• hannah arendt in dediği gibi sorgusuz sualsiz görülebilen bir itaat türüdür. özellikle geleneksel ve feodal mantıktan kurtulamayan toplumlarda sorgusuz sualsizliğin boyutu iyice uca varır, ki weber'in geleneksel itaat dediği bu olsa gerektir. sorgulayan kafalar ise, kendi sorgusundan emin olmadığından, yani ki kendinden emin olmadığından susar.

    ampirik metodla denenmiştir. şöyle ki,
    yurdum güzide üniversitelerinden birinin güzide hukuk fakültesinde otorite konusunun tartışılacağı derse girecek olan hoca, çay ocağında çalışan ve öğrencilerin çoğu tarafından tanınan bir görevliyi, üzerindeki beyaz önlüğü dahi çıkartmadan kolunun altına kitapları vererek anfiye yollar. görevliden istenen öğrencilerin anfiye girmesi ve anfide sessizlik sağlanmasıdır.

    kolunun altında kitaplarla anfi kapısından girerken çay ocağındaki görevli "haydi çocuklar herkes sınıfa!" der. öğrencilerin hepsi girerler. ama anfide sessizlik henüz sağlanmamıştır. kitapları kürsüye koyan görevli öğrencilere dönerek "sessiz olun" der bağırmadan. hepsi susar ve not defterlerini, kitaplarını açar, ders dinlemeye hazırlanırlar.
    ancak görevli susar ve öğrencilere bakar. öğrenciler susar ve görevliye bakarlar.

    bu sırada hoca girer sınıfa ve durumu açıklar. ardından sorar:
    - neden dinlediniz?
    - .......
    - çay ocağında çalıştığını bilmiyor muydunuz?
    birkaçı mırıldanarak:
    - hoca olabilirdi.
    - peki üzerindeki önlüğü görmediniz mi?
    - laboratuvardan gelmiş olabilirdi.
    -.....

    eldeki veri: hukuk fakültesinde laboratuvar dersi yoktur. ve dahi laboratuvar yoktur. hukuk öğrencisinin laboratuvarla işi hiç yoktur.

    sonuç: geleneksel otoriteye itaat mantıksal nedenlere dayanmaz. öğretilmiş otoriteye sorgusuz sualsiz itaat edilir.*
  • geçmişten günümüze, yöneticiler, din adamları, patronlar, ebeveynler, öğretmenler, otoriteye itaatin bir erdem, itaatsizliğin ise ahlaksızlık olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. hatta siyasal erkler ve gücü elinde bulunduranlar, itaatsizlik eyleminde bulunanları katı bir biçimde cezalandırmışlardır. burada itaat edilmesi istenen, bir kural, bir ilke, bir kişi, bir zümre olabileceği gibi, bir metin, bir dogma, bir sembol, bir kültür vb. de olabilir.

    acaba her türden otoriteye, otoritelerin vazettiği tüm ilke ve kurallara itaat etmek erdem midir?

    bu soruya yanıt vermek için, kendiliğinden teslimiyetin bir ifadesi olan itaatin erich fromm’un deyişiyle iki türü arasında ince bir ayrım yapmak gerekir.

    ilki, akıl dışı, irrasyonel otoriteye itaattir.

    ikincisi ise, akılcı otoriteye itaattir.

    e. formm’un deyişiyle, akılcı otorite, öğretmen ve öğrenci ilişkisinde olduğu gibi, otoriteye itaat edeni geliştiren, ilerleten, kendisini keşfetmesine olanak sağlayan bir otoritedir. bu otorite, otorite sahibinin de gelişimine olanak verir, otoritenin temeli epistemik gerekçelidir. akıl dışı otoritenin en temel sembolü, köle-efendi ilişkisi olarak kavramsallaştırılabilir. bu türden bir ilişkideki otoriteye itaat tek yanlıdır; köleyi sömürmeyi temel alır. efendi, köleyi ne denli çıkarları için kullanırsa, o denli tatmin duygusu yaşar. köle ile efendinin çıkarları birbirine tamamen zıttır; çünkü birine yararlı olan diğerine zarar verir.

