• tutkunu olduğum edebi tür.

    sevdiğim öyküleri bir süredir vakit buldukça buraya eklemeye çalışıyorum. bir nevi derli toplu bir yol haritası olması için:

    65 - vanka - anton çehov: (bkz: #163230228)

    bütün öyküler cilt 3, anton çehov, cem yayınları)

    64 - düşmanlar - anton çehov: (bkz: #163230086)

    (bütün öyküler cilt 3, anton çehov, cem yayınları)

    63- hanende melek - sabahattin ali: (bkz: #163101891)

    (yeni dünya, sabahattin ali, yapı kredi yayınları)

    62 - çikolata - orhan kemal: (bkz: #161188499)

    (çikolata, dünyada harp vardı: hikayeler, orhan kemal, ataç yayınevi)

    61 - eskici - refik halid karay: (bkz: #161097773)

    (gurbet hikayeleri, refik halid karay, inkılap kitabevi)

    60 - eczacının karısı - anton pavloviç çehov: (bkz: #161050757)

    (bütün öyküleri cilt 3, anton pavloviç çehov, cem yayınları)

    59 - çarklar - ryunosuke akutagava: (bkz: #160625293)

    (raşomon ve diğer öyküler, ryunosuke akutagava, boğaziçi üniversitesi yayınları)

    58 - tanıdık bir erkek - anton pavloviç çehov: (bkz: #160445224)

    (bütün öyküleri cilt 2, anton pavloviç çehov, cem yayınları)

    57 - evdeki - yusuf atılgan: (bkz: #159444869)

    (bütün öyküleri, yusuf atılgan, yapı kredi yayınları)

    56 - hüzzam mavisi - adalet ağoğlu: (bkz: #159382499)

    (sessizliğin ilk sesi, adalet ağaoğlu, everest yayınları)

    55- saf bir yürek - gustave flaubert: (bkz: #156876250)

    54 - izmir'e - sait faik abasıyanık: (bkz: #152909833)

    (mahalle kahvesi, sait faik abasıyanık, yapı kredi yayınları)

    53 - ben ne yapayım - sait faik abasıyanık: (bkz: #146973335)

    (lüzumsuz adam, sait faik abasıyanık, yapı kredi yayınları)

    52 - babamın ikinci evi - sait faik abasıyanık: (bkz: #146605536)

    (semaver, sait faik abasıyanık, yapı kredi yayınları)

    51 - bir kalem pirzola - jack london: (bkz: #146397331) (çeviri: memet fuat)

    (ateş yakmak, jack london, notos kitap)

    50 - ateş yakmak - jack london: (bkz: #146299044) (çeviri: memet fuat)

    (ateş yakmak, jack london, notos kitap)

    49 - aydınlık ve temiz bir yer - ernest hemingway: (bkz: #144213520)

    (erkeklerin hikayeleri, derleyen: murathan mungan, metis yayınları)

    48 - kış akşamı, maşa ve sandalye - sait faik abasıyanık: (bkz: #144162976)

    (mahalle kahvesi, sait faik abasıyanık, yapı kredi yayınları)

    47 - mavi bozkır - mihail şolohov: (bkz: #141978694) (çeviri: ülkü tamer)

    46 - dönek - jack london: (bkz: #141549663) (çeviri: h. okan alkar)

    (motorize köleler - emek öyküleri 3 - derleyen: sennur sezer, adnan özyalçıner, evrensel yayınları)

    45 - sınav - leonardo sciascia: (bkz: #141548498) (çeviri: gül ışık)

    (italyan edebiyatı öykü antolojisi, doruk yayınları)

    44 - wang-fo nasıl kurtuldu? - marguerite yourcenar: (bkz: #51049908) (çeviri: hür yumer)

    (doğu öyküleri, marguerite yourcenar, helikopter yayınları)

    43- zavallı bağrı yanık arap - william saroyan: (bkz: #51343922) (çeviri: ohannes kılıçdağı)

    (aram derler adıma, william saroyan, aras yayıncılık)

    42- ormanın içlerine doğru - cemil kavukçu: (bkz: #137449579)

    (uzak noktalara doğru, cemil kavukçu, can yayınları.)

    41 - aslangöz - cemil kavukçu: (bkz: #51216548)

    (bilinen bir sokakta kaybolmak, cemil kavukçu, can yayınları.)

