• bu eserde emin türk eliçin'in 1969 senesinde yazdığı kemalist devrim ideolojisi isimli eserinden epeyce alıntı bulabiliriz. yazıldığı dönemi de dikkate alırsak kemalist devrim ideolojisi, paradigmanın iflası'nın yanında epeyce sert bir kitaptır. paradigmanın iflasında türk bağımsızlık savaşının anti emperyalist olmadığını, kürt toplumu açısınından emperyalist bir savaş olduğunu, lider kültünün ardına gizlenmiş bir burjuva sınıfı yaratma çabasının bulunduğunu, devlet eliyle modernleşmenin çok daha evvel başlatılmış olduğunu ifade eden düşünceleri görürüz. okunması gereken eserlerdendir.
  • kitap, çeşitli nedenlerle övgüye mazhar. öncelikle bunları sıralayalım: değişik, sıra dışı bir perspektiften konulara yaklaşma gayreti, septik bakış açısı ve dozaj problemi aşikâr olmasına rağmen eleştirel ana teması.

    bu kitabı farklı bir zihinsel pratiğe açık oluşundan herkesin bir kez okumasını isterim. daha doğrusu göz atmak gerekir. fakat ileride değineceğim, akademik bir çalışma olarak nitelendirilmesi bence pek mümkün değil, kişisel düşüncelerin derlenmiş ve yazıya dökülmüş hali demek çok daha mantıklı. yine bir arkadaşın üstte yazdığı şekilde, hele hele vaktiniz kısıtlıysa hiç bulaşmayın. kesinlikle değmez.

    bir defa osmanlı devleti'nde ilmiye sınıfı bahsedildiği gibi gerçekten çeşitli imtiyazlara sahip miydi? tarihçi harold lamb, kanuni isimli kitabında, örneğin beylerbeyleri ve ağaların görev süresince biriktirmiş oldukları servetlerin, ölümleri halinde devlete intikal ettiğini yazmaktadır. ayrıca klasik osmanlı iktisadi teşekkülünün servaja ve feodalizmin en ilkel biçemine bile müsait olmadığını biliyoruz. devlet/kul korelâsyonu nedeniyle. özel mülkiyetin de sistem tarafından engellenmeye çalışıldığı bir ortamda en iyi ihtimalle özel mülkiyetlerin 17. yüzyıldan itibaren görülmeye başlandığını söyleyebiliriz. tımar, has ve zeamet gibi dirliklerde miras yoluyla intikal söz konusu değildir. anlatılmaya çalışılan şey mevki işgal edenlerin statü ayrıcalıkları ise bile, ayrıcalıklı denilen sınıfa mensup birinin sıradan bir reaya üyesine dönüşmesi padişahın iki dudağının arasına baktığından, pratikte gerçekleşmesi son derece kolay, anlık bir hadisedir bu.

    aydınların devlet ricali ile olan ilişkileri ve etkileri üzerine, karar vericilerin konulara ilişkin bilgi düzeyleri, geçmiş deneyimleri, bulundukları ülkenin siyasal kültürü, hatta ve hatta kişisel özellikleri ile ilgili faktörlerin göz önünde tutulmadığı görünüyor kitapta. (örneğin; pragmatist mi, karizmatik mi, hangi tür lider) zira tayyip erdoğan’ın davos çıkışı örneğinde olduğu gibi, diplomasi, zaman zaman öngörülemeyen, fevri davranış kalıplarına da gebedir. danışmanlık hizmeti veren kişi veya kurumların etkisinin sınırını göstermesi bakımından bu örnek, -hem de çok yakın bir tarihten- son derece yerinde gibi görünüyor.

    kitapta sürekli teşhisler yapılmış. fakat tedavi seçenekleri verilmemiş. tercih/zorunluluk diyalektiğinde ele alınması gereken meseleler dahi, katıksız biçimde/ölçüde ve sürekli bir eleştiriye konu edilmiş. (osmanlı’nın son dönemindeki gibi, yeni kurulan genç türkiye cumhuriyeti'nin de ilke olarak, sovyet rusya’ya karşı bir tampon bölge oluşturarak ortadoğu pazarından pay almak isteyen emperyalist devletlerin çıkar çatışmalarından yararlanmayı seçmesi önermesinde olduğu gibi)

