• araç sahipliği olarak dünyamı değiştirmiş araba.

    pek tarzım değil ama bu aracı alış maceramı anlatmak istedim. müsadenizle;

    2. çocuğum olduktan sonra(bkz: delikan12), temmuz ayında bir 2009 renault laguna 3, 2.0 dci privilige aldım. çok aklımda vardı diyemem, hatta hiç yoktu bu araç. 0 aldığım 2005 model hatchback emektar ve memnun olduğum, 8 yıl dolu dolu kullandığım ford focus'u 22.000 tl'ye tokatlayıp, üzerine maksimum 20.000 tl de nakit/peşin koyarak, bütçemin yettiği bir araç aramaya başladım.

    3 adet beklentim vardı ve bunlardan feragat etmek istemiyordum. bütün bunlar 2. çocuğumuzun olmasıyla, yeniden yatılı bakıcı olayına girmemizle ve yılda en az 5-6 kez gerçekleşen bandırma'ya(bkz: memleket) gidişte artık karayolunu tercih etmeye başlamamızla direk alakalı şeylerdi.

    1) araç benzinli 1.6 ford focus'tan sonra dizel olmalıydı.
    2) araç manuel'den sonra otomatik olmalıydı.
    3) araç tüm ölçüleri ve bagajı ile mutlaka büyümeliydi.

    hayatım boyunca hiç düzgün, pahalı/büyük/iyi arabalara binmedim. şoförlüğü ailemizin ilk arabası anadol'da öğrendim. ehliyet aldığımda toros'umuz vardı. çok şükür, ama arabamız hep vardı. misafir arka koltuk bile olsa mesela bir mercedes'e, bir bmw'ye hiç binmedim. bir kere bir audi a3 ile cenazeye gitmiştim. en iyisi oydu herhalde. :) yukarıdaki denklemden sedan bir c class, bütçemin yettiği bir araba alırım diyordum. işte ne bileyim toyota corolla, daha yeni sedan ford focus, honda civic falan. yukarıdaki 3 şart mutlaka sağlanmalı 40-42 bin dolayındaki bütçe de aşılmamalıydı. araba temiz, kazasız, az kilometre olsun falan onlar default şeyler girmiyorum... bunlar klasik ikinci el geyikleridir malum.

    bakmaya(internet ve canlı) ve galeri gezmeye başlayınca bütçem ile birlikte gördüm ki önümde iki temel engel var. birincisi c class arabalarda, hatcbackten sedana geçince bagaj büyüyor ama ford focus'tan alıştığım baş, diz, omuz mesafeleri neredeyse hiç değişmiyordu. yani aslında büyüyemiyordum. bir de 1.6 ve daha düşük dizel motorlarda otomatik vites, 2011-2012 modeller ile başlamıştı(istisnalar galiba vw ve dsg'si ve toyota m/m şanzıman) ve hepsi de bütçemi erişilemez şekilde aşıyordu. eğer bu denklemde ilerlersem resmen sadece bagajı büyütecek, ya otomatik ya da dizelden vazgeçip 2005 model aracıma göre 3-4 yaş genç bir c class araba alacaktım. oysa bunların katma değeri çok sınırlıydı.

    sonra yapmayı sevdiğim şeyi yaptım. klasik denklemi kırdım. özgür ve klişesiz/önyargısız düşünmeye başladım. 40.000 lira ile ne alınıyor, ben ona bakmaya başladım. öncelikle küçük suv sınıfına bakarken buldum kendimi. işte kia sportage falan... sanıyorum ki bunlar jip ya, büyük olurlar. her şey bir kia sportage, bir honda crv'nin koltuğuna oturmam ve broşürlerindeki boyutlar bölümüne dikkat etmemle değişti, algı kırıldı. gerçekten büyük sınıf suv almazsan(kia sorento, range rover vs...) aslında suv büyük araç demek değil, sadece yerden yükseliyorsun, yaşadığın iç kasa sıradan bir c class ile aynı, hatta daha küçük diyebilirim. kısa bir süre 2006-2007 kia sorento olur mu acaba dedim, bakındım, suv'ların vergisinin farklı olduğunu, 2500 cc vergisinden de fazla olduğunu öğrenince bıraktım.

