• üstad'in kendi deyişi ile söylemek gerekirse, şimdi belirteni belirtmenin zamanidir. bourdieu'yu anlamak icin bourdieu'nin kendi habitus'unu ve kendisini çerçeveleyen alani da anlamak gerekir. 1960'larda dünya akademisinde ne olsuyda "yeni sol"un ve "yeni sağ" eski klasikleri tekrar okumaya ve yeniden yaratmaya başlamışlardır. bu entellektuel gelişim çoğu merkez-kapitalist ekonomilerin sosyal bilimcilerinde kendini göstermişse de, fransa her zaman olduğu gibi bu disiplinleri eyleme geçirmede hepsinden daha başarılı olmuştur. derrida heiddeggeri tekrar okurken, foucault nietzscheyi tekrar okurken, bourdieu da kendisine marxi secmistir tekrar okumak icin. aslinda butun bu 1960 sonrasi akademi, marx'i tekrar okumayi kendilerine bir gorev bilmişlerdir, ama bourdieu'nun projesi daha bir ilginçtir. ne kadar marx'i yeniden okusa'da aslinda weber'in kelimelerini, weber'in ideal tiplerini genişletmektedir bourdieu. kapital'in farkli sekilleri olmasi, hayatin ekonomi temelli olmamasi ancak kültürel ve sosyal alanin onemi, sosyal yakinlik kavrami, ve daha nice weberci terminoloji bourdieu'nun elinde radikal bir sinif calismasi yapmak icin gelismistir. tabi soylemeye gerek yok, tum fransiz sosyal bilimcilerinde oldugu gibi durkheimin etkiside bir kabus gibi cokmustur bourdieu'nin teorilerine... ne kadar islevselcilige ve yapisalciliga karsi olsa da birkere habitusune girmistir durkheim'da... kurtulamaz bir turlu...

    sol'un yeni kahramani oldugunu soylerler bourdieu'nun... sinif kavramini gelistirip, pratik hayattaki izdusumlerini herkesin gozune tekrar sokmustur bourdieu. hem dogmati ortodox marxistlere yapilan elestirilerden de muaftir bourdieu, cunku daha karmasik bir yapi sunar. kapital'in kulturel, sosyal, politik ve sembolik cesitleri ile sadece fransa'da degil, dogu avrupa'da, kuzey afrika'da calismalarini yapar... hem sadece teoride degildir bourdieu... ayni zamanda antropolojik, empirik calismalarla destekler kuramlarini... sosyal bilimlerdeki mikro-makro sorununu habitus kuramiyla cozdugu varsayilir... ilginctir tabi ayni donemde antony giddens'tan luhmann'a kadar bircok akademisyen ayni sorunu benzer sekillerde cozmeye adamistir kendisini... ama bunlar icerisinde en cok bourdieu sevilir... teorisinin radikal oldugu soylenir, muhafazakar olmadigi kesindir... ancak bourdieu'ya ikinci bir kez baktigimizda ise marx'i yeniden okumadigini, aslinda sinif catismasinin, sinifin, kapitalizmin aşil topugundan bizleri uzaklastirdigini goruruz... izin verirseniz, üstadin efsanelesen kuramlarinin kapitalizm dusmanlarinin elini kolunu nasil bağladigini anlatmaya calisayim...

