• akrebi bile öldüren kedi bir bunu gebertememiştir. ağzına burnuna osurdu bayılttı kediyi.
  • batilinin shield bug dedigi yesil olusumlar bunlar.. ya da latincesi "pentatomidae".. yani beş bölmeli manasinda.. hakket yukardan bakabilirseniz 5 tane bölme görüyorsunuz bu hayvanlarda.. ha 5 i bi bölme eder mi etmez orasi ayri.. bi kere bunlar ekin zararlisi.. ekinlerin icine girip onlarin sularini cekiyorlar içlerine.. bunla kalsa iyi, dogada pek sevilen bi tadlari olmadigindan, üredikce ürüyorlar. kimse yemiyor bunlari. "bu bocegi yiyecegime giderim zehir yerim" diyen serçe arkadaslarim bile var..

    velhasil eger bir gün bortü böcekle konusma icat edilebilirse (ki görüntülü konusmayi siktir edip buna kanalize etseler dikkatlerini, sippadanak bulunur bu ama ben demeyeyim bir şey) bu hayvanlari önüme alip şunu demek istiyorum "arkadasim siz manyak misiniz? ben sizin evinize giriyor muyum? kafaniza falan carpiyor muyum?" diyecegim ilk iş.. ışığı görünce giriyorlar bunlar içeri.. artik nasil gozleri parliyor, nasil büyüleniyorlarsa "anansikim isik lan isik *pat* oha bu ne *pat* cam mi yapmis adam bunu komple *pat* oha cammis *pat*" seklinde bir ic sesi oldugunu dusunuyorum. yalan konusmayayim ben daha kokularini duymadim. merak da etmiyorum ama bir gün olsun yanimda osurmadilar. saygida kusur etmediler. ama işte gecenin bi körü kafama düsüyorlar, bilgisayar ekranina dadaniyorlar.. bas etmenin en iyi yolunu ben bir bardaga hapsetmek oldugunu kesfettim. ama masallah icer gibi hava tükettiklerinden sabaha ölüveriyorlar..

    ben de ölülerini bir kurdana gecirip, pencereme asicam arkadas bundan sonra.. ürksün yeni gelecekler.. vahsi kabilelerin insanlardan sakinma yontemini aynen uygulayacagim bu boceklere "icerde ölümden baska bir şey yok, o ışık seni ölüme goturecek" diye yazardim eger dillerini bilsem.. ama işte 3g telefonumuz var parmak kadar bocekle konusamiyoruz..
  • farkında olmadan yapmış olduğum dayanıklılık testinden geçip, hayranlığımı kazanan bol kokulu böcek. odaya giren osuruk böceğinin yanan ışığa çarparak çıkardığı sesten rahatsız olunup, cam pencere açılır, bir havlu ile o yöne yönlendirilir ama nafile. sonunda kirli sepetinden alınan bir atletle konduğu yerde yakalanıp, balkondan aşağı silkelendiği sanılarak, atletin içinde kirli sepetine yollanır. ertesi gün atletin içindeki osuruk böceği, çamaşır makinasında 60 derece uzun süreli pamuklu programında deterjanıyla yumuşatıcısıyla yıkanmaya, 800 devirde sıkma işlemine tabi tutulur. çamaşırlar tele asılırken atletin içindeki böceğin varlığı farkedilir. ayaklarındaki hafif kıpırtılar gitgide güçlenen harekete dönüşür. sonunda balkona bırakılan böcek yürür ve yoluna gider.
  • ne lanet bir kokusu olduğunu bizzat, ağız içi hücrelerimle test ettiğim böcektir.

    yine bir ege baharı, aylardan mayıs büyük ihtimal. böle çiçekler açmış, kuşlar gelmiş, kırlangıçlar yavrularını düşürüyor arada o küçücük yuvalarından. bir neşe, çocuklar şakıyor, kediler mart gerginliğini atamamış üstünden bir cırmalama, hunharca miyavlama seansları. eriklerin ön dişleri uyuşturmadığı, çekirdeğiyle deli gibi yutulduğu zamanlar.

    dedenin çiftliği var bizim, ali dede hesabı çiftliğinde horozları, inekleri, köpekleri var, her biri zittin çeşit bağırıyor. yine dedenin bahçesinde zittin çeşit ağaç var, dede amansız bir çiftçi, yok kirazın şu çeşidi, yok eriğin papazı derken bahçede bitkisel olarak da çeşitlilik almış yürümüş. börtü, böcek bilumum sürüngen de eksik olmuyor tabi, en umulmadık delikten el kadar çekirge, bir örümcek, bir kela saldırısına maruz kalabiliyorsunuz.