    çözüm yok gibi duruyordu, muhtemelen denklem içinde çok yol yapmadığım için otomatikten değil dizelden vazgeçecek, 2008-2009 c class tsi benzinli ayar otomatik bir araç alacaktım. vw her türlü pahalıydı, her kasa ve modelde uzak durmalıydım. derken her gün girdiğim sahibinden.com'da rastgele ana sayfaya gelen linklerden bir skoda octavia'ya tıkladım ve o da ne. fiyat 41.000, araç otomatik ve bildiğim kadarı ile octavia d class bir araçtı. en azından dışarıdan öyle görünüyordu, kasa mutlaka büyüyordu. skoda'nın vw markası olduğunu, şasi, dsg şanzıman pek çok platform, irili ufaklı parçanın menşeini biliyor, hatta camından içeri dashboard ve direksiyona bakınca passat ile benzerliklerini görebiliyordum. evet, işte bulmuştum. bir skoda octavia beni kurtarabilirdi. dış dizaynını hep zayıf bulmuşudur ama bunun ne önemi vardı ki...

    artık aramalarım skoda octavia özelinde rafineleşmişti, dodlarda, sahibinden.com'larda, ikinci el sertifikalı sitelerinde devamlı skoda octavia bakıyor, belli ön filtrelerden ve telefonlardan sonra beğenirsem görmeye gidiyordum. bir kere 40-41 bin gibi bütçem full model için 2007-2008 modele ancak denk geliyordu. 2005 araçtan inip 2007'ye binmek. pek bir ilerleyiş model olarak değildi. ama dsg şanzıman ve dizeldi, oldukça büyüktü. bütçe ile birlikte 4 şartımı sağlıyordu ve ben zeki bir mühendistim. ikinci el değeri, skoda'nın marka ederini falan sallamıyordum. neticede bu süreçte saab, volvo bile bakmış adamdım. ilk arabası skoda favorit olan birisi olarak "- skoda da alınır mı yea?!..." diyenlere siktir çekiyordum. arabaya binecektim, hemen kısa sürede allah bir dert zeval vermezse satma derdim yoktu, borcum harcım yoktu, o yüzden ikinci el değerlerini de umursamıyordum. ben 40.000 ile en iyisi ne olurdu, onu arıyordum. klişeleri çöpe atmıştım.

    günler, hatta haftalar geçiyordu, octavia bak bak bak, derken yahu dedim bu paralara satılan 2007-2008 tek d class araba skoda octavia mı? ki ben öyle sanmıştım. sahibinden.com aramalarını bu yönde modifiye ettim ve ta taaam. işte ikinci güzide aday. renault laguna 3. d class sedan ebatlarında ama hatcback tasarım, skoda'ya nazaran daha iyi bir marka algısı falan, güçlü ve mantıklı bir adaydı. ama tısss. 1.6 dizel motorda otomatik seçeneği renault'ta da d segmenti için bile yoktu. hatta benzinli otomatik bile yoktu. (not: renault bu sınıfta renault lattitude için 2013'de bile bunu hala aşamadı. çevrenizde gördüğünüz çil çil lattitudeların hepsi manuel.:)

    ben aha gene olmadı derken 2.0 dizel motor için otomatik olduğunu da görmüş ama elbette vergi mülahazaları ve yakıt konusu sebebi ile önceleri düşünmemiştim. ama can bu çekiyor tabi. girip gene de bakıyorum temiz arabalara, hayal kuruyorum, ulan bu ne gider falan diye... 2.0 dizel, otomatik, 150 beygir, düşük devirde bu torku veriyor, sıkıştırma oranı makyajı yok, 17 inç cant, 225 yere basıyor, 50 yanak lastikler. deri direksiyon simidi, yarı deri koltuklar, hands free kart sistemi, yağmur, far sensörü, 10 airbag, ncap 5 yıldız, çift egsoz... resmen rüya bir araba benim gibi hayatında d class arabaya binmişliği olmayan birisi için. öğretmen çocuğuyum neticede.

    bir sabah işe geldim. sahibinden.com'daki octavia ve laguna searchlerini refresh ettim. haşırt. yeni 3 satır laguna eklendi. hepsi şişli'de, dolmuşla 10 dakikalık mesafede. isim vemeyelim vakıf nitelikli bir özel şirket makam araçlarını satıyor, 3 tane sıralı plakalı gri laguna 2.0 privilige, çil çil kapalı garaj arabası, fiyatları km değerlerine göre 39.750-40.500 arasında değişiyor. dedim ulan git bak, direksiyona otur, ne kaybedersin?