    haklidir bourdieu, sinif kendisini sadece ekonomik alanda degil, gunluk yasantida da somut olarak gosterir... ama bunu ilk diyen elbette ustad degildir... aksine, bu marx'tan oncede, marx'la da, weber'le de bilinen bir kavramdir... marx'in yapmaya calistigi bize butun bu celiskilerin materyal ve asil noktasini gostermektir... marx'a gore kapitalizmi yaratan kapitalist kutur, kapitalistler degil, kapital'in ta kendisidir... kapital ise zenginlik (wealth) demek degildir... yani das capitaldeki kapitali zenginlik olarak okuyamazsiniz... yoksa c-m-c'; m-c-m' donusumunu anlamak imkansiz olur... bourdieu'da kapital'i birikmis emek olarak tanimlar... ama kapitali derinlestirmesi (martiov'un plehanov'u derinlestirmesi gibi) tamamen bir carpitmadir... sembolik, kulturel ve sosyal kapital dedigi sey aslinda sembolik, kulturel ve sosyal zenginliktir bourdieu'nun... ve bunlar ekonomik kapital ve etkileri olmadan anlamsizlasir... yani elbette insanlarin ne yedikleri, ne ictikleri, sarap tutuslari, yemek rituelleri, izledikleri televizyon programlari, aldiklari egitim sosyallestirme bicimleri vs.. bize onlarin sinifi hakkinda onemli bir bilgi verir... ve elbette bu kuturel zenginliklerde sistemin kendisini yeniden uretmesine katkida bulunur; ancak bunlarin hicbirisi kapital degildir... cunku herseyi kontrol ettiginizde, iki kulturel ya da sosyal iliskiyi hierarsik bir duzende karsilastiramazsiniz... sarap icmeyi, bira icmeyle karsilastiramazsiniz... bunlar ekonomik siniflar olustuktan sonra kendisini anlamli bir sekilde ifade eder... bunu bourdieu'da soylemektedir aslinda... ancak bununla bitmiyor; bourdieu'nun bahsettigi diger kapitallerle somuremezsiniz de... aksine esitliksiz bir sistem yaratabilirsiniz, ancak baskasinin emegini (kapital birikmis emekse eger) calamazsiniz... ondan m-c-m' yaratamazsiniz... bu sembolik, sosyal ve politik zenginlikleri bir pazarda degis-tokus edip kendinize statu elde edebilirsiniz... ancak marx'a gore sorun asil olarak pazarda degil, uretim mekanlarindadir...

    iste bu nokta, asil'in topugudur, bourdieu'nun teorilerinde. cunku sembolik, kuturel, politik ve sosyal kapital'in kapitalistleri yoktur... sistem kendi kendisini yeniden uretir... ve siz sistemi degistirmek isterseniz, paralize olursunuz... degistiremezsiniz.. cunku bir strateji belirleyemezsiniz... kapital'i kapital yani fiziksel, ekonomik kapital olarak gordugunuz zaman ise sorunun nasil cozulecegi bellidir...

    ikinci bir ilginc nokta ise bourdieuyu okuyanlarin bu teorileri nasil kullandiklaridir... genelde bourdieu'cu teori ii sekilde kullanilir... (1) bir toplumsal yapi icesindeki farkliliklari (distinction) belirtmek icin... yani alternatif bir sinif analizi yapmak icin... (2) ekonomik kapitali ortadan kaldirmaya calisan rejimlerde bu farkliliklarin bitmedigini yok olmadigini gostermek icin... iste bu ikinci nokta onemlidir... bu yeni sol'un en cok sevdigi seydir... kapitalizmle kapitali yok etmeye calisarak mucadele etmeye calisanlara bakip, "salaklar, sorun asil orda degil, ama siz dunyaya at gozlukleri ile baktiginiz icin goremiyorsunuz bunu, hicbirseyi degistiremeyeceksiniz" demek... halbuki sunun anlasilmasi lazim ilk... asil sorun farkliliklar degildir, kapitalizmle ilgili asil sorun somuru, ve kapitalizmin celisklilerinin yarattigi yikimlardir... kimse esit, farkliliksiz bir dunya istememektedir; bu utopyaci sosyalizme getirilen dogru bir elestiri, marksizme getirilen yersiz bir elestiridir...

    bourdieu-severler tabi ki de sunu soylerler: ustad kimseyi paralize etmedi, aksine bir aktivistti derler... evet bu da yeni-sol aktivizmidir... dunya-ticaret orgutune karsi, kuresellesmeye karsi bir aktivizmdir... bariz sinif sorunlarina karsi bir aktivizmdir; ve kapitalizmin cok rahat kendisini yeniden kurabilecegi, yapilandirabilecegi bir ortam veren bir aktivizmdir...

