• yaklaşık 2 yıldır söylüyorum (diyorum çünkü ukteyi benim verdiğim anlaşılsın), yani eşe dosta söyledim, kendisi yaşayan en önemli yönetmenlerden bir tanesidir. üçlemesini izleyeli aylar oldu ama filmlerinden kareler, karakterler dün gibi aklımda. hakkında karakterlerinin ruhlarını kemiklerine kadar gösteriyor gibi bir şeyler okumuştum, ya da şu an uyduruyor olabilirim, ama karakterlerinin ruhları varsa kesinlikle kemikli 21 gramdan fazla geliyor; üzerlerinden buharlaşan su insanın insanın ciddi anlamda yüreğini dağlıyor. sağda solda gorin'la röportajı var kısaca. çok isabet olmuş. neden? çünkü bu adam godard ile gorin'ın tumturaklı kino eye'ının 'kör' gözüne parmağını sokmadan, incelikle onlardan çok daha politik ve etkileyici filmlere imza atmayı başarıyor, bence tarihin bilinçdışına imzasını kalınca atıyor. en son siz duyun istedim.
  • kendisi hakkinda portekiz'in dunya capinda en cok taninan yonetmeni demek yanlis olmaz sanirim. yavas ilerleyen, belgesel izliyormus hissi veren filmler ceker. ilk uzun metraj filmi o sangue ve fontainhas uclemesinde yer alan bones, in vanda’s room ve colossal youth filmleri sahsim adina yonetmenin en iyileri. criterion sayfasina gore de kendisinin en sevdigi 10 film su sekildeymis.
  • jacques ranciere'in istanbul'daki seminerinde "filmleri godard'ın fiilmlerinden çok daha güçlüdür," diye övdüğü yönetmen.
  • yok abi geçmiş benden böyle şeyler. sanat adı altında bir karakterin 5 dakika sigara içmesini, 10 dakika yürümesini izleyecek sabır kalmamış. portekiz varoşlarında geçen ossos filminde hepi topu üç karakter var, 20 dakika oldu hala daha diyalog yok. çocuk ve köpek seslerinden kafam şişti. benim yıkık hayatım bana yeter elin portekizlisinin yıkık hayatını izleyip de kendimi darlayamam. 20 dakikada neler anlatıyor insanlar filmi kapattığımda adam elinde siyah poşetle üç dakikadır yürüyordu. bundan beş sene önce olsa sırf izledim demek için izlerdim ama dediğim gibi geçmiş benden.
  • sıradan, basit ancak derinlikli karakterler yaratmada ustalaşmış bir yönetmendir. çektiği filmlerdeki tarzı şiirsel, metaforik, simgesel bir anlatıma sahiptir. minimal sinemanın üstatlarındandır. genellikle geniş açı plan sekanslar kullanır, sahnelerin her biri derin anlamlar taşır. üzerinde düşünülecek, kafa yorulacak, yorumlamaya açık, farklı anlamlar barındıran bir sinema dili kullanır. filmlerinin ağır bir ilerleyişi ve kurgusu vardır. klasik anlatı yapısının dışına çıkarak kendi üslubunu yaratan nadir yönetmenlerden biridir.
  • bir pedro costa filmi izlediğim zaman başımı kaldıracak takati kendimde bulamam. ağır başlı, durağan ve karanlık sinemasındaki şey adeta bana sirayet eder. raul ruiz bir röportajında: "film genellikle atıl bir şey olarak düşünülür, manipüle edilebilen, organize edilebilen ve sonra da kurgulanılan bir şey. oysa ki sinematografik imgenin kendi başına var olduğunu unutuyoruz. bir imgenin taşıdığı bilginin niceliği, onu organize etmeyen çalışan insana kıyasla devasadır." der. bu sözü duyunca aklıma ilk pedro costa gelir. daha doğrusu "bilge imgeleri" pedro costa'dan öğrendim diyebilirim. nadir hareket eden kamerası, sıfıra yakın konuşması ile imgenin kendi başına kosmosda yer kaplayabileceği fikrini getirmişti bana.

    sinemada her taşın altına bir anlam saklamak yerine kendi varlığı ile varolan imgeler sinemayı değerli yapıyor. birde sinemada sanki bütün olarak yutabileceğimiz imgelerden ziyade dişimizin kesmediği imgelere de fırsat vermeliyiz gibi geliyor bana. sinema ön kabul olarak bizden bir sabır talep etmekte. erişemediğimiz ciğere mundar demeden önce dönüp bakmak lazım gelir sanki. aslında bu iş bir tık , kharon'un styx nehrinde, ölüleri, hades' e taşıması gibi. o kayığa binmek için bir şeylerden vazgeçmek gerekir.