    öğlen atladım gittim. şirketin bu işlere bakan satınalma müdürü olan güngörmüş, ta almanyalarda yüksek lisans/doktora yapmış, emeklilik sayan kır saçlı bir abi geldi ve lafı uzatmadı:

    - bak kardeşim, gel sen şu arabaya bin(beni araçların en pahalısının, en az kilometrelisinin yanına götürdü), sabahtan beri gelip pazarlık yapan çakallardan, galericilerden, ticaret erbabı olduğunu saklamaya çalışan komisyonculardan, çek, senet, takas, vade teklif eden lavuklardan ve türlü türlü itten sıkıldım, bu arabayı sen al.

    dedi. kurumsal bir yer olduğu için, benim alıcı olacak olsam yaptıracağım yeni tarihli yetkili servisten ekspertiz raporu'nu satış için kendileri önceden yaptırmışlar, elime tutuşturdu, boyalı yerlerini tek tek gösterdi, aracın şeceresini, kullanan gmy'lerin huylarına kadar saydı döktü.

    sağ koltuğa oturdu, bana camdan kartı uzattı. "- gel bin gezelim." dedi. "- yakıt bol, deneme sürüşünden para almıyoruz kardeşim..." diye de ekledi. daha burada resmen mahçup oldum. adamın nazik tavrından değil, kendimden, zihniyetimden, parasıyla bile kendime bu gibi şeyleri giydiremeyişimden. 5 paralık vizyonum yoktu demek ki. bunu memur çocukları anlar ancak. adam bana "kart" uzatıyordu, anahtar değil. o zaman bunu büyük bir şey sanıyordum, dedim ya, ben kim 2.0 motor, otomatik, d class, kartlı bir arabaya binmek kim. oysa ben daha fazla para vererek göt kadar toyota corolla, honda civic, citroen c4, ford focus peşinde koşuyor, gene göt kadar vw jetta'ya bakmaya bile cesaret edemiyordum.

    koltuğa oturdum, direksiyonu kavradım ve anladım. sonu nasıl, ne zaman, ne şekilde olacaktı, sonrasında pişmanlık yaşayacak mıydım, muamma idi ama bu arabayı alacaktım, hissettim. bir kere deri bej renkli direksiyon lekesizdi. daha önce sahibinden.com'daki ilan fotolarından ve bazı canlı tecrübelerden dikkat etmiş, gözlemlemiştim. doğal olarak devamlı el değip sürtünme olduğu için direksiyonda mutlaka deri soyulması ve lekeler oluyordu. bunda yoktu, sıfır elbette değildi, ama tertemizdi. kartı aldım, takacak yeri arıyorum. abi anlayıp yeri gösterdi. bu arada ekleyeyim. ben hayatımda hiç otomatik araba da kullanmadım. :) biraz da heyecanla "- abi p deyken çalıştırıyoduk di mi?" diye sorup teyid aldıktan sonra çevireceğim yeri aramaya koyuldum, bulamadım. ama kartlı araba, otomatik, oralarda start/stop yazan tuşu gördüm, artık bunu da sormayayım dedim, göz ucu ile p'de olduğunu 50. kez gördükten sonra besmele, düğmeye basış. çalıştı ya la?!