    buna rağmen insan akıl dışı bir otoriteye neden itaat eder?

    bunun pek çok nedeni vardır.

    ilki, insan bir otoriteye itaat ettiği sürece kendisini psikolojik ve toplumsal olarak güvende hisseder.

    ikincisi, otoriteye itaatle, özgürce karar almaktan kurtulduğu için, yükümlülük/sorumluluk hissinden kurtulur. bu yüzden tercihleri ve sonuçları üzerinde analitik olarak düşünmez; sadece bir buyruğu yerine getirir.

    üçüncüsü, otoriteye karşı gelmek, çoğu kez kişiyi yalnızlığa ittiği gibi, hata yaptığı ve günah işlediği duygusuna kaptırır. bu anlamıyla kişi itaat ederek yalnızlıktan, hata yapma ve günaha düşme korkusundan da kurtulduğunu sanır.

    dördüncü neden, cesaret eksikliği ve yetersiz kişilik gelişimidir. zira cesaret insanın gelişmişliğiyle yakından ilişkilidir; bu anlamda cesaret güçlü kişilik gerektirir. nasıl kişi anne baba buyruğundan kurtuldukça birey ve kişi oluyor, kendisi için hissetme, düşünme ve seçimler yapma yetisini kazanıyor, yani yükümlülüğünü üstlenen bir kişi oluyorsa, tıpkı bunun gibi, otoriteye hayır demekle kişi olma arasında güçlü bir ilişki vardır. yani bir anlamda, otoritelere hayır demeye başlamak, yani cesaret, kişi olmanın bir göstergesi gibidir. bu anlamda, aslında kişi, otoriteye hayır demek suretiyle kendini geliştirir ve özgürleşir. şu halde özgürlükle itaatsizlik ve kişilik gelişimi arasında güçlü bir bağ vardır. kişi özgürlükten korktuğu sürece, kendi olmaktan korkuyor demektir ve bu kişi asla otoriteye hayır diyemez, kendine özgü bir kişilik geliştiremez.

    beşincisi, insanlık tarihi boyunca itaatin erdem, itaatsizliğin erdemsizlikle bir tutulması, bu konuda toplumsal bir baskı oluşmasıdır. bu baskı doğal bir biçimde sosyalleşme ve kültürlenme süreciyle içselleştirilir ve insani vicdanı belirler.

    altıncısı, kişinin içselleştirdiği otoriter vicdanın sesini kendi vicdanının sesi sanmasıdır.

    şimdi, itaatle içselleştirilen vicdan arasındaki derin bir bağ vardır. bu bağı, e. fromm’un ‘otoriter vicdan’ ve ‘hümanist vicdan’ arasında yaptığı ayrımından yola çıkarak bir parça açmak gerekir.

