• ekseriyetinin ilkokul eğitimi bile sorunlu. şu an tashih yaptığım metinde profesörlerin yazım hatalarını görünce yök'ün bırak hocalığı, ilkokul diplomasını iptal etmesi lazım.

    üstelik içerik de çoğu zaman boş. akademimiz ekseriyetle en düz, en salak, en dalkavuk tipleri mezun etmeye programlı olduğu için tashih ederken bana bir şeyler öğretir diye beklemem gereken adamları bıçaklayasım geliyor.
  • devlet üniversitelerinde öğrencilerine kök söktüren, adeta dokunulmazlık sahibi bir kişiliğe büründükleri, özel üniversitelere ders vermeye gittiklerinde ise öğrenciler karşısında türlü numaralarla eğlenceli hikayeler anlatan bir meddaha, saray soytarısına, şam şebeğine, sirk maymununa döndükleri gözlenir bunların.
  • kamuoyunca yarı tanrısal özellik atfedilen gruptur profesörler. bunlar genelde ciddi görüntülü insanlardır. telefonla konuşurken, biriyle tanışırken,
    selamlaşırken önce ünvanlarını söyleyeni çoktur. kendilerine hitap edilirken ünvanı söylenmediğinde bozulanına rastlanabilir. resmi bir toplantıda
    düşük rütbeli akademisyenlerin(özellikle asistan* ve yardımcı doçentlerin, yerine göre doçentlerin) yanına oturmaktan gocunanları görülebilir. hangi branştan olursa olsun, profesör her konunun uzmanı olduğunu zannederler, genelde görüntü üretme dışında pek bir iş yapmazlar.

    çoğunun özgün olarak en son yazdıkları yazı 10-15 sene evveline aittir. yeni gelişmeleri izlemezler. 45-50 yaşın üzerindekilerin çoğu teknolojiyi takip edemezler. bilmemeyi gururuna da yediremediğinden bilirmiş gibi yapıp rezil olurlar. dekanlık, bölüm başkanlığı gibi şekil üretme makamları için sürekli
    kavga edip kulis yaparlar. çoğu belediye başkan adaylığı, milletvekili adaylığı, tutturamazsa muhtarlık gibi idari görevlere soyunur genelde başarısız olurlar. bazıları derslere yanlarında 3-5 asistanla* birlikte girer, öğrencilerin yanında asistanları* aşağılayıp azarlamaktan zevk alırlar. öğrencilere "bakın ne kadar kudretliyim,yanımdakiler ise böcek mesabesinde" mesajı verirler.durduk yerde fıkra anlatır, nutuk atar gibi konuşurlar. hasılı, yetmezlik düzeyinin had safhası çoğunda müşahade edilir. işin tuhafı birçok öğrenci bir-iki sene profesörleri gerçekten önemli şahıslarmış gibi algılarlar. son sınıflarda onlar da işi kavrar ve dalgalarını geçmeye bakarlar.

    bunlar için alt kademedeki herkes emir kulu mesabesindedir.asistanlara*evini taşıttıranları, boyatanları mevcuttur.kendilerinden kimse hesap soramaz. sorgulamaya kalkanı bilim dışı olmakla, cahillikle, haddini bilmemekle, akademik terbiyesizlik veya genel terbiyesizlikle suçlarlar. genelde kendi cahilliklerinin farkında olmadıkları için bazen aptal durumuna düşerler. kendileriyle alay edildiğini fark etmezler. hasılı,boş olmakla beraber sohbetleri hoştur.
  • dunya capinda 100 tanesini toplasan, nereli olduklarina, dinine, irkina, diline bakilmaksizin, ancak 1 tanesinin gercekten profesor olmayi hakettigi ve istedigi icin profesor oldugu gercegine toslayacagin unvansal meslek grubu.

    sanki akademisyen deyince hepsi profesor olmak zorundaymis gibi insanlari gereksiz bir yarisa, bir bilgi kirliligi ugruna birbirini satmalara, calmalara, turlu orospuluklara (bkz: hocamdi kocam oldu) sevkeden unvan.

