• (bkz: diger kavrami)
  • somurgecilik sonrasi degil, "bir cesit somurgecilik"tir aslinda.
  • ötekileştirmenin ve sömürgeciliğin post-modern pratiklerle rötuşlanmış, günümüz için, en tehlikeli biçimidir.
  • kolonyalizmde olanın aksine bir devletin diğerinin bölgesine kurumlarını ve çalışanlarını değil, yalnızca sermayesini taşıdığı ve işlediği dönem.

    misal artık birleşik krallık hindistanda kendi eliyle hint erkeğinden anadili gibi british aksanıyla konuşan esmer britanya beyfendisi* yaratmak*** için kılı kırk yarmaya çalışmaz, bunun yerine hintli erkek ülkesine gene hintlilerin işbirliğiyle gelip gene hintlilerce hazırlanan britanya mahsullerini tüketme süretiyle kendiliğinden beyfendileşir.
  • (bkz: edward said)
    (bkz: oryantalizm)
  • zizek'ten gelsin:

    if you mention the phrase “postcolonialism,” i say, “fuck it!” postcolonialism is the invention of some rich guys from india who saw that they could make a good career in top western universities by playing on the guilt of white liberals.

    http://www.salon.com/…e_worlds_hippest_philosopher/
  • 1970'lerin sonlarına doğru başlayan, 1980'lerde önem kazanan, bugün de devam eden çok disiplinli bir çalışma alanıdır postkolonyalizm. geçmişte ya da bugün kolonileştirici bir gücün emperyalist bölgesel denetimi altında olan insan yahut ulusların kültürel konumlarını ele alır. emperyalist söylemle "öteki" haline getirilmiş herhangi bir temsile uygulunabilecek bir kuramdır. en önemli postkolonyal araştırmacı kudüs'te doğmuş, ailesi mısır'a kaçmış olan filistinli edward said'dir. said, çığır açıcı nitelikteki orientalism isimli kitabında batı'nın kolonileştirme sürecine ilişkin çok önemli sorular sorar: kolonileştirilen kültür nasıl temsil edilir, bu temsillerin kültürleri kontrol etmekteki gücü nedir, sömürgecilerin ve sömürülenlerin özne konumlarını yapılandırdıkları söylem nedir? said, "şarkiyatçılıkkolonyal söylem içinde baskı yapan ve baskı gören arasındaki ilişkiyi oluşturan, doğu hakkında batılı bir söylem olarak tanımlar. said'e göre şark, imgelemi de içeren söylemin çizdiği bir hayali coğrafyadır ve bu çizim "şark'a ait olan" şeyler ile bunların "batı'ya ait olan" şeylere göre daha aşağıda oluşu arasındaki ırkçı ikili karşıtlıklar yoluyla gerçekleşir. said'e göre batı, "doğulu"ları ayırt edici suratları olmayan homojen bir kitle olarak ve kitlenin tamamını birkaç olumsuz streotip olarak resmeder.

    postkolonyal teori, şu soruları sorar: tarih, çevre-merkez ilişkisi bağlamında çevrenin bakış açısıyla yazılsaydı neye benzerdi? anlatı ve değerlendirme merkezin bakış açısı ve değerlendirmesiyle değil de kolonileştirilmiş olanın sesiyle anlatılsaydı tarih ne tür hikayeler anlatırdı? sömüren, sömürülen yerine konuşmayı bıraksaydı ve bunun yerine sömürülen, sömüren yerine konuşsaydı bize ne anlatırdı?

    (bkz: edward said)
    (bkz: kolonyalizm)
    (bkz: oryantalizm)
    (bkz: çokkültürlülük)
  • sömürgeciliğin radikalleşmesidir. post- önekiyle başlayan zırvaların alayı zaten sürekliliği ve radikalleşmeyi gösterir, kopuşu ve karşı çıkmayı değil. oryantalizmi (yersen) bi güzel eleştirirler ama esasında oryantalizmin aldığı yeni şekil tam olarak budur. artık savaş teknikleri, sömürgeleştirme yolları değişmiştir. bu yüzden o eski oryantalistlerle işleri yürütemedikleri için yeni oryantalistler olarak postkolonyalist teorisyenler devreye girmiştir.

    yaptıkları şey en nihayetinde doğuda oluşabilecek herhangi bir bağımsız düşüncenin köküne kibrit suyu dökmekle, batı dışı oluşabilecek oryantalizm eleştirilerini batı merkezli bir politik söylemin içinde boğup yoketmekle aynı şeydir, dışarıda bırakılan doğuluları potkolonyalist çalışmalarla özellikle akademik düzlemde iyice batılı akademiye endekslemektir. ve bu konularda maalesef başarılı da olmuşlardır.
  • şüpheyle bakılmasını anlıyorum ama o kadar da basite indirgenecek bir yaklaşım değil. oradaki "post" öneki, önüne geçtiği kavramla olan bağını nitelendirmek için var. yani kolonyal dönemin resmen sona ermiş olmasına rağmen kolonyal ruhun sona ermemiş olması, o dönemin etkilerinin devam ediyor olması ve bunun halının altına süpürülmemesi isteği var. bugün bile afrika avrupa'daki eski "efendilerinin" arka bahçesi olmaya devam ediyor ve kapış kapış fırsatı olduğunda eski efendiler birbirlerinin bahçesine dalmak için fırsat kolluyor. en basitinden kaddafi öldürüldükten sonra eski italyan kolonisi libya'da at koşturmak isteyen fransa'nın bu haline italya güceniyor ve olan biten reuters'ta haber oluyor. sonra da bir güzel diplomatik yoldan kavga ediyorlar. normal şartlar altında utanç verici bir durumken gayet pişkin pişkin "libya artık bizim", "nah sizin, o hep bizimdi. önce bize soracaksınız itoğluları" falan diye basın önünde birbirilerine girişiyorlar. başka bir ülkeden bahsetmiyorlar da metreslerinden bahsediyorlar sanki.