    40 - yaşanmaz - yusuf atılgan: (bkz: #118675618)

    (bütün öyküleri, yusuf atılgan, yky.)

    39 - saatler - sabahattin kudret aksal: (bkz: #100620720)

    (gazoz ağacı ve diğer öyküler, sabahattin kudret aksal, yky.)

    38 - uyku - orhan kemal: (bkz: #99826917)

    37 - bekir usta - memduh şevket esendal: (bkz: #99297658)

    36 - köpük - tomris uyar: (bkz: #85003298)

    (ödeşmeler ve şahmeran hikâyesi, tomris uyar, yky.)

    35 - bir karı-kocanın serüveni - italo calvino: (bkz: #81918771) (çeviri: rekin teksoy)

    (zor sevdalar, italo calvino, yky.)

    34 - direnen kediler bahçesi - italo calvino: (bkz: #57620061) (çeviri: rekin teksoy)

    (marcovaldo ya da kentte mevsimler, italo calvino, yky.)

    33 - yumurta - dino buzzati: (bkz: #81165155) (çeviri: ihsan akay)

    (büyülü öyküler, dino buzzati, can yay.)

    32 - ödlekler cesurdur - william saroyan: (bkz: #65247959) (çeviri: ohannes kılıçdağı)

    (ödlekler cesurdur, william saroyan, aras yayıncılık.)

    31 - ağaç - peride celal: (bkz: #64529136)

    30 - kasımpatları - john steinbeck: (bkz: #61157236) (çeviri: memet fuat)

    (kasımpatları, joh steinbeck, adam yayınları.)

    29 - şaka - anton çehov: (bkz: #60357779) (çeviri: ataol behramoğlu)

    28 - tarzan - memet baydur: (bkz: #60305899)

    (gözün kahverengi suyu, memet baydur, iletişim yayınları.)

    27 - her şey gün gibi ortada - barış bıçakçı: (bkz: #59966863)

    (baharda yine geliriz, barış bıçakçı, iletişim yayınları.)

    26 - çocukların sevdiği yemekler - barış bıçakçı: (bkz: #51599374)

    (aramızdaki en kısa mesafe, barış bıçakçı, iletişim yayınları.)

    25 - içeriye bakan kim? - mehmet günsür: (bkz: #58290673)

    (içeriye bakan kim?, mehmet günsür, adam yayınları.)

    24 - caique - mehmet günsür: (bkz: #58077101)

    (içeriye bakan kim?, mehmet günsür, adam yayınları.)

    23 - nasıl dinlenilir? - mehmet günsür: (bkz: #134331255)

    (içeriye bakan kim?, mehmet günsür, adam yayınları.)

    22- hırça mapası - mehmet günsür: (bkz: #58083465)

    (içeriye bakan kim, mehmet günsür, adam yayınları.)

    21 - hiçbiryer barı - kadri öztopçu: (bkz: #58509344)

    (kuş oltası, kadri öztopçu, can yayınları.)

    20 - takma bir göz - sibel k. türker: (bkz: #58507185)

    (öykü sersemi, sibel k. türker, can yayınları.)

    19 - tahta kuşlar - aslı erdoğan: (bkz: #58506553)

    (taş bina ve diğerleri, aslı erdoğan, everest yayınları.)

    18 - göl - ray bradbury: (bkz: #58262608) (çeviri: irma dolanoğlu)

    (ateş ve buz, ray bradbury, nisan yayınları.)

    17 - öyle bir hikâye - sait faik abasıyanık: (bkz: #60357826)

    alemdağda var bir yılan, sait faik abasıyanık, iş bank. kültür yay.)

    16 - battaniye - sait faik abasıyanık: (bkz: #137160898)

    (az şekerli, sait faik abasıyanık, iş bank. kültür yay.)

    15 - çullukların gecesi - g.g. marquez: (bkz: #57042129) (çeviri: emrah imre)

    (mavi köpeğin gözleri, g.g. marquez, can yayınları.)

    14 - ayran - sabahattin ali: (bkz: #56696608)

    13 - ses - sabahattin ali: (bkz: #134333426)

    12 - muzbalığı için mükemmel bir gün - j. d. salinger: (bkz: #54768303) (çeviri: coşkun yerli)

    (dokuz öykü, j. d. salinger, yky.)