    yaşadığımız şu imge bombardımanı çağında gözümüze bir şeylere bakma tecrübesi kazandırmak için bir şeylere tahammül etmemiz lazım. pedro costa aslında herkesin şu anda edraki bi idrak olduğu şeylerin tekerine çomak sokmaktayken bizim de bir şeyler yapmamız lazım gelir herhalde diye düşünüyorum. herkes mülteci hikayeleri anlatmakta lakin pedro costa ne yapıyor da imgenin haysiyetini düşünerek bir iş yapıyor onu da düşünmek lazım. pedro costa filmlerinin yanına şimdi capernahum'u koyduğunda ikisi bir etmiyor. demek ikisi farklı zaviyeden bakıyor olaya. eğer imgenin haysiyeti varsa biri buna sahip çıkarak bir iş yapıyorsa bu kişi de pedro costa'dır zanımca. baktığımız şey de sadece eşyayı aramamalıyız eşyanın hakikatine dair yönelteceğimiz her soru dünyayı farklı bir şekilde algılamamıza sebep olacak. ben normal bir mülteci filmi izlediğim zaman onun yükünü omuzlarımda hissetmiyorum iki dakika "ah ne kötü" dedikten sonra unutuyorum o filmi ama pedro costa'nın horse money filmini izledikten sonra filmin sonuna kadar biriktirdiği şeyi omuzlarımda hissettim ve uzun bir süre ellerim titreyerek dolaştım. ben o filmle birlikte fontainhaslı bir adamın acısına dair bir şeyler hissetmiştim. kiarüstemi'nin dediği gibi galiba "film bittikten sonra başalyan bir şey". bir pedro costa filmi bitirdiğim zaman başka bir insana dönüşüveriyorum.

    deleuze, sinemanın felsefenin yapamadığı şeyleri yapmaya muktedir olduğunu beyan etmekte. film izlemenin tek boyutlu bir eylem olmadığı kanaatindeyim. kendi başına bir düşünme biçimi. özellikle yaşadığımız imge bombardımanı çağında yaptıkları daha da değerli olmakta. pedro costa filmleri ne kadar öğütmesi zor filmlerde olsa hayata, insana dair olan bilinci ile insana yeni kapılar aramakta ve bir imaj doğurmanın acısını çekmekte olan filmler gibi geliyor bana.
  • filmin çekiminde sokaklara ışık kurup, evlere dev yansıtıcılar sokmaktan rahatsızlık duyduğunu söyler costa. neredeyse yalnız başına ve ödün vermek zorunda olmadığı, başka türlü bir sinema yapmak istediğini belirtir. ona göre film ekibinin işgalci varlığı sokağın ritmini bozar, kamerayla özne arasında kurulan mahremiyetin yoğunluğundan çalar. bu nedenle, ossos'tan sonraki filmi in vanda's room'da 35 mm’yi, kalabalık set ekibini terk eder; toplamda 3 kişilik bir ekiple (kendisi ve sesçiler), dv kamera kullanarak fontainhas’a geri döner. bu dönüş, costa sinemasında kırılmaların yaşandığı, yeni bir dönemin başlangıcıdır.

    “fontainhas’a ilk gittiğimde, bölgenin renklerini, yoğun baharatlı kokusunu, müziğini sevmiştim. evler iç içeydi, her şey ya oldukça abartılı, ya da olabildiğince yalındı. insanlar ya çok yüksek sesle, bağırarak konuşuyor, ya da hiç konuşmuyordu.”

    costa, ossos filminden sonra fontainhas'a geri dönerek eroinman vanda duarte’yi kız kardeşiyle paylaştığı odada bir buçuk yıldan uzun bir süre kayda alır. vanda’nın odası, anların gerçekliğiyle çarpar izleyiciyi. her bir kare yönetmenle vanda arasında kurulan ortak alanın enerjisini taşır. bu enerji öyle güçlüdür ki klasik dramaturijiye gerek duymaz; dağılan, genişleyen, sonlanan, yeniden başlayan, içe kapanıp açılan bir yapı kurulur. costa, bu filmde nasıl bir sinema yapması gerektiğinin cevabını bulduğunu söyler: teknik olarak seyreltilmiş, öznesini dinleyen paylaşımcı bir sinema. kimileri tarafından fakirliği estetize etmekle suçlanan costa, bu suçlamadan öznesinin bakışını anlamaya/sahiplenmeye çalışan paylaşımcı sinema anlayışıyla sıyrılır.
    vanda duarte, pedro costa, zita duarte

    fontainhas üçlemesine tanık olup kişisel olarak sezgisel bir ilişki kurduğunuzda ulaşacağınız kavrayış, belki de hayatınızı tümden değiştirecek bir etki yaratabilir.
hesabın var mı? giriş yap