bir bakın. türkiye gibi müslüman halkın bağımsızlığını kaybetmeden kendi kaderini çizdiği, modern şehirler ve kurumlar inşa ettiği sadece iki üç tane ülke vardır. bu bize şans eseri nasip olmadı.
  • 1908 reval görüşmeleri ile ingiltere ve rusya osmanlı üzerine anlaşmıştı bile. bak 1908 diyorum daha 6 yıl var savaşa. ittihatçı düşmanlığı, enver paşa düşmanlığı ile tarihi yalanlamak yanlıştır. osmanlı o savaşa girmese de saldırıp sokacaklardı savaşa.

    edit: rus çarı ve ingiltere kraliçesinin kuzen olduğunu maviyisevenkiz öğretti sağolsun. netflix üzerinde windsors belgesini de önemli bir kaynakmış.
  • bazı hususlari bilmekte fayda vardır diye düşünüyorum.
    1. hicaz demiryolu: 1900-1908 yıllarında şam ve medine arasında alman mühendislerce yapılmıştır.
    2. bağdat demiryolu: konya-bağdat arasında 1903 yılında almanlarca yapımına başlanmış ancak 1. dünya savaşından önce bitirilememiştir.

    osmanlı borçlarını ödeyemez bir durumda iken devletin bütçesini aşan bu demiryollarına para bulamazdı. açıkça söylenmese de bütçe almanlar tarafından verilmiştir. almanlar ise ileride rusya ve ingiltere'ye karşı açılacak savaşta nakliye ve lojistiğin rahat yapılması için bu demiryollarını yaptırmıştı.

    3. reval görüşmeleri: ingiltere ve rusya 1908 yılında bir görüşme yapar. almanların hazırlıklarından rahatsız olurlar ve savaşın çıkması halinde -açıkça söylenmese de- osmanlı paylaşımı konusunda pazarlık yapılır. (abdülhamit'in devrilmesi de reval görüşmelerinden sonra olmuştur.)

    yani savaşı kapımızda bulduk koştura koştura müttefik aradık durumu yoktur. osmanlı'nın paylaşılma görüşmeleri yıllar önceden başlamıştı. trablusgarp ve balkan savaşlarına bu görüşmelerden sonra yol verilmiştir. rusların devrimden sonra ifşa ettikleri ingiltere, fransa, italya ve kendi aralarında yaptıkları gizli paylaşım anlaşmaları da buna kanıttır.
hesabın var mı? giriş yap