• halen mad men'deki düzeni devam ettiriyorlar. herkes öğlen vakti ofiste viski ile sigara içiyor falan. ben öyle umuyorum en azından.
  • bir türlü çözemediğim sektör. şimdi arkadaşlar çamaşır suyu reklamı yapıp bunu çizgi film karakterleriyle, ilkokul 4.sınıf ingilizce dersi animasyonlarıyla anlatmanın, anaokulu müsameresi seviyesinde müziklerle donatmanın mantığı nedir? bu ürünün alıcısı 35 yaş üstü ev hanımları değil mi?

    hadi dondurma reklamını böyle sikik sokuk karakterlerle yaparsın. çocukların hoşuna gider anasının babasının beynini siker alın diye. buna eyvallah da 40-45 yaş kitlesine şirin babalı reklam yapmak nedir amına koyim.
  • çalışanlarının "yarattıkları" reklamları görünce gıyablarında utandığım, bir kötü olduğum sektör.
  • her şey satın alınabilir; aşk, sanat, yerküre, siz, ben.. özellikle ben.
    insan diğer şeyler gibi bir üründür; son kullanma tarihi olabilir. ben bir reklamcıyım, asla sahip olamayacağınız şeyleri hayal etmenizi sağlarım: daima nefis hatunlar, mavi gökyüzü, fotoshoptan çıkma sahte mutluluk.

    dünyayı güzelleştirdiğimi mi sanıyorsunuz ? her şey geçici; aşk, sanat, yerküre, siz, ben.. özellikle ben.

    ben bir reklâmcıyım. kâinatı kirletiyorum. ben size pis şeyleri bile satan adamım. asla sahip olamayacağınız o şeylerin hayalini kurduran... photoshop'ta rötuşlanmış kusursuz bir mutluluk... kılı kırk yararak oluşturulmuş görüntüler, moda müzikler. zar zor biriktirdiğiniz paralarla, son kampanyada itelediğim rüyalarınızın arabasını satın almayı başardığınızda ben onu çoktan demode etmiş olacağım. sizi yenilik bağımlısı yapıyorum. yeniliğin avantajı, hiçbir zaman yeni kalmamasıdır. salyalarınızı akıtmak: benim görevim bu. benim mesleğimde kimse mutlu olmanızı istemez, çünkü mutlu insanlar tüketmezler. çektiğiniz acı, ticareti canlandırıyor. bizim jargonumuzda buna "alışveriş sonrası düş kırıklığı" deniyor. size acilen bir ürün gerekiyor; ama ona sahip olur olmaz bir başkasına gereksinim duyuyorsunuz... ihtiyaçlar meydana getirmek için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor. işte benim savaş gereçlerim bunlar. hedefim ise sizsiniz. 99 francs

    repliği herşeyi açıklamaktadır.
  • stk'lar ve sosyal medya aracılığıyla organize olup hiç tv izlememe kampanyası olsa, direkt iflas ediyor bu sektör. düşünsene hiç kimse tv izlemiyor. reyting yok. şirketler reklam vermiyor. holdingler, büyük reklam ajansları kapanıyor. yarışmalar, trilyonlar kazanan dizi oyuncuları, alp kırşanlar vs. hepsi bitiyor. bir anda. ertesi gün işsizler. ertesi sabah bambaşka bir dünyaya uyanıyorlar.

    ben tv izliyorum diye kimse bana maaş vermiyor. üstüne bir de dsmart ve elektrik faturası ödüyorum. zamanımdan çalıyor. bağımlılık yapıyor. sağlığım bozuluyor radyasyondu vs. üstüne zart diye ünlü olan bir reklamdan tonlarca para kazanan insanları görüp sinirlerim bozuluyor. eeee bütün bunlar ben tv izliyorum diye oluyor lan. inanılır gibi değil. ben o kutuya (artık kutu değil ya hadi neyse) her akşam şebek gibi bakıyorum diye birileri paraları ordan oraya savuruyor, ünlüler, beğenilenler, ego tatminleri, arabaya insanları sığdırmaya çalışanlar....bense evimde oturuyorum. o saatleri başka bir şeyle değerlendirsem bu ülkede hoşlanmadığım her şey düzelecek. eee derdim ne amk.
    (dedum saa hamsi kafayi çalştirir, ha şimdi kar da vurdi ki onlara)
  • sikik plazalarinda birbirinin üstüne basmak için iki haneli iq'larini harcayan kisilerin çoğunlukta olduğu ve sanırım bu yüzden uzun süredir türk tv lerinde basit ve kalıcı tek bir reklam goremedigim sektördür. 100 reklamcının 2 3 tanesi belki iyi fikirle geliyordur ama bu kalın kafalilar onu da beğenmeyip piç ediyordur eminim.
  • şimdi sayın okur;
    hele yeni mezun olup ajanslardaki oyuncaklara kanarak havalı bir şey yapıldığını zanneden yaratıcı olduğunu düşünen daha da yaratmak isteyen sen sevimli pempe panjurlu hayal sahibi;
    bu yazım sana.
    ama uzun olacak; bilgilerinize.