    11 - güneyli adam - roald dahl: (bkz: #53862444) (çeviri: ülkü demirtepe)

    10 - bu sefer kimim? - kurt vonnegut: (bkz: #53384337) (çeviri: hakan yurdakul)

    9 - tutkunluk - memduh şevket esendal: (bkz: #51679461)

    8 - lady anne susuyor - saki: (bkz: #51645783) (çeviri: fatih özgüven)

    (lady anne susuyor, saki, dost kitabevi yayınları.)

    7 - havva - vüs'at o. bener: (bkz: #43570450)

    (dost - yaşamasız, vüs'at o. bener, yky)

    6 - dost - vüs'at o. bener: (bkz: #138068698)

    (dost - yaşamasız, vüs'at o. bener, yky)

    5 - suda kamışlar - anna seghers: (bkz: #51565684) (çeviri: burhan arpad)

    (alman edebiyatı öykü antolojisi, hazırlayan: ahmet arpad, dünya yayınları.)

    4- zebraların öykücüsü (the zebra storyteller) - spencer holst: (bkz: #51488140) (çeviri: mustafa yılmazer)

    (kedilerin dili, spencer holst, çeviren mustafa yılmazer, dost kitabevi yayınları.)

    3 - beyaz mantolu adam - oğuz atay: (bkz: #48655311)

    (korkuyu beklerken, oğuz atay, iletişim yayınları.)

    2- demiryolu hikâyecileri bir rüya - oğuz atay: (bkz: #38529328)

    (korkuyu beklerken, oğuz atay, iletişim yayınları.)

    1- korkuyu beklerken - oğuz atay: (bkz: #138069282)

    (korkuyu beklerken, oğuz atay, iletişim yayınları.)
  • en eski türkçe'de öy, zaman demekmiş. öy'kü ise, zamanla olandır. zaman "baş'ka"sıyla, "öte'ki"yle ilişkinin ele avuca gelmez zeminidir. normal okur, öyküyü kayıt düzlemine almaya, ona mukayyet olmaya çalışarak öykü ile ilişkisini eşzamanlılık ve hemzeminlik üzerinden kurmayı dener. öykünün başkalığını silen, onu aynılaştıran bu bakıştan sakınan başka-okur ise, hem mukayyet olmanın yanlışlığını bilmede hem de kayıtsız kalamamaktadır.

    öykü, zamanla olmasının yanısıra zamanda olur. kendini zamanın ölçülebilir boyutunda ifşa ya da teşhir etmez. tüm ölçülemezliği, hesaplanamazlığı önceden bilinemezliği içinde öykü, kendini göstermeden görünür, belirmeden belirir, tecelli eder. bu cilve, içinde eriyeceğimiz, aynılaşacağımız halin müjdecisi değildir; öykü ile olmanın, birlikte ve başka olmanın ihtişamının okurda bıraktığı izdir.

    televizyonunu yeni açmış iz'leyicilere okumanın aynı zamanda "davet etmek" anlamına geldiğini hatırlatalım ve devam edelim: öykü okumak, öyküyü tüm öykülüğüyle okura davet etmek ve aynı zamanda öykünün öykü kalışıyla tecelli ettirdiği davete icabet etmektir: okurun öyküyü ve kendini öykü ile yüz yüze okumasıdır. burada işaretli ile, yalnızlığımı kandırmadan yalnızlıktan çıkma imkanı olarak iledir.

