• insanlık hallerini yadırgamamayı, farklı tercihlere saygı duymayı öğreneli çok oldu bu nedenle beni hiç bir şey şaşırtmadığı gibi hiç bir şeyi de yadırgamıyorum uzun zamandır. koskocaman planette bir noktadan ibaret bir fani olarak geçirdiğimiz kısacık ömürlerimizi önyargılarla, nifakla, sokuşturulmuş yanlış bilgilerle geçirmektense hayatın tadını çıkarmayı yeğ bulurum. ve elbette ki üzerinde yaşadığım o devasa planetten bile daha büyük, sarsılmaz bir vicdan ve saf ahlak geliştirmişsem benden mutlusu ve huzurlusu olamaz. bu nedenle sinema filmlerini izlerken önyargılardan, inançlardan ve dogmalardan azade bir bakış açısı içerisinde olmak için azami bir gayret gösteririm, çoğunlukla da başarırım. çoğunlukla diyorum zira eğer sunulan seyirlikte insanlık hallerini zorlayıcı unsurlar varsa tabi buna tepkisiz kalamam.
    paradies liebe, orta yaşlı avrupalı kadınların,ülkemizin tatil yörelerinde de şahit olduğumuz gibi tatil ortamlarında aradıkları maceralara çok yakından bakış atan bir film. ulrich seidl'in meşhur üçlemesinin ikincisi. açıkçası üçlemenin son filmi kadar etkileyici olmasa da (olmaması normal aslında) yine de ilgiyle izleten bir film. bazı sahneleri gerçekten çok çarpıcı ve eminim çoğu izleyicinin asla izleyemeyeceği ve hatta çok büyük tepki göstereceği şekilde. ancak yaşadığımız dünya böyle. kimi insanların kendi dünyaları çoğunluğun dünyasından farklı ya da şöyle söylemek daha doğru belki, hayat insanlara çok farklı ortamlarda çok farklı şeyler yaşatabiliyor. zira insanoğlunun yeme, içme ihtiyaçlarının ötesinde çok önemli bir ihtiyacı daha var: sevilmek.. kimi zaman bu alışık olmadık ortamlarda ve toplumun genelinin kabul etmeyeceği şekillerde gerçekleşse de sevilmek, takdir edilmek ihtiyacı insanın en doğal ihtiyaçlarından birisi... bu film de bunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
  • ulrich seidl'ın "paradise trilogy"sinin ilk filmi.
    avusturyalı bir kadının kenya sahillerine "turistik" bir yolculuğa çıkmasını anlatıyor diye özetlersek masumiyetten tarafa bir yorum yapmış oluruz. (siz yine de filmi bilmeyenlere böyle anlatın.)

    işler pek öyle değil tabii. "aşk"ı arayan teresa, kenya'ya gidiyor, bir sugar mama olarak (isteyerek ya da istemeyerek)... bu alışık olmadığımız bir senaryo değil aslında. rusya, ukrayna gibi ülkelere tamamen "turistik" amaçlarla akın akın giden erkeklerin varlığını nasıl kabul ettiysek, filmdeki hikaye ve olan biten de kenya'da öyle bi kabul görmüş gidiyor.

    işin en tuhaf tarafı ise, içimizdeki cinsiyetçi ve ırkçının ortaya çıktığı sahneler sanırım. öncelikle seks turizmi erkekten kadına olur gibi geliyor ve * göze batmıyor ya, filmde kadından erkeğe giden yol çok ağır. bir kadının böyle bir arayışta olmasına mı gurur yaparsınız, yoksa bunun zor kabul edilir olmasına mı ya da zaten neden seks turizmi var diye mi kahrolup kafayı yersiniz orası size kalmış.
    filmin bir mottosu var, "sömürülenlerin sömürmesi" evet canım evet arkadaşım. adamlar zaten evrensel hakları olan bi'şeyleri biraz farklı bir yolla alıyor işte (bu kadar basitse tabii).

    şu var, kadınlar için aşk önemli. teresa yüzüne değil, kalbine bakan birini arıyor. insan önce ne aradığına, bir de nerede aradığına bakar be kadın. duygularını anlıyoruz ama doğru yerde misin sence? hem aşk arayan, kalbine bakan birisi olsun isteyen kadın bunların satın alınmayacak şeyler olduğunu bilmez mi?

    teresa'nın beyaz ve üstün olarak hissetmeye çalışması ama aslında buna çok da inanmaması epey sarsıcı. üstün müstün kimse yok işte, gün gibi ortada.
    bu tıpkı kuzey ve güney yarım kürenin kendi yarım kürelerinde üst'te gösterilmesi gibi bi'şey, göreceli.

    aklıma geldikçe içim çekilen, insanlıktan soğutan sahneleri olan film. aşkı, aşık olduğunu insanı satın alıp almadığını kendinize sorduracak bir filmdi.
    tam da "insanlar her şeyi, aşkı, sevgiyi bile satın almaya çalışıyorlar, nasıl, neden?" diye sorduğum günlerde izlemiş olmam sorularımı artırdı.
    aşkı satın almaya çalışmayın, bu satın alma sürecine dahil olan herkesi yıkıp geçen bi'şey.

