• salinger'ın kırkı çıktıktan sonra anısına hakaretlerin başladığını gösteren film.

    bundan önce de salinger diye documentary tarzı bir şey çektiler, documentary olmasına rağmen salinger'ın mezarında ters döneceği bir yapımdı. bunun üstüne gidip documentaryden ziyade gidip normal bir film çekiyorlar, salinger mezarından kalkıp seti basmazsa iyidir.

    bu salinger denilen adam savaştan dolayı psikolojik sıkıntılar yaşayan, kendi halinde yaşayıp hayatının bilinmesini istemeyen, üstüne üstlük hayatının gizli olması hakkında üstün bir çaba gösteren, hayatını geçtim kitabının filminin çekilmesini bile-the catcher in the rye- yıllar önce engelleyen biri.
    öldükten sonra adi yapımcılar madem kitabın filmini çekemiyoruz, kitabı yazan adamın kitabı yazma öyküsünün filmini çekeriz çakallığı ile salinger'ı nefret ettiği her şeyin içine çekip anısına hakaret ediyorlar.
    üstüne üstlük hayatının en özel durumlarını-mesela oona o'neill chaplin ile ilişkisi-filme alarak adamın özelini iyice ortaya döküyorlar.

    bu tip şeylerin salinger öldükten sonra yapılmaya başlanması ise bu tür şeylere salinger'ın duruşunu açıkça ortaya koyuyor.
    ailesinin bu konulardaki rolü ne bilmiyorum ama eğer bu durumlarda parmakları varsa en büyük phony başta ailesi, ondan sonra da bu duruma destek veren herkes.

    adamın kemiklerini sızlattınız be.
  • dün gece filmekimi kapsamında izledim. salinger'la tanışıklığım 25 yıl önceye dayanıyor. lisede komşumuzun kütüphanesinden aldığım gönülçelen * benim için edebiyatta bir dönüm noktası olmuştu. bir ergenin katışıksız bir ergeni okumasının nasıl bir çarpışma etkisi yaratacağını tahmin edebilirsiniz. sonrasında diğer kitaplarını da defalarca okudum fakat holden caulfieldbenim ilk gençlik kahramanım olmaya devam etti. bu bağlamda salinger'ın benim için kutsal olduğunu söyleyebilirim. ama ilave etmeliyim ki yazarlara kutsiyet atfetmek genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlanır çünkü deneyimlerime göre yazarların bir çoğu gerçek hayatta ve gerçek ilişkilerde hayal kırıklığı kaynağıdır.

    başıma bir iş gelmeyecekse filmi sevdiğimi söyleyebilirim. hayatı boyunca toplumdan gizlenmiş bir yazarın hatırasına saygısızlık, ihanet rerö falan filanda saçma geliyor bana. tam olarak amacımızı ifade eden iki kelime bile yan yana geldiğinde amacımızın dışına çıkmışızdır artık. yazar asla anlaşılmak istediği gibi anlaşılmayacak zavallı bir mahluka dönüşmüştür. bundan dolayı, ben sadece bir başkasının onu benim anladığım gibi anlayamadığına içerleyebilirim en fazla. yazarın özel hayatını deşifre etmekten uzak kalınsaydı dünya çok sayıda edebiyat şaheserinden mahrum kalırdı.