    "öy'le"dir.
  • sayın bay,

    görünüşü rahat, geniş, sağlam, pahalı, çok güzel bir koltuğunuz var. ama neden siz koltuğun içinde rahat değilsiniz? üstelik, o yumuşak, geniş koltuğunuzun önündeki o koca masaya dirseklerinizi de dayayınca, koltuğunuzda rahat rahat oturmanız gerekir. oysa siz oturduğunuz koltukta tedirginsiniz. iğneli fıçıya düşmüş gibi hep kıpır kıpır kıpırdayıp duruyorsunuz. nedir bu tedirginliğiniz? sanki haşarı öğrenciler koltuğunuzun oturak yerine, uçları yukarı gelen raptiyeler koymuşlar da. siz de oturunca altınıza batmış gibi... hayır, hayır, öyle de değil, o geniş, o rahat görünüşlü, o güzel koltukta, ha düştünüz, ha düşecekmişsiniz gibi sallantıdasınız. elindeki denge sırığının bir ucunda su dolu bir kova, öbür ucunda taş dolu sepet asılı bir ip cambazı bile, havada gerili ipin üzerinde, sizin o koltukta oturduğunuzdan çok daha rahat duruyor. o cambazın ip üstünde yürümesi, sizin koltukta oturmanızdan çok daha dengeli. sanki altınızdaki o koltuk canlanıp huylu bir katır olmuş da, siz de yaşamınızda ilk olarak, tırnaklarınızı da geçirerek koltuğunuzun dayanak yerlerine, düşmemek için, sanki katırın yelesine yapışır gibi sıkıca yapışmışsınız. sizi o koltukta öyle ha düştü, ha düşecek durumda gördükçe, biz de yüreğimiz ağzımızda, korkular geçiriyoruz. bu yürek çarpıntılarından kurtulmamız için en iyisi, sizin o tedirgin durumunuza, tehlikeli görüntünüze sırtımızı çevirip bakmamak. ama elde mi? bir insan, oturak yerine dikenler yada iğneler batmış gibi koltuğunda acılar çekerek kıvranırken, ha düştü ha düşecek diye korkudan soğuk terler dökerken, böyle birine kim arkasını dönebilir?

    altınızdaki koltuk geniş. önünüzdeki masa büyük. hele odanız sımsıcak, koskocaman. peki, nedir derdiniz? nedir bu tedirginliğiniz? düşseniz bile, yere yumuşak halı serili olduğundan bir yeriniz de acımaz. ne oluyor size böyle? sanki çok derin bir uçuruma yuvarlanıp paramparça olacakmışsınız gibi, siz öyle yuvalarından fırlamış fincan fincan gözlerle korkular içinde çırpındıkça, biz de gerçekten büyük bir tehlike içinde olduğunuzu sanarak size acıyoruz.

    ay yapmayın, ne olur... bir o yana, bir bu yana, bir sağa, bir sola yalpalayıp durmayın... oturun şu koltuğa! iyice yerleşin!

    oturduğunuz o koltukta rahat ettirebilmek için ne yapmalıyız, bilmem ki... sizi koltuğunuzda ha düştü, ha düşecek korkuları içinde gördüğümden beri düşündüğüm işte bu: koltukta oturan bir insan neden yuvarlanır?

    hah, bakınız, düşünürken düşünürken, şimdi birdenbire eskiden tanığı olduğum bir olayı hatırladım. belki sizin koltuktan düşmemenize yarar diye, anlatayım.

    çok yıllar oldu. bir yaz gecesi, bir açık hava gazinosuna gitmiştim. çok zengin programı olan gazino o gece çok kalabalıktı. orkestra çalıyor, şarkılar söyleniyor, artistler türlü gösteriler yapıyorlardı. bir ara gazino bahçesinin ortasındaki pistte bir akrobat, iki sandalyenin üstüne çıkarak, zor cambazlık numaraları yapmaya başladı. o sırada seyircilerden bir sarhoş müşteri boyuna konuşuyor, cambaza laf atıyor, yöresindekileri tedirgin ediyordu. bir yabancı dilde konuştuğundan sarhoşun ne dediğini anlayamıyorduk ama, davranışlarından ortaya çıkıp cambazlık etmek istediği belli oluyordu. laf atmakla yetinmedi, saldırıya da geçti. cambazın numaralarını beğenmemişti. kendisinin cambazdan çok daha iyi numaralar yapabileceğini göstermek istiyordu. sarhoş müşterinin sululuğu yüzünden gazinoda soğuk bir hava esmişti.

