• karl marx'a göre zamanın oku, emeğin özgürleşmesi yönünde ilerler.
    termodinamik yasalarına göre, zamanın oku entropinin artışı yönünde ilerler.
    kozniku'ya göre de zamanın oku, evrimin iradeyi özgürleştirmesi yönünde ilerler.
  • ozgurlukle sinirsizligi karistiran bireylerce ucu bucagi olmadikca var olamayacagi savunulan sey.
  • hayatın anlamı, kendimize biçilen görevi yerine getirmektir. bu elbette bir senaryo icra etme şeklinde değil. içgüdülerin, dominant ve çekinik özelliklerin, nihayetinde karakteristiğin çizmiş olduğu yolun takibi. bir nevi rayda giden tren gibiyiz. esasında bir görevimiz yok; hayatımızın bir anlamı yok. yalnızca döngünün içerisindeyiz. kaldı ki en temelde bulunan yaşam iradesi dahi bize ait değil. doğal olarak özgür de değiliz. hayata pranga ile bağlıyız. dolayısı ile intihara da meyilliyiz. durkeim, intihar modellerini inceleyip, pasif intihar davranışlarını tanımlamıştır. son derece yaygın görünen hastalanınca önemsememek, sağlığa dikkat etmemek, ölümü içten arzulamak pasif intihar modelinin davranışlarıdır. özgürlüğümüzü intihar ile elde etmek de güçlü bir istenç gibi görünse de yine de içgüdüler ile ilgili olduğu için iradeye dayalı değildir. schopenhauer, intiharı insanın hayatta kalma arzusu olarak değerlendiriyor. öyle ya, intihara duyulan istek esasında ideal yaşam koşullarının bulunulmamasından kaynaklanıyor. bu da intihar eden kişinin aslında diğerlerine göre yaşama arzusunun daha fazla olduğunu gösteriyor. schopenhauer, özgürlüğe-nirvanaya ancak tüm insanların aynı anda intiharı ile erişilebileceğini ifade ediyor. bu insanı yaratan güce karşı bir isyan ve insanoğlunun bugüne kadar göstereceği tek irade olacaktır. bireysel olarak küçük anlamlandırmalar yapılmaktadır elbette ama bunların majör olarak hiçbir değeri yoktur. tüm insanları intihara ikna etmek mümkün olmadığına göre özgürlük meselesini algı dünyasından soyutlamak daha doğru olacak. netice olarak, hayata anlam yüklemenin hakikat ile bir ilgisi olmayacaktır.

    (bkz: özgür irademiz var mı sorunsalı)
  • kesinlikle olmadığını düşünüyorum. biz çevreden izole değil, çevreyle bir bakıma en çok etkileşim içinde olan canlılarız ve bu bile özgür irademizin olmamasına ilişkin başlı başına argümandır. öte yandan kuantum mekaniğini özgür iradenin kanıtı olarak gösteriyorlar ama kuantum mekaniği özgür irademizin olduğunu göstermez, sadece olacak şeylerin belli olasılıklar dahilinde olduğunu gösterir. ortada yine bir seçim yok, olasılıklar var sadece.
  • gökten düşen bir taşın aklı olsa, gökten kendi isteğimle düşüyorum der.
    *kimin söylediği hatırlanmayan sözler
  • özgür iradenin tanımıyla ilgili farklı görüşler var, ortak paydaya gelmek adına bu konudaki görüşleri kendimce bir toparlamak istiyorum.

    1) özgür iradenin olamayacağını, bu evrenin tamamen deterministik bir evren olduğunu savunanlar - genelde dinciler, yobazlar, bilimsel görünen yobazlar vs. - bunlara göre allah nerede ne yapacağımızı, kiminle evleneceğimizi, nasıl ne zaman öleceğimizi kaderimize yazmıştır. (veya evren genlerimize yazmıştır) çırpınmamalıyız. sizin bu yazıyı okuyor olmanız bile bu görüşte tutarsızlıklara yol açar ve esnetilmesini gerektirir, ama zaten dinci bakış açısında tutarlılık aranmaz.

    2) bu dünya deterministik değil tam tersi rastgeledir. birçoğu yine rastgele (random) olan sonsuz sayıda parametrenin etkileşimi hayatı ve davranışlarımızı ortaya koyar. yine çırpınmayalım. özgür olsak dünya yerine jüpiter'de doğardık, ekşisözlük'te yazmazdık da alplerdeki şalemizde şarabımızı yudumlardık ama özgür değiliz ve kendimizi burada bulduk. olayları belirleyen bir üst irade ya da genetik kod yok, ama ipler de bizim kontrolümüzde değil.

