• çizgi roman versiyonu ilban ertem tarafından ustalıkla oluşturulmuş, sizi alemler içinden alemlere taşıyan, nakış nakış karakterleri ören en sevdiğim ihsan oktay anar eseri. farklı diline ve akışına aşinalık arttıktan sonra 'wahooo!' efekti verdiren bir diğer ince işçilik örneği ise kitab-ül hiyel.

    edit: imlâ
  • "dünya bir düştür. evet, dünya... ah! evet, dünya bir masaldır."

    bana göre "tarih yaşanan mıdır, yazılan mıdır yoksa düşlenen midir?" diye bir soru soran ve bu sorunun peşinde giden bir romandır. ihsan oktay anar, tarihsel okumalarının, birikiminin yoğunluğunu hissettiriyor ve bu birikimle çok esaslı bir tarihsel arka plan çiziyor. özellikle, biraz da istanbul'u bilince, mekanların ne kadar yalın ve başarılı bir şekilde tasvir edildiği anlaşılıyor.

    diğer yandan tarih yazımına düşleri karıştırıyor ihsan oktay anar; büyük olayların peşinde koşup bunları abartan tarihçiler gibi değil de itilip kakılan, yüzlerine bakılmayan, öteki, küçük insanların küçük ama renkli dünyalarının peşinden koşuyor. sadece rüyalarında istedikleri gibi bir hayat yaşayabilen ama bazılarının uyuması, yani düş görmesi bile elinden alınmış insanlara gündüz düşleri sunuyor, onları oyuncak çalan bir çetenin reisi kılıyor mesela...

    fazlasıyla sürüklendim, etkilendim, "cürmü meşhut", "darülfülfül""gülbank" "mapamundi" gibi kelimeleri öğrendim. okumakta geç kaldım, daha da geç kalanlara da önerdim...
  • mükemmel bir eser okuyun okutturun
  • çizgi romanla az ilgisi olanın bile bildiği bir kitaptır puslu kıtalar atlası.
    (bkz: ihsan oktay anar)'ın efsaneye dönüşmüş kült eseri olan puslu kıtalar atlası 'nı çizgiye taşıyan, yazıp çizen sevgili ilban ertem'in 5 yıllık titiz bir çalışmanın sonunda ilk baskısı 2015'de iletişim yayınları tarafından yapıldı. nasıl bir külttür ama..
  • ''düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.''
  • her karakterinin ayrı bir hikayesinin olduğu, akıcı, sürükleyici ve etkileyici bir kitap. mutlaka okunması gereken bir eser olduğu kanısındayım.
  • ne zaman bir şeylere dahil olmadan izlesem aklıma gelen kitaptır.
  • biraz önce bitirdiğim ve etkisinden uzun süre çıkamayacağım, beni içine çekip okurken dış dünyayla bağımı kesen müthiş kitap. yazacak çok şey olmasına rağmen doğru cümleleri seçemeyeceğim ya da belki kitabın bende bıraktığı etkisini tam olarak anlatamayacağımdan tek diyebileceğim alınıp okunması, okutulmasıdır.
  • eğer genç bir yönetmen olsaydım bu filmin haklarını ihsan oktay anar’dan almak için kapısında yatar onu ikna etmek için durmadan projemi anlatmaya çalışırdım.

    bu kadar geç okuduğum için de ayrı bir özür dilerdim.
  • öyle bir hikayeleştirme gücüyle, karekterin ve nesnenin geçmişini anlatıyor ki bazen kaptırıp gerçek tarih okuduğumu düşündüğüm anlar oldu. descartes’ı rendekâr diye çevirip felsefesini uzun uzun açması harika bir iş. ancak bazı olayları çok ayrıntılı anlatırken, merak uyandıran bazı olayları kısa kesmesi hevesi kursakta bırakıyor.

    örneğin kolombron toplarının dökümünü, tünelin nasıl kazıldığını, dilenci karakterlerin bazılarını, meyhaneleri vs uzun uzun anlatmışken ebrehe’nin ölüsünün yıkanacağı sırada zıbıka rastlanması gibi şaşırtıcı olayın 1 satırla geçiştirilmesi, arap ihsan’ın ölümünün pulp fiction’daki vincent vega’nın ölümünden bile daha az yer tutuşu üzdü.

    pratikçi arap ihsan’ın, teorikçi uzun ihsan’a söylediği şu söz -yazarın iki ayrı tarafı mı bunlar?- bile kendi başına yeter:

    --- spoiler ---

    ey kör! aç gözünü de düşlerden uyan. simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. bırak dünyanın haritasını yapmayı! daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. gülleri ve bülbülleri görmeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap