• ağzın bal yesin dediğim ustam, pirim, sultanım, abdalım, yoluna kurban olsunlar. bazen onu anlamamak insanı deli eder. şöyle ki;

    demirin üstünde karinca izi
    karanlik gecede görsün de gelsin
  • idam fermanı şu şekilde duyurulmış ozan;

    "ey ahali
    duyduk duymadık demeyin
    padişah düşmanı, vatan haini
    banaz köyünden koca haydar namıyla mağrur bir kişi
    ilkin recmedilecek sonra asılacaktır
    ey ahali
    duyduk duymadık demeyin"

    yani anlayacağınız bu "vatan haini" olma hali, birilerince hep kullanılan bir kozdur. egemen iseniz ve size direniyorsa birileri en etkili yol, "vatan haini" yaftası asmaktır boynuna...
  • recmle idam edilmiş güzel şahsiyet.

    recm esnasında müridlerinden biri pir sultana taş atması için zorlanır. mürid ise omuzlarına kadar toprağa gömülü pir sultana bir gül atar. bunun üzerine pir sultan:

    "düşmanın attığı taş bana dokunmaz; dostun attığı gül yareler beni." demiştir.
  • rivayete göre gerçek ismi haydar olan pir sultan abdal, küçük yaşta koyunları dağda otlatırken bir kayaya dayanıp uykuya daldığında bir ihtiyar görür. rüyasında ihtiyarın teki kendisine sırasıyla bir testi su ve elma verir. önce testiden suyu içip sonra da elmayı yer haydar. daha sonra ihtiyarın avucunun içindeki pırıl pırıl yeşil lekeyi farkeder. hemen çakar elbette karşındakinin hacı bektaş veli olduğunu. sarılır elini öper. hacı bektaş veli de minik haydar'a pir sultan abdal ismini verir ayrıca "sözüne söz söylenmeye! sazına saz çalınmaya!" gibi beylik bless büyüleri de atar üstüne. küçük haydar uyanınca köye gider büyüklere rüyasını anlatır. köylüler de eline bir saz verir. pir başlar tellere vurmaya.

    arzuladım size geldim
    hünkâr hacı bektaş veli
    eşiğine yüzüm sürdüm
    hünkâr hacı bektaş veli

    pir elinden dolu içtim
    doğdum elinize düştüm
    ak cenneti gördüm geçtim
    hünkâr hacı bektaş veli

    güvercin donunda duran
    cümle eksikler bitiren
    beş taşı şahit getiren
    hünkâr hacı bektaş veli

    kırk budak’ta şem’a yanar
    dolusun içenler kanar
    âşıkların semâ döner
    hünkâr hacı bektaş veli

    bahçende gördüm gülünü
    erenler sürsün demini
    imam rıza’nın torunu
    hünkâr hacı bektaş veli

    balım sultan er köçeği
    keser kılına bıçağı
    cümle erenler gerçeği
    hünkâr hacı bektaş veli

    pir sultan’ım gerçek veli
    erenlerden çekmem eli
    on iki imam’ın yolu
    hünkâr hacı bektaş veli

    gel zaman git zaman dergahını kurar. öğrencilerinden birisi de hızır ismindedir. bir gün pirine kendisine icazet vermesini ve devlet katına çıkmak istediğini söyler. pir sultan ise eğer ona icazet verirse gelip kendisini asacağını söyler. hızır üzülür, kızarır, bozarır, yeminler eder sonunda icazeti kapar. yıllar geçer hızır aldığı icazet ile sivas'a vali olarak atamıştır.
    dönem de kıllı dönem. osmanlı, şah ismail'in yanında duran türkmen alevilerini ezmeye başlamıştır. neyse.
    bu hızır'ın iki kadısı varmış. birisi ak kadı diğeri de sarı kadı. bu şerefsiz papikçiler rüşvet, adam kayırma, uyuşturucu ve beyaz kadın ticareti gibi her işi kovalarlarmış. geceleri de torba tutarlarmış.

    pir sultan da iki köpeğine kara kadı ve sarı kadı isimleri vermiş. pir sultan'ı sevmeyenlerden birisi de gidip bunu hemen kadılara yetiştirmiş. tak getirmişler makama. "la napıyon sen?" demişler. pir sultan da "olum siz götün önde gideni değil misiniz? bunu bilmeyen mi var liboşlar?" demiş. üstüne de "benim köpeklerim yine sizden iyidir haram lokma yemez onlar" diye eklemiş. kadılar da "hadi bea olur mu öyle şey" demiş. pir sultan da bir kaba haram bir kaba da helal yemek koydurup. taa ordan köpeklerini çağırmış. keratalar da patileri kadılık makamının mermerlerinde tıkırı tıkkırıkı sesler çıkarıp koşup gelmiş. kapları şöyle bir koklamışlar ve haram kabı bırakıp helale yönelmişler.