    3) özgür irade ise bu iki maddenin arasında bir skalaya oturuyor. 2 nolu argüman doğru, sonsuz sayıda çoğu rastgele parametre var. ancak biz insan(lık) olarak, bu parametreleri mümkün mertebe kontrol etmeyi başararak, hayatı tamamen rastgele olmaktan çıkarabiliriz. 1'in öngördüğü kesinliğe ulaşamayız ama tamamen çaresiz de değiliz.

    bu skalanın neresinde olduğumuz evrimin ve kişisel gelişimin bir fonksiyonu. evrimin erken aşamalarındaki primatlar muhtemelen sadece içgüdüleriyle hareket ediyordu. bilincin (varoluşun farkında olmanın) hangi aşamada nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. muhtemelen de birden fazla formu var. biz şu an için bilinen en gelişmişine sahip olsak da, başka memelilerde, hatta memeli olmayanlarda da bilinç daha ilkel şekillerde mevcut. belki 1000 sene sonra bugünkü bilinç seviyesi de göze ilkel görünecek.

    insan, doğayı ve kendi doğasını tanıdıkça, iradesi özgürleşmiş. daha da gidilecek yol var. insanların her biri için de durum aynı değil, kimi içgüdülerinin daha fazla kontrolünde, kimi daha özgür.
  • olmadığını düşündüğüm insanı insan yapabilecek tek donanım. yaşarken herkes ezberletilmiş manifestolara uyduklarını göstermek ister, yalnızken ya da kendileri gibi düşünenlerle ihlal edip sınırları zorlasa da mahalle baskısı yüzünden ben iyi bir insanım, der. bazen dinden bazen ahlaktan bazen dünya görüşünden dem vurup idealize ettiği şeyi yaşıyormuş ve çok matahmış gibi davranır. halbuki doğduğundan beri seçim yapmadan şu şöyle olur diye itildiği şeyleri yaşar. otorite ne dediyse onun karşısında olmak, itibarsız olmak demek olduğu için. toplum hafızası zayıftır, egosuna yenik düşer. işine geleni söyler, yayar, gelmeyeni kapı ardında bırakır. bu hastalıklı durum en güzel şöyle özetlenebilir : " ben tanıdığım herkesin ortak çabasııyım" kendinden menkul fikirleri zaman içinde damıtmış, kendi erdemini yaratmış, olabildiğince objektif ve rasyonel olabilmiş biri ancak özgür iradeden bahsedebilir, mevcut şartlarının elverdiği ölçüde tabii...
  • sene olmuş 2020, hala yaşadığımız evreni deterministik sanan var.

    öğretici ya da mümkün oldukları için değil, bu konunun etrafında döndükleri için şu dizileri tavsiye ederim:

    (bkz: westworld)
    (bkz: devs)
  • 1960'lı yıllarda benjamin libet isimli bilim insanı,deney katılımcılarının kafalarına elektrotlar yerleştirerek onlardan çok basit bir şey yapmlarını istedi:kendi belirledikleri bir anda parmaklarını kaldırmak.

    gönüllüler,bu arada yüksek çözünürlüklü bir zamanlayıcı bakacak ve hareketi yapmak için"güçlü bir dürtü duydukları" anı tam olarak not edeceklerdi.

    libet katılımcıların hareket etme dürtüsünün farkına vardıkları anın,hareketin kendisine çeyrek saniye kala olduğunu keşfetti.ama asıl şaşırtıcı olan bu değildi.eeg kayıtlarını (beyin kayıtları) inceleyen araştırmacı,daha da ilginç bir şey buldu.katılımcıların beyinlerindeki etkinlik artışı,hareket etme isteğini duymalarından önce ortaya çıkıyordu.ve bu artış öyle çok kısa bir süre değil,bir saniyeyi de aşan bir süre öncesinden başlıyordu.bir başka deyişle,kişi,hareket isteğini bilinçli biçimde duymadan epeyce önce,bazı beyin parçaları karar vermeye başlamış oluyordu bile.

    deney epeyce ses getirdi.bilinçli zihin,bu komuta zincirinde bilgiyi son halka olması gerçekten mümkün müydü?
    libet'in kendisi bile deneylerin işaret ettiği bu olasılıklar karşısında endişelenmiş ve sonunda özgürlük dediğimiz şeyi bir tür veto gücü olarak elimizde tutuyor olabileceğimizi öne sürmüştü.bir başka ifadeyle,parmağımızı oynatma isteği duyuşumuzu kontrol edemesek de,bu hareketi durdurmak için küçük bir zaman penceresine hala sahip olabilirdik.

    veto hakkı özgürce seçilebilecek bir şey gibi görünmesine karşın,bunun da bilinçten gizlenmiş,sahne arkasındaki etkinliğin bir sonucu olmadığını düşündürecek herhangi bir kanıt elimizde yoktur.

    kaynak:david eagleman - incognito
  • en büyük yalan. ne iradesinden bahsediyorsunuz? bizi kuşatan şartların esiriyiz resmen.

    bu saçmalıktan ne zaman kurtulacağız?
hesabın var mı? giriş yap