• dert tasa unutturan neşeli yiyecek. herkesin favori usulü kendine. benimki şöyle:

    patatesleri küp küp doğrayıp, 3-5 dakika tuzlu suda haşlayıp, tel süzgeçte soğuk sudan geçiriyoruz. tel süzgeci iyice sallıyoruz tüm damlalar düşsün. sonra borcama alıyoruz. patatesler borcamda biraz daha soğurken minik bir kasede sos hazırlıyoruz: zeytinyağı, sarımsak ve biberiye. sosu kaşıkla patateslerin üzerinde gezdirip, iyice karıştırıyoruz. (cumbul cumbul yağlamıyoruz, parlatacak kadar). harmanladığımız yağlı patatesleri tavaya yayıyoruz, altını açıp pişirmeye başlıyoruz. evire çevire altın gibi kızartıyoruz. o sırada da kenarda yoğurtlu ve paprikalı sos yapıyoruz. bandıra bandıra yiyoruz. bu kadar ucuz bir şey anca bu kadar güzel olabilir. mis.

    edit: ya madem bu kadar favlandı, fava tarifine de alayım sizi (bkz: #111239396)
  • bak, bunu bulan, keşfeden adamı takdirle karşılarım ben.
    düşün şimdi.
    yerin altından garip yamru yumru kahverengi şeyleri buluyorsun.
    bunları soymayı akıl ediyorsun.
    sonra bir takım adamların bitkilerin ümüğünü sıkarak elde ettiği sarımsı sıvıyı bir kenara koyuyorsun.
    o sıvıyı ateşte kızdırıyorsun.
    kızdırdığın sıvıya topraktan çıkan soyunuk patatesleri atıyorsun.
    belli bir süre sonra bunları alıyor ve göllerden, kayalardan elde edilen beyaz şeyi serpiyorsun. (gerçi sanmıyorum ilk keşfedildiğinde tuzlanmış olsun)
    nasıl bir zincir lan bu.
    büyük insanmışsın.
    öpücem.
  • anlatmayayım diyordum ama. off.

    yurtdışındayım. almanya'da. en son altı ay önce görmüştüm bizimkileri. bi boşluk oldu bilet ayarladım sırt çantamı alıp atladım uçağa. istanbul'a gidiyordum, bizimkilere süpriz yapmaya. öyle çatkapı çıkacaktım karşılarına ''ben geldim!'' diye. neyse havalimanı, otobüs falan evin sokağına geldim. içim nasıl kıpır kıpır, kalbim deli gibi çarpıyor. burada bizim evden bahsedeyim biraz. bizim ev sakin sessiz bir sokakta; bahçeli o bahçesinde çok güzel erik ağaçları olan (hatta onların bir ismi var) iki katlı bir ev. ikinci katında biz (ben de mi?) oturuyoruz.

    bahçe kapısından geçtim. eve giden merdivenleri tırmandım yavaş yavaş. merdivenlerin sonunda, giriş kapısının hemen yanında mutfak penceresi var. son basamaktaki biri bütün mutfağı görebilir ordan. o son basamakta durdum öylece. annem içerdeydi çünkü. ocağın başında patates kızartıyordu. kardeşim de mutfağın kenarındaki masanın başında oturmuş annemi izliyordu. patatesleri bekliyordu haspam!

    elim zile gitmedi. çalamadım kapıyı. hafif aralık pencereden gelen o kızarmış patates kokusu, canım kardeşimin bekleyişi, annemin ocağın başındaki o hali. bir şeyler düğümlendi boğazımda. sanırım ilk defa o an anladım ben olmadan da hayatın devam edebileceğini. ben olmadan da renklerin, kokuların, mutlulukların ve paylaşılan o çok değerli küçük anların akıp gidebileceğini. sanırım hayatımda ilk defa o an anladım her şeye büyük anlamlar yüklemenin aslında ne kadar anlamsız olduğunu. hayat dediğimiz şu hayhuyda herkesin kendine ait bir anının olduğunu, kimsenin vazgeçilmez olmadığını, bir insan -ki artık o her kimse- olmadan da hayatın devam edebildiğini. hasbelkader içine savrulduğumuz şu hayat denen şeyde kimseyi kırmadan, kimseyi incitmeden sadece iyi bir insan olarak yaşamak gerektiğini. sanırım ilk defa o an anladım.

