• ülkemizde pro evolution soccer ile eş anlamlı kullanılır.

    -playstation oynayalım mı ?
    -olur,ben barcelona'yım bu sefer ama..
  • geçtiğimiz hafta 15. yaşını kutlayan konsol markası. bu kutlamaya özel hazırlanmış ps3 temasıyla televizyonum şenlenirken, ben de bu markayla geçirdiğim 12 yılı film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdim.

    playstation bana doğumgünü hediyesi olarak alınmıştı. annem belli ki karşı çıkmış, babamsa annemin inadını yenerek hayatıma konsol oyunlarını sokmayı başarmıştı. o gün annem ve babam kavga ettiğinden tadını pek çıkaramasam da, sonraki yıllarda saatlerimi harcadım ben o gri kutucuğa. ilk oyunum batman & robin'di. gotham şehrinde gta tarzı gezebilip görevler edindiğiniz, şehirde bulduğunuz ipuçlarıyla gideceğiniz yeri keşfettiğiniz, dövüş sistemi inanılmaz zor, bitirmesi o yaşta ben için imkansız bir oyundu. konsolum çipli geldiğinden orjinal oyun nedir bilmezdim. daha doğrusu sorgulamazdım ne nedir, ne değildir diye. insanlar bana ondan sonra hep oyun alır oldular. mahallenin oyun satan dükkanına arkadaşımla gider, cebimizdeki son paraları birleştirir ve bir oyun alırdık. çok cevval oyuncular olduğumuzdan o oyun ertesi gün öğlen saatlerine kalmadan biterdi ve biz genelde aynı dükkanın yolunu tutar "babam bu oyunu bize zaten almış", "bu oyun bozuk", "bu oyun çince", "bu oyun doğumgünü hediyesi geldi ama bende varmış" gibi yalanlarla hem cehennem kapılarını kendimiz için aralar, hem de yepyeni bir oyuna kavuşurduk. değer mi hiç diye sorduğunuzu duyar gibiyim. değmez işte. ama korsan oyun satan birinden bir nevi hırsızlık yapmak daha az günah olmalı bence...umarım. deli gibi, sabah kalkıp akşam yatana kadar oyun oynardım. oynamadığım oyun yoktu. (sevmediğim araba yarışı ve spor oyunları dışında) bugün psn'de her yeni ps one classic çıktığında içim gidiyor, bazılarını satın alıp her şeyi hatırladığıma seviniyorum. crash bandicoot ve tomb raider o dönemimin favorileriydi. hala öyleler.

    sonra playstation 2 çıktı. inanılmaz bir teknoloji gibi geliyordu. ulaşılamaz bir şey. yaklaşık 1 sene ulaşamadım zaten. oysa ben, burcumdan mıdır nedir, bir şeyi istediysem onu saplantı haline getiririm ve uykularım kaçmaya, iyice depresifleşmeye başlarım. ama bekledim...sabırla. sonra lise 1'de okul birincisi oldum. harry potter and the order of the phoenix'in piyasaya çıktığı seneydi. ben bir akrabanın yazlığındayken o dönem işsiz olan babamdan inanılmaz bir telefon aldım. "ps2'ne ilk hangi oyunları alayım? ha bu arada, harry potter'ın çevirilmesini bekleme diye sana ingilizcesini aldım haberin ola." tabii ben içlene içlene incelediğim oyunlardan en çok istediklerimi sıraladım hemen. crash bandicoot, tomb raider angel of darkness ve spider-man. konsolum çipliydi. ama oyunlar o zamanlar 10 milyondu. tabii bahçeşehir'de oturuyor olmamın bu pahalılıkta etkisi yadsınamaz. ps1'deki kadar çok oyun oynamadım belki. ama yine de ilgimi ne çektiyse aldım. ta ki üniversiteye girdiğim ilk seneye kadar. bir anda konsolumun yüzüne bakmaz olmuştum. fırsat bulduğumda oyun satan dükkana gidiyor, canımın çektiği hiçbir oyunu bulamıyordum. zaten korsanlar da işi bozmuştu. dvd'ye sığsınlar diye aldığım oyunların ya cutscene'leri yoktu, ya final bölümleri. bir çalışıyorsa iki çalışmıyorlardı. ve ben oyun oynamaktan soğumuştum. deli para verip aldığım psp'nin de hayal kırıklığı yaratması buna bir etkendi tabii... az sonra. ps2'm televizyonumun yanında tozlanırken ben henüz god of war gibi incileri keşfedememiş bir oyuncu olarak kendisini geçtiğimiz sene tekrar kullanıma çıkaracak ve çok sevdiğim prince of persia üçlemesini, ratchet and clank ve jak and daxter serilerini tekrar bitirecektim.