    örneğin bir kore savaşı konusunda o anki konjonktürde (işte tarihsel olaylarda en çok göz ardı edilen ve o nispette hataya sebebiyet veren kısım) savaşa katılıp katılmama yönünde alınacak her karar şüphe yok ki eleştiriye tabidir. ve her iki görüşün taraflarının da kendilerince haklı argümanları var olacaktır, vardır da. dolayısıyla kayıtsız şartsız eleştiri, her eylemde/konuda o yöne doğru mecburi bir yönelim taşıyor gibi bir hava sezinliyor insan ister istemez kitabı okurken.

    kitapta, resmi tarih tezleri sağlam temellendirilemediği için eleştiriliyor ama yazarın kendisinin de havada kalan çok fazla savı var. bunlardan biri emperyalistlerin savaşma niyetiyle gelmedikleri ve savaşmadan çekildikleri savı. (s.50) spesifik bilgi gerektirmeyen basit bir tarih bilgisine haiz her birey kendi içinde bu savın sağlamasını yapabilir. bütün iyi niyetimizle savaşma amacıyla gelmediklerini kabul edersek bile aklımıza ingilizlerin o meşhur diplomatik ilkesi gelmektedir: ingilizlerin sürekli dostları veya düşmanları yoktur, daimi çıkarları vardır. uluslar arasındaki politikaları net biçimde ifade eden bu genelleme, ani manevra değişimlerinin devletlerarası politika ve ilişkilerde ne denli fazla olabileceğini bize açıkça gösterir niteliktedir.

    yazarın 44. sayfada cumhuriyet dönemi idealist-seçkinci dünya görüşünün simgelerinden biri olmakla itham ettiği niyazi berkes, bakın ilk basım tarihi 1931’e tekabül eden yazılarından birinde ne diyor:

    "bizim batı ile tanışmamız yeni değildir. şöyle böyle yüzyıllık bir geçmişi vardır. bu süre içinde yüzlerce genç batının en büyük kentlerinde, en büyük üniversitelerinde, en önemli bilim dallarında okudular. …böyle olmakla birlikte, doğruyu söylemek gerek, biz hala bilimsel çalışmayı bağımsız bir hale getiremedik. batıda olduğu kadar bile bir bilim geleneği, eğitimi ve anlayışı kuramadık. bunu en çok sosyal bilimler alanında görüyoruz. bu alanda henüz ne batıda yapılan çalışmaları ve ilerlemeleri yeterince biliyoruz, ne de onlara bir şey katmış bulunuyoruz. bunun en iyi işareti, bu yollarda taklitçilik ve ezbercilik ötesine gidemeyişimizde görülür. …acaba bu neden böyle oluyor? bir defa batıda düşüncenin tarihi, batı uygarlığının tarihiyle atbaşı gider. batı uygarlığının tarihi de bir uygarlığın gelişme tarihi olduğu için bir bütündür, bir yolun devamıdır. biz bu yolun içine ancak son zamanlarda katıldık. …bu yüzden batı bilim hayatının özünü anlayamadık.

    …buna nasıl ve ne zaman bir son verebiliriz? …düşüncenin toplum içindeki yeri ve saygınlığı bakımından politika ve yönetim yerinde bulunanlar, bilim alanında bulunanlara, duruma göre, adeta günlük emirler veriyorlar. bilimin özgürlüğü ve gelişmesi bakımından öldürücü olan bu politika+bilim siyaseti ve onun ürünü düşünceler, kimi felsefi terimler altında heybetli görünüyorlarsa da, düşünce tarihinin çeşitli dönemlerinde görülen bir yozlaşmanın belirtisidir. "

    kaynak: niyazi berkes, felsefe ve toplumbilim yazıları, istanbul, 1985, ss. 242-246

    ayrıca sayfa 53’te tanzimat ve ıslahat fermanları'nın ilerici nitelikte düzenlemeler olarak değerlendirilmesinin hatalı olduğunu söyleyerek, bu düzenlemelerin ilerici hareket sayılmalarına sebep olarak, bunların ne olduğuna düzenlemeleri yapanların kendilerinin karar vermesini gösteriyor. oysa bildiğimiz gibi, tanzimat fermanı için bir nebze geçerli olabilecek bu yaklaşım ıslahat için tamamıyla yanlıştır. zira tanzimat (1839) iç dinamikler neticesinde şekillendirilmiş bilinçli bir adım iken, ıslahat (1856) ne yazık ki devletin o dönemki güçsüzlüğü neticesinde dışarıdan adeta devlete dayatılmak suretiyle mecburen hayata geçirilmiştir. yani dikte ettirilmiştir. toktamış ateş’in siyasal tarihi'nde bu husus açıkça belirtilmektedir. (bkz: toktamış ateş) (bkz: siyasal tarih)

    bunlar son derece fahiş, daha ilk bakışta göze çarpan hatalardır. hakemli dergi makalelerinde bile değil ve fakat üniversite lisans bitirme tezlerinde bile bu tarz, en ufak bir müsamahaya yer vermeyecek ölçüde yapılan hatalar, kitabın akademik disipline olan uzaklığını gösterir nitelikte.

    osmanlı devleti'nin asyatik üretim yapan sınıflı bir toplum olduğu, bürokrasinin egemen sınıf olduğu ve aşırı merkeziyetçi devlet yapısının devlet dışı güçlerin yaşamasına olanak vermeyişi tespiti, ayrıntılı bir mülahaza faslına gerek bırakmayacak ölçüde, zaten bilinenin, malumun ilamıdır. zira bu durum başta sencer divitçioğlu, halil berktay gibi isimler olmak üzere konu ile ilgili çalışmış kişilerin yapıtlarında duru bir şekilde dile getirilmiştir. bunda şaşılacak bir durum olmasa gerektir. savunulan şey, bu mevcut durumun reddinin yanlışlığı ise, bunu yeni bir şey bulmuşçasına sunmak değil, o minvalde yapmak daha doğru olacaktır. amerika zaten keşfedilmiştir, tekrara ihtiyaç duymaz.

    bütün bunlardan, yazarın son tahlilde sakat bir metodoloji izlediğini çıkarsamak mümkün. eklemek gerekir ki, üstte belirttiğimiz biçimde, sınıflar arası geçiş hükümdarın tek bir sözüne/hareketine baktığından, yazarın dile getirdiği seçkin zümre iddiası kendi söyledikleriyle bir çelişki yaratır gibi durmaktadır. nitekim osmanlı tarihine dikkatlice bakıldığında devlet büyüklerinin/adamlarının (vezir-i azam, paşa vs. gibi) azledilmeleri, katledilmelerinin örnekleri sayıca hayli çoktur.

    atatürk, yine şahsi kanaatimce, kişisel tasavvurlarından belki de çoğunu gerçekleştiremeden bu dünyadan ayrılmıştır. ömrü vefa etmemiş, yapmak istediği şeylere muvaffak olamamıştır diye düşünüyorum. nitekim metin heper de, esas atıfta bulunulması gerekenin atatürk'ün yaşam süresince varolan devlet değil, onun meydana getirmeye çalıştığı devlet olduğunu belirtir. atatürk'ün geliştirmeye, yaratmaya gayret ettiği devletin tam anlaşılamadığına vurgu yapar. dolayısıyla bugün hala tekdüze sorunlar yumağıyla boğuşuyorsa bu ülke ve sürekli bir dejavu halinde yaşıyorsak, salt kemalist eleştiri ne derece sağlıklıdır?