    eskidenmis o, eskidenmis, okuyan calisan profesor olurmus, 30 yasinda olurmus hem de. o zaman analar babalar gurur duyarmis, 'oglum profesor' diye. simdi 50 kusur yasina kadar binbir turlu celmeden sag salim kurtulmak on kosuluyla, yalakalik ilk ve gerek ve yeter sartiyla, doktora sonrasi ucundan accik bilgi birikimiyle, profesor olabiliyolla, bu sebepten kendilerini dunyanin efendisi saniyolla.

    lan, kampusun disina cikin arada bir, gidin bir kebapciya yemek falan yiyin, bi diyin bakalim garsona 'ben profesorum burda ben ne dersem o olur, cabuk menudeki urfa kebabinin adini adana kebabi olarak degistir' diye. capinizi bi anlayin be hocam, bi yasayin soyle, bi hatirlayin bir zamanlar sefildiniz, mahrumdunuz, cocuktunuz, he anladik sistem sizi boyle yapti da, artik o sistem sizsiniz. degistirin be hocam.
  • odtü fizik ve civarında yaşayan o birçok kedi arasında sevdiğim, ilgilendiğim ve beslediğim bir kedi var; simsiyah tüylü, yeşil gözlü (adını simon koydum - "saymın" değil, "simon"). buna türlü oyuncaklar götürüyorum, işte şişe kapağıdır iptir falan. simon güzel güzel oynuyor bunlarla; yolu oradan geçip de bir acelesi olmayanları durdurup da seyrettirecek bir şirinlik ve kendiliğindenlikle.

    öğrenci kardeşlerden birisi ile beraber dikilip izliyoruz o gün simon'u. açıkçası biraz o kedinin sorumluluğunu almış olmanın da gururuyla "ne şirin şey, değil mi?" gibi bir laf atıyorum ortaya.

    öğrenci kardeş onaylıyor, onaylıyor ama nasıl: "şimdi çok güzel oynuyor da... keşke hiç büyümeseler..." bir ortak talebin ifadesi olduğundan gülümseyerek bakışıyoruz. ama kardeş bununla yetinmiyor, üzerine açıklama yapmak ihtiyacı duyuyor:

    "büyüyünce böyle olmuyorlar - profesör oluyorlar!"

    doğrusu nefis bir saptama.

    buradan, profesörlerin, tüm kendiliğindenliklerini; o şirinlik, heyecan ve oyunculuklarını tarihe gömmüş (ya da gömmek durumunda kalmış) varlıklar olduğu sonucunu çıkarıyoruz - çıkaralım. ama istisnalar kümesinin doluluğunu da aklımızdan çıkarmayalım.

    profesörler hepimizin.
  • işinin hası olan bu ankaralı kokoreç markasının geçmişi 70li yıllar ankara'sına, itfaiye meydanına dayanıyormuş. o zamanın memurlarının öğle aralarında gidip önünde kuyruk oluşturdukları efsanevi bir kokoreç ustası, günümüz gençliğinin damarlarındaki alkolü dinginleyen profkocu/köfteci profesör'ün kurucularının babası imiş.

    bilgi ne kadar doğrudur bilemem, biraz alengirli yollarla öğrendim ben de. bir buçuk yıldır böbrek yetmezliği tedavisi gören babamı ziyarete gelen "o 70li yıllar"dan bir memuriyet arkadaşı, "bizim kokoreççinin oğlunun yeri var, gençlik caddesinde, profesör, oraya gideriz" dedi; "bir işkembe çorbası olsa da içsem" diyen babama cevaben. güldüm tabi... rumeli'de içilen işkembeler, uğrak'ta bütün tavuk-rakı keyfi, her öğlen yenen o kokoreçler. sanırım, her şeyin başladığı yeri tekrar hatırlamak istiyorlar.

    velhasıl, bu yazı ve sonundaki leziz şarkı, soğuk bir ankara akşamını profesör'de yiyeceği kokoreçle sonlandırmak isteyen ve "abi acı olsun mu?" sorusuyla hayatı gözlerinden önünden geçen bebelere armağan olsun;

    http://www.youtube.com/watch?v=enowavmsqvq
  • öğretmen/eğitimci demektir. bu yüzden okul (üniversite) dışında kullanılması hoş değildir. eğitim ile ilgili bir iş yapıyorsanız kullanacağınız ünvan olduğu için, abd'de veya avrupa'da bilimsel bir araştırma kuruluşlarında çalışanlar, profesör de olsa dr. ünvanını kullanılırlar. hele ki doçent yada yardımcı doçent ünvanının karşılığı olan accociate professor yada assistant professor ünvanını kimse üniversite dışında kullanmaz. ama ülkemizde ise tam tersidir. arkadaş tübitak mam'da yada mta'da çalışıyordur, ama doçenttir.

