• (bkz: bibliyoterapi)
  • freud'un sanat ve sanatçılar üzerine isimli kitabında dostoyevski ve shakespeare'in eserleri ve bazı sanatçıların çözümlemeleri ile ele alınmıştır.
  • freud'un kişilik kuramını bulması ve bilinç dışını keşfi ile edebiyatta yeni bir yol bulundu realist romanların en büyük özelliği dış dünyanın olabildiğince ayrıntılı ve gerçeğe uygun şekilde tasviri idi. gerçekçi tasvirler romanın özünü oluşturuyordu. psikanaliz ile dış dünyanın yerini roman kişisinin iç dünyası aldı.
    psikanalitik edebiyat kuramı üçe ayrılır;

    1) sanatçıdan esere,
    2) eserden sanatçıya,
    3) eser odaklı.

    sanatçıdan esere;

    freud’a göre sanatçı birtakım nevrotik durumların sahibi insan, içgüdüler, itiler ve dürtüler içinde bir karmaşaya sahiptir. toplumsal hayat, kanunlar, töreler ve genel ahlak kuralları bu dürtülerin, istek ve itilerin açığa çıkmasını engeller. onları bastırmaya çalışır. fakat insan ruhunun özünü teşkil eden bu isteklerden kolay kolay vazgeçemez. bu durumda muhayyile devreye girer ve insan hayal kurma yöntemi ile kimi istek ve dürtülerine ulaşmaya çalışır. kendisini olmak istediği yerde ve durumlarda görür.

    işte sanatçı bu hayalleri sanat yoluyla açığa çıkaran kimsedir. sıradan insanların telaffuz etmeye bile kaçınacağı durumları o sanat yoluyla ifade eder. fakat bu hayal kurma ve tasavvur gücü aşırıya kaçtığı zaman hastalığa davetiye çıkarır. marki de sade’ın yazarlık macerası buna en iyi örnektir.
    freud sanatçının yaratma eylemini kısaca bu şekilde açıklar ve bu kurama bakarak yazarın bilinçaltını ortaya çıkarmayı dener. bu durumda yazar nevrotik bir vakadır. zira bu eserler yazarın bilinçaltında hapsedilmiş kimi korku, istek, ihtiras ve dürtülerin sembolleri olarak bakmak mümkündür. o zaman sanat eseri yazarın kişiliğini, ruhsal durumunu açıklayan bir belge konumuna dönüşmektedir. yazarın hayatı artık canlı bir kadavradır. eleştirmen onu istediği yerden kesip biçmekle kalmayacak en ücra organlarına, hücrelerine kadar inceleyecektir.

    eserden sanatçıya;

    eserin değerini sanatçının yaşantısında arayan bu tür psikanalitik arkeolojiyi amaçlayan görüşten sonra, esere yansımış biçimiyle sanatçının karakter ve kişiliğinin izlerini sürebiliriz. burada amaçlanan eserin incelenmesi ve anlaşılması sürecinde yazarın ima edilmiş bir figür olarak metnin içinde yer alıp almama meselesidir.
    ima edilmiş ya da doğrudan birer metin kişisi olarak eserde yer alan yazarların yanında eserin salt bir sanatçıya hasredildiği örneklere de rastlamak mümkündür. bunlar iki şekilde oluşur. birincisi bizzat şair ya da yazarın kendisini bir metnin öznesi olarak nitelemesi ve kendisini anlatması; ikincisi bir sanatçının bir başka sanatçıyı resmetmesi örnekleridir.

    bu iki yöntemin ortak noktası eleştirinin merkezine sanatçıyı almalarıdır, ilkinde sanatçının biyografisini ayrıntıları ile öğrenip, sanatçının hayatındaki nevrotik durumları eserde aramak. freud bunu dostoyevski ile yapmaya çalışmıştır dostoyevski'nin epilepsi hastalığı, babası ile olan sorunları, eşi ile ilişkisi, çar-babasının idama mahkum etmesi vb. tüm bunları karamazov kardeşler adlı romanda dimitri'nin babasını öldürme sürecinde aramıştır.
    fakat bu iki yöntem sağlıklı bulunmamış, yazarların hayatları deşifre edilmesi fikri ağır eleştirilere sebep olmuştur. freud'un öğrencisi jung da bu eleştirileri yöneltmiştir.

