• her daim counterstrike muhabbeti yapip zulmeden insanlar.

    - gunaydin karde$..
    - olm birak gunaydini. dun be$in ikisini aldim, yardim birinin beynini.
    - ho?
  • kitabın başlarında tutunamayanlardaki turgut a da bir gönderme yaparak her yazarın bir hikayesi vardır sözünü doğruluyor oğuzcum atay. okur kişi kitabı okuyup, 108 sayfaya bu kadar kelime oyunu, bu kadar mizah ve bu kadar trajedi ve bu kadar ayrıntı nasıl sığar minvalinde düşüncelere dalıp, turgut özben'e mi, coşkun'a mı, selim ışık'a mı, hikmet benol'a mı, beyaz mantolu adam'a mı, yoksa dünyadan hemencecik ayrılıveren oğuz atay'a mı ağlayacağını şaşırıyor.
    bu minvalde oyunlarla yaşayanlara konsantre tutunamayanlar dersek oğuz atay bize kızmaz sanırım.
    birileri hakkını vererek oynasa da, gözümüz tiyatro görse.
  • johan huzinga, oyunun toplumsal işlevi ve kökeni üzerine yazdığı kitabı homo ludens'te oyunun, oyun olmayan başka birşey karşısında ortaya çıktığına ve bazı biyolojik gereksinimlere cevap verdiğine değinir. huizinga'ya göre oyun kültürden daha önce, hatta insandan da önce vardı. oyunun bir baskıyla ortaya çıkmaması bakımından iktidarla doğrudan bir ilişkisi yoktur ama oyun bir hegamonyanın baskı alanında bir kaçış alanı oluşturabilir. söz konusu hegamonya bir kültür hegamonyası olabilir.
    oğuz atay`ın yaşarken yazdığı tek oyunu olan “oyunlarla yaşayanlar”, içinde bulunduğu toplumun değer yargılarını aşmayı başarmış fakat geldiği noktadaki yalnızlığı kaldıramayacak kadar güçsüz aydının portresini çizer. batılılaşma sürecini henüz tamamlayamamış ve belki de hiç tamamlayamayacak olan bir toplumda, tutunamayan, yalnızlaşan, anlaşılmama kaygıları güden duyarlı aydın, içine düştüğü boşluktan, yalnızlığından çıkardığı oyunlarla kurtulmaya çalışır.
    oyunlarla yaşayanlar'da oyun oynamak karakterler için varolma boyutuna ulaşmıştır. öyle ki onların oynadığı oyunlar yaşamın ta kendisine dönüşür. yaşamın sıkıştığı noktalarda yaşamı oyuna dönüştürmeyi seçerler. “yeni dünya`nın, çevresine yabancılaşmış, iletişimsizliğe, tek başınalığa koşullanmış insanı kendini oyun kişilerine bölerek çoğaltmaya çalışır. oyun her zaman olduğu gibi gerçeğin sınırlarını zorlamanın, onu aşmanın bir yoludur… kendini oyunla gerçekleştirmek de bir çeşit varolma biçimidir.”
    oyunun eksen karakteri coşkun içinde bulunduğu kültür,elit çevre tarafından dışlanmış,anlaşılmamış bir oyun yazarıdır ve yazdığı oyunlar kimse tarafından kabul görmez. bunun karşılığında kültüre sitem eder, kültürün bataklığında boğulmayı redder ve kültürün karşısına oyun'u koyar coşkun. ama coşkun'un giderek bir siteme dönüşen oyunlarını kalbi kaldıramaz. coşkun'un kalbinin durduğu nokta oyunların bitip ölümün başladığı noktadır. oyunun içinde ilk ve son kez oyun içinde geçen oyun son bulduğunda hayata dönülmez: coşkun'un ölümü oyununun en son parçasıdır. belki de oyunun bittiği yerde ölüm başlar.
    coşkun emekli bir tarih öğretmenidir ve emekli olmasının asıl sebebi bir oyun yazarı olarak yapıtlar vermek istemesidir. bir anlamda kendisi gibi bir tarih öğretmenin derslerde ondan bahsetmesini istemektedir. yani tarihe geçmeyi. ama eylemsizlikle geçen koca bir hayattan sonra coşkun için tutunmak mümkün değildir artık. geç kalmıştır coşkun, bunun farkındadır. bütün o içlenmeler, rakı masalarında kederli nutuklar, bütün parayı içkiye yatırmak bu yüzdendir.
    oyundaki bütün kişiler yer yer coşkun'un oyunlarına dahil olurlar. coşkun oyunların eksenindedir. bunu saffet`in “coşkun bey,coşkun bey! insan bu kadar tereddütle çok yaşamaz. hayatınızı da oyunlara çevirdiniz.” (atay, s.18) sözlerinden anlarız. bu oyunların sonunun ölüm olacağının da bir önsemesidir aynı zamanda.
    bir sonraki kuşaktan da ümitsizdir atay. daha oyunun başındaki ilk diyaloglardan coşkun'un oğlu ümit'in gayri ciddi tavrını, tarihteki en büyük devrim olarak kabul edilen fransız devrimini bir telefon numarasına indirgemesini ve sınıfta kalmasını umursamayışını görürürz. ilerleyen sahnelerde ümitin saadet nineyi kandırmak için babasının kullandığı bir kostümün parçası olan “kalpağı” gizlice alıp dışarı çıkması bir çok kişinin gözünden kaçan bir göstergedir. demek ki oyunlarını daha şimdiden dışarı taşımıştır ümit. evi terkeden saadet nine'yi bulup eve geri getirirken ona cemil paşa'yı tek başına oynaması da oyuncu kimliğinin bir sonraki kuşağa aktarılmasını temsil eder. bir sonraki kuşağı temsil eden bu karakterin isminin “ümit” oluşu da kanımca ilginç bir atay ironisidir.

