• edilgenlik anlamındaki passive kelimesinden değil de latince barış anlamındaki pax kökünden (italyancada pace haline dönüşür) gelen ve türkçe yazılışları aynı olan bu kelimelerin anlamları da aynı gibi görüldüğü için türkiye'de sıkça edilgenlikle yani pasif olmayla karıştırılan bir kavram olup; şiddet karşıtlığı ve silahsız mücadeleyi sakrosankt görerek barışı her ne pahasına olursa olsun koruma yükümlülüğüyle karakterize olan en gelişkin toplumsal ve siyasi düşünce çerçevesidir (passivism değil pacifism).

    düşünülenin aksine çoğu pasifist faksiyon çok sivridir; pasifizmin etliye sütlüye bulaşmamak diye bilinmesi yanlıştır, zira radikal derecede barışı savunur. aktivizmin zıddı değildir. pasifizm tahammül edemediği durumları aktif şeklide değiştirmeye çalışır (passive=pasif değil, pacifist=barışçı). radikal pasifizm ya da aktif pasifizm diyebileceğimiz bu kavramın örneklerini kendilerini nükleer santrallerin etrafına zincirleyen greenpeace üyeleri ya da prag baharında tankın karşısına dikilip namlusuna çiçek koyan gençler pek güzel verir mesela.

    herhangi bir nedenle, hukuki nedenlerle bile insanların öldürülmesini ya da şiddete maruz kalmasını kabul edebiliyor, bağımsızlık savaşları dahil herhangi bir savaşı haklı görebiliyorsanız pasifist değilsiniz.
  • kesin bir şekilde anlatılması için belki de basit örneklemelere ihtiyaç duyan kavram:
    aynı anda tek kişinin geçebildiği bir köprü düşünelim, karşı tarafın köprüde yürümekte olduğunu göre göre köprüye çıkarsanız durumunuz haksızdır (acil durumları yoksayalım bir an).
    -karşılaştığınız kişi kendi geçiş hakkı olmasına rağmen gerisin geri dönüp size geçiş hakkını verirse yaptığı pasifizm değildir, centilmenliktir, pasifliktir (passive=edilgen anlamında), belki de korkmuştur sizden.
    -karşılaştığınız kişi yumruklarını tehditkar bir şekilde kaldırıp sizinle dövüşmeye hazırlanırsa onun yaptığı militarizmdir, haklarını per vim savunmaktır, haklıyken haksız duruma düşmektir.
    -karşılaştığınız kişi herhangi bir saldırı pozisyonu almadan köprüye sıkıca tutunur ve geri adım atmayacağını size belirtirse o kişi pasifisttir (pace kökünden gelen pacifist=barışçı anlamında). hakkının bilincindedir ve bunu barışçıl şekilde savunmaktadır.

    pasifizme karşıt kavram arayanlar için militarizm ya da martialism önerilebilir.
  • bir cok kisinin zannettigi uzere apolitik, geride duran, hareket etmeyen, gorus bildirmeyen anlamina gelmez. koken olarak latince pax yani baris demektir.

    pasifist her kosul altinda siddetten kacan, barisi savunan kisidir. apolitik, etliye sutluye karismayan degildir yani. celik gibi sinir gerektirir. polisin siktigi biber gazina tas atmamaktir mesela ya da polise börek ikram etmektir. öbür yanagini cevirmektir. aktivizmin zitti degildir yani.
  • pasifizm denince akla gelen ilk örnek mahatma gandhi olsa da, ondan yaklaşık 20 yüz yıl evvel yaşamış olan meryemoğlu isa, hristiyan yahut müslüman olunmadan da, pasifizm'in en güçlü sembolü olarak kabul edilebilir.

    islam'da sözü edilen hayatı her ne kadar farklılıklar içeriyor olsa da, incil'den öğrendiğimiz kadarıyla meryemoğlu isa, "hristiyanlık" gibi fırsat bulduğunda ziyadesiyle militaristleşebilen bir dini asla kurmayacak kadar barış yanlısı bir insandı. ki, bunun en somut örneği de matta ve luka'nın aktardığı "diğer yanağı çevirme" öğretisidir;

    «"göze göz, dişe diş" dendiğini duydunuz. ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.» (bkz: matta 5:38-39)