    lüks bir gazinoydu. müşteriler de seçkin kişilerdi. işte bu yüzden garsonlar, o sulu sarhoşun kolundan tutup dışarı atmıyorlardı. bir adam gazinonun müdürü olacak ortaya çıktı, esprili bir konuşmayla, yabancı sarhoşu yatıştırmak için istediğini yapmasına seyircilerin izin vermelerini diledi. bunun üzerinde iki ayağının üzerinde bile zor duran sarhoş, masalara sandalyelere çarpa çarpa piste geldi. ağzının kenarında bir cigara, ortadaki masaya çıkmaya çalıştı. ama bir türlü masanın üstüne çıkamıyordu. sarhoşun sallanıp yalpalayıp durması, seyircileri eğlendiriyordu. bir alay konusu bulan müşteriler sarhoşu alkışlamaya başladılar. bundan büsbütün yüreklenen sarhoş, dört sandalye alıp masanın üstüne koydu. tam bir sarhoş sarsaklığıyla önce masanın, sonra da masanın üstündeki sandalyelerin üstüne çıktı, oturdu, cigarasını tüttürdü. sarhoşun hiç beklenmeyen bu başarısını seyirciler daha çok alkışladılar. iyi işte, başardı, artık yatışsa da yerine gitse ya... sarhoş hiç yatışır mı! indi aşağıya. kollarına üç sandalye taktı. o üç sandalyeyle, masa üstündeki dört sandalyeye tırmanmaya çalıştı. nasıl bir korkulu görüntüydü, anlatılır gibi değil... yukarı çıktı. ikidebir ayağı tökezliyordu. ha düştü, ha düşecek... gazinodaki kadınlar korkudan çığlıklar atıyorlardı. birkaç kez, sarhoşun tepe üstü yere çakılmasına kıl payı kalmıştı. tam düşecekken, sandalyelerden birinin ayağına, arkasına, bir yerine tutunup dengesini buluyor, düşmekten kurtuluyordu. yukarı tırmanıp çıkması kadar inmesi de bizler için heyecanlı oluyordu. neyse indi... artık bu tehlikeli numarasını bitirdi diye hepimiz alkışladık... siz misiniz alkışlayan... kollarına iki sandalye takmış, geldi. yine ağzının kenarında cigara, iki kolunda birer sandalye tırmanmaya başladı. önce masaya, sonra masanın üstündeki dört sandalyenin üstüne, sonra onun üstünde duran üç sandalyenin üstüne, kolundaki iki sandalyeyi yerleştirip en üste çıktı, oturdu. ama bütün bunlar, anlatıldığı kadar kolay, çabuk olmuyordu. sarhoş, altı-yedi metre yükseklikteydi. her sendeleyişinde kadınlar çığlık çığlığa bağrışıyorlardı.

    sarhoş, sandalyeye oturdu. nerdeyse dudağını yakacak kadar içilmiş olan cigara izmaritini yere attı. cebinden cigara paketini çıkardı. ağzının kenarına cigarasını yerleştirdi. cigarasını çakmağıyla yaktı. bütün bunları yaparken birkaç kez düşme tehlikesi geçirdi, hepimizi korkuttu. cigarasından birkaç soluk aldıktan sonra inmeye başladı. inmesi bir zorluk, çıkması bir başka zorluk... az kaldı yuvarlanacaktı. neyse indi. oh kurtulduk, demeye kalmadı;koluna bir sandalye daha takıp yeniden tırmanmaya davrandı. bu kez, engel olunması için bağırıp çağıranlar oldu. ama kimse sarhoşu tutamadı. o, kolunda sandalyeyle bu kez bir maymun çevikliğiyle birden tırmanıp ta en üste çıktı, kolundaki sandalyeyi, altındakilerin üstüne yerleştirip üstüne oturdu, cigarasını tüttürdü. sonra ayağa kalktı. bir ayağını havaya kaldırıp tek ayağının üstünde durdu. ama yine sallanıyordu. öyle ki, onun düşüşünü görmemek için kadın seyircilerden elleriyle yüzlerini kapatanlar vardı.

    işte o sırada... hiç olacak şey değil. sarhoş, iki elini sandalyenin arkalığına koyup ayaklarını havaya kaldırdı. sandalyenin arkalığını tutmuş iki elin üstünde amuda kalkmıştı. o durumda bile fırtınada bir dal gibi sallanıyor, ama düşmüyordu. üstelik, cigara da hala ağzının kenarındaydı.

    ancak o zaman, bir sarhoş müşteriyi değil, büyük bir cambazı seyrettiğimizi anlayabildik.

    sayın bay! sizin büyük ve ılık bir salonda, önünüzdeki kocaman masaya dirseklerinizi dayayarak oturduğunuz o rahat görünüşlü, yumuşak, geniş koltuktaki tedirginliğinizi, bir türlü rahat oturamayıp kıvır kıvır kıvranmanızı, sanki derin bir uçuruma düşecekmişsiniz gibi korkular çektiğinizi görünce, yıllar önce bir gazinoda seyrettiğim, kendisine sarhoş müşteri süsü vermiş olan o usta cambazı hatırladım.