    işte bu noktada olay soğumadan pir sultan yine vurmuş sazın teline:

    koca başlı koca kadı
    sende hiç din iman var mı
    haramı helâli yedi
    sende hiç din iman var mı

    fetva verir yalan yulan
    domuz gibi dağı dolan
    sırtına vururum palan
    senin gibi hayvan var mı

    iman eder amel etmez
    hakk’ın buyruğuna gitmez
    kadılar yaş yere yatmaz
    hiç böyle kör şeytan var mı

    pir sultan’ım zatlarımız
    gerçektir şöhretlerimiz
    haram yemez itlerimiz
    bu sözümde yalan var mı

    kadılar da bunu duyunca iyice ezilmişlet. pir de mekandan ayrılmış.

    hani dedim ya zaman kötü. osmanlı ile safeviler kapışıyor. anadolu'nun çoğunluğunu oluşturan türkmen alevileri de genelde şah ismail'in yanında. statükonun savunucusu, neredne geldiğini unutan hızır hınzırı ise devlet yalakası yapısı ile müftü'den "şiirlerde bundan sonra şah ismail adı geçmeye!" şeklinde bir fetva alır. pir bu fetvayı duymuş. yüreğine bir sıkıntı düşmüş. almış sazı eline:

    fetva vermiş koca başlı kör müftü
    şah diyenin dilin keseyim deyü
    satır yaptırmış allah’ın laneti
    ali’yi seveni keseyim deyü

    şer kulların örükünü uzatmış
    müminlerin baharını güz etmiş
    on ikiler bir arada söz etmiş
    âşıkların yayın yasayım deyü

    hakk’ı seven âşık geçmez mi candan
    korkarım allah’tan korkum yok senden
    ferman almış hıdır paşa sultan’dan
    pir sultan abdal’ı asayım deyü

    hızır paşa bunu da duymuş haliyle. pir sultan'ı makamına getirmiş. geldiğinde bir yalakalıklar, bir şirinlikler, ayağa kalkmalar, kanepe ikram etmeler, ilk kapağı ona vermeler falan. tabii pir hiç birisine elini dokundurmamış. paşa sorunca da pir ayarlı ve atarlı cevaplar vermiş üzerine de kadı olayını anlatmış. hızır'a da ağır girmiş. hızır da sinirlenmiş pir'i hapse attırmış. bir süre sonra ğişman olmuş. getirtmiş pir'i huzuruna. eğer içinde şah geçmeyen üç şiir söylerde kendisini affedeceğini, zamanında çok ekmeğini yediğinden falan bahsetmiş.

    pir sultan da "tamam lan!" demiş ve vurmuş sazın teline:

    hızır paşa bizi berdâr etmeden
    açılın kapılar şah’a gidelim
    siyaset günleri gelip yetmeden
    açılın kapılar şah’a gidelim ,

    gönül çıkmak ister şah’ın köşküne
    can boyanmak ister ali müşküne
    pirim ali on’ki imam aşkına
    açılın kapılar şah’a gidelim

    her nereye gitsem yolum dumandır
    bizi böyle kılan and ü amandır
    zincir boynum sıktı halim yamandır
    açılın kapılar şah’a gidelim

    yaz selleri gibi akar çağlarım
    hançer aldım ciğerciğim dağlarım
    garip kaldım şu arada ağlarım
    açılın kapılar şah’a gidelim

    ilgıt ılgıt eser seher yelleri
    yâre selâm eylen urum erleri
    bize peyik geldi şah bülbülleri
    açılın kapılar şah’a gidelim

    biz taze sevgidir yeni beğendim
    anam atam yoktur vere öğüdüm
    kıyman beyler kıyman ben genç yiğidim
    açılın kapılar şah’a gidelim

    pir sultan’ım eydür mürvetli şah’ım
    yaram baş verdi sızlar ciğergâhım
    arşa direk direk olmuştur ahım
    açılın kapılar şah’a gidelim

    hızır da kızmış. "piiiir piiir" demiş "sen yanlış havalardan çalıyorsun! dikkatli ol" demiş. pir sultan abdal hazretleri de hafifçe gülümseyip aynı şekilde iki bol şahlı daha yapmış ortaya. burada bir ara verip "heeyyy be senin yanında gandalf kimdir? fizban kimdir? aslan pirim, sultanım" demek istiyorum. çevredikler de böyle cesurca yaklaşımlara yabancı olduklarından hızır'a vermişler gazı vermişler gazı. "hızır paşam n'oldu? koca hızır bir kızılbaş'ı susturamıyor mu yani?" hızır da almış gazı. "tiz götürün şunu burdan yarın sabah da sallandırın!" diye buyurmuş.