    evimiz sahile yakın. bir iki sokak geçince sahile çıkıyor yolu. geri indim merdivenlerden. yol üstündeki bi tekelden bir şişe şarap aldım. biraz sonra sahil kenarındaydım. kayalıklara oturdum. müzik dinledim. şarabımı içtim. geri döndüm sonra. aynı yolları yürüdüm. aynı merdivenleri çıktım. mutfakta kimse yoktu bu defa. zili çaldım. babam açtı kapıyı. otuz yıllık oğluydum ama yüzündeki o ifadeyi hayatımda hiç görmemiştim. annem geldi sesleri duyup. otuz yıllık oğluydum, hiç görmemiştim böyle parıldadığını gözlerinin. bir evlat sadece çok uzak yerlerden geri dönüp ailesini böyle mutlu eder mi? ediyormuş meğer. ve meğer hepimizin bir yeri varmış bu hayatta. sen unutulduğunu sansan da, sen günlerin sensiz de geçtiğini sansan da; seni seven insanların içinde bir yerlerde parça parça, ilmik ilmik bir düğüm oluyormuşsun, yalnızca sana kavuştuklarında çözülecek olan.

    hep beraber patates kızartması yedik o akşam. nasıl da lezzetliydi.
  • felaket lezzetlidir. lezzeti ne zaman katlanır biliyor musunuz?

    90'larda bir cuma akşamıdır. eve gelirsin. annen patates kızartması ve köfte yapmıştır. baban akşam yemeğini yemiştir. annen sen kardeşin yer sofrasına oturursun. bunları yiyerek süper baba izlersin.

    22 sene sonra o anları düşününce mutluluğun ne acayip ve anlaşılmaz bir duygu olduğunu anlarsın.
  • zirve lezzetine soba kuzinesinde ulaşır.

    görsel
  • allah güney amerika'dan patatesi bulup soframıza kadar gelmesini sağlayan ilk adamdan razı olsun.

    efsanevi yiyecektir. ki patatesin kendisi zaten efsanedir.
  • benden sözlük yazarlarına bir kıyak, patatesi kızartmadan önce bir kapta 2 yemek kaşığı sirke (evet bildiğiniz sirke) ve bir miktar galeta unuyla harmanlayıp öyle kızartırsanız, hayatınızda yediğiniz en lezzetli patates kızartmasını yemiş olursunuz. nasıl yaptın diye soranlara çaktırmayın, elimin lezzeti geçmiş deyin, gıcık olsunlar.
  • bu sabah uğruna şiir yazdığım yiyecek.

    -patates kızartması-

    türlü türlü çeşidin var
    ne güzel kokun var
    ramazanda mesafaler var
    özledim seni patates kızartması

    her yemeğin yanındasın
    hep aranılan adamsın
    arif erdem gibi adamsın
    özledim seni patates kızartması

    elma dilimin bir başka
    mc donalds'taki bambaşka
    allah'ım iyi ki varsın
    özledim seni patates kızartması

    peynirle ne güzel gidersin
    ketçapa hayır demezsin
    sen ne güzel bi şeysin
    özledim seni patates kızartması
  • "olm paso entry girip uplamayın lan, sol frame'de gördükçe bi fena oluyoz, ühüüü" - abraham lincoln, 2011
  • tüm dünyada saatte ortalama sekizyüz ton tüketilen besin.
    kaynak : götüm
    değil ,
    bbc.
hesabın var mı? giriş yap