    o şöyle der: “vicdan kelimesi, birbirinden tamamen farklı iki olguyu ifade etmek için kullanılır: bunlardan biri, memnun etmeye istekli olduğumuz, kızdırmaktan korktuğumuz bir otoritenin içselleştirilmiş sesi olan ‘otoriter vicdan’dır. bu otoriter vicdan, çoğu insanın kendi vicdanlarına uyduklarında deneyimledikleri şeydir. bu, aynı zamanda, freud’un sözünü ettiği ‘süper ego’ (üst benlik) adını verdiği bilinçtir. süper ego, oğlun korku nedeniyle kabullendiği, babanın içselleştirilmiş buyruk ve yasaklarını temsil eder. otoriter vicdandan farklı olan ‘hümanist, insani vicdan’dır; bu her insanın içinde mevcut olan, dış yaptırım ve ödüllerden bağımsız bir sestir. hümanist vicdan, insan olarak bizlerin, neyin insani, neyin insanlık dışı olduğuna, yaşam için neyin yapıcı, neyin yıkıcı olduğuna dair sezgisel bir bilgimizin olduğu gerçeğine dayanır. bu vicdan, insan olarak yükümlülüğümüzü yerine getirmemizi sağlar. bizi kendimize, insanlığımıza dönmemiz için çağıran sestir. otoriter vicdan (süper ego), o güç içselleştirilmiş bile olsa yine de, benim dışımdaki bir güce itaattir. kendi vicdanımı dinlediğime bilinçli olarak inanırım; aslında gücün ilkelerini sineye çekmişimdir; hümanist vicdanla süper ego’nun özdeş olduğu yanılsaması yüzünden, içselleştirilmiş otorite benim parçam olmadığı açıkça anlaşılan otoriteden çok daha etkilidir. otoriter vicdana itaat, tüm dış düşünce ve güçlere itaat olduğu gibi, hümanist vicdanı, yani insanın kendisi olma ve kendisini yargılama yetisini zayıflatma eğilimindedir” (e. fromm, itaatsizlik üzerine, s. 12).

    hümanist vicdan, otoriter vicdana göre bizim insan olmamızdan kaynaklanan ve otoriteleri sorgulamamıza olanak veren içsel sesimizdir. bu ses, çoğu kez, kültür, yerleşik ahlaki normlar, inanç sistemleri, yetişkinler ve iktidar olanlar tarafından itaate sevketme yoluyla baskılanır. bu baskılamada eğitim de bir araç olarak kullanılabilir. böylelikle kişinin vicdanı, içselleştirilmiş otoritenin (din, gelenek, milliyet, kültür, iktidar, aile, vb.) vicdanına dönüşür. insan, otoriteye uymanın rahatlığını duyumsamasıyla ya da korkularından kaynaklanan endişeleriyle, otoriter vicdana uyduğunun bile ayırdına varmadan yaşamını sürdürebilir. sözgelimi, çoğu kez ötekine (dinsel, cinsel, etnik vb.) yönelik, negatif algılarımız, korkularımız ve bu algılarımıza ve korkularımıza dayalı seçimlerimiz, aslında bizim değil, içselleştirdiğimiz otoriter vicdanın ürünüdür. yine, geleneğe yönelik tutuculuğumuzda, kendimizi bir lider, bir etnik kültür, bir sosyal grup vb. ile özdeşleştirmemizde de, otoriter vicdanın rolü yadsınmaz. hatta bu otoriter vicdan, sosyo-kültürel araçlar ve iktidar aracılığıyla pekiştirildiği için, ötekine şiddet uygulamada, bastırmada, boğazını kesmede, etiketlemede, yaşam hakkı tanımamada, mobbing uygulamada vb. insani körlükler yaratır.

    işid’in islam adına kestiği başlarda, ülkemizde gözlemlenen namus cinayetlerinde, kan davasında, dinsel, mezhepsel kavgalarda, farklı cinsel tercihleri olanları yok etmede vb. farkına varılmadan içselleştirilmiş otoriter vicdan örtük roller oynar.

    kişi çoğu kez, seçimini kendisinin yaptığını sanır; bu yüzden, itaat ile içselleştirilmiş (kültür, inanç, iktidar, vb. den kaynaklı) otoriter vicdan sahibi insan, yaptığı eylemler insani normlar açısından kötü dahi olsa, kendisini rahat hissedebilir; eyleminde mutluluk bile duyabilir. hatta namus cinayeti işlemiş kişiye yönelik, iyi yapmış, güzel yapmış, eline sağlık vb. diyenler çıkabilir. bunun örnekleri yaşamımızda hiç de az değildir. bu anlamda otoriter vicdanın, yer yer insanı insanlıktan çıkardığı bile söylenebilir. bu, otoriter vicdanın, akıl dışı, irrasyonel otoritelere boyun eğmesinden ve otoritelerin, hümanist vicdanı boğmasından kaynaklanır.