    tolstoy "insan neyle yaşar?" sorusunun cevabını "sevgi" olarak vermiş. gurur var, onur var, sevgi var... bunlarla yaşayın lan, parayla değil.
  • ulrich seidl abimizin porno sektöründeki yapmacıklığa isyan edip gerçek interracial bu değil diyerek çektiği film.
  • 80'lerin sonu. yaz dönemlerinde bir tatil beldemizdeki ünlü bir yabancı otelde çalışıyordum. beldenin ve otelin adı önemli değil. verebileceğim tek detay, o dönem ülkemizde açılmaya başlayan yabancı tatil köylerinden birindeydim...

    tur otobüsü geldi. elli yaşlarının ortasındaki bir fransız hanımefendinin bavullarını odasına götürmem söylendi. ben önde, hanımefendi arkamda odaya gittik. kapıyı açtım, hanımefendiyi buyur ettim, bavulları koydum ve tam bahşişimi almış gidiyordum, ki; kadın beni odaya çekti... öpmek istedi ama... bir hamle yapıp elinden kurtuldum, nazikçe iyi günler dileyip çıktım.

    aradan bir saat geçmedi ki, direktör beni odasına çağırdı. ne yapmışsın sen, oğlum? dedi. ne yapmışım? kadını üzmüşsün. şaşırdım. nasıl yani? onu aşağılamışsın, birlikte olmamışsın... çok sinirlenmiş. otelden gidecek. olmaz öyle şey. çabuk git, gönlünü al. ya da? diye sordum. "ya da"sı yok, dedi...

    "gönlünü al" cümlesinin ne anlama geldiğini anlatmayayım. otele sadece kadınlar değil, orta yaş ve üzeri erkekler de geliyordu. ve genç kadın çalışanlardan da aynı "müşteri memnuniyeti" bekleniyordu. kadın veya erkek, fark etmez, müşteri hep mutlu olmalıydı ve bizim ne düşünüp hissettiğimiz o kadar da önemli değildi. yapamayan çekip gitsindi, kapı oradaydı…

    sevgili angutyus, bir apaçi masalı adlı serinin ilk iki kitabında bu dünyayı ve gerçeklerini çok güzel anlatıyor.

    toyboy ve toygirl'ler olarak avrupalı turistlerin gelme nedenleriydik. avrupa'daki boktan ve sıradan yaşamlarını unutmak, bir yılda biriktirdikleri ile etimizin tadına bakmak, topumuzu sikmek veya kendilerini siktirmek için gelirlerdi. efendimiz olduklarını düşünüyorlardı... çoğu dev kazıklar yediler. akıllı olanlarımız bu 50 yaş ve üzeri hanımlar/adamlar ile evlenip onların memleketlerine gittiler; vatandaşlık aldıktan sonra da hatunların/adamların kıçına sıkı bir tekme yapıştırıp, hayatlarına devam ettiler. çok para yedirdiler, düzmek isterken çok düzüldüler.

    o iğrenç suratlarındaki aşağılayıcı bakış, sözde nazik ve medeni tavırları ile ezmeye çalışmaları, vs. hepimizde bir nefret uyandırmıştı. sarı kafalar, dediğimiz bu orta yaş kadın ve erkekleri hiç sevmezdik. sever gibi gözükürdük. maksimum fayda olayı.

    bu yazdıklarım çirkin. çok çirkin. dili de iğrenç, seksist. farkındayım. çünkü, bizi düzmeye gelenleri daha iyi nasıl anlatabilirim, bilemiyorum.

    bu bağlamda, beni çok etkileyen, o günlere götüren film oldu.

    kenyalı kardeşlerimi çok iyi anladım, onların öfkesini içimde hissettim. karşında keh keh keh! gülen avrupanın çöpleri var; sen tek oda evinde (bizim durumumuzda aynı odada on kişinin kaldığı personel lojmanı oluyor) yaşamaya çalışırken, o avrupalı leş karılar, 2-3 ailenin sığabileceği lüks odalarda oturuyorlar... sen yarınını nasıl kurtaracağını düşünürken, onlar alacakları zevklerin, yiyecekleri yemeğin derdindeler.

    avrupalı için seks kaçamağısın. önemli değilsin. bu yüzden, punduna getirebilirsen, seni sikmeye çalışanı sen sikeceksin. hayat böyle. film de böyleydi. o kenyalı kardeşlerimden hiçbirine kızmadım. onlara yapılanın aynısını, onlar da kendilerini aşağılayanlara yapmışlar.

    ortada sömürenin sömürülmesi yok. ne sömrüsü lan? kadın gelip, 70-80 euro bozduruyor; adamların parası ile 7-8 bin kenya şilini. kadın, maksimum 100-120 euro harcıyor... onun için hiçbir şey ama kenyalı için bir aylık mutfak gideri, bebeğin masrafları... bunu bile hazmedemiyor, o paytak paytak yürüyen ablamız.

    umarım, bir gün kenya başta olmak üzere tüm afrika ülkeleri bu leşlere muhtaç kalmayacak kadar gelişir, özgür ve bağımsız olurlar.

    not:

    --- spoiler ---

    teyzenin hayırsızlık yapan genç adamı dövmesi, efendinin köleyi cezalandırması gibi; gerçekten öfkelendim, midem bulandı. bir avrupalıya yapmayacağı aşağılamayı kenyalıya layık görüyor, onu bir hayvan gibi cezalandırmaya çalışıyor.
    --- spoiler ---
  • yarısında çıktım.