    şimdi bu mevsim dut denen olayın da patladığı mevsim. dut ağaçlarına abanmışız. gelen geçen en yakın dallardan nasipleniyor. dut toplanamıyor, toplansa bile zahmetli, altına bez yaz da, çırp da, ayıkla ye. ee kim uğraşacak, sopayı da vermiyorlar gözünüzü çıkarmayın, sakata gelmeyin diye. evin yakınındaki ağaçlarda, yakın dallarda dut kalmadı gel zaman git zaman sonra, ben de kalktım bahçenin bir ucuna gittim dut yicem diye. hiç dolaşmam üstelik, dedemin kuçuları, yılan neyin derken ama dut yicem ya.

    o ağaçlarda da nasıl bir dut var anlatamam. böyle kimse gelmemiş, rahat bırakılmış, sere serpe gelişmiş canım dutlarım. her gün gidip dut yiyorum, baharın nimetlerinden faydalanıyorum.

    ama bu meyvede de, bu osuruklu böcekten de çok vardır. ( varmış) ben çocuğum bilmiyorum, bi allahın kulu da demedi, aman yavrum dikkat et diye. gittim tabi bahçenin bir ucuna. böle artık ellerim saksak oldu, hayvan gibi yiyorum.
    sonra onu gördüm. orda melül melül salınıyordu, uzattım elimi, kopardım dalından, attım ağzıma...

    çiğnedim bir de, bir ısırık ağzımın içinde dayanılmaz bir koku mu desem tat mı desem. tükürdüm ama, gitmedi. nasıl koştum eve kadar. açtım musluğu fırçala babam fırçala. cık yok geçmedi. o gazla ev yapımı sabun vardı zeytinyağlı köpürtüp, ağzımın içini yıkadım. ama yine geçmedi tabi. bi zaman sonra böle etkisi azaldı sonra yavaş yavaş kayboldu ama... çocuk yüreğimde böle acınası bir yara. sorun bir ama yedin mi dut bir daha deyin. yemem mi ya, öğleden sonra devam dut yemeye. her zaman olmuyor ki dut canım. ama sağına soluna paranoyak gibi kriminal inceleme yaptım, yapmadım da değil.
  • hos bu hayvanla oturup sohbet etsen edemessin dilini bilsen nolcak.. devamli isiga giden bir yaratiktan, onun fototaksisinden ne bekliyorsun ki. eroinmanla konusmak gibi olur bunlarla konusmak "abi napayim dayanamiyorum, isik gorunce ucasim degesim, kafa atasim geliyor serefsize, cok calistim birakmaya olmadi! ihtiyacim var abi ! anliyor musun ! isik ver abi! isik abi! orospu cocugu muyum abi ben nie isigi acmiyorsun abi!" eh yeter be der insan.
  • dut ağacı ile simbiyotik bir yaşam sürdüğünden emin olduğum böcük.
    memlekete gidip de ne zaman ağaca tırmanıp dalından dut yemeye kalksam bir tanesi bir şekilde ortaya çıkıp üzerime atlıyor. ağacın doğal bekçisi midir nedir bu deyyuslar.

    ob -hoop birader, bizim nevaleden yemiyoruz.
    akıncıbeyi -pardon abi hörmetler.
  • kokusu kişisel en kötü kokular listemde asker kokusundan sonra 2. sıradadır.
  • embesilin önde gideni bu arkadaşların sevimli bir tarafı olduğu doğrudur. zbovvv diye açık pencereden girip çarpa çarpa en yakın ışık kaynağına giderler ve bazen de yapışıp mevta olurlar. kendileri ölmesinler diye yerimden fırlayıp lambayı kapatmışlığım çoktur.

    bütün yaz nezaketle bulup dışarı attım eve girenleri. zaten o kadar salaklar ki bir bardak ve kartonla yaklaşıp hafifçe dürtüp bardağın içine düşürüyorsunuz, o daha "abe n'oldu?" diye etrafına bakınırken camdan dışarı salıyorsunuz. yani bir hayvanın içinde hiç mi "kaç kurtul" "ne olursa olsun hayatta kal" içgüdüsü bulunmaz?

    ancak son öğrendiğime göre bu turist arkadaşlar (ana vatanları doğu asya) rusya üzerinden önce ermenistan'a, ardından da karadeniz'deki fındıklıklara yayılmak suretiyle fındıkları mahvetmişler. tarım kooperatifleri kendileri ile ciddi bir mücadele içinde imiş. sanırım karadeniz'den kaçanlar da istanbul'un yeşillikli semtlerine dadanmışlar. herhalde buradan da bulgaristan falan derken avrupa'ya daha önce göç etmiş akrabalarına kavuşurlar.

    evde verdiği rahatsızlık ise salak salak uçarken kafaya çarpmak, lambalara yapışıp yanmak ve kötü kokmak (lambanın camı olsa da altına girip bir şekilde yanmayı başarmak gerçekten evrimsel bir gerizekalılık), düz durdukları duvardan aşağı düşüp (gözlerime inanamıyorum, içip içip mi geliyorlar anlamıyorum ki) çat diye ses çıkarmak falan.