    şimdi; hepimiz öğrendik ki "esnek çalışma saatleri" "sen 11'de gel ve işin bitince gidebilirsin" değil. günlerce ajanstan sadece ayakkabımı değiştirmek için çıktığımı bilirim. önce kısaca bunu milyonuncu kez şuraya girelim. bunu duymuşsundur. yetmediyse açalım:

    sonra "oo sosyal ortam; reklam sektöründeki o eğlenceli hayat" ışıltısına geçelim. bak güzel insan; herhangi iki canlıyı günün 18 saati bir odaya koy; bir süre sonra ne kadar anlaşmazlıkları olsa da muhabbet ederler; canları sıkılınca eğlenecek bir şey mutlaka bulurlar; birbirleri dışında pek bir seçenekleri yoktur. birbirlerini beğenirlerse sevgili olurlar; bir ayrılır bir barışırlar. birliktelikleri değişemediğinden çeşitli maddeleri birlikte dener; oluşan abuk sabuk anıları ileriki dönemlerde "şu zamanda şöyle yapmıştık nihohaha" gibi paylaşımsal bir cloud hesabına yüklerler. aile veya sektör dışı arkadaşlarla geçirilen vakitler; sunum yetiştirilmesi, yaratıcı fikir bulunması, bu fikri bulduk da nasıl uygulamalı, revizeler derken minnacık anlara kalır. ha bu arada; bu süper arkadaşlıklar gruplara bölünüp gaz odalarıyla çekişebilecek dedikodu ağlarına dönüşür. siz bile sizin arkanızdan dönenlere şaşar kalırsınız. ödül için deli gibi beraber çalıştığınız o ekip arkadaşlarının patrona kaç taklayla nasıl gösterileceğinden bile bir etkinlik fikri çıkabilir.

    iş almak tamamen çevresel etkilerle ilerler. siz deli gibi fikir bulun; patronlar arası ilişkilere giremezsiniz; harika fikriniz çöpe gidebilir.

    markayı aldınız; aha çok güzel! çok da sevinme; o fikrin uygulama aşamasına kadar kaç revizeden geçeceği hiç belli olmaz; sen alice harikalar diyarı'nda'yı sunarsın; uyguladığın hacivat karagöz sahnesi olur.

    "ast üst ilişkisi yok bizde" denir ajans tarafında. o yüzden herkes kendi işinin patronudur. onu tek sese indirebilmek için yapılan ittifaklar; üstü örtülü kapışmalar; laf sokmalı sen ne anlarsınki'ler soslu her gün yenilen yemeği düşün.

    herkes fena yaratıcıdır bu arada öyle kurala; çerçeveye gelmez; terbiye ve saygı da zaten bonus. bulursan bana da haber ver ben de isterim mesela.

    yaşın başın kaçmış; tecrüben neymiş; insanlar basıl konuşurmuş; bunlar gereksizdir; sana öyle bi soru sorarlar ki apışıp kalırsın. senin terbiyen müsade etmiyor olabilir cevap vermeye; ezik sayılırsın. susuşların büyüklük ya da naziklik olarak algılanmaz; laf sokma yeteneğin yok sanılır. oysa laf sokmayı yetenek olarak gören bi kitlenin karşısındasındır; sen bunu bi türlü kabul edemezsin.

    senin olmayan iş diye bir şey yok. gerekirse tuvalet temizleyecek; gerekirse fikir bulacak; eleman yetmezse etkinlik kurulumuna gideceksindir. ben anlamam yok; anlayacaksındır! uzmanlaşma diye bir şey ancak tek bir mecrada hizmet veren bi ajanstaysan mümkün. aksi takdirde sosyal medyaysa sosyal medya; içerikse içerik; tasarımı sen yapmasan bile gerektiğinde "görselde şu şöyle olsa olur muuu"cu bi tavır takınacaksın.

    sen hazırlanmış; marka herşeyi kabul etmiş olabilir; son dk markanın ceo'su şu yapılsın der; o yapılır. üzülme.

    sen strateji; sunum kastırırsın. biri çıkar buna "big idea" lazım der. örnek verir misin acaba diye sorarsın; yani işte onu da ben mi bulacağım diye kaçar; o kendini üstün zekalı zanneder; sen ardından iq'sunun kaç olduğunu üst rakamlara yuvarlamaya çalışırsın zira birlikte çalışmaya devam edeceksindir.

    freelance çalışırım dersin; yaptığın işlerin yarısının parasını alamazsın.

    ödüllere hazırlanırsın; yayından kaldırılan, markanın dahi özür dilediği (bkz: hasbro yılbaşı reklamı) iş ödül alır. çünkü jüride reklam ajansının başkanı oturmaktadır.

    burası türkiye. sürekli krizlere girilir. ilk kesilen bütçe, reklam bütçeleridir. bu nedenle maaşlarda aksama olur; normalde işin fiyatı neyse yarıya düşer. ekmek aslanın neresinde bilemezsin.

    baktığın her yerde reklamları görür; nasıl yapıldığını ve kalitesini anlar; gözüne takılmasın diye kulaklıklarına sığınır müziğin sesini sonuna kadar açarsın.

    ilk başlarda her şey eğlenceli gelir ama yaş 30un üzerine çıktığında yorulursun. neyin ne olduğunu bilir; her gün bi mayın tarlasına girdiğini düşünmeye başlarsın. marka tarafına geçmek istersin. o taraf ise yine senin kurduğun ilişkiler üzerinden gider. "ben işimi yapayım; iyi yapayım"cı biriysen o da çok mümkün değildir.

    yine de bol şans dilerim.
  • türkiye'deki reklam sektörü tıpkı kardeşi dizi sektörü kadar kabız ve aynı zamanda sıçımsaldır. ülkedeki tüketimi böyle dantik ve kolpa ve özgünlükten, yaratıcılıktan nasibini almamış bir organizasyonun şekillendirebilmesi de özel olarak düşünmeye değecek kadar vahim bir gerçektir.
  • içlerine girdim ve gördüm, herkesin ayağı masada ve birbirlerine kağıttan uçaklar fırlatıyorlar.
  • avrupa yakasında çalışan biri hapşırdığında, anadolu yakasından 'çok yaşa' derler bu sektörde..
hesabın var mı? giriş yap