    «ama beni dinleyen sizlere şunu söylüyorum: düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin. bir yanağınıza vurana öbür yanağınızı da çevirin. abanızı alandan mintanınızı da esirgemeyin.» (bkz: luka 6:27-29)

    ister desteklensin, ister desteklenmesin; meryemoğlu isa'nın kavgacı romalılar ile kavgacı yahudiler arasında böyle bir pasifizm ile kendini göstermiş olması, her ne kadar genç yaşta ölümüne sebep olsa da, öğretilerinin günümüze kadar büyük bir güçle ulaşmasında kesinlikle en temel etmendi.
  • - you know, dude, i myself dabbled in pacifism once. not in 'nam of course.
    walter sobchak, the big lebowski
  • sosyalizm ve seks ile ortak noktası doğru yerde hepsinin çok güzel oluşu, bunlar için tasarlanmamış yerlerde ise hepsinin çok yıkıcı olabilmesidir.
  • mutlak tepkisizlik.
    kötülüğe karşı iyilik yapmak, başka bir anlamda diğer yanağı uzatmak olarak kesinlikle algılanmamalıdır. kötülüğe iyilikle karşılık verdiğinizde size iyilik yapmış olanlara haksızlık etmiş olursunuz.
  • bir örnek vermek icab ederse;

    coen biraderlerin big lebovski filminde herkesin dude diye hitap ettiği jeffrey lebowski hatırıma geliverdi.

    odasını dolu gösteren halı onun için 1 milyon dolardan $$$ daha değerliydi..
    şaka bir yana cidden halı odasını büyük gösteriyordu.. neyse oda bir pasifistti sonuçta
  • öncelikle pasifizmi savunan iki argüman var. bunları birbirinden ayıralım. (1) etik argüman (2) stratejik argüman (bunları salladım, terminolojide sıkıntı olabilir)

    1) etik argüman: "kafama biri silah dayasa, elime de silah verseler yine de onu vuramam".

    bunun tartışılacak bir yanı yok. kişinin karakteri öyleyse öyledir. karakterin nasıl olduğu ise ancak kafaya silah dayanınca belli olur. ben eskiden böyle olduğumu iddia ediyordum. ama muhtemelen aslında şöyleyim. bu argümanla pasifist olduğunu iddia edenleri sevin ama çok da itibar etmeyin. zira işin aslı ölüm korkusu devreye girdiğinde ortaya çıkar.

    2) stratejik argüman: "hedeflediğimiz şey(ler)e şiddet kullanmadan ulaşmak daha olası".

    genel olarak tartışılan argüman bu. ben bu tartışmada önkabul olarak weber reyiz'in şiddet tekeli kavramını baz alıyorum. weber şunu diyor: "devlet belli sınırlar dahilinde meşru şiddet kullanma tekeline sahip tek kurumdur". bir daha okuyun lan bu kısım önemli: "devlet belli sınırlar dahilinde meşru şiddet kullanma tekeline sahip tek kurumdur".

    heh, bu durumda şiddet içeren eylemlerin benim nazarımda iki amacı olabilir: (1) şiddete başvurduğun sınırlarda hakim olan devlete başkaldırıyorsun, veya (2) devleti yönetenlerin şiddeti meşru kullanmadığını düşünüyor, yönetenleri değiştirmek istiyorsun.

    arzulanan gerçekten de bunlardan biri olabilir. mesela ben pkk ya da dhkp-c neden devlete karşı şiddet kullanıyor diye eleştirmem (şiddeti sivillere karşı kullanmalarını eleştiririm). çünkü bu gruplar zaten ya hakim devlete karşı, ya da bu devleti yönetenleri değiştirme iddiasındalar.

    şimdi bu perspektiften yakın geçmişteki iki olayı inceleyim: (1) 28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi ve (2) 31 mart 2015 cumhuriyet savcısının rehin alınması

    1) 28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi :
    olayın toplumsallaşmasına sebep olan neydi? devletin şiddet tekelini meşruiyetini kaybedecek bir biçimde kullanmasıydı. yoksa ağaç falan ikinci hatta üçüncü planda olan şeyler. yalnız şunu ıskalamayalım; eylemcilerin çoğu devletin varlığına değil, şiddetin kullanılış şekline karşı tepkisini göstermek için sokağa çıktı. ilerleyen günlerde gezi eylemcilerinin bir kısmı şiddet kullanmaya başlayınca (ve medya da bunu pazarlamaktaki görevini layıkıyla yerine getirince) toplumun büyük bir kesimi gezi'den desteğini çekti. şimdi sağda solda görüyorum, sözlükte de bolca var, "gezi'yi ilk üç gün ben de destekledim" diyenlerle afedersiniz t.şş.k geçiyorlar. halbuki birkaç tanesi arkadaşım olduğu için biliyorum, bu kişiler samimiyetle ilk günlerde gezi direnişçilerinin yanındaydı. ne zaman haberlerde ters çevrilmiş arabaları görmeye başladılar o zaman bunların kafada şalter attı. "maksat ağaçsa neden kamu malına zarar veriliyor?", "her eline silah alan istediğini yaparsa anarşi olmaz mı?" falan diye sormaya başladılar. yani haberi olmadan webercilik yapıyor keratalar. meşru şiddet tekelini toplumsal sözleşme ile hakim devlete veriyorlar. bunu “kim haklı?” tartışmasından bağımsız olarak söylüyorum. maksat empati.