    dedim ya biz memur çocuğuyuz, hemen depoya baktım yarımın az üstü dolu. ben binbir dikkat, içim kıpır kıpır, kapalı otoparktan çıktık ve sohbet başladı. abi bana okul yıllarını, evliliklerini, iş yaşamını, tanıştığı patron tayfalarını, çocuklarını, almanya'da çaktığı karıları vs. vs. anlattı. kaynaştık. ama bu benim açımdan bir test sürüşü idi neticede. el ayak titremesi geçince biraz bildiğim kadar testler/manevralar yapmaya başladım. işte ani topukluyorum, ivmesine bakıyorum, motor sesini tartıyorum, yol sesine bakıyorum, teybin sesini açıp ses sistemini sınıyorum, virajlara azıcık hızlıca girip içeri yöne şerit değiştirip yol tutuşu sezmeye çalışıyorum falan falan... daha önce bahsettiğim geçmişten gelen, hayatında hiç 1.6'dan büyük motor kullanamış, hiç d class arabaya binmemiş, hiç otomatik araba kullanamış biri ne hissederdi ki? büyülenmiştim resmen. fiyat 40.500 tl idi, satıcı şirket kurumsaldı ve envanterinden satıyordu, satışı yönetim kurulu onaylayacaktı ve 1 lira bile pazarlık mümkün değildi. yaklaşık 75-80 kilometre yol yaptık, çoğu tem'de... ben bayılmıştım.

    şirkete döndük. sağolsun abi bana kıyaklara devam etti. muhasebe departmanına daldık, arabanın son 1 - 1,5 yıllık tüm bakım faturalarını çıkardı, her şeyi gösterdi ve bana garajda söylediklerini, fazlası ile mahkeme heyetine ispatlar gibi ispatladı. en çok kıllandığım şey olan kilometre azlığını da faturalardan gösterdi. sonra da net konuştu, bugün, hatta saatler içinde bu iş bitmeliydi. (bu arada en az 10 kere telefonu çaldı, baştan beri, herkese araba satıldı diyordu.) 40.500 lira, yarım saat düşün dedi, bana bir çay söyledi ve işim var, yarım saate döneceğim deyip çıktı gitti. orada göt gibi kaldım. yalnız ve ağır şekilde savunmasız hissettim. kayda değer bir şey söyleyemeyeceğini biliyordum ama babamı aradım, planlamadığım şekilde baktığım aracın 2000 cc olduğunu, lüks olduğunu, bütçem içinde olduğunu ama vergisi, olayı, bizi aşar aslında falan ne dersin dedim. "- hiçbir araba 1000-1500 ile pahalı veya ucuz olmaz, çok beğendiysen ve araca/satıcıya güvendiysen al..." deyip cesaret verdi. hemen cepten 2009 model 2000 cc vergisine bakıp yutkundum. 890 küsür liraydı. 2014 zammı da gelecek, kabaca yılda 2000 tl vergi verecektim. 1 cc 1 tl. daha bunun yakması var. 2000 cc yakacak, bir de manuelden geliyoruz, otomatikten +%10-15 koy, bayağı yapıyor, benim sattığım benzinli ford ile kafa kafaya hatta daha fazla yakabileceğini hesapladım. hesapta dizel alıyoruz. mühendis insanım, hesaplayabiliyorum. bakımlarını abi göstermişti, o korkulacak gibi değildi sanki, faturaları plakası dahil gözlerimle görmüştüm. bilen anlar. araba erkek için biraz da aşk. ben bir kere aşık olmuştum. ellerim o kızın deri direksiyon dikişlerinin tırtıklarında dans etmiş, sağ dirseğim deri kaplı orta kolçağa yaslanmıştı bir kere. o kızı alcaktım! seviyordum. sonuda kazık da olsa, pişmanlık da olsa, o nikahı kıyacaktım.

    abi koridorda gözüktü, "- evet ne yapıyoruz genç?" dedi. kararı vermiştim. "- hayırlısı olsun abi, alıyorum..." dedim. elime bir a4 tutuşturdu. yönetim kurulu'na hitaben bir dilekçe yazmamı istedi, formatı kabaca söyledi. "- sen git, ben bu dilekçeyi yk'ya yarın çıkaracağım, ayrıca da kişisel görüş olarak seni tavsiye edeceğim, işi %90 bitmiş bil, ama %100 diyemem, kesin yanıtı yarın alırsın..." dedi, cep telefonumu alıp beni gönderdi.