    tabi bu sonuc bourdieu ustadin sorunu degildir... ne de olsa kendisi de kendi icerisinde bulundugu habitus'u gorememekte, ve doxalarina yenik dusmektedir... ama bourdieu bize super bir guc vermistir mucadele etmek icin... refleksivite... ve belirteni belirtme cabasi... bu entry'de de ben de ustadi belirtmeye calistim, bu caba'da ise ustadin sucu yoktur. beni bu sonuclara getiren sey benim dogmatik-ortodoks goruslerimdir... sozlugun tum entellektuel belirtecleri beni affetsin...
  • üç oğlu olduğunu okuyunca adamın ev halini hayal ettim. evde kavga güleş ağlama sızlama derken bourdieu'nün çıkıp lan avradını siktiklerim bourdieu felsefe yapmaya çalışıyoruz zıbarın yatın lan dediğini düşündüm. bir anda içim sıcacık oldu, felsefesini daha bir sevdim.
  • fransa'da bourdieu'cü bir ekolden mezun oldum. ilk başlarda bize dayatılan bourdieu düşüncesi canımızı sıkmakla beraber, sonralarda iyi ki de bu ekoldenim dedirtmiştir bana ve okuldaki diğer arkadaşlarıma. türkiye'de halen yeteri kadar iyi tanınmayan bir düşünür olan bourdieu'nün kavramlarını ve kuramsal altyapısını aktarmaya çalışayım. nitekim yazılarının ve kitaplarının hemen hepsini fransızca okumuş birisi olarak o'nu iyi anladığımı düşünüyorum.
    bourdieu çoğunlukla, akademi ile ilgili söylemleri, televizyon ve gazetecilik ile ilgili yorumları, ya da etnografik düşünceleri ile tanınır. fakat bunların hepsi bourdieu'nün toplumsal tabakalaşma düşünceleri üzerinden türemiştir. yani bilinmesi gereken ilk şey, bourdieu'nün yola çıkışı, toplumsal tabakalaşmayı anlamaktır. bu da aslında, ilk bakışta "toplumsal tabakalaşmayla ne alakası var bunun?" diyeceğiniz habitus-alan-sermaye trilojisiyle aktarılmıştır. yani aslında bu üçleme bourdieu'nün toplumsal tabakalaşmasının merkez noktasını oluşturur. nasıl mı?
    marx'ın dayandığı ekonomik temelli sınıf çatışmaları, ve ya daha sembolik altyapısı olan weberist düşünceden ziyade, bourdieu toplumun tabakalara ayrılmış bir yapıda olduğunu söyler. ona göre sosyal uzam, binlerce mikro-kozmozdan oluşmuş bir makro-kozmozdur. bu mikro-kozmozlar bourdieu'nün meşhur "alan" (champ) kavramsallaştırmasıdır. yani sosyal uzam denen üst evren, din alanı, akademik alan, kültürel alan gibi bir alt evrenin birleşimidir. her alt evren, kendi kuralları olan bir oyundur. her oyunun kuralları, amaçları ve organizasyonu farklı koşullar tarafından yaratıldığı için, her oyundaki dominasyon kartları da birbirlerinden farklı olacaktır. batak oyunundaki bir kartın önemiyle pokerdeki aynı kartın önemi eşit değildir sonuçta.
    insanın elindeki kozlar sermayeleridir. eğer sosyal olan (le social) karşındakine sosyal uzam anlayışını dayatma mücadelesiyse, insan bu mücadeledeki üstünlüğünü sermayelerle sağlar. bourdieu'ye göre 4 temel sermaye vardır. kültürel sermaye yani neyi ne kadar bildiğin ve sahip olduğun diplomalar, ekonomik sermaye yani ne kadar paran malın mülkün olduğu, sosyal sermaye yani içinde sosyalleştiğin çevrenin kimler tarafından oluşturulduğu ve bunlara bağlı olarak da sembolik sermaye yani şeref haysiyet gibi diğerlerinden bağımsız ama onların katkı sağladığı ve simgesel anlamda sahip olduklarını ifade eden sermaye türü.