    ismail cem’in de söylediği gibi: "cumhuriyetin 1923-1938 dönemindeki başarısızlığının temel nedeni yönetimin sınıfsal yapısıdır. ayrıca iyi niyetli unsurların sosyoloji ve ekonomi konularındaki tecrübesizliğidir. bu iki noktadan hareket edildiğinde ..aynı yapıdaki bir yönetimle daha başka sonuç almanın imkansızlığı görülmektedir. "

    kaynak: ismail cem, türkiye’de azgelişmişliğin tarihi, istanbul, 2010, s. 249

    mustafa kemal, 1938’de ebediyete intikal etmiştir fakat ulus/toplum, geçen bunca yılda neler yapmıştır kabuğunu yırtmak için? elde etmek istedikleri şeyler için, değişim için yeterli bir kollektivite örneği yaratıp sergileyebilmiş midir? sürekli devletin kafasına vurup lokmasını aldığı, her şeyin tepeden inme yapıldığını savunan halk, bu devranın dönmesi için herhangi bir çaba sarf etmiş midir?

    kafasına estiği an anayasa yürürlüğe koyup, istemediği zaman meclisi fesheden abdülhamit, "artık başbakan sensin, ister asarsın ister kesersin." sözünü duysa bugün (dünya değişmiş, bambaşka bir hale gelmiş, kendi devri iktidarından 100’ün üzerinde yıl geçmişken, 21. yüzyılın eşiğinde), acaba ne derdi/düşünürdü? üstelik günümüz sivil toplumu herhalde istibdat döneminde olmadığı kadar görece son derece özerktir bugün. bu soruların cevapları üzerinde de dikkatle düşünmek gerekir zannediyorum.

    laik devlet denmekle laik olunmadığı, benzer biçimde sosyalist devlet denmekle bir devletin yine sosyalist olamayacağından bahsedilmiş. katıldığım bu önerme, bana üniversite yıllarımdan derste bir hocamın sarf ettiği sözü hatırlattı: "hukuk devleti diyorlar. hukuk devleti nedir? hukuk devleti bir idealdir. ideali niteler. yani buna uzak ve yakın devletler vardır. türkiye'nin de bunun neresinde olduğu sizin takdirinizdir. " burada kesiyorum, sanırım bu açıklama insanları bunun üzerinde düşünmeye sevk etmek için yeterlidir.

    ayrıca yazarın anlattıklarına bakılırsa uluslar arası ilişkilerde transnasyonalizm’den, globalist teorilerden bağımlılık ile merkez-çevre kuramlarından, karşılıklı bağımlılıktan haberi olmadığı hissediliyor. ya da en azından bunların hesaba katılmadığını görmekteyiz. oysa kuruluş dönemindeki cumhuriyeti; içtimai, sosyal, iktisadi, ticari boyutlarıyla ele alıp inkılâpları, sınaî atılımları, devlet hamlelerini ve diğer ülkelerle olan ilişkileri değerlendirirken bunlar es geçilmemesi gereken olgulardı.

    ve şuna eminim ki atatürk yaşasaydı, bu kitap yazıldıktan sonra, yazarı mahkûmiyete hükmeden bir yargı kararına karşın, kendisinin hapse atılmasını ‘inisiyatif’ kullanarak bizzat engelleyen kişi olurdu. zira o devlet adamlığı da yapmış farklı bir generaldi. türkiye’de görev yapmış prof. dr. ernst eduard hirsch’in dediği gibi: "her general atatürk gibi olamaz." bunu hangi amaçla kime hitaben söylediğini de bir zahmet bilmeyenler araştırsın, öğrensin, her şeyi önünüze beklemeyin. o kadar da hazırlopçu olmayın.

    üstelik benim buradaki amacım diğerleri –ve kitapta bahsedilen kişiler- gibi şovenist bir üslup takınarak onu göklere çıkarıp üst bir mertebede konumlandırmak falan değil. mustafa kemal’in kendisinin de buna ihtiyacı olduğunu zannetmiyorum. bir süre önce mahmud ahmedinejad türkiye ziyaretinde anıtkabir’e gitmediği için çok eleştirilmişti mesela. o zaman da aynen bu şekilde düşünmüştüm. ben, yalnızca dünyaya nadiren gelen ve farklı milletlerce de dehasına saygı gösterilen, gerçekten nitelikli olduğu her halinden anlaşılır, ''evrensel'' bir kişiliğe hürmet gösteriyorum. yine eminim, yaşasaydı bu dalkavuklara haddini kendisi bildirirdi. ilaveten, bir kez en az 3 çocuk yapmaya başladıktan sonra, bu ülkede daha fazla kraldan çok kralcı üreyecek gibi geliyor bana. (bkz: en az 3 çocuk yapın)