    oyun'un üç kadın karakterine bakarsak coşkun'un karısı cemile'yi, yaşlı bir alzhaimer hastası olan kayınvalidesi saadet nine'yi ve sonradan ona aşık olacak emel'i görürüz. bu üç kadın da onu anlamaz. emel bir tiyatro oyuncusudur ve aslında aşık olduğu coşkun değil coşkun'un yazdığı şeylerdir. başlarda gerçeği yaşarlarken coşkun'la giriştiği bir tartışmada oyunu kinaye amacıyla kullanır:

    coşkun: demek bana,cehennemin dibine git coşkun! diyorsun. elbette,gerekirse oraya da gideceğim. fakat gerçek bir cehenneme gitmek istiyorum. yaşadığım anlamsız cehennemden kurtulmak için her türlü cehenneme giderim.

    emel: fakat sevgilim,mutlu geleceğimize nasıl cehennem diyebilirsin?

    yani emel için oynamak sadece bir akıl yürütme, ifade biçimidir. karısı cemile ve saadet nine, coşkun`un oyunlarına bütünüyle saçmalık gözüyle bakarlar. çünkü coşkun, karısının dikiş dikerek zar zor kazandığı bütün parayı içkiye yatırmıştır. aydınlanma uğruna girdiği kitap işinde batmış, yazmaya çalıştığı oyun yüzünden de çalışamamaktadır. bu durum ailenin geleceği için büyük bir tehlikedir. cemile için hayat oyunlarla kavranamayacak kadar basittir. çünkü onun küçücük dünyasındaki tek kaygı evin geçim derdidir, coşkun`un otantik varoluşunu anlayamaz ve anlayamadığı için yaptığı her şeye karşı çıkar. “maddesel yaşamı simgelediğinden çoğunlukla, bir işle uğraşır ; dikiş dikerken veya çarşı dönüşü elinde paketlerle görülür.” cemile, coşkun'un sisteme karşı olan yapısının, yalnızlaşma,dışlanma pahasına karşı çıktığı sistemin, gündelik hayatın ta kendisidir aslında. saadet nine için ise bir oyunun hatta yaşamın bile farkında olmak imkansızdır artık. belleği onu sık sık yanıltıyordur çünkü. ama gerek saadet nine belleği olmadığı için, gerekse karısı sonunda coşkun'un oyunları yüzünden aile çökme noktasına geleceği için ister istemez oyunlara dail olurlar.
    elbette ki oğuz atay kahramanlarının kendilerine biçilmiş kimliği reddedip, bilinçsizce içine büründükleri oyun kişilikleri de onları bir kimlik-kişilik problemine götürür. coşkun'un zihnin bulanıklığı bu nedenden kaynaklanır kuşkusuz. ama “tehlikeli oyunlar”ın hikmet`i için aynı şeyi söyleyemeyiz. “tehlikeli oyunlar”ın ana figürü için ise oyun, gerçek kimliğiyle özdeşleşmek yolunda başvurduğu yöntemlerden biridir. hikmet bilinçli bir “homo ludens`tir ; gerçekleri oyunlaştırır.” coşkun'sa gerçeği (yani tarihin çöplüğündeki gerçekleri) somut olarak oyunlaştırmadığı için başarısız olur.
    oyunun geneline yayılmış olan iki karşıt kültüre ait öğeleri görürüz: dekordaki resimlerde osman hamdi'nin yanında rembrandt ve van gogh, yunan tragedyalarının korosuna karışan arabesk ezgiler, meyhanede kemanın yanında bağlama, kalpağın yanında fötr şapka ve beethovenın karşısında hacı arif bey. saffet'in müzik hocasıyla dalga geçtiği sahnede kendisini beethoven'a benzettiği müzik hocası'na şunları söyler: “tanıdığım tek yabancı besteci olduğu için. yerli bir besteci isterseniz size hacı arif bey bozması da diyebilirim.”
    büyük bir ihtimalle tanıdığı tek yerli bestekar da hacı arif bey'dir saffet'in. bunun nedenini anlamak güç değildir. iki karşıt kültürün çatıştığı bir coğrafyadaki aydın ne ulusal kimliğini benimseyebilir ne de evresel bir kimliği. oyunlarla yaşayanlardaki aydın tiplemesi de ne tam doğuludur ne de batılı. bunun için yine saffet'in oyunda dediği gibi “harika! “tedirgin aydın” ne müthiş bir komedi”dir.