    filmin içeriğine falan girmek istemiyorum. gerçekten de benim hayalimdeki salinger böyle bir adamdı, film bunu gayet iyi karşıladı. filmin izleyici kitlesini sevdim. hemen herkes holden'ı yakından tanıyordu. salonda ön sıralarda bir adet holden replikası da vardı. avcı şapkası ile salona girdi ve film boyunca salinger ile sempatik bir bağ kurarak onun gibi düşündü, onun gibi hissetti ve onun gibi coştu. tam da salinger'ın evinin önünde sefil, ezik holden çakması ile karşılaştığı sahnede bu yerli replika arkadaşa bakma ihtiyacı hissettim. salinger adına üzgün ve sinirliydi. tuhaftır ben salinger adına bir şey hissedemedim. bilakis yerli replika adına üzülmekle meşguldüm.
  • mektuplarına günlüklerine varana kadar nasıl çatır çutur kafka okuduysak, salinger'ın hayattayken yayımlanmamış bir satırı çıkarsa ortaya onu da okuyacağız, hakkında çekilen belgeselleri, filmleri de izleyeceğiz.
  • kevin spacey için heyecanlandığım ve beni asla pişman etmemiş film. keşke yavaştan yaşlanmıyor olsa da daha çok izlesem. rolü gereği j. d. salinger'la filmde senelerce konuşmayan bir akademisyeni canlandırıyor. film insana durduğu yerde 'hadi be bi konuşun, haberleşin' dedirtiyor sürekli. ve kevin spacey j. d. salinger'a olan özlem duygusunu seyirciye geçirmeyi öyle başarmış ki bunu ancak çok sevip, değer verdiği birini kaybetmiş bir yürek anlayabilir.
  • nicholas hault'un icine ettigi film.
    sevmiyorum bu antipatik iti.
  • filmin bazı sahnelerinde ciddi bir senarist amatörlüğü vardı. koskoca holivut filminde yakışmıyor. o amatörlükle ilgili teker teker yazamayacağım ama en kuvvetli amatörlüğünü spoiler içinde yazacağım.

    --- spoiler ---

    jerry'nin elinde çiçekle o'neill'ın kızının evine geldiği sahnede arkada çöp kutuları duruyor ve o çiçeğin çöpe atılacağını en aptal izleyici bile bağıra bağıra söyleyebilir. o kutular neden orada? nasıl bir görüntü bu? aynısını senaryo dersi alan bir öğrenci yazsa üstünü çizerler. olay örgüsüne hizmet etmek için sahneye konulmuş çöp bidonları... tam da kapının önüne... eğer seyirciğe "ben demiştim" dedirtmekse niyet bu tutumun başka sahnelerde de olması gerekirdi ancak yok. sanki iki plan çekmemek için aceleyle kadrajın içine çöp kutusu yerleştirilmiş gibi görünüyor. bu gözüme fazlasıyla battı.
    bunun dışında yazarlık konulu palavralar içeren ve yazarlığı tılsımlı bir şeymiş gibi gösteren üst perdeden konuşan bir film olmuş. adına gönderme yapılan eserle ilgili de hiçbir şey yok. (ucuz birkaç sahne vardı)
    --- spoiler ---
  • bugün başlığı gördüğümde öğretmenler odasında heyecanla karşımdaki üç edebiyat öğretmenine söylediğim film. üçü de kitabı okumamış. okumayı bırakın duymamışlar bile. çok satanlarda da mı görmediniz, hiç mi kitapçı gezmiyorsunuz.
    neyse konumuz bu değil. bulunduğum şehre geleceğini hiç sanmıyorum o yüzden nette bulabileceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.
  • bir holywood filmi var karşınızda, belgesel değil. en başta bunu unutmamak gerek diye düşünüyorum. abartı sahneler, abartı yorumlamalar ve hayali diyaloglar mevcut fazlasıyla. evet, ben de pek çokları gibi salinger ölmeseydi bu filmin çekilmesine asla müsaade etmezdi diye düşünüyorum. belki ona bir saygısızlık olarak bile nitelenebilir bu film. yine de koşa koşa gittim izlemeye ve iyi ki çekilmiş dedim.

    bir kere daha açılış sahnesinde çavdar tarlasında çocuklar' ın o meşhur girişiyle karşılıyor bizi film "anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o david copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.'' bu kitabı sevenlerin bu andan itibaren filme kayıtsız kalabilmesi bence çok zor. bu açılışın ardından salinger' ın geçmişine gidiyoruz. whit burnett ile tanışması, harika kontra diyaloglar, güzel esprilerle klasik bir hollywood filmi izliyoruz. bu kısımlarda özellikle ‘’yazmak’’ üzerine olan diyaloglar harika. yazının bundan sonrası filmden ziyade benim salinger ve çavdar tarlasında çocuklar* üzerine yorumlarım olacak;