    saat 14:15 civarıydı. barbaros bulvarı'nın kıyısında, güneşin alnında, kaldırımda öylece ayaktaydım. garaja 12:15 gibi girmiş, 2 saatin çoğunda benim için mercedes klasmanında bir arabayı kullanmış, aşık olmuş, 10 dakika biner sağına soluna bakarım derken, aracı bildiğin satın almıştım. gecikeceğimi daha direksiyondayken farkedip işyerini aramış, arkadaşa "- çok acaip şeyler oluyor, beni 3'e kadar idare et." demiştim. daha yeni boşalmış olmamın verdiği heyecan haliyle, terli dudaklarına bir de öpücük konduruvermiştim. (bu son cümleyi dikkatleri bi toplamak için şeyettim...)

    yarın oldu, beklediğim telefon geç de olsa geldi, aksilik çıkmamış, aracın satışı babalar tarafından onaylanmıştı. ama sancı bitmedi daha da arttı. abi bana telefonda şirketin eft iban numarasını verdi. 40.500 tl araç bedelini, "- açıklamaya "34 xy xxxx plakalı araç bedeli" yazıp yatır." dedi. telefonu kapattığımda titriyordum. nasıl yani?

    40.500 lirayı hiçbir sözleşme, kayıt, kuyut, imza olmadan zort diye bir hesaba gönderecektim. inanamadım. internetten de check etmiştim. aracın şirkete ait olduğunu görmüştüm. yoksa dolandırılıyor muydum? şirkete gittim, bırak garajı ve konuştuğum kişileri, onlarca alakasız çalışanını gördüm, ofilerinde bulundum, çaylarını içtim, sekreterlerinin memelerine, bacaklarına bile baktım, ama kıllanıyordum. gidip sorsam, sen kimsin deseler sıçtım gibi hissediyordum. o paralar kolay birikmiyor hacı. o birikmiş paranın nüvesi ta düğünde takılan altınlara kadar gidiyor, sırf ben de değil, eşimle beraber onlarca yıllık emek... iki çocuğumuzun rızkı var belki içinde. korkuyor insan.

    neyse, şirket, kurumsal yer, raconu yollu belli deyip, parayı da gönderdik ve asıl telefonu beklemeye başladık. paranın yattığını muhasebe müdürü görecek ve şirketteki bir şoföre vekalet verilip bana göndereceklerdi. biz de beşiktaş'ta elemanla noter, trafik falan satışın resmi kısımlarını yapacaktık. bundan sonrasını fazla uzatmayalım. çeşitli aksilikler sonrası aracı üstüme aldım. şirkete gittik. her şey tamamdı. geçici ruhsat cebimdeydi. abi geldi, bana aracın kartlarını, kullanma kılavuzunu verdi, hayırlı olsun dedi ve gitti. işte o an, gerdeğe giriyorduk. dün tanışıp aşık olduğum, bir saat evvel imza attığım kızla evlenmiştim ve başbaşaydık. inanılmaz bir dikkat ile aracı aldım, taş çatlasın 7-8 km. ötedeki bizim şirketin önüne geldim, park ettim, dışarı çıktım ve araca baktım. ilk kez dışarıdan gün ışığında görüyordum. çil çil yanıyordu, kocamandı, tertemizdi ve inanmazsınız ama benimdi artık.

    sonuç;

    bu araç fiyat/performans oranı olarak muhtemelen türkiye'deki en iyi 2-3 araçtan biri. size hiçbir araç 2009-2010 model seviyesinde 40.000 gibi bir fiyata bu konforu yaşatamaz. genişlik, bagaj, konfor, sürüş keyfi... muhteşem. yani 40.000 lira için muhteşem demek istiyorum. çevremde 50.000 lira verip c sınıfı 2. el araç alanlara, 65.000-70.000 gibi fiyatlarla bu arabanın yanında son derece zayıf 0 km. c sınıfı müşterilerine gülüyorum. araç alırken neden aldığımızı, ne yapacağımızı daha çok düşünmeliyiz. yaptığımız kilometreye, bütçemize göre düşünmeliyiz. klişeleri kırmalıyız. araca verdiğimiz her kuruştan çıktı almaya çalışmalıyız. 2. el değeri gibi kolpa, illüzyon şeyler için rahat satılan, arzı/talebi bol arabalara şişik fiyatlar vermemeliyiz. boyasız olacak, değişeni olmayacak gibi manyaklıklara saplanmamalıyız. bizler galerici değiliz. artık arkadaşlarıma bunu anlatmaya çalışıyorum. bu aracın tabi ki 2. eli yok, az. bu yüzden herkesin 80.000 lira verdiği passat ayarı arabaya 40.000 lira vererek binebiliyorum şimdi. yoksa binmem mümkün değil. olay o zaten.