    bourdieu, habitus denen bir kavram yaratmıştır. habitus anlaşılması çok kolay bir kavram değildir, ama sondan başa doğru anlatayım ki daha rahat anlaşılsın. öncelikle sadece toplumsal tabakalaşmadan kaynaklanan sebeplerle değil, metodolojik olarak da weber-marx ve bourdieu aynı sosyolojik yorumlamanın içinde değillerdir. şöyle ki, yapısalcılığın durkheim'le beraber en önemli temsilcisi olan marx ve düşman taraftaki bireyselciliğin reisi weberist düşüncenin sürekli kapıştığı, yapısalcılık-bireyselcilik / objectivizm-subjectivizm tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır bourdieu ve bunu da habitusla yapmıştır. çünkü habitus, bireyin yapısal faktörler tarafından şekillenmiş, onunla iç içe geçmiş, fakat en önemlisi üretici bir olgudur. yani sosyal eylemi yani pratiklerin uygulanmasında bireyle iç içe geçmiş bu yapının inşa ettiği üretici olgu bourdieu sosyolojisini yapısalcı-inşacı yapmaktadır. birey, pratikleri sosyal uzam üzerinde habitusunun ait olduğu noktaya göre realize eder.
    kafa karışıklığı yaratmadan, daha da derine inmeden gelelim bunlar nasıl bir sosyal tabakalaşma altyapısı sunar bize?
    bourdieu'ye göre sosyal uzam, ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye tarafından belirlenen noktalar kümesidir. her nokta, belirli bir sermaye miktarına, dağılımına ve zaman içerisindeki evrimine işaret eder. o halde, bourdieu sosyolojisinde toplumsal tabakalaşmanın temel prensibi, sermayelerin miktarı, dağılımı ve zaman içerisindeki değişimine bağlıdır. istisnalar vardır örneğin don kişot etkisi, bundan birazdan bahsedeceğim.
    birbirine yakın pozisyonlar, benzer günlük pratikleri üretirler. o halde, sosyal eylem, bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. o halde, benzer pozisyonlar, habitusları benzer koşullar altında şekillenmiş eyleyenlerin bir araya geldikleri alanlardır. o zaman, "habitus sınıfsaldır" der bourdieu. başka bir deyişle, aslolan sınıf habitusudur. bu durum, aslında beğenilerin sadece bireysel değil, yapısal olduğu konusunda da bizi ikna eder. kendim bir örnek vereyim: siyah, modifiyeli, içinden gümbür gümbür demet akalın şarkısı gelen bir araba lastik yaka yaka el freni çekerek önünüzden geçti. hepimiz biliyoruz ki, o arabayı süren adam yani sahibi bir doçent ya da profesör değil. bir heykeltıraş ya da şair değil. peki bunu nereden biliyoruz? çünkü bir doçentin veya heykeltıraşın sahip olduğu sermaye dizilimi bu tür pratiklerin ortaya konduğu sınıf habitüsüne ters düşmektedir. yine hepimiz biliyoruz ki, hafta sonları jazz bara gidip tenis oynayan birinin kültürel sermayesi, pavyona gidip arkadaşlarıyla mangal başında rakı içen biriyle aynı değil. belki de bu iki pratiğin de gerektirdiği ekonomik sermaye aynıdır? o zaman onları ne ayırıyor? habitusları ayırıyor.
    bourdieu'nün (bkz: la distinction) kitabı yaklaşık 800 sayfa ve dolu dolu bir toplumsal tabakalaşma düşüncesi aktarıyor. ben burada o 800 sayfayı yazamam tabi. dolayısıyla ana hatlarıyla budur o'nun düşüncesi. eksik yazdığım binlerce şey var biliyorum. fakat tamamlamak istiyorsanız düşünceleri bourdieu'den tavsiye edebileceğim:
    raisons pratiques
    la distinction
    sur la télévision
    espace social et génese des classes
    social space and symbolic power
    séminaires sur le concept de champ
  • pierre bourdieu, bir derdi olan adamdır. filozofisinin derdi de budur: bir derdi olması. özellikle fransızların cezayir’deki dallamalıklarından epeyce etkilenmiştir. bu ne demektir, ne olmuştur cezayir’de? sonuçta, bourdieu hakkında iki satır kaleme alan herkesin vurguladığı gibi, cezayir tecrübesi asıl bourdieu’nün şekillenişinin başlangıcıdır.

