• uğur yücel'in yazı tura filmi ile yeni bir tartışma başladı. politik sinema nedir ? uğur yücel politik sinema yapmadığını söylüyor ama bunu politik sinemanın aslında boktan birşey olduğunu ima ederek söylüyor yani ben elimi kirletmedim diyor. bu tartışmaya orkid reklamları uzmanı ali atıf bir "hayır bu poltik bir sinema" diyerek mudahil oluyor.
    yine her tartışmada olduğu gibi at izi bok izine karışmış gidiyor. modern politik sinemanın kurucusu olarak iki yönetmen özellikle anılır. birisi yılmaz güney ve çağdaşı brezilyalı yönetmen rocha ile birlikte modern politik sinemanın kurucusu kılan şey, düşünce, bilinç, beyin üçlüsünde gerçekleştirdiği bir operasyondur. her şeyin "politik" olduğuna dair bir bilinçtir bu. sadece icerik kodlamalarıyla politik film yaptıklarını zannedenlerin akıllarda bile kalmamasının sebebi de budur.
    güney'in garda bilet sırasını bekleyen insanını bile seyrederken içiniz daralır, o sırada bekleyenleri, o sırada bekleyenlere yapılan muamaleyi, o sırada beklerken cehaletten yaşan sıkıntıyı görüp sizde daralırsınız her yerde. kısaca günlük yaşamınızdaki her edimde politika vardır. uğur yücel ben politik sinema yapmadım derken aslında dogru soyluyor, keşke yapabilse...

    yılmaz güney sinema alanında türk yönetmenlerine de bir kimlik kazandırıp yolu açmıştır. serif gören, zeki ökten, bilge olgaç'ın yanısıra yavuz özkan ve erden kıral gibi yeni kuşak sinemacılara da öncülük etti. yavuz özkan’ın, cüneyt arkın, tarık akan gibi yıldız oyuncularının rol aldığı maden işçilerinin mücadelesini konu alan maden ve demiryolu işçilerinin grevini anlattığı demiryol, kıral’ın mevsimlik pamuk işçilerinin sorunları üzerinde duran bereketli topraklar üzerinde gibi filmleriyle birlikte, yılmaz güney’in öncülüğünde, 1970’li yıllarda, dönemin koşullarına da uygun biçimde “toplumsal-politik” bir sinema akımı türk sinemasında etkili oldu.

    politik sinema haliyle dünyada da egemen bir sinema dili olmuştur. ilk kuşak politik sinemacıların esin kaynağı ekim devrimi iken , 2 dönme 68 kuşağı ile başlamıştır.
    politik sinemanın kolektif bir uğraş olduğu fikiriyle birçok sinema grubu kurulmuştur. adını, sovyet sinemacısı dziga vertov'dan alan jean luc godard ve jean pierre gorin in fransa'da kurduğu grup bunlardan biridir.

    ayrıca politik filmin bir siyasi bildiri motofini de oldukça fazlasıyla yaşamıştır. birçok ülkede filmler yasaklanabilmiştir. bu duruma sadece 3. dünya ülkeleri maruz kalmamış amerika'da çekilen toprağın teri - le sel de la terre, adlı 1951'de silver city'de bir çinko madeninde yer alan gerçek bir grevi anlatan film, abd'nde bir çok eyalette yasaklanabilmiştir.

    bazı ülkelerin sinemasında da politik vurgular ister istemez sürekli yer almıştır. birçok irlanda filminde ira , ingiltere karşıtlığı kelime aralarında bile olsa geçer.
    terry george’un o da bir ana - some mother’s son filmi ise tam anlamıyla politik bir filmdir.
    aynı şekilde latin amerika ülkelerinin çalkantılı darbelerle ve gerilla mücadeleleri ile örülmüş yakın tarihi, brezilya, arjantin gibi ülke sinemalarını politik film kaynağı haline getirmiştir, gavras'ın güney'i, bruno barreto'nun eylül’de dört gün four days in september akla ilk gelenler.
    aynı şekilde güney afrika'ya ait her filmde isterse bu kopkoyu bir aşk hikayesi olsun ırkılıkla ilgili motiflere rastlarsınız.

    sonuç olarak "ben politik film çekmedim" diye ortada gezinenlerin "politika" yı kirli bir işlevsellik olarak görenlerin elbette politik sinema kavramını algılamaları zordur. ama hayatta herşeyin "politik" bir karşılığı olduğunu düşünürsek uğur yücel'e de apolitik tavırlı dönem sinemacısı diyebiliriz rahatlıkla.
  • özcan alper'in "sonbahar" filmi bu klasman içinde yer alır.

    son dönemde izlediğim en iyi örneklerinden biri, steve mcqueen'in yönettiği "hunger" diyebilirim.

    iz bırakacak bir film arıyorsanız, arjantin sinemasından "garage olimpo'yu" izleminizi salık veririm.

    klasiklerin dünyasında turlayalım derseniz, daniel day lewis'in "in the name of the father"

    bir diğer ingiliz sinemacı greengrass'ın "bloody sunday" filmi de festivallerden bol ödüllü görsel bir şölen olarak hafızalarda yer alır.
  • son zamanlarda ülkemizde de örnekleri çoğalan ve politika ile sanat arasındaki bağı ortaya koyan yapıtlardır. bahoz, sonbahar, yağmurdan sonra, gitmek, d gibi sinema filmlerinin yanı sıra sivas 93 isimli tiyatro oyunu da politik sanatsal üretimlerden.

    politika-sanat ilişkisinin aslında toplumun sınıfsal yapısı ile pararelelik arzetmesi pek doğaldır. sonuçta her türlü üretim bir sınıfın çıkarına hizmet etmektedir. dolayısı ile zaten mevcut kültürel ve sosyal yapı incellendiğinde gırgır-şamata, kuru aşk hikayeleri gibi temaları işleyen filmler zaten niyetli ya da niyetsiz olarak bir sınıfsal düzleme oturmaktadır. benim anladığım politik sinema ise yine sınıfsal olan yani ziyadesi ile ezilenleri dert edinendir.

    yılmaz güney, bu meseleye ilişkin değerlendirmelerinden birinde şöyle diyor: "benim anladığım sanat, sınıf mücadelesinin en etkili ve ihmal edilmez silahlarından birisidir"
  • bu sinemaya en fazla malzeme olmuş diktatör ve liderler: julius caesar, napoleon bonaparte, adolf hitler, vladimir ilic lenin, benito mussolini gibi politik kişiliklerdir.
  • doğrusunun "sinema siyaseti" olması gereken başlık.
  • türk sineması arşivi bayağı iyi olan site.

    fakat yine kayıplara karışmış. var mıdır girme yöntemi?
hesabın var mı? giriş yap