    bir gün bir dükkandayım. sahibi psp oynamakta. o zamana kadar kendisini kanlı canlı hiç görmemişim. yeni çıkmış zaten. artık 2005 yılındayız, elektronik aletler ülkemize gelsin diye beklemiyoruz. aşık oldum o siyah şeye. pahalıydı, oyunları olması gerekenden kısaydı ama o siyah şey...çok ama çok güzeldi. psikopat kişiliğim devreye girdi ve öss'ye bir ay civarı kalmış olmasına rağmen ben sınavdan çok onu düşünür, kim bilir hangi oyunları oynarım diye planlar yapar olmuştum. ve öss'den çıkar çıkmaz bir sürpriz. babam bana psp aldı. ama konsol kırılmamıştı, oyunlar pahalıydı. ve üstelik ödediğim paranın karşılığını alıyormuş gibi hissetmiyordum. ben bir oturuşta 3-4 saat oynayan bir oyuncuyken elimde, bir süre sonra ağrı yapan o güzel konsolu tutarak saatler geçirmeyi başaramadım. psp ile yollarımı, konsol kırılmadan ayırdım. god of war, worms, ratchet and clank size matters gibi oyunları oynayamadım diye üzülsem de şimdi dönüp baktığımda bana güzel bir joystick ve iyi bir televizyon lazım...evet.

    final. playstation 3. aylarca vitrinlerde hiçbir insan evladına bakmadığım kadar bir hayranlıkla baktığım playstation 3. d&r'da çalışılan 4 ay, para kazanmanın getirdiği bilinçle bir türlü kıyılamayan onca para ve bir gün gözün dönmesiyle alınan konsol ve hd televizyon. üniversite 3 yazı. ağzım açık blu-ray film izlediğim, ilk oyunlarım olan ratchet and clank tools of destruction, spider-man 3, assasin's creed ile geçirilen saatler. sonra trophy sistemi gelince avcılığa başlamam, önümüzdeki sene satın alacağım oyunları şimdiden belirlemiş olmam, ps move teknik demolarını bile izleyen bir manyağa dönüşmem...

    ve 15 senelik playstation markasına bir saygı duruşu. konsol savaşları vs. bir yana, sony bize şahane konsolların ve teknolojinin yanı sıra acayip karakterler ve inanılmaz oyunlar sundu. hayatımın daha eğlenceli, daha çekilebilir olmasını sağladı. ve ben 15 sene sonra, 37 yaşıma geldiğimde, playstaton 6 oynarken de aynı keyfi alacağımdan emin bir halde teşekkür ediyorum... 15 yaşındaki kankam playstation'a!
  • sol ba$parmagimin hissizle$mesine sebebiyet veren alet.. (bkz: force feedback)
  • birinci neslinin tıkır tıkır çalışır durumdaki bir örneğine sahibim. yılda bir kere çıkarıp deli gibi gran turismo ve tenchu oynuyorum. büyük ekranlı televizyonda pikseller kafam kadar ama yine de çok zevkli oluyor.

    2017 editi: hala çalışıyor. nemden ve tozdan korumak yeterli.
  • sene 2000. ilkokul 4. sınıftayım ve ilk defa ingilizce dersi görmeye başlamışım. onun eve gireceği gün de sınavım var. sınavdayken kafa hep eve gidip aleti kurup oynamaya başlayacağım dakikayı düşünüyor. neyse sınav bitiyor, eve gidiyorum, zorlu bekleyiş başlıyor. kapının çalıp, kuzenin içeri gelmesiyle, artık bir başka boyuta geçiyorum. aleti kuruyoruz, bir tane oyun almış kuzen, kapağında böyle çirkin bir yaratık var daha sonralardan adının nemesis olduğunu öğrendiğim. (bkz: resident evil 3 nemesis) açıyoruz oyunu, aksiyon dolu bir demo ve çok gaz bir müzik sonrasında oyuna başlıyoruz. ekran kararmış çok hoş bir sese sahip bir bayan şu cümleleri söylüyor. " september 28...daylight...the monsters overtaken the city...somehow...i'm still alive..." 2 saat önce girdiğim ingilizce sınavında sadece "september" ve "i'm" kalıplarıyla ilgili bir şeyler yazdım. yani eylül ayındalar ve oyundaki karakterimiz bir şeymiş. çünkü geniş zaman kullanmış. sonralarda güç bela hikâyeyi anlıyoruz, bir şekilde bitiriyoruz oyunu, ki monitor room bulmacasını o yaşta çözebilen bir adamın sonradan mala bağlamasına hâlâ anlam veremiyorum.