    kitapların artık basım aşamasına gelmeden toplatıldığına şahit olduğumuz 2011 yılı türkiye’sinde, fikret başkaya en azından kitabı yazdıktan ve neşredildikten sonra hapis yatmış oluyor! bu trajikomik vaka, örnek bir ülkenin gelişmişlik düzeyini göstermesi nedeniyle son derece mühim. kimileri de gelişmişlik düzeyinin meçhul olduğunu söylerse buna da bir itirazım olmaz. ayrıca günümüz entellektüellerinin bu son yaşanan olaylara gösterdikleri (?) tepkilerin yorumunu da yine başta fikret başkaya olmak üzere herkesin kendisine bırakıyorum. (bunu söylerken ülkede entelektüel olduğu zımnen kabul edilmiştir, zaten yok diyorsanız cevabı boş bırakın)

    (bkz: julien benda) (bkz: aydınların ihaneti) (bkz: edward said) (bkz: entelektüel)

    çok çok kısa bir zaman diliminde, kabaca yapmaya çalıştığım bu değerlendirme sonucu şunu ifade etmek isterim ki, basit bir yüksek lisans mezunu olarak, sayılanlar çok bariz, daha ilk bakışta göze çarpan şeyler. anlatılan olayların iç yüzünü bilmeyen, daha vahimi, yaşadığı ülkenin hangi devlet şekliyle yönetildiğini bilmeyen türk vatandaşları, bence bütün bu yazılan değerlendirmeleri okurken, kitapta sürekli sözü edilen manipülasyonlara bir kere daha maruz kalmaktadır. veya diğer bir deyişle, manipülasyonların kucağına adeta itilmektedir. son derece doyurucu bilgi için bülent tanör'ün osmanlı-türk anayasal gelişmeleri isimli kitabı edinilip dikkatlice okunmalıdır. son olarak bunu belirtebilirim.
  • fikret başkaya'nın korkusuzca resmi ideolojiyi eleştirdiği kitabı.
    çoğu yeri insana "ben bunu düşünmemiştim" dedirten fakat bazı yerleride yazarın sadece uğradığı baskıların hırsıyla yazdığını düşündürten kitap.
    önyargısız okunduğunda, her sayfa için yazarının 1 günden daha fazla hapiste kaldığı düşünüldüğünde kitabın değeri, ufuk açıcılığı ve resmi ideolojik dayatmaların ufuk daraltıcılığı daha iyi görülebilir.
  • hayatımı değiştiren kitaplardan biri... yıllar yılı neden diye kafamı kurcalayan devrim abartmalarının altında yatan gerçekleri* kral çıplak diye haykıran bir kitap. kitabın bazı bölümlerinde zaman mekan ve koşolları gözardı ederek farklı anlaşılabilecek noktalara deyinse de, hayatınızda yeni ufuklar açacağından eminim. kitapla birlikte bu sıralar ırakta olanları takip ederseniz anlaşılırlığı kolaylaşacaktır. ardından osmanlı tarihine yolculuk için (bkz: yediyüz)
    tarih ya da siyaset bilimine ilgi duymuyosanız bu iki kitaba kesinlikle yaklaşmayın
  • arka kapak yazısı:

