• eğer fıkıh alimi bir entelektüelseniz usülünüz şu sırayla olmalı.

    kur’an

    sünnet

    kıyâs

    icmâ'-i ümmet

    islâm'ın ortaya koyduğu bütün dinî ve şer'î hükümler, kur’an ve sünnetten alınmıştır. bu kaynaklardan başka hiçbir esastan ve kanundan, islâmî bir hüküm alınmış değildir.

    bu iki temel kaynaktan ayrı, kıyâs ve icmâ' adında, iki şer'î delil daha vardır ki, bunlar asıl itibariyle müstakil kaynaklar değildir. kitab ve sünnete râcidirler. şu halde islâmî hükümlerin hepsi, kur’an ve sünnetten çıkmıştır.

    şimdi bu kaynakları birer birer îzah edelim:

    kitap:

    kitaptan maksad, kur'an-ı kerîm'dir.

    sünnet:

    peygamberimizin söylediği sözlere ve yaptığı işlere sünnet denir. bu da üç kısma ayrılır:

    a. kavlî sünnet,

    b. fi'lî sünnet,

    c. takrirî sünnet...

    peygamberimizin sözlerine kavlî sünnet; işlerine fi'lî sünnet; sahâbelerden birinin söylediği bir sözden, yahut işlediğini gördüğü bir işten, onu men'etmeyip susmalarına da takrirî sünnet denir.

    bunların hepsine birden hadîs denebilirse de, bu tâbir, bilhâssa, peygamberimizin sözleri (kavlî sünnet) için kullanılır.

    peygamberimizin sünneti, şer'î delil olan kur'an'dan sonra mühim bir asıldır. sünnet, kur'an'daki dinî hükümlere bir açıklık ve tefsir getirdiği gibi, kur'an'da olmayan yeni hükümler de koymuştur.

    kıyâs:

    kur'an ve sünnet'e istinad eden şer'î ve dinî bir delildir.

    kıyâs, bir mes'ele hakkında kitab ve sünnette bulunan şer'î bir hükmü, aralarındaki illet ve sebeb benzerliğinden dolayı diğer bir mes'ele hakkında da vermektir.

    meselâ: şarabın içilmesi haram olduğu, hem kitab, hem de sünnet ile sâbittir. şarabın haram olma illeti sekr, yani, sarhoşluk vermesidir. o halde şarabın dışında sarhoşluk veren bütün alkollü maddelerin içilmesi de haram olmalıdır. bu hüküm kıyâs yoluyla ortaya çıkmaktadır. kıyâsı, ancak müctehid seviyesindeki din ve fıkıh âlimleri yapabilir.

    icmâ'-i ümmet:

    bir asırda bulunan islâm müctehidlerinin bir mes'ele üzerinde ictihad yoluyla verdikleri hükümlerinde ittifak etmelerine "icmâ'-ı ümmet" denir.

    hakkında icma' olan bir mes'ele, şüphesiz ki en kuvvetli bir mes'eledir.

    ictihad nedir?

    ictihad, şer'î bir hükmü, şer'î delilinden çıkarmak için olanca ilmî kuvvetini sarfetmektir. ictihadı yapacak ilmî ehliyete sâhip olan kimseye müctehid denir.

    ictihad yapabilmek için kitabı, sünneti, kıyâs'ı, icma'ı, bütün teferruatıyla ve incelikleriyle bilmek şarttır.

    "bir hâdisenin hükmü kur'an ve sünnette açıkça belirtilmemiş ise ictihâda gidilir. yani, kur'an ve sünnet'in ışığı altında hükmünü çıkarmak için cehd ve gayret gösterilir. ictihad yüce dinimizin en büyük meziyyetlerinden biridir. ictihad sebebiyle hayat sahnesinde ortaya çıkan bütün hâdiselerin hükmü beyan edilir. dînimizin her asrın bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kabiliyete sahip olmasının sebeblerinden biri de budur." (halil günenç -günümüz mes'elelerine fetvalar ikinci bölüm)

    kaynak: sorularla islamiyet

    not: ezberin öcü gibi gösterilmesi hangi akla hizmet etmekte bilinmez...
  • günümüzde, bilgi çağındaki tüm kuşakların ekseriyetle sergilediği zihinsel çaba.

    saf akla kendimizce kritik verecek olursak ondan göz kamaştırıcı bir performans bekleyemeyiz. elbette daha önce bizim yerimize bizim için düşünen beyinlerin mahsullerinden yararlanmak mubahtır. fakat maalesef günümüzde bu durum endişe uyandırıcı bir boyuta ulaşmış vaziyette. farkında mısınız bilmem ama ezberci zihniyet gümbür gümbür geliyor. en iyi ezberleyenin statüsü en yüksekte oluyor. bunu gören yeni jenerasyon özgün düşünüp üretmeyi risk olarak görüyor ve daha kolay olanı -ezberle geç- metodunu yeğliyor. toplumların akıbeti için birilerinin bu duruma şiddetle müdahale etmesi gerek. aksi halde kıyamet alametlerine inanmaya başlayıp, hazırlıklı olsak iyi olur…
  • başlıkta tespit edilen durum, daha ikinci giride kendisini teşhis ettiriyor. ortaya hafif bir ezber koyun, altında 50 ezbere kişi toplanırsa debe'ye düşersiniz, 100 ezbere kişi toplanırsa sıkıcı olmakla yırtarsınız.