    gelelim aracın artılarına:

    bir kere çok ferah/büyük, hele hele öncesinde benim gibi c sınıfı araç dışında tecrübeniz yoksa muhteşem. 150 beygir şahane, içeride işçilik gayet iyi, koltuklar büyük, uçakta eco değil business class koltukları gibi. bagaj muhteşem, arka kapağınn cam ile birlikte açılmasını sağlayan hatchback dizayn bagajı yükleme boşaltma konusunda apayrı bir dünya haline getiriyor, inanılmaz rahat. eşi yoktur. araca eller serbest biniyorsun (privilage için), aç kapa yok, kartı tak yok, cebinde olması yeterli, el freni kaldır/indir yok(elektromekanik otomatik el freni). arabaya bin, start, kullan, stop, in, git. muhteşem. 40.000 liraya bu lüksü başka hiçbir araçta yaşayamazsınız. varsa lütfen mesaj atın, bir sonraki araçta değerlendireyim. 10 airbag, hem sürücü hem yolcular için tüm bölgeleri için 5 yıldız araç. binince hissediyorsunuz, dışarıdan uzaktasınız, etli ve içi geniş bir araba. yol tutuş iyi, frenaj iyi. tüm elektronik stabilite ile alakalı sistemler var ve iyi çalışıyor.

    eksileri:

    2000 cc eksileri. trafikte ciddi çok yakıyor. uzun yolda ise 1.6 bütün benzinli araçlardan az yakıyor. uzun yol ve şehiriçi farkı çok çok büyük. abartmıyorum 2 kat var. dolu depoyla sadece şehiriçi trafik, 400-450 arası yapar. tamamı uzun yoldaysa 800-850 rahat yapar. hem de otobanda yer yer 200 km/h hız yapmak bile buna dahil. 2009 model, d class ve full model olmasına rağmen renault, navigasyon için büyük dashboard lcd orta ekranı yok. sunroof yok. burnu uzun araç, genel olarak da uzun bir araç, parkı ve dönme çapı zor. şilep gibi.

    bana eksileri:

    mecbur kalmazsan hayatımda bir daha c class arabaya binemem. allah mecbur etmesin. genişlik meğer sadece sahip olunca anlaşılan muhteşem bir şeymiş. hele çocuklu bir aile iseniz. standarttan güçlü araba güzel bir lüksmüş, araba gidiyor hacı, cayır cayır gidiyor. hızı hissettirmiyor, 110-120 duruyor gibisin. bundan vazgeçebilecek olmama rağmen sürüş karakterim değişti. boş otobanda bile 90-100 adamı iken artık boş yolda 140-150 altına hiç düşmüyor gibiyim. yer yer 180 üstü süratler yapıyorum. gene hands free olayı muhteşemmiş. artık başka arabalarda, babamın aracında anahtar, el freni falan, unutuyorum adeta.

    özet:

    fiyat/performans olarak türkiye'de ya 1 ya 2 numara olan, orta sınıf paraya üst sınıf(hem de bayağı üst) hizmet veren şahane bir araçtır.
  • saglamdir, guvenlidir.

    istanbul-ankara otoyolu bolu civarindayken alttan bir ses geldigi icin killanip emniyet seridinin en dis tarafinda durdum, stop edip motor kapagini actim, bir tuhaflik goremedim, aracin altina baktim, yine bir tuhaflik goremedim. binip tekrar calistirmayi denedim ama calismadi. zannediyorum aku bitti veya bir tur enjeksiyon sorunu oldu, bilemiyorum.

    telefonla kasko sirketini arayip cekici isteyecektim ki, kocaman ve yuklu bir kamyonetin hizla yaklasmakta oldugunu aynadan gordum, muhtemelen uyuyan sofor kamyonetiyle aracima sol arka koseden hizla, hic frene basmadan carpti. en az 80km/h ile carptigini tahmin ediyorum. kaza sonrasi carpan arac da yuruyemez durumda oldugu icin ona da cekici istedik, oradan ogrendik, 4.5 ton civarindaymis.

    su aractan sadece cok kucuk cam kesigi turu siyriklarla ciktim:

    (bkz: http://imgur.com/ikoheef)

    carpmanin etkisiyle laguna ~3m kadar ileri gitmis, fakat saga bariyere dogru pek gitmemis.