    çavdar tarlasında çocuklar benim hayatta okuduğum en iyi kitaplardan, holden ise meursault ile birlikte öykündüğüm, taklit ettiğim, olmak istediğim iki karakterden biri. ne var ki ikisi olmak için de yeteri kadar cesur değilim. holden’ ın dürüstlüğüne, insanları yorumlayışına hayranım. kitabın önemini, orijinalliğini bilene anlatmaya gerek yok, bilmeyen de merak ederse kendi öğrenir zaten. kimileri ise bu kitabı pek sevmez. sevmeyenlerin bir kısmı anlayıp sevmez ki bu bir tercihtir, bir kısmı ise anlamadan sevmez ki bunları zaten herhangi bir konuda ciddiye almam. benim için böyle bir turnusol görevi de görür yani bu kitap. kitabı sevenler arasında ''holden aynı beni anlatıyor'' diyenlerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir. bunlara en güzel cevabı veriyor film. bu tip insanlara önceden gülerdim ama filmden sonra sadece acırım artık. gerçi filmi izleyenler önceden diyorlarsa bile filmden sonra ‘’holden beni anlatıyor’’ demeyeceklerdir diye düşünüyorum, zira holden’ ın kendisini anlattığını iddia edenlerin holden ile uzaktan yakından alakalı olamayacakları, kendi ezikliklerini holden üzerinden kapatmaya çalıştıkları çok açık şekilde gösterilmiş filmde ya da ben öyle görmek istedim belki de.

    filmden de kitaptan da çok alakasız olarak değinmek istediğim bir nokta mevcut. whit burnett ile salinger arasındaki ilişkinin başlarında salinger, whit burnett’ ın peşinde koşarken salinger’ in ünlenmesinin ardından o güçlü, ukala, kendinden emin whit burnett, salinger’ ın karşısında küçülüyor, adeta yok oluyor. işte sevgililik de –hatta en çok o- dahil olmak üzere insan ilişkileri böyledir. bu noktada iki oyuncunun da (kevin spacey, nicholas hoult) oyunculuğuna övgüler düzdüğümü eklemeleyim.

    son olarak amerikan filmlerindeki kafelere ve barlara hayranım. öyle yerler arıyorum sürekli ama bulamıyorum. gerçi bu film de 1940’ larda geçiyor, şimdi şu tarz bir kafe bulmak sanıyorum ki imkansızdır; büyük pencereli, bol ışık alan, birbirine yakın tahta masalarda oturan bir dolu insanın sohbet eder ya da bir şeyler okurken büyük fincanlarda kahve içtiği kafeler.

    keşke salinger' ın izni ile olsaydı o zaman daha çok içimize sinerdi sanki. yine de biliyoruz ki salinger böyle bir şeye muhtemelen asla izin vermezdi. alexandre dumas tarafından söylendiği anlatılan bir söz vardır; ''tarihe tecavüz ettiğimi söylediler ama çok güzel çocuklar doğdu'' bu film salinger' ın değerlerine, isteklerine, mahremiyetine tecavüzdür belki de ama yine de çocuk görülmeye değer.
  • j. d. salinger'ın gençliği, üniversiteye gidişi, yazar oluşu, ilk oykulerinin yayınlanma hikayeleri, ikinci dünya savaşında bulunması kısmının inzivaya cekildigi döneme göre daha detaylı ve başarılı anlatılan danny strong filmi.

    film sallinger in hayatındaki tüm detaylar anlatilmaya çalışılmış ancak bazı noktalarda cuvallamis. filmde ilk evliligi yüzeysel ve bağlam dışı kalarak kurguya yedirilememisken yazarin newyork universitesi'ne girişi ve atılmasına hiç deginilmemis.

    film durağan olsa da yazmaya ve edebiyata ilgili olanlar dikkatle ve ilgiyle izleyeceklerdir. özellikle üniversitede ders aldigı ve yazarlık hakkında kendini geliştirdigi sahneler keyifle iletiyor.

    bence 7/10
  • nicholas hoult'un jd salinger'ı canlandıracağı film.

    edit: kevin spacey, sarah paulson, brian d’arcy james , victor garber, hope davis, zoey deutch, kadroya katılan isimler.
hesabın var mı? giriş yap