    bütün dünyada bilimsel olarak alacağınız en büyük derece doktora ile aldığınız dr. derecesidir. hatta amerika'da doktor ünvanı olmadan profesör ünvanı olan pek çok öğretmen/eğitimci vardır ve bilimsel olarak pek bir değerleri yoktur.

    edit: profesör olup iyi bir bilim adamı olanları da unutmuşum. yani hem profesörüğün hem de doktorluğun hakkını verenleri. yani gerçek prof.dr.'ları
  • bilimum yüksek lisans ve doktora tezlerine danışmanlık yapma ve akademik olarak araştırma görevlilerinin gelişimini sağlama sorumluluğu olan akademik insandır. gel gör ki bu danışmanlık yaptığı tezlere ve yetiştirdiği bilim insanlarına karşı bakış açıları geçen zamanla değişebilmektedir. örneğin 13 yıl önce danışmanlık yaptığı tezle ilgili olarak; bu tezi makale haline getiren asistanına "sen neyine güvenip bunu dergiye gönderebiliyorsun? bu tezden yayın olur mu? diyen ve hatta fırça kayan profesör kişi, aradan geçen 13 yılın ardından aynı asistana - şu anda yardımcı doçent- sen tezini yayın yapmışmıydın diye sorabilmektedir. kendisine "siz bu çalışmanın yayın olmasını istememiştiniz, bana kızmıştınız dergiye gönderdim diye. hatta derginin düzeltmeleri de çok da fazla değildi aslında vs..." dediğinizde "sen neden ısrar etmedin ki? bence sen yine de yayın yapmalıydın, üç yıl sonra istanbul'a gittiğinde yapsaydın, bak bu senin hatan olmuş, yoksa ben hiç bir tez yayın olmaz demem" diyebilecek akademik fakat tutarsız insandır.
    bu durumda karşısındayken "kolay mıydı hocam o zamanlar sizin karşınızda ağzımızı açabilmek, sen ne diyorsun şimdi" diyebilmeyi ancak içsel olarak gerçekleştirebileceğiniz ulu insandır.
    her zaman haklıdırlar, bir şey söylüyorlarsa mutlaka sebebi vardır ama o gün kü bakış açısı ile bugün kü farklı olacak tabi ki diye de hemen savunmaya geçen insandır.
    lakin anlaşılması, tanımlanması zor olan insandır kısacası...
    (bkz: dün dündür bugün bugündür)
    (bkz: her daim haklı olmak)
  • özellikle taşra üniversitelerinde "nasıl yaaa, bu adam profesör mü şimdi?" diyebileceğiniz versiyonları bulunur. az önce gerçekleşen diyalogu aynen yazıyorum:

    iki araştırma görevlisi, ellerinde sınav zarflarıyla sınav salonuna doğru yürümektedir. arkadan fakültede zaten sayılı bulunan, bu sebepten pek kıymetli görülen profesörlerden biri gelmektedir. p: profesör ag: araştırma görevlisi

    p: niriye gidiyognuz hanım gızlar?
    ag: ("hanım gız derken?!" diye düşünürken) sınava gidiyoruz hocam.
    p: öğrenciye benziyognuz haa, gotunuzu giymişiniz (got derken kot pantolonu kastetmektedir)
    ag: (içinden) siz de hiç profesöre benzemiyorsunuz ama...

    ama bu cümle söylenemez tabi. aklınızdan mezun olduğunuz okuldaki hocalarla bu hoca arasındaki fark geçer. lisanstayken bile hiçbir hocanızdan "hanım kız" sıfatını duymamış ve hatta "siz" şeklinde hitap edilmesine alışmışsınızdır. bozuk türkçeden bahsetmiyorum bile. bunları düşünür ama dile getiremez, söz konusu profesöre gülümseyerek yolunuza devam edersiniz.
  • kendisine yarım sayfa mail yazdığımızda cevaben "ok" yazan insandır benim için.
    trip atan sevgili gibi..
hesabın var mı? giriş yap