    sene 2010. artık devir değişmiş, geçen gece bilgisayara assasin's creed kurmuş yarın kalkınca başlarım oynamaya diye yatılmıştır. ertesi gün modemi arızalı olan arkadaşa, eski modemimi vermek için yerini hatırlamaya çalışıyorum. bu sırada da kafamdan lan bu sene de öss'ye girsem, bakalım belki daha iyi bir yer kazanırsam giderim diye düşünüyorum. koltukların altına bakarken yds ve öss hazırlık setlerimi buluyorum. bakıyorum bir kaç vocabulary sorusuna her zaman olduğu gibi kelime eksiğim hat safhada. diyorum biraz kelime kasayım. bir başka koltuğun altında, eski bir dostla karşılaşıyoruz. evet onunla, bana istemeden de olsa ingilizce çalıştıran o arkadaşla. playstation ile... scartı eksikmiş gidiyoruz onu alıyorum. hemen çeşitli aramalarım sonucu resident evil 3: nemesis'i bulup cd'ye çekiyorum. ardından rampage, ardından croc... jill valentine'ın o ilk cümlelerinin tamamını anlıyorum. 4. sınıfta oynarken masaların veya ölülerin üzerinden aldığımız dosyaları "eeh bunları da gotimize mi sokacağız" derken, şimdi çatır çatır okuyup hikâye hakkında detaylar kapmaya çalışıyoruz. hâlâ kelime öğreniyoruz. ve yine istemeden yds'ye hazırlıyor bizi eski arkadaşımız. "eskinin ne kadar güzel olduğunu hatırlamak istediğimiz zaman bize yardımcı olan şeylerden biri nedir?" sorusunun cevabıdır playstation...
  • o gün doğum günümdü..kimse hatırlamamıştı..evdeydim üzgündüm..kapı çaldı babam elinde bir poşetle geldi,bugün birinin doğumgünü galiba dedi..kimin ki dedim tribal bir ses tonuyla...senin tabii dedii..play station almıştı bana..çok sevinmiştim o kadar heveslenmiştim ki boş vakitlerde onu ilk aldığım gibi kutusuna özenle geri koyup sanki ilk defa alınmışçasına geri çıkarıyordum ve ilk günkü heyecanla oynuyordum..sonra kutusuna koyuyordum...derken yavaş yavaş ilk defa alınmışçasına kutuya koyup çıkarmamaya başladım sonrada her oyun sonunda kutusuna koymamaya başladım..artık yerlerde geziniyordu play station..oysa ki gözümdem bile sakınıyordum..sonra playstation 2 çıktı..derken onuda aldı babam bir doğum günümde..onlada aynı olayları yaşadım derken..play station 3 çıktı...ama artık büyümüş koskoca adam olmuştum play station3 edinsem bile ilk playstationum kadar heyecanlanmıycam kalbim pırpır etmeyecek...keşke hep ilk günkü heyecanla yapabilsem bazı şeyleri..
  • ilki mips r3000 sinifi bir i$lemciye sahipti.. ne zaman yeni modeli piyasaya ciksa pc'de daha super ekran kartlari oldu.

    ancak takilmadan, kare atlamadan, konfigurasyonla suruculerle ugra$madan ilah gibi de konsol yapti adamlar. tasarim grubunun ba$ta psygnosis olmak uzere amiga kokenli oldugunu da vurgulamak gerek.
  • sony'nin walkman ile birlikte gelmiş geçmiş en büyük başarısıdır.
  • çizik cdleri konsolu ters cevirince okuyan alet.
  • ilk olarak 1994'te japonya'da piyasaya sürülen 5. jenerasyon oyun konsolu. üretiminin sona erdiği temmuz 2008 itibariyle tüm dünya çapında 125 milyon ünitesi satılmıştır. bu niteliğiyle 100 milyon satış barajını geçen ilk oyun konsoludur. bu satış başarısındaki şüphesiz en büyük etken, nintendo'nun o dönemki konsolu olan nintendo 64'te kullandığı kartuş tabanlı medyada ısrarcı olmasıdır. nintendo 64'te kullanılan bu kartuş bazlı oyunlar en fazla 64 mb kapasiteye sahip olabilirken playstation'ın kullandığı cd-rom teknolojisi 650 mb dan fazla verinin depolanmasına imkan tanıyordu. çoğu n64 oyunlarında playstation versiyonlarında bulunan render edilmiş videolar, çeşitli müzikler vs. yerden kazanmak adına bulunmuyordu. ayrıca bu kartuşların maliyeti bir cd-rom'un maliyetinden çok daha fazlaydı. nintendo 64'ün bu teknik kısıtlamaları karşısında aralarında konami ve square gibi devlerin de bulunduğu pek çok oyun geliştiricisi, oyunlarını playstation platformunda geliştirmeye devam edince konsolun önlenemez yükselişi başlamıştı. nitekim kendisini izleyen 6. jenerasyonda da playstation 2, dünya çapında 138 milyon ünite satarak halen en çok satılan oyun konsolu ünvanını korumaktadır.
hesabın var mı? giriş yap