    esere yönelik eleştiri;

    bu kuramın ana fikri eserde var olan nevrotik figürler ile cereyan eden nevrotik durumların psikanalitik veriler ışığında incelenmek ve eserin değerlendirilmesine katkıda bulunma olarak özetlenebilir. esasen günümüzde bu alandaki edebiyat eleştirisinde yapılan şey de budur.
    freud’un geliştirdiği psikanalitik eleştiri kuramı yazar merkezli bir yapıdayken jung’un ana hatlarını ortaya koyduğu arketipçi eleştiri kuramı metin merkezli bir yol izler. kişilik belirlenmesinde önemli bir veri olan rüyalarda yalnızca kişisel değil kollektif şuurun da etkin olduğunu belirtir.
    jung’un analitik psikolojisi freud’unkinden farklı ise de bu daha ziyade kuramın metne uygulanmasında kendini gösterir. jung, yazara psikanaliz uygulamaya kalkışmaz, bunu eser açısından gereksiz bulur. yöntemi yalnızca edebî metnin figürlerine uygular. yazarın kişiliği ile uğraşmak, ona göre sanat eserini sınırlandırmak demek olur.
    son olarak günümüzde kabul gören metin odaklı psikanalitik kuramı, metinde yer alan karakter ve tiplerin, bilinçaltı ve kişilik gelişimlerini irdeler. böylece edebi metin bir sanat eseri olmakla birlikte, bir psikoloji laboratuvarı haline girer.

    kullanılan kaynaklar;
    ismet emre; edebiyat ve psikoloji,
    oğuz cebeci; psikanalitik edebiyat kuramı,
    berna moran; edebiyat kuramları ve eleştiri,
    freud; dostoyevski ve baba katilliği,
    saffet murat tura; freud'dan lacan'a psikanaliz.
  • psikanalizin kurucusu sigmund freud’a “sizin ustalarınız kimlerdir?” diye sorulduğunda, freud kütüphanesini dolduran edebiyat eserlerini gösterir. 70. doğumgünü kutlamalarında freud, “bilinçdışının kâşifi” unvanıyla takdim edilince, bu unvanı reddeder ve şöyle der:
    “ozanlarla filozoflar bilinçdışını benden çok önce açığa çıkarmışlardır. benim açığa çıkarmış olduğum şey ise, bilinçdışının incelenmesine yardımcı olacak bilimsel bir yöntemdir.
    ” freud, hayatı boyunca tek bir ödül almış; 1930 yılında verilen goethe ödülü... tüm bunlar freud’un ve haliyle psikanalizin edebiyatla nasıl iç içe olduğunu gösteriyor. freud’a göre bilinçdışı, sanatçıların yaratma ediminde ihtiyacı olan ilhamın da çok önemli bir kaynağı. yani bilinçdışı; edebiyat ve psikanalizi buluşturan kavramların başında geliyor.
    edebiyat da psikoterapi de içsel çatışmaların çözümlenmesiyle ilgilenir. her iki durumda da sembolleştirme ve yer değiştirme mekanizmaları kullanılır. ve metaforların zengin katkısını görebiliriz. freud, psikanalizi antik tragedyalarla, shakespeare’in, dostoyevski’nin kahramanlarıyla desteklemiş. örneğin sophokles’in kahramanı kral oidipus, psikanaliz kuramının önemli kavramlarından biri olan oidipus kompleksi’ne isim babalığı yapmış. flaubert’in histerik karakterlerinin, freud’un 1895’te yayımladığı “histeri üzerine çalışmalar” başlıklı eserini epey beslediği de söylenebilir.

    her sanat dalı gibi edebiyatın da sağaltıcı bir tarafı var. bibliyoterapi’ kavramından bahsedilir. doğru zamanda doğru bireyle doğru kitabı buluşturarak kişinin duygusal sorunlarının anlaşılabilmesinde, yaşama uyum sorunlarının ele alınmasında kullanılan bir tedavi yöntemidir bibliyoterapi. kişilerin iç dünyasını teknik verilerin ötesine taşımak, bunu sembollerle, metaforlarla estetize ederek bir sanat haline getirmek edebiyatın işi. yazmak, zihinsel karmaşayı ya da duygusal çatışmayı düzenlemek sayılabilir. buna eşlik eden okuyucu da yazarla, karakterlerle özdeşleşerek kendi zihinsel ve duygusal süreçlerini anlamlandırır.

    bir edebiyat metnini okurken artık hiçbir şey eskisi gibi olmayabilir... tercihen biraz kafanız karışmış ya da basitçe farklı bir görüş açısı kazanmış olarak çıkabilirsiniz.

    kaynak:gülenay börekçi
hesabın var mı? giriş yap