• devlet hastanelerinde çimlerin üzerinde, acil girişinde, kantinlerde pinekleyen, doktorların arkasında güvenlik görevlilerinin önünde koşan, uykulu gözlere sahip hastaneye sağlam girip hasta çıkan kişi...
  • bunların ameliyat öncesi kalan türleri bir çeşit özel bakıcı, hatta aramızda yabancı yok göte göt diyelim: hizmetçi. "suyumu getir, terliğimi ver, hırkamı giydir, ay damar yolum acıdı yavaş ol" falan...
    ameliyat sonrası kalan türleri ise bildiğin kişiye özel hemşire. yani en azından öyle olmaları gerekiyor.

    bizim kaldığımız odada bir teyze var mesela, beyin ameliyati sonrasında içtiği her yudum sıvının ve çıkardığı her damla likitin* not edilip karşılaştırılması gerekiyor. ayrıca günde iki kere, kan veriyor ve aynı saatte bir de idrar tahlili için çiş götürüyor. takılan serumların takibini, ilaçlarını içmemek konusundaki ısrarlarını hiç saymıyorum bile...

    iş bu sebepten ötürü refakatçi kalacak kişinin, güleryüzlü, sabırlı, sevecen, fiziksel olanaksızlıklara karşı dayanaklı ve aynı zamanda hastanın ihtiyaçlarını, yapması gerekenleri takip etmek konusunda bir hemşire kadar bilinçli ve dikkatli olması gerekiyor.

    allah hastaların hepsine şifa, refakatçilerin hepsine güç, kuvvet versin.
  • babayla evlat arasındaki tüm perdelerin kalktığı, ikisinin birbirini gerçek yüzü ile gördüğü yer refakatçilik.

    yetmiş yaşındaki baba prostat ameliyatı olur; otuz sekiz yaşındaki evladı refakatçisi olur üç bitmez gün ve gece. baba yatakta yatar, oğlan bütün gün yanında, gece yanındaki ince minderli koltukta; sabahları eve gidilir, üç saat uyunur, yirmi bir saatlik nöbete hastaneye dönülür.

    ilk gün bütün telefonlar cevaplanır, geçmiş olsun dilekleri alınır, arayanlara, gelenlere tekmil verilir; ikinci, üçüncü gün en yakınlar dışında arayanlar azalır, mesai ağırlaşır.

    ameliyat sonrası pıhtılar sondayı tıkamıştır, doktor onu açmak için penisin ucundan mecburen içeriye basınçlı su sıkıp büyük şırınga ile geri çeker; baban gözünün içine bakarak acıdan kıvranır; elini sıkarsın, sonra saçlarını okşarsın, geçti babacım, az kaldı diye. sonra peklik çekmeye başlar babacık, tuvalete çıkmaya çalıştıkça, ıkınır, ıkındıkça yeni pıhtılar sondayı tıkar; doktor yine gelir yine o acılı işlemi yapar.

    babacım üçer saatlik eve gidiş gelişimin ardından, oğlum der, nerde kaldın, sen yokken kendimi çok kötü hisettim, insanın içi cız eder; üçüncü gün olmuştur, babacım isyan eder, oğlum der, çıkar beni buradan, eve gidelim, artık dayanamıyorum; psikolojisi alt üst olmuştur; bakılır başka çare yok, sakinleştirici verilir babaya, sonra lavman yaptırılır, rahatlatılır; ardından sondası çıkartılır; baba ile tuvalete gidilir, büyük abdestini yaptığında sevinçten gözleri dolar insanın, küçük abdestini yapsın diye sürekli su içirilir, yarım saatte bir onunla tuvalete girilir; belki kaç kez eşofman altı, pijaması değiştirilir; altına kaçırdığında babacım bak herşey yolunda gözüküyor işte denir; sandalye tepesinde üçüncü geceye girilir.

    bunlar pek çok evladın hayatı boyunca yaşadığı şeylerdir, insanı pek yormaz ama asıl şaşırtan kimlerin böyle zamanlarda arayıp, gelip, gidip destek verdiği hiç beklenmedik kimlerin ise aramaktan bile çekindiğidir. iyi gün dostu, kötü gün dostunu en iyi refakatçi öğrenir.

    hemşire ve özelikle hastabakıcılar refakatçinin en büyük yardımcısıdır; en pis ve zorlu işleri bu iki grup yapar; işler iyi gittiğinde insan sarılmak ister onlara.

    odalarda diğer hastalar ve refakatçiler ile kısa sürede sağlam dostluklar kurulur; birbirini en iyi bunlar anlar.
  • 2016 yapımı bir trt belgeseli..

    infaz kurumlarında cezasını çekmekte olan hükümlü kadınların yanında hapis hayatı yaşayan 6 yaşından küçük çocukları konu ediniyor..

    yapımcısı ve yönetmeni burçe bahadır..