    10 hava yastigindan 9'u derhal acildi, o bir tanesi de bos yolcu koltugunda yanda. perde hava yastigi olmasaydi muhtemelen cama carpip yaralanirdim veya boynum zedelenebilirdi.

    cok buyuk ihtimalle aracim pert olacak. iki gundur kendime yeni arac bakiyorum. bir suru araci inceledim, sanirim yine aynisindan yani bir laguna 3 daha alacagim.
  • delikan76 ile aynı karede gülümsemek gayet güzel bir duygu, öncelikle bunu belirteyim. sonrasında ben de bir laguna hikayesi anlatmak istiyorum.

    memur çocuğuyum ben de, tek kapılı anadol'la başlayan bir serüvendir otomobille olan hikayem. babam, tıpkı anam gibi öğretmendi ve o köy senin, bu köy benim demeden dolaştık durduk yıllarca. sivas yıldızeli'ndeyken doğmuşum mesela ben. her ayın maaş günü, o da 2 saat yürüme mesafesindeki tren istasyonuna yürüdükten sonra görülen şehir merkezinden gelen erzakla sürdürülen, kışın kar yağınca dışarı çıkarken namluya mermi sürülmüş 14lü olmadığında kurtlara yem olunan bir yerde başlamışım hayata. daha yaşımı doldurmadan geçirdiğim zatürrenin canımı almasına saatler kala hastalığa ve ölümüme engel olan o melek doktor olmasaydı bu hikayeyi de anlatamazdım sanırım. günde üç defa, otuz gün boyunca iğne yemişim, onu da köyün eli iğne tutan tek adamı, her gün küçük tüpün üstündeki teneke kutuda kaynattığı cam enjektörle yapmış. askerde atlara bakarmış, baytar sayılmış, köye dönünce iğneci olmuş.

    her neyse, ilk arabamızı ben ilkokuldayken gördüm işte, anadol'du, tek kapılıydı. o zamanlar memleketimizin bir köyüne vermişlerdi anamla babamı, şehir merkezinden yaklaşık 700 metre daha yüksek rakımlı bir yerdi, toplam 12-13km yol vardı ama tırmanmak 1 saatten fazla sürüyordu anadol'la. yaz başında tatil için şehir merkezi'ne göçerdik resmen. okulların açılmasına yakın, tası tarağı toplayıp köydeki lojmana taşınırdık. çok hatırlarım köy yolunda anadolun kalışını, köyden gelen kozak taşıyan emmilerin katırları ile çıktığımızı. arabanın yükünü de hafifletirdik, canını sevdiğim anadol tırmanamadığı için.

    sonra, ilkokul 2'deydim sanırım, babam ağrı'dan bir renault 12 aldı, yemyeşil, hacı yeşili. alır almaz komple boyattı onu, fildişi rengine. o sene modaydı :) plakası hala hatırımdadır, üniversite yıllarında da numaram olduğu için, 05 af 572. sonra, bizimkilerin tayini çıktı merkeze, merkez dediğim de merkezin kendisine değil, yine bir köyüne ama merkezdeki evimizden gidiş geliş de yapılabilecek bir köyüne. sonra da merkeze geldiler en son. ben o zamanlar artık anadolu lisesi'nde öğrenciydim ve renault fanboy'dum. tofaş mı iyi, renault mu şeklindeydi bizim tartışmalarımız. öyle mercedes veya bmw değil, renault vardı, tofaş vardı bizim tartışmalarda. dahası yoktu. herkes memur çocuğuydu, herkesin arabası ya tofaş ya renault olurdu. arabası başka olan varsa da biz tanımazdık onları, onlar ayrı yerlerde takılır, ayrı yerlerde yaşarlardı.