    o cambaz, masada üstüste duran dört katlı sandalyelerin üstüne tırmanıyor, en tepedeki sandalyenin arkalığına tutunup amuda kalkıyor, yine düşmüyor da, siz neden geniş, sağlam koltuğunuzun içinde bir türlü rahat oturamıyorsunuz? "o cambaz da ondan..." diyeceksiniz. sizin neyiniz eksik o cambazdan, demeyeceğim. evet, o cambaz olduğu için de altı-yedi metre yükseklikteki sandalyenin üstünde amuda kalkıyor. size, koltuğunuzun üstünde amuda kalkın diyen yok, koltuğunuzda rahat rahat oturun, altınıza dikenler batmış gibi kıpırdayıp durmayın, yeter diyoruz. cambaz o denli yüksekte amuda kalkıp düşmüyor da, siz neden geniş koltukta otururken düşme korkulan çekiyorsunuz? bunu anlamak için cambazın neden düşmediğini bilmemiz gerekir. o cambaz düşmez bayım. çünkü, üstünde amuda kalktığı bütün sandalyeler dengede duruyor. cambazla, altındaki sandalyelerin ağırlıkları, sandalyelerin hem sağ, hem sol ayaklarına dengeli olarak dağılmış. oysa hem sizin, hem üzerinde oturduğunuz koltuğun dengesi bozulmuş. lütfen başınızı birazcık eğip, üzerinde oturduğunuz koltuğun ayaklarına bir baksanıza! gördünüz mü koltuğun bir yanındaki ayakları var, öbür yanındaki ayakları yok. nasıl? düşersiniz bayım, düşersiniz, elbet düşersiniz. sizin o geniş koltuğa yerleştirdiğiniz poponuz ne denli büyük olursa olsun, doğa yasalarına, toplum yasalarına karşı koyacak güçte değildir. düşersiniz sayın bay! hem de düşeceksiniz! hiç olmazsa, neden düşeceğinizi, düşünce de neden düştüğünüzü anlamış olsaydınız... sizden öncekiler de patır patır düştüler, ama ne yazık, neden düştüklerini bir türlü anlayamadılar. siz de onlar gibi düşüvereceksiniz, yuvarlanarak düşeceksiniz!

    aziz nesin / gıdıgıdı
  • şiir kadar susmayan, roman kadar konuşmayan; şiirle roman arasında, daha çok şiire yakın edebi üretim.*

    j. m. coetzee diyor ki: "yazı yazmak çok ağır ilerleyen bir iş. (...) istek olmadan bir öykü yaratmak mümkün değil ki. (...) biz ressamın sahnesine, seyircisini hoşnut edecek şekilde bir kompozisyon oluşturmak için çeşitli özellikleri olan unsurları`` eklediğini, bazılarını ayıkladığını ve kendi için yeniden düzenlediğini görürüz. oysa öykü anlatıcı, tersine elindeki tarihçenin hangi bölümlerinin bir derinlik ve zenginlik içerdiğini önceden sezmeli ve onlardan içerdikleri gizli anlamları çekip çıkararak, elde ettiklerini bir ipi örer gibi bir örgü içine yerleştirmelidir." (düşman*, 70-71, adam yay., 1990)