    karşıt kültürlerin çatışımlarının daha belirgin ortaya konulduğu bir sahne de toplatılacak kitapların sayıldığı sahnedir. arka arkaya sayılan kitapların isimlerine bakarsak birbirlerine zıt kültürleri temsil ettiklerini de görürürüz. “sevişmede on temel pozisyon”un arkasından “islami cihat”, “”köyün ağababası” nın ardından “la senfoni pastoral” onun arkasından da “pastırma günlüğü” gelir. bu kitaplar genelde ikili karşıtlıklar gibi görünür. öyledir de ama iki zıtlığın verildiği kitap isminin ardından üçüncü bir kitap daha gelir ki bu kitabın ismi bu iki zıt kültürün temsili olan iki kitabın ismiyle dalga geçer. “sevişmede on temel pozisyon”un arkasından “islami cihat”ın onun ardından da “kaleci cihat'ın itirafları: o goller yenir miydi?” kitabında olduğu gibi mesela. buradaki atay ironisi din uğruna savaşmak gibi büyük sayılacak bir kavramın bir kalecinin ismine dönüşmesidir. atay`ın yapmak istediği şey hem bu “kültür çorbasını” sergilemek, hem de temsil edilen iki kültürle de dalga geçmektir. bunun için dilin parodisini kullanır. dil oyunlarına başvurur. yani kültürün karşısında oyunlar çıkar yine karşımıza.
    bu “kültür çorbası”nın varlıksal alanda coşkun`un aydın kimliğine olan etkisini bir alıntıyla şöyle açıklayalım: “coşkun herhangi bir aydın değil,bir türk aydınıdır. “kültür çorbası”,coşkunun yaşadığı çelişkilerin ateşleyicisidir. atayın bu oyun kişisi,bir aydın özeleştirisi simgesine dönüşür. toplumun oluşturduğu kuramların ve halkın ilerisindeki bilinci coşkun'u hem aydınlığa yükseltmekte,hem de rahat bırakmamakta sürekli acı çektirmektedir.”
    coşkun,varoluşçuluğun temel fikirlerinden biri olan “insan herşeyden sorumludur” düşüncesiyle acı çekmez aslında. onun acısı varlığına anlam katma çabasıdır. coşkun bütün sorumluluğu üzerine alarak kendini bir nevi günah keçisi ilan etmektedir. bunun nedeni coşkun`un “onlar alanından” çıkma çabası, otantik varoluşa ulaşma istemi, bir nevi azizlik mertebesine gelme ya da insanlığın bütün suçunu omuzlarına alarak çarmıha gerilen isa`nın rolüdür. coşkun, çıkmak istediği alandan,reddettiği toplumsal rolden (memurluk) başka bir yere sıçradığında geçmişini üzerinden atamaz. yazdığı oyunlar tarihi oyunlardır. tarihin sahnesi en iyi bildiği yerdir coşkun`un ama tarihin anlamsızlığını anladığı kadar ondan yine de vazgeçemez. çünkü o zamana kadar kurmaya çalıştığı kişiliği hep “tarih bilgisi” üzerinde kuruludur. bu yetersizlik duygusu oyunun başından sonuna kadar hep hissedilir. ama coşkun kendine biçtiği yeni role soyunduğunda ne geçmişten tüm bağlarını koparabilmiştir ne de yeni kimliğini oluşturacak öğeleri yaratmakta başarılı olabilmiştir. kısacası bir şeydir coşkun hem de birşey olmayandır. ya da ne birşeydir ne de olmayan birşey.
    aynı anda hem a hem a olmayan olmanın getirdiği varoluşsal paradoks coşkun'un bunalımının kaynağıdır aynı zamanda. aynı anda iki zıtlık olma durumunu coşkun`un isminden bile anlarız: coşkun ermiş. coşkun olanın dik başlı,asi anlamı ve bir eröişin uysallığının,başeğişinin imgelediği zıtlık.
    heidegger'in “das man” olarak adlandırdırğı “onlar alanı” kişinin kendi kendini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engeldir. “onlar insanın kendinden kaçışının,kendi varlığını unutmasının aracısı olan ortamın,yani gündelik yaşamın öznesidir. bu özne kimdir diye sorulacak olursa verilecek en kestirme yanıt herkes ve hiç kimse olacaktır. çünkü “onlar”ın varlık alanı,kamu olarak adlandırılan muğlak bir yığındır ve “das man” bu varlık alanında kendisini bir yaşam biçimi olarak gösterir. söz konusu yaşam biçiminin en belirgin niteliği, kişinin kendi kendisi olmasına asla izin vermemesidir.” coşkun`un kendi kendini gerçekleştirememesinde yine heidegger'in sözünü ettiği “onlar alanından” sıyrılamaması yatar. intiharı da heidegger'in bir sözüne uygundur: “kendi varlığının sorumluluğu eline verilmiş bir varolan”. coşkunun resmen olmasa da kısmen intiharı bu alandan kesin olarak sıyrılma çabasıdır aslında. yani intihar bir ifade biçimi olarak kullanılmıştır.