    cezayir önemli bir çıkış noktası olmuştur paris 68 olayları ve fransız filozofisi için de. söz gelimi jean paul sartre hazretlerinden tutun da baba adam / dev filozof / aktivist militan félix guattari’ye varana değin çatal yürekli bıçkın komünistler, fransızların cezayir’de yaptıklarına sıkı muhalefet etmişlerdir.

    misal, félix guattari parti communiste français’de çalışmış ancak 1958’de parti’yle ilişkisini kesmiştir. bunun en önemli sebeplerinden birisi hiç şüphesiz ki cezayir’in kendisidir. pcf’den ayrıldıktan sonra yoğun biçimde cezayir’in bağımsızlığını destekleyen makaleler yazmıştır kendisi. hatta, sırf cezayir bağımsızlığı hakkındaki yazıları yüzünden art arda kapatılan ve yöneticilerinden ikisi uzun süreli tutuklanan sıkı muhalif “la voie communist” gazetesini yönetmeye başlamıştır.

    neyse evet konu başka yere gitti, hülasa, bourdieu derdi olan bir adamdır. willem schinkel, boureidu’nün derdinin < < maske düşürmek > > olduğunu söyler. bu, enfes bir tanımlamanın yanında enfes bir tespittir de. özellikle medya konusunda sıkı tavırlıdır, epeyce serttir, sertliğinin kaldırır surette de bilgilidir bourdieu, havanda su dövmez ve her şeyi ortaya bir bir serer. özellikle ‘sur la télévision’ kitabı öyle bir bomba etkisi yaratmıştır ki, aydın-doğanvârî medyanın dünyadaki türevlerinin çakallıkları misler gibi su yüzüne çıkmıştır,

    ben bu kitaptan (sur la télévision) oldukça etkilendim, halen de benim için en önemli kitaplar arasındadır kendisi. ilginçtir, boureidu’nün bu konudaki görüşleri ile edward said amcamın, orijinal adı covering islam how the media and the experts determine how we see the rest of the world olan ve metis yayınları fırınından taptaze dumanı üstünde çıkmış bulunan “medyada islam gazeteciler ve uzmanlar dünyaya bakışımızı nasıl belirliyor?” kitabı arasında enfes bir uyum sezilir. evet alakası olmayabilir ama böylesi bir ‘dert’ ve hemdem (hocaya selam) olma durumu mevcut.

    bourdieu’nün cezayir konusu evet! bourdieu, askerlik görevini cezayir’de yapmıştır ve cephededir, yani işin içindedir. bundan sonraki hayatında da hep işin içinde olacaktır, alanlarda, tren garlarında ya da üniversitede; hülasa her yerde.

    evet ne oldu da bourdieu bourdieu oldu? ikinci dünya savaşının bittiği sıralarda fransız sömürgesi olan cezayir’de 300.000’den fazla cezayirli fransızların safında savaşa katılmışlardı ve bağımsızlıklarını elde edecekleri sözü verilmişti kendilerine. oysa general de gaulle’ün ilan ettiği safsatalar bütününe cezayir sokaklarında misket oynayan çocuklar bile inanmıyorlardı. bu reformların ilanı 1944 yılındadır. ancak, neredeyse 130 yıldan beri fransızların iğrençliklerine karşı direnişler devam etmektedir, ahmed bin mesâli el-hacc tarafından bir direniş cephesi oluşturulmuştur. fransızlar bu örgüte “mouvement pour le triomphe des libertés démocratiques” adını verecektir.

    1945’te savaşın bitişi kutlamaları sırasında olanlar olur. halk, yeşil-beyaz bayrakları açmış, yaşasın mesâli sloganları atmaktadır. fransızlar da elleri boş duracak değil ya, kalabalığa rastgele ateş etmeye başlamışlardır hedef gözetmeksizin. bunun üzerine yaklaşık 71 tane fransız öldürülmüştür cezayirliler tarafından. olaylar ben badis bölgesine sıçramış, fransızlar burada yaklaşık 45.000 kişiyi öldürmüşlerdir. bu, fransızların yaptığı soykırımın ilk halkasıdır. toplamda 1.500.000 insanı biçmişlerdir fransızlar. toplama kamplarındaki 2 milyondan fazla kişiye sistematik işkenceden bahsetmiyorum bile. toplamda, her 5 cezayirliden birisi öldürülmüş ve her ölmeyen 4 cezayirliden 2’si işkence görmüştür.

    işte, böylesi bir ortamda askerlik görevi ve araştırmalar için gider cezayir’e bourdieu, yıl: 1949 olması lazım. araştırmaları için bizzat cephededir, masa başından nutuk savurmaz. işte bourdieu’yü bir filozof olarak da bir dev / muazzam sosyolog olarak da biricik yapan budur: çok bilenmiş yüreği alanlardadır, bundan asla vazgeçmemiştir. pierre bourdieu, bir derdi olan adamdır. filozofisinin derdi de budur: bir derdi olması. savaş sırasında gördüklerinden epeyce etkilenmiştir. bilhassa kabileler üzerine yaptığı araştırmalarda ulaştığı muazzam parlak sonuçlar filan hepsi derin bir emeğin ürünüdürler.