    iyi ki, insanların hepsi, irrasyonel otoritelere dayanan otoriter vicdana boyun eğmemektedir. eğer hepsi boyun eğseydi, insanlık, insanlaşma yolunda bir adım dahi öteye gidemezdi. bu anlamda, insan olmamızdan kaynaklanan hümanist vicdanını akıl dışı otoritelerin kuşatamadığı, cesur ve meydan okuyan hümanist insanların, insanlığın geliştirici yüzünü temsil ettiğini belirtmek gerekir. bu türden insanlar, yani hümanist vicdanının sesine kulak verenler, tarih boyunca iktidar karşıtı olmuşlar ve itaatsizlik yapmışlardır. insanlık tarihsel gelişimini itaat edenlere değil, itaatsizlik yapanlara borçludur. bu ironik durum, tek tanrılı dinlerde adem ve havva öyküsündeki yasak meyveden yeme ve eski yunandaki prometheus mitinde açık bir yansıma bulur. aslında, büyük bilgeler, büyük siyasiler, peygamberler, sanatçılar, filozoflar, büyük kuramsal yapılar geliştiren bilim insanları, varolan yapıya, o yapıyı meşrulaştıran otoritelere yönelik eleştirel yaklaşımları nedeniyle, itaatsizler grubunda yer alırlar. ne var ki, yine ironik bir biçimde, bu meydan okumalarla başarı kazandıklarında, onların itaatsizlikleri ve söylemleri yeni iktidarlar aracılığıyla itaat nesnesine dönüştürülür. bu durumda, iktidar ve otoriteleri deviren düşüncelerin yeni iktidarla, iktidarı meşrulaştırmaya çalışan yorumcularca otoriteleştirilmesi söz konusudur.

    bu diyalektik ebedi bir diyalektiktir ve işin ilginç yanı ilerleticidir.

    iktidarın ve otoritelerinin, onların otoritelerine meşrulaştıran siyasal araçlarının kutsallaştırılması, varolan yapıyı korumaya dönüktür. bu yönüyle, her türden iktidar ve otorite daima muhafazakârdır.

    işte hümanist vicdan sahibi olanlar, insani vicdanlarının sesine kulak verenler, kalbi ve gözü mühürlenmemiş olanlar, iktidar ve araçlarına isyan eden, meydan okuyan, onlarla savaşan, insanlık için kendisini feda etmekten korkmayan cesur, hümanist vicdanlı insanlardır. onlar gerçek öznedir; insani gelişim onların omuzlarında yükselir. insanlığın onur taşları onlardır. bunlar gerçek entelektüellerdir.

    e. said’in de dediği gibi, hümanist vicdanı simgeleyen entelektüeller öncelikle otorite ve iktidara hizmet etmeyi reddedişiyle, sonra da ırkı, dini ve geleneğiyle arasına koyduğu mesafe ile tanımlanırlar. onlar, geçmişinin, dilinin, ırkının sunduğu ucuz kesinliklerin ötesine geçip evrensellik idealinde ısrar ederler. marjinal kalmayı, bilerek öteki ve aykırı olmayı bir yoksunluk olarak değil, bir özgürlük, bir keşif süreci olarak yaşarlar. bu yönüyle entelektüeller, toplumda bir uzlaşma oluşturacak otoriteye yönelik genel simgeleri yaratanlar değil; bu simgeleri sorgulayan, kutsanan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden; hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyenlerdir. çünkü onlar insanlığın hümanist vicdanının sesidirler.