    --- spoiler ---

    memelerimi mıncıklama,şöyle sıvazla,öpüşelim mi diyordu alman kadın.
    --- spoiler ---

    birde sürekli kadının arkadan çekimini leğen gibi götünü gösteriyorlar ya yeminle iflahım kesildi.

    bu nasıl film amk.
  • --- spoiler ---

    erkek fahişeler için kenya'ya giden teyzenin, fahişe niye paramı istiyor, niye beni gerçekten sevmiyor diye mıymıy ağlamasını konu alan film. yok sömürülen ülke insanlarının, sömüren ülke insanlarını nasıl sömürdüğünü (oha cümleye gel) anlatıyormuş da bilmemne. 20 yaşında eleman, 60 yaşındaki teyzeyle sevişince sömürülmüş olmuyor mu? iğrenç. kadınların kenyalı erkeklere davranış şekli acayip sinir bozucu. kadının her gülüşünde ağzına kürekle vurmak istedim, çok istedim. keşke daha çok söğüşleselerdi malı.

    karakterlerin dışına çıkarsak; oyunculuklar inanılmaz iyi. film idare eder. ama hakkında yazılanlar gibi sömürenlerin sömürülmesi, ironi vs. göremedim ben.
    --- spoiler ---
  • tabuları yıkan, kendi kulvarında başyapıt olabilecek modern toplum yapısının geldiği son nokta, şimdilik.
    köleliğin sadece bedensel işgücü olarak kalmadığı daha da ötesi olduğu filmde güzelce irdelenmiş. etini para karşılığı satan genç afro zencileri görüyoruz. insanları yargılamaktan ziyade, gelecek toplum yapısının bu ve türevi olgulara evrileceği öngörü olmaktan çıkıp kuramsallaşıyor. bunun erkek versiyonu ise, beyaz erkeklerin, siyahi kadınlar tarafından tercih edilmesi.
    paranın nelere kadir olduğunu görüyoruz, izlerken.
  • ulrich seidl'ın hazır yeni filmi vizyona girmişken, bu filmi tekrar izlemek elzemdir. kendisi almanca konuşan yaşayan en büyük sinemacıdır ayrıca. bu filmi de "almanya kolonyalizm yapmadı" klişesinin arkasında böbürlenen almanlara kapak niteliği taşır. o kadar taşaklıdır.
  • mubi'ye eklenmesiyle birlikte yeniden izleme şerefine nail olduğumuz mükemmel ulrich seidl filmi.

    (bkz: hakuna matata)
  • ulrich seidl'ın yazıp yönettiği kenya'da geçen 2012 yapımı avusturya filmi.

    --- spoiler ---

    sevilmek için kapı kapı gezmenin iğrençliği var bu filmde. teresa yerine bir erkek olsaydı kart zampara, yalnızlık, bekarlık gibi kavramlara sığınabilirdi yaşananlar. hatta teresa'ya başta oteli işleyişi anlatan arkadaşı da öyle. ne istediğini, ne beklediğini, ne alacağını biliyor.
    ama teresa mal, kelimenin farklı anlamlarıyla. gözüme baksın diyor, sevilmek istiyorum diyor. sonra da kentsel dönüşümü unutulmuş evlere gidip meme böyle ellenir, şimdi bacağıma dokun, hadi dudağımı öp diye sevişmeye çalışıyor. zavallı bir yalnızlık içerisinde. kızı dahi saygı duymuyor. filmdeki en onurlu abimiz ben böyle yapamam deyince de değersiz hissedip ağlıyor. e be ruhsuz oropu, sen orada sevişsen değersizlğinin farkına varamayacak mıydın? şerefinle masturbasyon yap bari.

    ayrıca gabriel'e çok yazık oldu. adamın tek suçu ilk olmasıydı. yanına tekrar geldiğinde de bakmadın yüzüne. gelmişsin 150 yaşına, ellemeyen kalmamış kısacık tatilde, bir sevaba gireyim hayrına şununla da sevişeyim demedin be kadın. mülayim sert gibi para bile dağıttın da şu gabriel'in yüzünü güldürmedin ya taş olsun be vajinan.
    son olarak; ulan bu denizde havuzda neden kimse yüzmüyor? tek bir sahnede suya girildi, onda da rehabilitasyon merkezi gibi kutu kutu pense oynuyordu yaşlı başlı insanlar.

    --- spoiler ---

    üzerinden biraz zaman geçtiği için notları pek iyi toparlayamadım ama etkileyici bir filmdi. 9/10.
hesabın var mı? giriş yap