• başrollerinde ed harris, marcia gay haden, val kilmer (willem de kooning'i oynuyor) ve jeffrey tambor'un oynadığı, jackson pollock'ın hayatının 1941 yılından, 1956 yılında bir trafik kazasında öldüğü güne kadarki dilimini anlatan yine ed harris tarafından yönetilmiş film. biraz uzun olduğu, bu bakımdan sıkıcı olduğu söyleniyor. bir de ed harris'in bu rolü oynamak için doğduğu ama kesinlikle bu filmi yönetmek için doğmadığı...
  • (bkz: pollux)
  • npr'daki bir programda (a prairie home companion, garrison keillor) "all moron or pollock jokes have been revived for george w. bush." seklinde de bahsi gecmis balik.
  • eksapol founder'i
  • jennifer connellynin de filmin sonlarına doğru görülebileceği, yavaş ilerleyen film. ayrıca jackson pollockun mütamadiyen buhranlar geçiriyor olması da ilginç bir bakış açısı, keşke ed harris sadece jackson pollock* kitabından bilgi edinmekle yetinmeseymiş.
  • jackson pollock'a ithafen bir fiil olarak da kullanılabiliyormuş. boğaz köprüsünün altını gökkuşağı renklerine boyamak isteyen zibidi insan ned pamphilon, tepe nautilus'taki sergisinde, rastgele boya sıçrattığı bir takım kutuları, geometrik şekilleri vb. tanımlamak için "pollocked box" gibi bir tabir kullanmış. ilgi çekici bir tanım, ilgi çekici bir fiil.
  • ed harrisin kendisine kesinlikle gitmeyecegini dusundugum bir rolu inanilmaz bir uyum ve basariyla oynadigi film. sanirim bu jackson pollocku bambaska hayal etmekten kaynaklansa gerek. filmi kendisi yonettigine gore, anlasilan ed harris pollocku tam da boyle hayal ediyormus.
  • soyut disavurumculuka -olumlu ya da olumsuz- farkli bakmanizi saglayacak bir film.
  • komur baligi olarak taninir.
  • yine ve yeniden ressam olsun, yazar olsun herhangi bir sanat ve bilim insanı hakkında yapılmış filmi seyretmeme kararımı hatırlatmış olan "film".

    ne yapıyorsunuz harris bey demek istedim.

    ed harris fiziksel olarak çok güzel yakışmış olsa da pollock rolüne, bu yeterli olamamış maalesef.

    sinema algısı gelişmemiş bir insan olarak bile filmde beni etkileyen birkaç sahne dışında, pollock'un iç dünyasına dair derinlemesine bir inişe rastlayamadım ben.

    şahsi nacizane fikrime göre pollock'a fazlası ile "dışarıdan" bakılmış. filmde pollock'un bunalımlarını, içsel çatışmalarını, çaresizliklerini bunun neticesinde sürüklendiği alkolizmi görüyoruz. peki ama ben soruyorum kendi kendime, bunun itkisi neydi? evet, hemen hemen her sanatçının yaşadığı bunalım ve buhran sürecini pollock'un da yaşadığını görebilmekteyiz fakat bu bunalımı pollock'un nev-i şahsına münhasır kılan neydi?

    bakın aslında çok basit, her sanatçının buhranı onun sanatının bir yaratımı. munch söylemişti bunu, gerilimlerim olmasa dümensiz bir gemiyim ben diye. içindeki bu savaş ile bir sanat biçimlendiriyor bu insan, kendisine bu dümen ile bir rota belirliyor. pollock da böyle. ben bu filmde bunu görmeyi arzu ettim, hemen hemen birbirine benzeyen sanatçı bunalımlarında, pollock kendine nasıl bir rota yaratmıştı? işte bu eksikti filmde.

    pollock'un keşke daha içine inilebilseydi. mesela içsel ses hiç yoktu filmde. pollock'un içindeki, beynindeki sesleri hiç duyamamaktasınız bir seyirci olarak. ne anlamı kaldı o zaman? ben pollock'un sadece dış tepkilerini yüzeysel bir şekilde görebileceksem, bu filmi "pollock" kılan neydi? pollock'u herhangi sıradan psikolojik sorunlu bir insan olmaktan ileriye götürenin ne olduğunu maalesef ki görememiş olduk.

    benim için bu filmde pollock, pollock değildi. onu göremedim.
hesabın var mı? giriş yap