    şimdi bu yakın zamanlı olay niye önemli? çünkü libya'da petrol var ve petrol alanları belli başlı kabile yapılarının kontrolünde. sözde libya devrimi başladığı zaman kayığa ilk atlayan fırsatçılardan biri, dönemin başkanı sarkozy olmuştu ve petrol ve gaz sahalarını kapatmak için libya çok umrundaymış gibi pozlar takınarak asker gönderdi. bu olayı hakkıyla açıklamak için güncel politika yetmez çünkü arka planda bugünün afrika uluslarının neredeyse tamamının yakın geçmişini şekillendiren kolonyal dönem var. ucuz işgücü için olsun, hammadde arayışı nedeniyle olsun, siyasi ve askeri güç için olsun fark etmez, çeşitli nedenlerle koca kıtanın ve dünyanın üçte ikisinin yağmalanması, izleri ha deyince silinecek bir olay değil. istanbul ingilizlerce işgal edilirken işgal kuvveti olarak gelenler arasında müslüman hint askerlerinin olması bile başlı başına incelenmesi gereken bir konu.

    bugün bile isimleri francis, marcel, jonathan olan, birbirleriyle ve başkalarıyla fransızca, ingilizce vs. konuşarak anlaşan, hayalleri en fazla avrupa'ya kapağı atmak olabilen afrikalı siyahlar, geçmişte hakim olan güce göre hıristiyan ya da müslüman olmuşsa bu basit bir inanç meselesinden öte, ekonomik ve siyasi çıkarların uzun vadede korunması için gerek duyulan bir kültürel şekillendirme meselesidir. afrika'da eşek kadar gölün adı ingiliz kraliçesine atfen "lake victoria" olarak adlandırılıyorsa ve haritalara o şekilde işleniyorsa bunun tarihsel süreçte derinliğine bakmak için lazım bu bakış. kolonyal gücün varlığını korumak için sömürdüğü kitlelerin kimliğini yok etmeye çalışması, onlara batılı normlara göre tasarlanmış ve içinde kendilerini bulamayacakları, sürekli kimliği vereni memnun etmeye çalışmayı da beraberinde getirecek melez yeni bir kimlik vermeye çalışması ve büyük ölçüde başarılı olması gibi birey-toplum ilişkisini yeniden çizen unsurların incelenmesi için de post-kolonyalizme ihtiyaç var.

    sadece güncel durum ile ilgili olarak da değil, sanat sepet mevzularında da bu efendisi gibi olması belletilen ama ne kadar koşarsa koşsun asla efendisine yetişemeyecek olan, atıyorum ingiliz sömürgesinde beyaz adamın ismini, dinini, kurallarını alan siyah vatandaş, üzerine asla olmayacak bir elbiseyi giymesi için sürekli teşvik edilerek "ötekiler" grubundan çıkmak için batılıların takdirini kazanmanın yolunu aramayı çıkar yol görecek ya da bunun çıkar yol olduğu kendisine empoze edilmeye çalışılacak: afrika yerel sanatı aman ne hoş, haydi koş hemen bir zulu savaşçısı resmet, batılı formaları kullan ama otantik bir şeyler üret, bize yaran. bu bakışı ve karşı bakışı analiz etmek için post-kolonyalist bakış elzem. edebiyatta, sinemada, fotoğrafçılıkta, sanatta da izler sürülmeli ki orta ve uzun vadede hakim kültürel yapının arka bahçesi olarak gördüğü coğrafyalar hakkında, bile isteye ya da içselleştirdiği alışkanlıklarla nasıl bir bakış edinip somutlaştırdığı anlaşılsın.

    meseleyi bu şekilde analiz etmenin gerekliliğine inanılmıyorsa bu ayrı tartışma konusu olur. ancak adına ne dersek diyelim, mevcut pratiklerde izleri silinmemiş bir kolonyalist bakış devam ediyor ve bunun deşifre edilmesi zarar değil, yarar getirir. bu iş batı (avrupa/abd) merkezli ilerliyorsa da bu batıdaki araştırmacıların sorunu olmamalı. yeni bir bakış üretilmesi gerekiyorsa bu meselenin tüm taraflarının sorunudur. eğitim politikalarından insan kaynağının niteliğine kadar tonla etken var ve bu konularda bir arpa boyu yol kat edilemiyorsa, özgün bir bakış geliştirilemiyorsa, bu esasen kendi tarihine dönüp bakamayanların sorunu olmalı.
hesabın var mı? giriş yap