    ---
    herkesin derdi kendine büyüktür cevat abi.. kimsenin acısını, içeride saklı yarasını önemsiz saymak kimseye düşmemiş.. hem ateş düştüğü yeri yakmıyor mu zaten, ha benim güzel ağbim..? seni yakmayan belki ötekini kavuruyor olabilir..

    hangi dertle yanarsa yansın, içindeki yangın ne kadar büyük olursa olsun bunu izledikten sonra şımarıklık yaptığını hissediyor insan.. insanın böğrüne öküz oturuyor.. çünkü senaryo yok, acıtasyon yok..

    sadece hükümlü analar ve onların "içeride" yaşayan masum çocuklarının günlük hayatları var..

    hele sonlarına doğru merdivenlerin üzerinden aşağıdaki bir kızçenin ayakkabılarını giymeye çalışırken haberi olmadan çekilen kısacık bir sahnesi var ki..... ters ve yamuk yumuk, dilleri içeri kaçmış ayakkabılarıyla sağlı sollu tokatlıyor beni her aklıma geldiğinde..

    derdin var he mi cevat abi..?
    çok dertlisin evet.. arsız herif seni..
  • bir bardagin içerisinde bile uyuyabilen, kapıdan kovsalar bacadan girebilen insanların oluşturduğu tür
  • kitap olanını bilmiyorum. bizzat benim refakatçi, ben. yoğun bakım bekleme salonunda öyle bekliyorum neyi beklediğimi bilmeden. bi bilgisayarı açıp entry yazıyorum, bi kulaklıkları takıp dizi izliyorum, bi konuşma kılavuzunu açıp fransızca'nın sırrına vakıf olmaya çalışıyorum. ofluyorum, pufluyorum, sıkılıyorum, daralıyorum çünkü çok insan var. hatta yoğun bakım bekleme odasını altın gününe çevirenler var, vallahi var! bir geliyorlar, 10-12 kişi! hayır, zaten günde sadece 1 kişinin, o da 2-3 dakika görmesine izin veriyorlar, camların arkasından o da ama millet akın akın geliyor. sadece biri içeri giriyor, geri kalanlar da getirdikleri dolmaları börekleri yiyorlar. ben de tek başıma tuzsuz etimek kemireyim amk. hayır özenmiyorum, sinirleniyorum. neyine özeneceğim; yakında def falan getirecekler diye korkuyorum. "ay çok bunaldık, hadi hoppaa" deyip de göbecikleri salmaya başlarlar mı, sonunda biri kafayı bunları yapacak kadar kırar mı diye endişeliyim. bir de ben hastane nöbetim yarın olacak diye bekliyordum, bugün için hazırlıklı değildim. o yüzden daha çok sarsılıyorum. çünkü buraya gelmeden önce, psikolojimi bu ortama göre ayarlamam gerekiyor.

    anneanne sen de uyan artık ya!

    hayır, beklemekten sıkılmadım. özledim.
  • hastanenin penceresinden aksam gunesi hem daha uzun sure hem de cok huzunlu batar. agizlarda dua, gozlerde huzun, bedende yorgunluk emareleri vardir.

    odalardan tasan iniltiler kalplerde zonklar, omur torpulerinden biri de refakatçi olmaktir...
  • hasta eşlikçisi olma hali.
    hasta yatakta yatarken; senin de bir çeşit ruhsal hasta olarak yatak olan kanapede yatman hali.
    - şanslı tek kişilik oda eşlikçisi olunca -
    hastanın bir iki gün içinde iyi olacağını bildiğinde; mutlu olan insan hali..

    garip garip bir sürü teve programı izleme; gelen kapalı tepsi içi refakatçi yemekleri ile sevinme; tansiyon, ateş, ördek, yat, kalk, pansuman, telefon, hangi hemşire daha güzel, doktorlar da ne zaman gelecek, tüh terlik almayı unuttuk, tüm hastane beni çoraplı eşlikçi olarak hatırlayacak; biz şimdi bu çıkan taşı boğazın neresinden sallasak; bir çeşit zorunlu sağlık tatili.. - şanslı isen tabii -

    kahretsin, tekrar tekrar sağlık ne kadar da önemli diye düşün düşün dur hali insanıdır bu eşlikçi ve de tabii bir tanecik hastası..

    bir de bu hasta sana ''sana bence bir refakatçi gerek'' derse çok üzülen insandır bu refakatçi..
    olsun di mi o hasta; ona da şımarma izni vermek gerek..
    aman be canım tüm eşlikçiler sana kurban olsun; yeter ki iyi ol..
  • 'burnumda surekli bir aglamayla dolastigim gunlerdi' (bkz: bir gun bir kitap okudum ve hayatim degisti) benzeri bir acilisi olan, karmakarisik, haberci cocuk cinayetleri kadar olmasa da anlatimina tav olup bir cirpida okunan bir perihan magden kitabi.
  • refakat ettiği hastaya, yatağı ortalamasan biraz köşeye kasyan da ben de şuraya kıvrılsam dememesi gereken kişidir. aksi taktirde hemşiresinden temizlikçisine, doktorundan hasta bakıcısına kadar herkesten azar işitir. hele bir de deli yatıp* hastayı incitecek hamle yaptıysa, hasta serum kablosuyla onu boğmaya bile calışabilir. aman aman...
hesabın var mı? giriş yap