    öteki gün hızır'ın adamları pir sultan abdal'ı asacakları yere götürürken pir eşi, dostu arkasından çok ağlamasın ağıt yakmasın diye bir türkü çığırmış.

    bize de banaz’da pir sultan derler
    bizi kem kişi de bellemesinler
    paşa huddamına tenbih eylesin
    kolum çekip elim bağlamasınlar

    hüseyn gazi binse gelse atına
    dayanılmaz çarh-ı felek zâtına
    benden selâm olsun ev külfetine
    çıkıp ele karşı ağlamasınlar

    ala gözlüm zülfün kelep eylesin
    döksün mah yüzüne nikap eylesin
    ali baba hak’tan dilek dilesin
    bizi dâr dibinde eğlemesinler

    eğer ali baba söze uyarsa
    ferman büyük yerden beyler kıyarsa
    ala gözlü yavrularım duyarsa
    al’ın çözüp kara bağlamasınlar

    surrum işlemedi kaddim büküldü
    beyaz vücudumun bendi söküldü
    önüm sıra kırklar şah’a çekildi
    daha beyler bizi dillemesinler

    pir sultan abdal’ım coşkun akarım
    akar akar dost yoluna bakarım
    pirim aldım seyrangâha çıkarım
    yıldızdağı seni yaylamasınlar

    pir sultan abdal tam asılcağı sırada hızını ve gazını alamayan hızır paşa yeni bir buyrukla gelmiş. "bu hain asılmadan önce herkes onu taşlaya" diye buyurmuş. herkes korkusundan taşları atmaya başlamış ama üzerinde 20. level bard büyüsü protection from stone büyüsü olan pir sultan'a taşlar isabet etmemekteymiş. pir sultan'ın kalabalık arasında bulunan can dostu, çocukluk arkadaşı ali baba da korkmuş ama taş atmaya gönlü el vermediğinden bir gül atmış çaktırmadan. işte o gül isabet etmiş pir sultan'a ve çok üzülmüş. son demesini ve bana göre de en acı en sitemkar olanını söylemiş pir sultan.

    şu kanlı zâlimin ettiği işler
    garip bülbül gibi zâreler beni
    yağmur gibi yağar başıma taşlar
    dostun bir fiskesi pareler beni

    dar günümde dost düşmanım bell’oldu
    on derdim var ise şimdi ell’oldu
    ecel fermanı boynuma takıldı
    gerek asa gerek vuralar beni

    pir sultan abdal’ım can göğe ağmaz
    hak’tan emrolmazsa rahmet yağmaz
    şu ellerin taşı hiç bana değmez
    ille dostun gülü yaralar beni

    hızır bunu da duyunca hemen ipin çekilmesini emretmiş. pir sultan hazretleri de ipin ucunda acı içinde iki titreyip sallanıp ruhunu teslim etmiş. herkes dağıldıtkan sonra ali baba acı içinde pirin ayaklarına sarılıp kanlı göz yaşları dökmüş.

    ancak, bir gün sonra gidenler görür ki ipin ucunda pirin bedeni değil sadece bir köpek sallanmaktadır.

    //aslında burada bir ara vermek istiyorum. bu hikayenin sabahattin eyüboğlu'nun derlemesinde köpek falan yok. ipin ucunda pir'in hırkası var ama asım bezirci bu köpek hikayesini de anlatmaktadır. ben köpekli hikayenin daha eğlenceli olduğuna inanarak eksik bölümleri de eyüboğlu'nun naifliğine bağlayarak devamına giriyorum.

    daha sonra zaten "ben hicaz yolunda gördüm", "hayır ben malatya taraflarında gördüm" diye söylentiler başlar. hızır da hemen askerlerini gönderir. pir'i kızılırmak taraflarında bir köprünün öteki ucunda görürler. pir sultan gürül gürül bir ses ile "eğil köprü eğil" der. köprü de pirin sözünü dinleyerek sulara gömülür. askerler korkup geri çekilir.

    pir sultan artık şah'ına kavuşmak dileği ile iran yoluna koyulur. bu arada işlenen büyük günahtan dolayı sivasta hiç bir ateş yanmamaktadır. yolda karşılaştığı birisinin sorması üzerine pir sultan abdal olduğunu söyler. o kişi de kendisinden sivas'ta ateşlerin tekrar yanması için nefes vermesini rica eder. pir sultan da nefesi verip eğer hızır yezidi gider de ölü köpeğin -affedersiniz- dübüründen üflerse ateşlerin tekrar yanacağı şeklinde bir tarif verir.

    sivas'a giden bu adam da duyduklarını hızır'a anlatır. hızır da ne yapsın el mahkum ölü köpeği getirtir. yüzünü hafif ekşiterek dübüre üfler. ölü köpek dile gelir ve "pir sultan!" diye bağırır. ikinci üfleyişte "can sultan!" sonuncusunda ise "yan sultan!" der. sivas'ta tüm ateşler tekrar yanmaya başlar.