    elbette itaati önceleyen iktidarlar, gelenek yanlıları, muhafazakârlar boş durmazlar. entelektüellerin sesini boğmaya, kendi iktidarlarının devamını savunan güce itaati pompalayan, güç yalakalı çakma entelektüeller yaratmaya yönelirler. bu çakma entelektüeller, hatice nur erkızan’ın deyişiyle harlotlar, hümanist vicdanı, hümanizmi, hümanizmin sesi olan özneleri boğmaya, yok etmeye, seslerini kısmaya çalışırlar. her şeyden önemlisi, kadercilik yaratarak özneyi yok saymak istereler. bu yönüyle, özneyi yok sayıp onun yerine, iktidarı, yapıyı, dili, söylemi, vb.’yi koyan çakma entelektüeller, itaat yardakçısıdır; çünkü insanı yok sayarlar ve onu itaat nesnesi olarak görürler. iktidarı, yapıları, söylemi, dili üretenlerin tarihsel olanaklarla koşullu insan olduğunu örtmeye, gizlemeye çalışırlar. böylelikle egemen siteme, itaat bağlamında söylemleriyle hizmet ederler. insanı nesneleştirerek, iktidar, yapı, dil, söylem vb.yi özne gibi gösterir ve her şeyi değiştirme gücü olan insana çaresizlik pompalarlar ve devrimsel gelişmelerin önünü tıkarlar. kısacası kaderinize razı olun derler, yeni bir kadercilik üretirler. bunlar, bu yönleriyle otoriter vicdanın sesi olurlar.

    özetle söylersek, her itaat iyi değildir; özellikle akıl dışı otoritelere itaatten arınmak gerekir. bu anlamda her türlü itaatsizlik de erdemsizlik değildir. hatta akıl dışı otoritelere, hümanist vicdanı karartan otoritelere itaatsizlik cesaret erdeminden güç alan en temel erdemlerden birisidir.

    insanlık gelişimini, hümanist vicdanına kulak veren, yer yer toplumuna yabancılaşan, itaatsizlik yaptığı için toplumdan sürgün edilmiş insanlara, entelektüellere borçludur. iktidar itaatin, entelektüeller ise, karşı olmanın, itaatsizliğin, eleştirinin ve sorgulamanın sembolüdür. bu anlamda, iktidar olmak kolay, entelektüel olmak ise zor bir iştir; çünkü köklü bedelleri vardır.

    prof.hasan aydın

    kaynak: https://www.egitisim.gen.tr/…lik-ve-entelektueller/

    hasan aydın- otoriteye itaat erdem midir?
  • insan denilen canlı başkasına tabii olmaya o kadar eğilimlidir ki özel güçleri olduğu havasıyla ortaya çıkan birinin kurbanı olabilir. bunun tek nedeni insanların çoğunun sıklıkla sorgulamadan tabii olacak, otoriteyi tanıyacak, blöflere kanacak, tahriklere kapılacak birinin emrine tereddütsüz girecek bir ruh hali içinde öylesine yaşamış olmalarıdır.
  • hiç öyle süslü tanımlamalar yapmaya gerek yok, en sade haliyle; itliktir.
  • "eğer birey, mazoşist isteklerini doyuracak (faşist ideolojide, lidere boyun eğmek gibi) kültürel kalıplar bulabilirse, kendisini, bu duyguları paylaşan milyonlarla birleşmiş görerek bir ölçüde güvenlik kazanacaktır" ** (bkz: mazoşizm/#73040962)