    atay'ın “tutunamayanlar”,”tehlikeli oyunlar” ve tek tiyatro oyunu olan “oyunlarla yaşayanlar” da kurguladığı oyunların, kişileri maddesel yaşamdan kopardığına ve onun kendi öznelliğine uygun sanal bir dünya arayışı içine sürüklediğine daha önce değinmiştik. şimdi bu oyunların taşıdığı deneysel nitelik ve rol dağılımlarına bakalım.
    “mina urgan “hamlet ilk modern insandır (…) yalnızlığı ve bilinci içinde,çağımızın insanlarının ilk örneğidir” der.” coşkun'un da oyunun bir yerinde hamlet`e öykündüğünü görürüz: “kaderim sesleniyor horatio. kimse durduramaz artık beni.” atay'ın tutunamayan aydın tipinin çoğu kez bir arketipten esinlendiğini görürüz. bu arketip “tutunamayanlar”ın turgut`unda ve “tehlikeli oyunlar”ın hikmet'inde isa, ”tutunamayanlar”da bir çok yerde hamlet olarak belirir. oğuz atay'ın isa'yı ve hamlet'i seçmesinin nedeni şüphesiz bu karakterlerin aynı zamanda kavramlaşmış olmalarıdır. tıpkı turgut'un, hikmetin ve coşkunun bizim kafamızda birer kavram haline gelmesi gibi. “jan kott'un deyişiyle hamlet, shakespeare'i bilmeyenlerin kafasında bile bir kavramdır. bu kavramın içeriği yorumlayana göre değişebilir,fakat nasıl yorumlanırsa yorumlansın, “eylem” le bağıntılı bir kavrama ulaşılacağı kesindir; tıpkı macbethin iktidar hırsı kavramını simgelemesi ya da kafkanın “dava”sında “korku” yu kavramlaştırması gibi.”
    gerek “tehlikeli oyunlar” ın hikmet'i, gerekse “oyunlarla yaşayanlar”ın coşkun'u oyunlarını hep yarım bırakır. “yazar,hikmet`in bu yarım kalmış yaşam oyunlarını, onun ölümden kaçma isteğinin bir belirtisi olarak yorumlar: “belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin,bitirmenin bir çeşit ölmek olduğunu hissediyor. yarım yaşantıları sürdürerek, bütün ölümlerden kaçıyor.” öyle ya hiç bir yönetmen çektiği filmin ortasında filmin “esas oğlanını” öldürmez. buna benzer bir şekilde oğuz atay da oyunlarla yaşayan kahramanlarını öldürmek istemiyor, öldürmek istediği kadar.
    tanzimattan bugüne kadar halk ve aydın ikileminin oluşması büyük bir sorundur aslında. coşkun nerede duracağını bilemez. “onun ağzından konuşarak,halkın yazdıklarını taklit ederek facialar yaratmadım mı?” der. halk için birşey yapmak ister, halktandır ama aydın olmak demek halkın üzerine çıkmak, halka rağmen halk için düşünmeye dönüşmüştür. bu yüzden sitem eder meyhane sahnesindeki o meşhur tiradında: “ey zavallı milletim dinle! şu anda,hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. çünkü ey milletim,senin hakkında, az gelişmiştir,geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. ey sevgili milletim! neden böyle yapıyorsun? neden az gelişiyorsun? niçin bizden geri kalıyorsun? hiç düşünmüyor musun ki,sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. .. fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskiler zehir oluyor.” bu bağlamda yukarıda belirttiğimiz çelişki coşkun'u giderek bir kültürel şizofreniye,bir edilgenlik boyutuna ve toplumsal bir ölüme sürükler. “neden içiyorsun? sağlığına dokunduğunu bilmiyor musun?” der karısı ama o yine de kendini ölüme sürüklemekte kararlıdır. kalbi olduğu halde içerek,kendini yavaş yavaş bir ölüme sürükler. ölümünden bile toplumsal yarar çıkarmak ister. bu duyarlılık beşir fuad'ın intiharından beri vardır zaten yalnız bırakılmış, tutunamamış aydınımızda. bu toplumsal ölümlerin en büyük nedeni ise şüphesiz “kültür çorbasından” pay alamamaktır.