    türkçe öyküde olay örgüsü ve kurgunun giderek geri plana alınması sevindirici bir gelişme benim adıma. kesik kesik an(ı)ların, karmaşık ve nedenselliği gerektirmeyen duygu durumlarının anlatılması; yazarın sadece bakış açısını -kasten- daralttığı için derinleşen öykü evreninin, her okuyuşta yeni katmanlar sunması öyküyü heyecan verici bir kimliğe bürüyor.
  • öykü zordur, ne roman gibidir ne şiir. kendi içinde, kendine özgü bir türdür. türküdür, şarkıdır, ezgidir..
    herkes beceremez öykü yazmayı. kolay görünür dışarıdan, "ne var ki birkaç safya yazı yazmakta?!" deriz de, onca anlamı, onca insanı dökemeyiz iki sayfanın içine.
    yoğundur öykü, her cümlesinde ayrı bir tat verir insana. taze sıkılmış portakal suyu gibidir. kartonun içine sıkışıp kalmamıştır, ne bir katkı maddesi vardır içinde, ne de çoğalsın diye su katılmıştır.
    saftır; her bir yudumunda daha da güzel gelir insana. su katılır çoğu romana, saflığı gider yazılanların. uzasın diye ağdalaştırılan, nokta koymayı unutup virgüllerle süslenen cümleler..
    sakindir öykü. güneşin yakıcı sıcağına inat, zeytin ağacının altında uzanıp, serinliği hissetmektir.
    her teli ayrı güzeldir saçlarının. roman örülmüş saçsa, onun gibi karışıksa, öykü salıverilmiş saçlardır, öyle güzel. rüzgar estikçe kokusu gelir burnunuza.
    hani çocukken, güneşe bakıp yüzümüzü buruşturduğumuz anlar gibidir öykü. güneşi ilk gördüğünde gözleri kamaşır, bakamaz, ama bilmez ki kendisi güneştir.
    yorgun ve kırgın kalbinizin üstüne ellerini koyduğunda; başka hiçbir yerde olmak istemezsiniz. öykü, ilaç gibidir çünkü. okurken kaybolursunuz içinde, sonra tekrar bulursunuz kendinizi. her seferinde yeni bir kayboluş, her seferinde en baştan tekrar bulmalar..
    şiir hüzünse, öykü gülümsemedir.
    roman kasılmaksa, öykü rahatlıktır.
    roman tahtadan martıysa, her rüzgarda daha hızlı kanat çırpan ama hiçbiryere gidemeyen; öykü martının kendisidir. rüzgardan, dünyadan ve insanlardan bağımsız, kanatlarını özgürlüğe açan.
    akşamüstü içilen keyif çayı gibidir, yanında anne elinden çıkmış kurabiye.
    geceler boyu düşünmektir, varlığını, varlığının anlamını.. o daha bilmeden, onun için on hayat yaşamaktır. her yaşanan hayatta kırılacağını düşünüp kendi kendini yemektir.
    öykü; gözümün ilk ağrısı, heyecanı, hüzünü, sevinci, özlemidir.
    eğer ki öykü bir isimse, en çok yakışanı, en çok sevdirenidir. isimlerin en güzeli, anlamların en büyüğüdür.
    esmer tenli, simsiyah saçlı, kocaman dudaklı bir güzelliktir öyküm. her okuyuşumda, en başından sevdiren. kalbin ve ruhun sahibi..
  • saatlerimin, düşlerimin ve rüyalarımın not defteri...

    öykü, duruluğu ve akıcılığı ile sanılanın aksine, kısa romandan çok başka birşey. romandan ziyade şiire yakın, derinliği ile müziği andıran başka bir tür. herhalde gerçekten şiirin kızkardeşi öykü olabilecek en doğru tanımlardan biri, kitabın içeriğine bakmaksızın.

    anlattığı olayların kısalığı ile olayların küçüklüğü arasında her zaman bağ kurmak mümkün olmasa da, temel olarak hayatın ufak anlarına sıkışmış önemli-önemsiz bir çok detayı anlatan bir sihirbaz gibi gelir çoğu zaman. çok iyi bir öykü, iyi bir bardak çay, yemekten sonra içilen türk kahvesi kıvamındadır.

    öykü mesajı için ölen bir tür değildir. içinde bir mesaj olmasa da pek ala olur, varsa da öykünün harfleri arasında efervesant ilaçlar gibi kaybolursa ancak leziz olur. aksi taktirde öykü, neon tabelalar arasında kendini kaybeder.

    kadın öykücülerin başlangıçta başarılı olduğu doğrudur. çoğu zaman daha duru ve içten yazarlar, ki öykünün en ağır topları da bunlardır. yine genç öykücüler de çok başarılıdır, çünkü çocukluklarında yaşadıkları o en temiz hatıralara yakındırlar. oysa, hala iyi öykü yazan fakat yaşı başı uzamış yazar bulmak zordur.

    öykücüler, tükenir birşey yazmak zorundadır: öykü okuyucusu pek ala eğlenmek ve zaman geçirmek istemektedir. ama aynı zamanda öykücüler, çok kalıcı bir şey yazmalıdır, defalarca okunabilmeli ve eskimemelidir.

    türk öyküsünün büyük isimleri sait faik abasıyanık ve memduh şevket esendal hakkında sağlı sollu konuşmanın çok moda olduğunu izliyorum esefle. bu iki isim, öykü konusunda birer üniversite gibi dimdik dikilirler ve ben dahil hepimizin abukluklarına karşı turnusol kağıdı misali bir ayırt edicidirler.