    öyleyse entelektüel hakkında özgün bir yaklaşım getirmek gerektiğinde, o öyle bir kişidir ki yarattığı yanılgı ve kurguların içinde insanlar yaşar. buradaki gibi, birtakım terimler ezberlemiş, tanım yapamamasına rağmen sınıflandırmayı oldukça iyi bilen ve bu nitelikleriyle entelektüele suçüstü yaptığını düşünen insan da bu insanlara dâhildir.

    entelektüel karakteri üzerine yeni tartışmalarımız yok, çünkü buna cesaretimiz yok. uygarlık gelmiş, ufku görerek yürüyen insanı yerinden etmiş ve onun yerine, arkasına bakarak koşan insanı iskân etmiş. öyle bir rezil olmuş ki insan, rezil de olsa çareyi başkalarını da rezil ederek bir reziller toplumu oluşturmakta bulmuş (bkz: das unbehagen in der kultur)*. freud'un, kendini bilme felsefi idealine indirdiği ölümcül darbe, ufak tefek rezilliklerden oluşan insanı dünyayla tanıştırırken yıl 1930 idi. bugün biz hâlâ (paçozca bir dürtüyle, bilinçdışı derken freud'u bile anmayarak) aşağı yukarı aynı yolu izleyip sokrates ya da camus ile uğraşıyoruz. bundan iki asır önce yazdığı "milton" adlı şiirinde bile bilinçdışını çağrıştıran william blake'e rağmen, hâlâ insanın kendini, kendinden ötürü sebeplerden bilemeyeceğini homurdanıp çıkmaz sokaklara giriyoruz.

    belagate getirilmiş çoğunlukla kısıtlayıcı "kuralları" ve popüler "yanılgıları" teknik isimleriyle birlikte odamızın duvarlarına yapıştırıp ezberlememiz elbette bize fayda sağlar, ancak bununla mücadele edip sıkıcı bir insana dönüşmemek için de, ara sıra dışarı çıkıp insanlarla hararetli diyaloglara girmemiz gerekir. metal kıyafetlerinin içinde zorlukla hareket ederken dünyanın bütün sırlarını detaylıca açıklayıp kimseye konuşacak bir şey bırakmayan şu hostis humani generis olmayı istemeyiz, değil mi? sigmund freud, ludwig wittgenstein, kurt gödel gibi insanlar, heretik söylemleri ve dünyayı, yarattıkları çatışmalara mahkûm etmiş olmalarıyla entelektüeller; dünyayı kurtarmalarıyla değil. edmund burke gibi bir insan, günümüzde olduğu gibi, doğrudan tanrı üzerinde değil, yüce olan üzerinde düşünmesiyle, yani nerede duracağını bilmesiyle entelektüel.

    bir şeyleri temcit pilavı gibi ısıtıp dururken bütün bunları ilk defa duyan kalabalığın zafiyetine sığınabiliriz ve böylelikle bir sorumsuzluk geleneğinin devamlılığı sağlanmış olur. sorumluluk duygusu, entelektüel diye nitelendirdiğimiz karakterde, bazen ilham verici derecede parlar. ancak bu, başkalarının sorumluluklarını üstlenmek anlamına gelmemelidir. ezber sorunundan söz edilen şu başlığın altında bile ezber yapmak, birbirinin kopyası olan insanların oluşturduğu sayılara muhtaç, popüler bir sızlanmadan fazlası olamaz.
  • ezberleyerek entelektuel olunmazki. entelektüelmiş gibi yapılır.
    entelektüellik bilgi demek değil. bakış açısı demek. bilgin olacak ama o bilgi senin dünyaya bakışını etkilemiş olacak. çarpıcı, düşündürücü, ufuk açıcı fikirlerin olacak. derin ve isabetli tespitlerin olacak. sana ait olan tespitler. dandik twitter deyişleri değil, senin bakışını taşıyan deyişler.

    bilgiyi fikre ve yoruma taşıyabilen kişi enteleltueldir. sadece bilgi kesmez. hamallıktır o. işe yaramaz.
  • bir insan özgün de düşünse ezberlese de soyutlar dünyasındaki sürgününde mutlu mesut yaşamak için yapar bunları.

    mesele yapmak olduğunda, işte, eski entelektüeller, rönesans insanları yaptıklarından anlaşılırdı. bugün no name bir adam, adı "üniversite" konmuş bir kurumun başına rektör olarak atanıyorsa önce adamın yaptıklarına bakarsınız.