    (bkz: uymacılık)(bkz: milgram deneyi)
  • "ulus çapındaki her kötülük inşaatında olduğu gibi 12 eylül’ün de büyük-küçük sorumluları arasında kötülük yapmaktan hoşlanan “cani ruhlu" insanlar mutlaka vardı. ama bir ülkede kötülük hâkim olabiliyorsa eğer, bu cani ruhlu insanların sayısı arttığı için değil, kötülük sıradanlaştığı içindir. asanlar “görev", “vatan", “millet’’, “bayrak’’, “ezan" adına kolayca kötülük yapabildiği, insanları birleştiren ideoloji hem çıkarı gizlediği hem de sorumluluk duygusunu başkalarıyla paylaştırdığı içindir.
    kenan evren ve tahsin şahinkaya’nın 12 eylül zulmünün baş sorumluları olduklarına şüphe yok. ama o dönemde işkence yapanlar, tecavüz edenler, insan öldürenler, cesetleri ortadan kaldıranlar arasından neden biri çıkıp da “otuz yıl boyunca dayandım, ben artık bu yükü kaldıramıyorum, o kadına evet ben tecavüz ettim, o adamı işkencede ben öldürdüm, o cesedi oraya ben taşıdım, oraya ben gömdüm" demiyor? (bkz: diyarbakır cezaevi)
    takipsizliğe uğrayan davalardan, delil yetersizliği yüzünden beraatle sonuçlanan yargılamalardan, yıllar sonra meclis inceleme komisyonunun sorgulamalarından biliyoruz. 12 eylül failleri yaptıklarından hiç pişmanlık duymadı. suçu ya inkâr ettiler (emniyet güçleri sorumluluğu mit’e, mit sıkıyönetim komutanlığına, sıkıyönetim komutanlığı jandarmaya alarak hatırlamadıklarını söylediler. öyle bir olay ya hiç olmamış, ya fail onu hatırlamıyor, ya da sorumluluk başkasına ait. yalnızca evren ve şahinkaya değil, 12 eylül döneminin sıkıyönetim komutanları, emniyet müdürleri, cezaevi müdürleri, cezaevi doktorları, polisler, hakimler, savcılar, bilirkişiler sanık sandalyesine oturmuş olsalardı, onlara neden bu çarkın parçası oldukları sorulabilseydi, ortaya çıkan manzara eichmann’ınkinden çok da farklı olmayacaktı.
    “vatan”, “millet", “türklük” sözcükleriyle “görev”in gelişigüzel birbirine eklendiği bir klişeler toplamı. “vatan elden gidiyordu”, “ben vazifemi yaptım”, “yönetmeliklerin gereğini yaptım”, “amirlerimin talimatlarına uydum” vs.
    o görev onlara verildiği için, kendilerini böyle zorlu bir görevde gösterme fırsatını yakaladıkları için, rüzgâr o gün öyle estiği için, amirlerinin gözüne girebilmek için, iktidara ayak uydurmak daha kârlı olduğu için kötülük yaptı insanlar. kötülük ne kadar çok insanla paylaşılırsa, sorumluluğun o kadar azaldığını da fark etmemiş olamazlar. rüzgâr değiştiği anda aynı ürkütücü normallikle bu kez başka yüce idealler uğruna, başka klişelerle kurulmuş cümleler eşliğinde, başka insanların canını yakmayacaklarına nasıl inanırız?"
    nurdan gürbilek - sessizin payı/@eksantrik forvet

    (bkz: kötülüğün sıradanlığı/@eksantrik forvet)
    (bkz: kolektif suç)
  • otoriteye itaat önemlidir evet. otorite eleştiriye kapalı değilse yani gelişim sürecine açık ise ve beklentiler için doğru kararları almayı görev edinmiş ise tabiki birde otoritenin neden sonuç ilişkisini apaçık ve şeffaf biçimde anlattığı otoriteye sevsende sevmesende itaat olası düzen için elzemdir.

    otoritenin uygulamalarında halk geri sıralarda kalıyorsa itaat edilecek otorite koltuğunu sağlamlaştırmak adına açıklayıcı sistem yerine baskıcı sistemi tercih ettiğinde birde eleştirisel etkenli gelişime kapalıysa otorite tarzının adlandırması otorite olmaktan çıkıp çok daha farklı sıfatlar sahibi olan bir otorite olur çıkar.

    yani kısa ve öz olarak otorite topyekün halkın optimum noktada değerlerinin ortak olarak korunması için otoritedir. doğrular veya yanlışlar konuşulurken herkes kesime eşit noktada olup olmadığı baz alınarak konuşulur.eşitlik söz konusu ise otoriter sistemlere itaat etmek düzen için elzem hale gelir. diğer türlüsü için eşitlik olmadığı sürece eşitlik sağlanana kadar otorite eleştirilir ve düzenlenmesi sağlanır ama düzenlenmesini istediğin an silivri muhabbetleri çıkıyor ortaya bundan ötürü sustum ben.
  • kendimle sohbet ederken, "her ne kadar ailede tohumları atılsa da aslında toplumla ilk karmaşık ilişkilerimizi kurmaya başladığımız okul çağında daha yoğun ve köklü olarak olarak ortaya çıktığı" sonucuna vardığım durum.