    pir sultan da bu arada horasan'a varıp şah'ın makamına çıkmış. "hayırdır ne geldin anadolu sofusu?" diye sormuşlar. pir de başlamış söylemeye:

    zahir bâtın on’ki imam aşkına
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim
    pirim nazar eyle şu ben düşküne
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim

    bakmaz mısın cesedimin nârın
    elim ermez oldu cihan kârına
    yüzüm yerde geldim durdum darına
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim

    hacı bektaş oğlun günahkâr gördüm
    aradım isyanı özümde buldum
    yüzümün karasın elime aldım
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim

    erenler yolundan bir taş kaldırdım
    gönül bahçesinde gülün soldurdum
    bugün eksikliğim nefsi öldürdüm
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim

    pir sultan’ım eydür karşımda durma
    gidip münkirlere yol erkân kurma
    alnımın karasın yüzüme vurma
    aman şah’ım mürüvvet deyü geldim

    horasan'da da fazla kalmayan pir sultan abdal erdebil'e geçer ve orada ölüp, gömülür.
  • abdal olduğu için asılmıştır.
  • şiir, resim, müzik ile pek alakadar olmayan, ne yazık ki çok uğraşsa da sevemeyen, sims 3'te bile yarattığı karaktere kafadan -oynayanlar bilir- can't stand art traitini alan bir insanım ama ezbere bildiğim ilk "şiir" kendisinindir. buyurun paylaşalım.

    ben de bu dünya'ya geldim geleli
    emanetten bir don giymişe döndüm
    sahibi çıktı da elimden aldı
    yüce dağ başında buymuşa döndüm

    o yar geldi geçti geri bakmadı.
    hendekler kazdırdım sular akmadı
    çok yuva bekledim cücük çıkmadı
    boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm

    pir sultan abdalım bu dünya fani
    baştan başa kim sürdü bu devranı
    yarin bir çift sözü üşüttü beni
    yüce dağ başında donmuşa döndüm

    hatta bunu bir de "ey gidi karadeniz karadeniz/suların ne karadadır karadeniz" şarkısının bestesiyle söylerdim. zaten ikisi de 11 heceli türk şiiri.
    umut sarıkaya'nın aşkımızın meyvesi aytek karakterini neden o kadar sevdiğimi şimdi anlıyorum. hayır, cidden, evde de yoktu böyle muhabbetler. garip.
  • türkülerinde, dost kavramını hakkıyla kullanan büyük halk ozanı.
  • 1967'den beri binlerce kez oynanmis tiyatro oyunu bu sefer mahmut gokgoz kaleminden ve istanbul devlet tiyatrosu tarafindan sahnelenmekte. pir sultan abdal'i oynayan okday korunan ise gercekten dokturmekle mesgul.
  • sadri alışık tiyatrosu'ndan cem özer, sadık gürbüz ve melike öcalan'ın başrollerinde olduğu müthiş tiyatro oyunu. oyun kısaca pir sultan abdal'ın yaşamını anlatıyor ama daha çok odaklanan şey devletin gizli kapılarının ardında yenen rüşvetler, dönen oyunlar, köylünün hakkının sömürülmesi gibi olaylar.

    tiyatro bir müzikal havasında ilerliyor. nefeslerin basitleştirilmemiş olmasından dolayı oyunun anlaşılması bazen zor oluyor. bal hatun(melike öcalan) ve pir sultan abdal'ın(cem özer) karşılıklı hızlıca dönerek şiir okudukları sahne en etkileyici sahne bence. ancak bir ara cem özer yere düştü, vallahi anlamadım oyunun bir parçası mıydı yoksa kendisi mi düştü. aslında oyun boyunca baya rahatsız gözüküyordu, o gün hasta filan olması olası.

    bir de devlet büyükleri pir sultan abdal'a "içinde şah olmayan bir nefes söyle seni serbest bırakalım" diye şart koştuktan sonra okuduğu nefeste yaklaşık 9 kere şah deyip hızır paşa'yı dumur ettiği sahnede cem özer "şah'a gidelim" leri o kadar güzel söyledi ki tüm salon gaza geldik neredeyse herkes ayaklanıp "şah'a gidelim" diye bağıracaktı. tabi en önde oturan bizlere yolladığı tükürükleri de cabası.

    ancak cem özer ve melike öcalan'ın oyunculukları ergün demir(rum tefeci olarak) ve yusuf atala(osmanlı kadısı) tarafından çok çok gölgede kaldığını söyleyebilirim.

    songün öden de vardı izleyenler arasında, çok sempatikti havalara girmedi ben de burdayım diye. ee daha ne isteyek, gidin görün bence efenim.
hesabın var mı? giriş yap