    öykü, işten atılmaz, istifa eder.
  • "bütün öyküleri yazıp tüketti
    bir kendi öyküsü kaldı içerde"

    (bkz: gülten akın)
  • edebiyatın üvey evladı. az kişinin sevdiği, okuduğu değerli tür.
  • genç adamın sahici bir yardım umuduyla ve kocaman bir şevkle çaldığı ıslık, hızlı adımlarla koşan bir sarhoş gibi, gür orman ağaçlarına çarpa çarpa gidip, cılız, yenik döndü.
    dahası, artık nerede olduğunu bütün orman iyice biliyordu. pek tabii bu davete icabet gerekti...
    gelen oldu... olan oldu...
  • en güzel çocukluk oyunum.

    yaramazlıklarımın, taşkınlıklarımın üstünü örttüğüm yegane kurtarıcım var. beni dinginleştiren, çocukluğumu doyasıya yaşamam için bana bir kapı aralayıp fırsat veren.

    bazen bir görüntüden yola çıkardım, bazen de bir sesten; yer, zaman mekan bana hiç fark etmez kurardım. kafamda yazar, oynatır, kendi kendime güler; bazen kendi yazdığıma ağlamaklı olurdum. salaklığın daniskası...

    sonunu bildiğin filme ağlamak gibi kendi yazdığın ''son''a ağlamak. madem üzüleceksin... kendine mi garezin var senin çocuk?

    en güzeli benim süper kahramanlarımdı. başkalarının yarattıkları değil. bana cazip gelmezdi onlar. ne bileyim ben o kahramanların gerçek olup olmadığını. benimkiler gerçekti işte. inanç duyabileceğim kadar gerçek. hiçbir şeyle yetinemezdim. zaten hayatım boyunca hiçbir şeyle yetinemedim. kendi kurguladıklarım dahi az geldi bana, fazla kaçtı.. bazen arkadaşlarımla oyun oynarken bile oyun içinde oyun oynardım. hayatım boyunca hiç kimseyi bana yeter göremedim. sanki her şey benim dünyamın içinde yer alan/yer alması gereken oyun arkadaşlarıydı. daha fazlası değil. asla değer vermediğim.. ama oyundan çıkarınca da oyunun bir anda bozulduğu oyuncular.

    en süpersonik kahramanlarımın, çizgi romanlarımın masum olduğunu hayal ettim ben. aynı benim gibi. aynı benim çocukluğum gibi. boynundan yelesini bağlamış, kötülerle savaşan o dört kızda bulmuştum kendimi. hani dünyayı biz kurtaracaktık? yelelerinden arta kalan çıplaklıklarıyla, amerikan film endüstrisi neslinin malzemesi için tasarlanmış bir palavra olduğunu öğrendiğimde yıkıldı hayallerim. büyüdüm.

    çizgi filmlerin o kadar da masum bir şey olmadığını anladım. ama yine de hayal dünyasının sınırlarını zorlamanın güzelliği bir başka. benim en büyük keşfim bu hayata dair. belki en büyük başarılarımdan biri de budur. başka bir şey kendi gözüme batmıyor aksi takdirde.

    bir de düşünüyorum da ben aptalmışım. yani o zamanlara bakınca aptal olduğumu düşünüyorum. ne bileyim.. gülten dayıoğlu okuyup ''hepimiz kardeşiz'' e bağladığımız, ''pal sokağı çocukları'' ile kahrolduğumuz; annen ''git dişlerini fırçala'' dediğinde kaçtığımız ama barış manço izlediğimizde adam olacak çocuk olmak için üşenmeden kalktığımız, ö. seyfettin okuyup ertesi gün bileğini keserek kan kardeşi olduğumuz yıllar.. hem de böyle nasıl büyük bir iş başarıyormuşçasına hevesle. iyi ki birbirimizden hastalık falan kapmamışız.

    şimdi böyle yapan çocuklar yok. hepsi zehir gibiler maşaallah. ama şu bir gerçek ki, öyküler hep güzel. en az masallar, romanlar kadar güzel.. ve hayat gibiler. çok kısa. insana hep kısa geliyor.
hesabın var mı? giriş yap