    çünkü

    matematikçi leo, konstantinopolis imparatorluk üniversitesi'ne* rektör olarak atanmadan evvel, ilk optik telgraf tasarımlarıyla ve yine ilk erken uyarı sistemlerinin tasarımlarıyla biliniyordu. bizans tarihinde matematikçi leo'nun dönemi, "makedon rönesansı" diye bilinir ki kendi naçizane bakışımla leo, beş asır sonraki adaşı leonardo'nun bir müjdecisiydi. demetrios chalkokondyles, daha 20'li yaşlarında, yaklaşan osmanlı tehdidi sebebiyle italyan şehir devletlerine sığınıp orada antik yunanca'yı gençlere zor şartlar altında öğretip ilk homeros çevirilerini yaparak bildiğimiz rönesans'ın sacayaklarından biri oldu.

    ... ama bugün ne var? bugün sunumlar var, konuşmalar var, toplantılar, eylemler var. demokrasiye inanç var ve bu inancın istismarıyla cehaletin iktidarı var. bunlar hep eylemin ikinci plana itilmesindendir. tez, yazı, çizi, sinema, şarkı, şiir; hepsinin, mevcut namussuzluğun organları olagelmesindendir. ideolojilerin, insanlarla eylemler arasına girip sanal bir uzay yaratması bütün değerleri orada tanımlamasındandır.

    uğrunda yaşanacak, yaşamakta ısrar edilecek ve hayata geçirilmesi için çarpışılacak, savaşılacak fikirlerin yerini, cılız itirazlar almıştır çünkü. can atalay hapistedir. bütün bir sol cenah, genciyle yaşlısıyla paneller düzenlemekten başka bir şey yapamaz. önceki yüzyılda kalmışlar çünkü.

    dolayısıyla başlıktaki tartışma, önceki birkaç yüzyılın tartışmasıdır. bugünün tartışması, yüksek teknolojiyle bertaraf edilecek olan cehalettir fakat bu savaş da katmerli bir savaş olacaktır. çeşitli platformların beslediği irin dolu konfor alanlarıyla ayrı, bu alanlardan faydalanarak havayı ağırlaştıran odaklarla ayrı savaşılacak bir savaş.
  • entelektüel olmak okuyup ezber yapmak değil, okuyup farklı fikirlere aşina olarak basmakalıba ve ben bilirimciliğe karşı kendini geliştirmek, çevresine ışık saçmaktır.

    bu tarz cümleler kurulurken dikkatli olmak gerekir, zira cahiliğin övüldüğü karanlık bir dönemden geçiyoruz.
  • paradoksal olarak, küreselleşmenin ve sürü psikolojisinin neredeyse tüm hareketlerimizi dikte ettiği, özgün olmanın başka bir moda olduğu bir dönemde toplum ve medya bizi aynı ve klişe olmaya zorluyor. oysa özgünlük eleştirel bir bakıştır, geleneğin ve ahlakın ötesine geçme yeteneğidir. (bkz: (bkz: #112152482))

    örneğin friedrich nietzsche, (özgünlükten bahsedecek en nitelikli kişilerden biri olmasa da): orijinal yani özgün olmak, yeni bir şeyi ilk gören kişi değil, eski olanı, diğerlerinin gözden kaçırdığı bir şeyi yeni olarak gören kişi olarak tanımlar. çünkü gerçek orijinal zihinleri ayıran şey de budur. nietzsche'ye göre orijinalliğin, sözde yeni şeyler yaratmakla ya da orijinal özleri ve arketipleri algılamakla hiçbir ilgisi yoktur; schopenhauer'ın tanımladığı gibi, orijinal olmak sanatçının gücü ve dehanın işaretidir.

    ancak şunu da söylemek gerekir ki nietzsche'nin farklı evreleri vardır ve bir erdem olarak gördüğü görüşleriyle tam anlamıyla tutarlı değildir. her iki düşünür de dehanın şeyleri temsillerini değil, kendilerinde gören kişi olduğu fikrini paylaşsa da, nietzsche'ye göre kendinde şeyler ebedi bir öz değildir. yani nietzsche'de özgünlük daha çok eleştirel bir bakış, geleneğin ve ahlakın ötesine geçme, zamanın fosilleşmiş düşüncelerinden kurtulma ve olayları yüzyılların bagajı olmadan görebilme yeteneğidir.

    günümüzde (kısmen nietzsche'nin de etkisiyle) özgün olanın bireysel ifade, kimsenin söylemediğini söylemek veya yerleşik olandan kopmak olduğuna inanılıyor. ancak filozofun burada söylediği şey daha ilginç: özgün olmak, belli bir dikkat, belli bir düşünce inceliği gerektiren bir bakış açısıdır.

    zaten özgün olmanın farklı olmak değil, kendinde olana daha yakın ya da rutinin yıpratmadığı bir bakış açısıyla fark edebilmekle alakası var. kısacası ezberlemek bu işin dışında kalıyor -ve doğal olarak ortada bahsedebileceğimiz bir entelektüel olamıyor.
  • kesinlikle katıldığım önermedir. aa evet bu konuda xx de böyle diyor. xx in şöyle bir sözü var. diye diye gider.
hesabın var mı? giriş yap