    gerçekten mustafa kemal ve onun "inkılâpları"yla ilgili olarak yaratılan efsane, yediyüz yıllık hilâfet ve saltanat devrinde yaratılmamıştır. ilginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır!
    topluma rasyonel düşünceyi egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe üretmişlerdir. putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler. cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu!..
  • "...artık insanlığın geleceğini temsil etme 'ayrıcalığının' batı'nın elinden alınması gerekiyor... eğer homo sapiens gerçekten adına layık olduğunu kanıtlamaya niyetliyse; öncelikle insanlığı hızla felakete sürükleyen bilim ve teknolojiyi 'ayrıcalıklıların' elinden alarak, yeniden biçimlendirmesi ve yönlendirmesi gerekiyor. bilim ve teknoloji düşmanlğı kadar, aşırı bilim ve teknoloji hayranlığının ve fetişizminin de tehlikeli olabileceğinin bilincine varmak ve bu yönde harekete geçmek gerekiyor. herhangi bir yere termik santral mı kurulması, yoksa fidanlık mı yapılmasına yöre halkı değil de 'uzmanlar' ve 'bilim adamları' karar verdiği sürece, bilim ve teknolojinin bir baskı ve sömürü aracı olarak kullanılmasının önüne geçilemez. ne ki, sanayileşmiş ülkelerde liberal, azgelişmiş ülkelerde de işbirlikçi oligarşilerin iktidarına son verilmedikçe çözümsüzlük devam etmek durumundadır..." son sözü ile biter.
  • kültür ve turizm bakanlığı sesli kitap projesi'nde yer almış kitap. ha bir de yazarının yirmi ay hapse mahkum edilmesine neden olmuştu söz konusu kitap. ya ben lan neyse bişey demiyorum.

    istanbul - doç. dr. fikret başkaya 'bölücülük propagandası' yaptığı için 20 ay hapis yattığı 'paradigmanın iflası' kitabının kültür ve turizm bakanlığı sesli kitap' projesinde yer almasını 'ironik' olarak niteledi.
    kitapta yer alan düşüncelerin, zamanında 'bölücü' olmakla suçlandığını hatırlatan başkaya, sabıkalı kitabının kültür ve turizm bakanlığı'nın internet sitesinde yer almasının şaşırtıcı olduğunu ancak kendisine hapis cezası veren zihniyetin değiştiği anlamına gelmediğini söyledi. başkaya, "bu olay rejimin niteliğinin değiştiğini göstermiyor. kürt sorununu tartıştığım için kitabım yasaklandıysa, bugün bu zihniyet değişmedi. türkiye cumhuriyeti kürt sorununu hâlâ asayiş sorunu olarak görüyor, bir arpa boyu yol bile gelinmiş değil" dedi. kendisi hakkında halen bir dava, bir soruşturma olduğunu anımsatan başkaya, "önce fikirlerinden dolayı hapsedilip sonra bu fikirlerin sakıncalı bulunmaması
    ironik bir şey" diye konuştu.
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=195312
  • "resmi ideolojinin eleştirisine giriş" altbaşlığıyla yayınlanan ve adını hakeden, mevcut devlet algınızı olduğu gibi sarsabilecek nitelikte ve güçte yine bir başka fikret başkaya kitabı olan yediyüz'le peşi sıra okunması gereken eser.
  • doz yayıncılıktan çıkmıştı. 1991-1992 tarihlerinde yayınlanmıştı galiba. o zamanlar değil de 90'ların ikinci yarısnda okumuştum. haliyle nefret etmiştim o zamnalr. şimdi okusam başka bakarım. kapağında kesik kesik "altı ok" resmi vardı. içinde ise ilk bölüm marks'tan bir epigrafla başlıyordu. şimdi var mı hâlâ piyasada bilmiyorum. toplatıldı mı, satılıyor mu...?
  • milli mücadelenin anti-emperyalist olmaması ile ilgili kesin yargısı ile kafa karıştıran kitap. aslında, osmanlıyı birinci dünya savaşına sokan en önemli faktör balkanlardaki kayıplardır. peki emperyalist savaş nedir? yani, a ve b ülkelerinin ikisi de emperyalist diyelim. bu emperyalist çıkarlar ve hedefler kesişince savaş çıktı, bunlar savaşıyor. bu savaş emperyalist savaş mı oluyor, yoksa anti-emperyalist mi oluyor? diyeceğim o ki, herkes zaten emperyalist. gücü fazla olanda bu daha fazla göze batıyor. gücü düşük olanda ise bu temel durum göze batmıyor. osmanlı ise o dönemde devler liginden düşmüş, hasta adam, güçsüz...

    emperyalist rüyalar görüyor ama realist olarak da ülkenin yarısını kaybetmiş afedersin. neyin emperyali? neyine empayr?
hesabın var mı? giriş yap