    ışığa geliyorlar. hava dün soğuyunca da bir anda ortadan kayboldu balkondakiler. balkonda saksağan ve kargaların kendilerini yediğini de gördüm son günlerde.

    diyeceğim o ki, böcekliğin yüz karası bir yaşamsal yeteneksizliğe sahip bu arkadaşların neslinin henüz tükenmemiş olması gerçekten bir mucize, deli gibi ürüyor olmalılar.
  • yaklaşık bir aydır odamı paylaştığım canlı türü. sözlükte benim gibi bu seneki yoğunluklarından bahseden başka yazarlar görünce odamdaki varlıkları şimdi daha anlamlı bir hale geldi. her gün 2-3 tanesini ölmüş şekilde buluyorum. bugün balkondaki sinekliği sert bir şekilde kapatınca 20-30 tanesi ani bir şekilde düştü, meğersem sülalece gelip yuva kurmuşlar sinekliğin bir kısmına. başka bir böcek olsa dehşete kapılırdım ama bu arkadaşlar çok efendi öyle pek bir şey yapmıyorlar, bugün bir tanesi sanırım ısırdı ama olur öyle arada korktu hayvancağız birden. çok da sosyaller, arada bakıyorum böyle karşılıklı masaya oturmuş gibi pozisyon alıp 3-4 saat birbirlerine bakıyorlar birkaç tanesi. bir de benim kedi bunları koklamayı çok seviyor, gününün bir saatini onlarla harcıyor. osuruk bağımlısı ettiler kediyi. bazılarına hiç dokunmayıp sadece eğilip eğilip kokluyor.
    sonuç olarak görürseniz korkup endişeye kapılmayın, kendi kendilerine ölüyorlar zaten kısa bir sürede. kediniz de varsa hem eğlence çıkmış olur ona da.
  • efendim bu yesil renkte olan boceklere hic sempati beslemiyorum. aslinda cok bocekil bir insanim, kucuklugum de oyuncak arabalarin kapilarini karincalara acmisligim vardir. karincalar disinda farkli farkli boceklerle e munasebetim olmustur. mesela karafatma ya da arkadasimiz kara sacli fatmanin deyisiyle hamambocegi bunlardan biridir. kucuklugumde bana surekli korku filmleri izletip dehsete dusmemle eglenen ablam karafatmalardan korkarken ben onlari ellerime alip ablamin dehsetli bakislarina aldirmaksizin oynardim. yalniz bu oldukc akisa hikayem ne karafatmalarla ne de karincalarla alakali, hikayenin konusu bok bocekleri. efendim basta dedigim uzere, neredeyse tum diger canlilarin ne muhtesem yaratiklar olduklarini dusunen ben, bok boceklerine sempati beslemiyorum. zira bu bocekler bok kokuyorlar ve bok kokusundan kurtulus yok.
    bundan tam 12 sene once melis diye bir kiz arkadasim vardi. o donem tum kizlarin adi melis'ler zeynep'ler arasinda bolusuldugu icin (sonradan ogrendim ceren'ler de dahilmis bu gruba) hangi melis diye sormayin. onca melis arasindan cikmaya basladigim melis'le ilk defa tek basimiza bir yerlerde bulustuk gunun birinde. gunesin alninda bos sokaklarda dolanirken biraz gozden uzak, golge bir yerler bulup bulamayacagimizi merak ettik. tam bu aralar sanirim el ele tutusup yurumeye basladi. ciktigim bir kizla ilk elle tutususum. ilk elle tutususum bu oldugunda unutmamam gerekebilirdi zaten ama tabi is burada kalmadi. biz basbasa kalabilecegimiz, biraz golge bulabilecegimiz bir yerler ararken bahceli bir evin arkasina sigindik. orda el ele oturmus anin tadini cikarirken elim uzerine bir osuruk bocegi kondugunu gordum. bir anlik panikle osuruk boceginin elimden gitmesi icin elimi savurdum. osuruk bocegi uctu ucmasina ama osurmadan da ucmadi. hal boyle olunca elim epeyi koktu. elimi burnuma goturup kokladim. soklardaydim. kizarkadasima da durumu anlattim. ben sefkat falan beklerken halime guldu (gulmeyecektin melis). neyse ki gozume bir musluk ilisti. elimi yikarim, gecer diye dusundum. musluga davrandim ama sular kesikti. oylecene bok kokulu elimle kalakaldim. sonrasinda kaderime kusup durumu kabullendim sanirim.ben kabullendim kabullenmesine kizcagiz benimle dalga gecip durdu diye hatirliyorum. sanirim iliskimizin gelecegi, ilk el ele tutusumuzda elimin bok kokmasindan belliydi.
hesabın var mı? giriş yap