    bir karşılaştırma yaparsak eğer (ki aslında gereksizdir) frankfurt ekolü ve fransız komünist partisi tavla oynayıp nargile içerken bourdieu çölde toz yutmaktadır. onun sol kolunu güçlü yapan şey de bu olsa gerekir: cezayir deneyiminden sonra parıldayan aktivist ruhu. ölene kadar da bu ruhu yaşatmıştır. bize de nasip olsun bir yaşımızı daha bugün idrak ederken, amen :)

    peki nedir bu ruh? işte burada karşımıza çıkan şey, üretebilmektir, ancak bourdieu cephesinden üretimin bir haysiyet meselesi olduğunu da belirtelim. bilhassa, ‘sanatın kuralları’ kitabında kültür endüstrisi ile alakalı olarak, sonrasında aynı kitapta alan ve kanaat ile ilgili satırlarda. bu, sadece yazıyla satılan bir ahlak ticareti ve erdem pazarlamacılığı değildir. neden? çünkü bourdieu’nün yaşamının kendisi bizatihi bunun kanıtıdır.
  • tesadüfen gittiği bir kır balosundaki izlenimleri üzerine "yeniden üretim stratejileri sisteminde evlilik stratejileri" başlıklı bir makale hazırlamıştır.

    "neden o baloyu seçtiğimi bilmek için yirmi yıl verdim diyebilirim."
  • bir konu$masinda "sosyoloji, insanlarin yaptigi seyleri neden yaptiklarini aciklamaya calisan bilimdir" diyen sosyolog.
  • makalelerini direkt ingilizce yazdıysa allah'ından bulsunmuş rahmetli ya da kim çevirdiyse bunları ingilizce'ye, o bulsun. ama biri bulsun allahından. ingilizcesi böyleyse zaten fransızcasını çılgınlar gibi merak ediyorum tek kelime anlamayacak olsam da. işi şova dökmenin alemi ne aga? bu kodumun cümlelerini birbirine tren gibi bağlayınca noluyo? ha bi nokta koy len, yeni tertemiz bi cümleye başla? fıttırttı. eş anlamlılar sözlüğü kullanılmış gibi. utanmasa insan yerine homo sapien, gökyüzü yerine sema yazacakmış artık kim çevirdiyse. hey allahım titriyorum resmen. akademinize koyayım, terminolojinize sıçayım ağzımı bozdurdunuz. ağdalı ingilizce.

    karakterini bilmiyorum ama çevirileri çok boktan. ahmet kayayı da sevmez ama şarkıları güzel be abi. hay anasını satayım kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına. internette de yok. kimse çevirememiş dayı, belli. yoksa ben çevirirdim yani. altyazısız irlanda filmi izliyor gibiyim. kıçımdan uydurdum bunu. belki irlandalılar film bile yapmıyorlardır. ama örneklemek istedim. üff.
  • ben okuduyup anlamadigimi itiraf ediyorum burada. sorun ingilizceye tercume miydi, yeterince yogunlasmamis olmam miydi, sosyolog olmadigim icin terminoloji yabanciligi miydi, adamin beyninin baska seviyelerde calismasi miydi, yoksa benim aptalligim miydi bilmiyorum. gurur meselesi yaptim, anlayana kadar deneyecegim (firsat bulunca).
  • 20 satıra kadar cıkabilen uzunluktaki cumleleriyle "paper"ı yetistirme derdindeki zavallı insanların acı cekmesine neden olan vatandas
  • veblen'in 20.yy basinda amerikada ki sonradan burjuva olan bir kesimi incelemesine paralel olarak bourdieu, zengin aile cocuklarinin sanat egitimi almasini gosterisci tuketim ornegi olduguna dikkat ceker. aile, cocuklarının islerin devam ettirebilmesi icin isletme, mühendislik gibi branslardan cok resim, sanat tarihi gibi konularda egitim almasini ister. sanat ve sanat egitimi almıs olmak aileye statü kazandırır.
hesabın var mı? giriş yap