    (bkz: makaleyi entry'e dönüştürmek)
  • tehlikeli oyunlar oynayıp diğer yandan kılına zarar gelmesin isteyenlerdir,tutunamayanlardır.
  • oguz atayın tiyatro oyununun adı. başkahramanı emekli bir tarih öğretmenidir ve tiyatro icra etmek ister, eder de... lakin kalbi vardır, kaldıramaz. atay'ın yazdığı tek oyun da budur, onun da ömrü yetmez.
  • oğuz atay'ın, öldüğü gün -13/12/1977- arkadaşı özen veziroğlu'ndan ankara devlet tiyatrosu'ndan geri almasını istediği oyun. yaşarken oynandığını görmediği, beğenilmemesinden dolayı keyfini kaçıran oyun. (hoş, oynananları görse beğenecek miydi bilinmez.)

    oğuz atay, birlikte izledikleri bir oyunu beğenmediğini söylediğinde ali poyrazoğlu, daha iyisini yazması halinde oynayacağını belirtmiştir. oyunu yazan oğuz atay kimseye beğendirememiştir. ali poyrazoğlu, önerdiği değişikliklerin oğuz atay tarafından dikkate alındığını, nasıl olduysa oyunu oynamadıklarını söylemiştir. kenterler'e götürdüğünde şükran güngör etkilendiğini ama neyin gerçek neyin oyun olduğunu anlamadığını belirtmiş; oğuz atay, kendisinin de bunu yapmak istediğini iletmiş kendisine.

    kaynak: yıldız ecevit - ben buradayım, iletişim yayınları, 2005 ikinci baskı
  • --- spoiler ---

    ey sevgili milletim! neden böyle yapıyorsun? neden az gelişiyorsun? niçin bizden geri kalıyorsun? bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun?

    --- spoiler ---
  • oğuz atay'ın diğer eserlerinde olduğu gibi yine bir tutunama öyküsünün ince bir hicivle işlendiği tiyatro oyunudur.tutunamayanlar'ın selim'i ve turgut'u da eser içerisinde alakasızmışçasına yer almaktadır.
  • konsantre tutunamayanlar demenin pek uygun düşmeyeceği eserdir, zira tutunamayanlar'da bu eserin aksine "oyun" faktörü pek ön planda değildir. bu yüzden illâ oğuz atay'ın diğer eserlerinden birine benzeteceksek "tehlikeli oyunlar'ın damardan enjektesi" daha uygun bir benzetme olacaktır, yine de mümkün olduğunca başlı başına değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
    her ne kadar sahnelerde görmeyi arzulasam da daha çok okunmak üzere yazılmış bir oyun gibi duruyor. o karanlık-müstehzi havanın sahneye yansıtılabileceğine pek ihtimal vermiyorum.
  • “bizim sokaklarda da şöyle iki hanelik şirin bir mezarlık olsaydı...ve her gün işimize giderken kavuklu ya da sarıklı bir mezar taşıyla merhabalaşsaydık...ve çok ihtiyar bir kadının çok gecikmiş ölümü bizi böyle sarsmasaydı”
hesabın var mı? giriş yap