    2) 31 mart 2015 cumhuriyet savcısının rehin alınması:
    şimdi bu olay nasıl olsa iki sene sonra unutulacak, sonradan okuyanlar için özet geçeyim. 31 mart 2015 günü iki dhkp-c militanı berkin elvan davasına bakan savcı mehmet selim kiraz’ı odasında rehin aldı. berkin elvan’ın ölümünden sorumlu polislerin isimlerinin canlı yayında açıklanması ve bu polislerin halk mahkemesinde yargılanması gibi talepler öne sürdüler. sonuçta polis müdahale etti. hem savcı kiraz hem de iki eylemci öldü. detaylar ilgili başlıkta var.

    bu olayın benim tarafımdan ilk okuması şu: "eğer adalete güven kalmazsa eline silah geçiren kendi adaletini kendi arar". katılırsın katılmazsın ayrı, ama burada militanların adalete güvenleri kalmamış. bu devletin ve hukukunun meşruiyetine inanmıyorlar. bu yüzden adaleti şiddet kullanarak arama yolu seçiyorlar. diğer talepleri de (halk mahkemesi vs.) bu bakışın uzantısı.

    fakat diğer yandan devlet perspektifinden bakınca asla ve kat’a şiddet kullanan bir kurumla müzakere edilmemesi gerekir. çünkü devlet açısından bu kendi şiddet tekelini müzakere etmen anlamına gelir (weber lan işte ne çabuk unuttunuz). bunun diğer bir tercümesi şu: "bugün şiddet kullanan birine istediğini vermek, başka biri için de bu yolu meşru hale getirmek demektir. eğer şiddete boyun eğersen başka kişiler de istediğini almak için şiddete başvurabilir". çok komplike bir şey değil aslında. mesela çocuğunuz ağladığında istediğini yapıyorsanız, çocuk artık istediğini yaptırmak için ağlama yolunu seçecektir. bu kadar basit.

    neyse velhasıl eyyorlamam şudur; bir olaya yaklaşırken “pasifizm doğru yol mu?” sorusunun cevabı şu iki soruda gizli:

    1) “bu devleti yıkma ya da devleti yönetenlerin iktidarını sonlandırma gibi bir amacım var mı?”
    2) “hedeflediğim şey(ler)e ulaşmak için gereken gücü/taraftarı toplamak için ideal yol bu mu?”

    bu sorular ışığında yine gezi parkı eylemlerine bakarsak katılımcıların çoğunun temel isteği devleti yıkmak ya da hükümete yönelik bir darbe yapılması değildi. daha ziyade hayat tarzlarına müdahale edilmemesi, polis şiddetinin sorgulanması, yeşil alan talanına dur denilmesi falandı. araba çevirerek, barikat kurarak park içinde birkaç hafta daha kalmak neye yaradı? koca bir hiç. bunlar sadece gezi direnişi’nin bir kesimin gözünde terörize olmasına sebep oldu. hayat tarzına müdahale açısından hükümet daha da sivrileşti. eğer insanlar şiddet kullanmadan direnseydi, polis de eylemcileri zoraki bir şiddetle parktan çıkarsaydı bile bu olay çeşitli kazanımları olan ve toplumun genelince sempati duyulan bir mağlubiyete dönüşebilirdi (aynı direnişin ilk günlerinde olduğu gibi). dolayısıyla doğru olan yol pasif direnişti. en azından ben böyle düşünüyorum.

    bir de savcı kiraz’ın rehin alınması olayına bakalım. burada işler biraz daha çetrefilli ama bir şey neredeyse kesin: bu eylemle beraber davanın yakın gelecekte adil sonuçlanma şansı neredeyse sıfırlandı. bu sadece benim değil aynı zamanda berkin elvan’ın ailesinin de görüşü. ayrıca bu eylem yüzünden devletin çeşitli konularda uyguladığı ve uygulayacağı şiddet için toplum nezdinde meşru bir zemin oluştu (ör: avukatın üstünün aranması, iç güvenlik yasası vb.). fakat bir yandan çetrefilli. zira savcı kiraz ile benzer bir kaderi paylaşma ihtimalinden korkan diğer savcıların daha adil hareket etmek zorunda kalacaklarını savunanlar da var. doğru olabilir mi? belki olabilir. fakat hem genelde, hem de spesifik olarak berkin elvan davasında kaybettirdiklerinin yanında bu kazanım bence hiçbir şey. dolayısıyla bence bu eylem tarzı stratejik olarak doğru değildi. (atıyorum, belki militanlar belli bir süre sonunda teslim olsalar ve "korkutmak için yaptık, bundan sonraki eylemde gerçekten ateş edeceğiz" deseler toplumda nezdinde bulacakları destek daha fazla olabilirdi.)
  • gerektiginde elden kayip gitmesine aldirilmamali.

    bunun ne kosullarda ne zaman gerektigi siyasi bir sorun. ciddi bir sorun. lakin israil filistin meselesinde gayatri spivak'in pasifizm ustune soyledigi ciddiye alinmali, uzerine dusunmeli.

    "i would like to be a pasifist, but israil doesn't allow me to be that"
hesabın var mı? giriş yap