    piaget'nin ahlak gelişimi kuramına göre 0-5 yaş arası dönem taklit olduğundan, çocuk ailesinde otoriteye itaat davranışını gördüğünde bunu yalnızca taklit eder, üzerine düşünmez yahut herhangi bir şekilde kendi duygularını, düşüncelerini ortaya koymaz.

    fakat okul çağına denk gelen 5-11 yaş aralığı tam da çocuğun "dışa bağımlı" olduğu, kuralları asla sorgulamadan, koşulsuz kabul ettiği ve biraz da ceza korkusu ile otoriteye korkuyla karışık bir saygı duyduğu dönem.

    işte tam da bu sebeple itaat kavramı çok geniş anlama sahip olsa da okul çağındaki çocuk açısından "bilgiyi ve gücü elinde bulundurana duyulan korkuyla karışık güven ve saygı" olarak sınırlamak istiyorum.
    çocuklar için öğretmen sarsılmaz bir otoritedir ve her koşulda kural koyucu mutlak güçtür. çocuk "bilgisiz" olduğundan yukarıda da dediğim gibi bilgiyi ve gücü elinde tutana -ki burada öğretmen- sonsuz bir itaat eğilimindedir.

    özellikle de bilgiye erişimi sınırlı ve zor olan çocuklarda bu itaat ve bağlılık daha güçlüdür. hatta daha da ileriye gidecek olursak sarsılmazdır. zamanda biraz geriye gidince bu bağlılık ve itaatin daha derin olduğu daha net gözlemlenebilir.
    internet yok, tv yok veya tek kanallı döneminde, etkileşim ve iletişim asgari düzeyde. öte yandan ülkenin içinde bulunduğu siyasi durumun da etkisiyle korku hüküm sürmekte. cezalar oldukça ağır ve çoğu kez geri dönüşü de yok. doktor, öğretmen, yahut başka bir memur size ne derse koşulsuz şartsız kabul etmek zorundasınız. çünkü o konuda hiçbir bilginiz yok. sorup öğrenme şansınız da yok. ne yapacaksınız? otoriteye itaatten başka bir şey yapmanız mümkün mü?

    bunu okul çağındaki çocuk açısından düşününce zaten aksi imkansız. işte çocuk yaşlarda bu şekilde temeli atılan ve artık kökleşmiş olan bu itaati tersine çevirmek imkansıza yakın.
    elbette farklı fikirlere açık olan, sorgulayan ve çocuğun da fikrine önem veren bir ailede büyüyen ve analitik zeka ve sorgulama becerisi var ise sonuç değişebilir. lakin bu bilinç düzeyinin bahsi geçen dönemde yüzde kaç olacağı tartışmaya açık.

    çağ değişiyor, iletişim, bilgiye ulaşım artıyor ve artık sorgulayan nesiller yetişmeye başlıyor. ansiklopedi karıştıran nesillerden artık bilgiye birkaç saniye içinde ulaşabilen nesillere geliyoruz. "saygısız" olarak nitelendirilen bu nesil aslında "itaatsiz". çünkü otoritenin de yanılabileceğini, sorgulanabileceğini ve otoriteye koşulsuz şartsız güven duyulmaması gerektiğinin farkındalar. elbette her zaman doğru bilgiye ulaştıklarını söylemiyorum, çok fazla dezenformasyonun ve bilgi kirliliğinin olduğu bir ortamın içinde olup her şeyi/ çoğu şeyi bildiğini sanmak aptallık ki o bambaşka bir yazının konusu.
hesabın var mı? giriş yap