    sene 90 olunca, renault 9 diye bir şey varmış, onu öğrendik, iyiymiş, güzelmiş, pire gibi arabaymış. 85 model bir renault 9 gtl aldı babam, kıpkırmızı. çok havalıydı, otomatik camları vardı lan otomatik camları. basıyordun açılıyordu, basıyordun butona kapanıyordu. doğan slx'i saymazsan böyle bir şey yoktu olm tofaş'ta. araba biraz fazlaca (135bin km) yol yapmıştı, sonradan öğrendik, avis'te kiralık araba olmuştu. o zaman düştü jeton, 48 ah 732 plakasının sebebi, turistlere kiralanmış olmasındandı. muğla'da kiralayıp durmuşlar garibimi.

    çok güzeldi olm reno 9, bizimkinin koltukları deriydi üstelik. ama üstüne peluş örtü takmıştık, deri yakardı, olur muydu öyle koltuk? yapışıyordu deri, yapışırdı.

    bir sene kadar sonra, babam ve bir arkadaşı gaza gelip reno 9'un sıfırını almaya karar verdiler. sıfır araba lan, hem de öğretmende, nasıl bir şey bu biliyor musun? bomba gibi bomba. sıfır araba alacaktık olm. deliriyoduk heyecandan. sonra, ünal amca'ya broadway aldılar, biz spring aldık. broadway için çok sıra vardı, varmış, bana öyle dediler. aradaki 4 milyon liralık farktan değil yani, sıra olduğu için. ilksan'dan öğretmenlere verilen kredi ile almıştık arabayı. o zamanlar nerede öyle para bulup araba almak. ilksan'dan krediyi çıkarana kadar canımız çıkmıştı. araba bi geldi, mmmmh, bembeyaz, kartopu gibi. koltukları kadife değil normal kumaş, broadway gibi değil yani. sağ aynası yok, ama olsun camları otomatik, merkezi kilidi de yok ama olsun, o kadar lükse ne gerek vardı ki?

    bindik reno 9 springe baya, epeyce bindik. tatillere gittik, gezdik tozduk. bu arada ben artık araba manyağı olmuştum. hala sakladığım korkunç bir otomobil dergisi koleksiyonum oluşmaktaydı. bazı dergilerin ilk sayıları, orijinal poşetlerinde durur hala. italya'nın bir kentinde özel olarak üretilen ve yılda maksimum 10 adet satılan otomobilleri bile inceler olmuştum. piyasadaki her markanın her modelini bilecek boyutta bir manyaklıktı bu. ciddi ciddi araba sevdasıydı. ilk kullandığım araba renault 12 idi bu arada, 8 yaşındayken kullanmıştım. onunla başlamıştım öğrenmeye. kendi çocuğuna 8 yaşında verir misin arabayı diye sormayın, dünya çok değişti.

    sonra işler çığrından çıktı bizde, renault 9'u sattık, ne için peki? mitsubishi galant için. 91 model spring'i, 90 model galant alabilmek için sattık, üstüne de deli gibi para ekledik. ama araba yayla gibiydi (4.54 metre). 1.6litre motorlu bir arabaydı ve super salloon değil normal versiyonuydu. camları bile otomatik değildi, düşün, ama japondu abi, yolda uçak gibi gidiyordu, rahattı, sessizdi, ekonomikti. spring'den sonra jet motorlu bir şeye binmiş gibi geliyordu. ta ki motor yaktırana kadar. bir mitsubishi'ye motor yaktırdık evet.

    sonra arabanın 20%'si kadar bir tamir maliyetinin de etkisi ile eldekini satıp, araba alım satımı işine girdik. babamın bir kaportacı arkadaşı vasıtasıyla 2 sene gibi bir dönemde 200 civarında araba alıp sattık. evde epeyce bir hoparlör ve araba müzik seti birikti, onu söyleyeyim. :)

    sonra babam bu işlerden çok para gelmediği için peşini bıraktı ve bir toyota corolla aldı. 95 model, orijinal japon üretimi. çok sevdik toyota'yı. tek sevmediğim yeri havalandırma düğmeleriydi, sanki eski renault 12'miz gibiydi, mitsubishi'den sonra çok dandik görünüyordu.

    bundan sonrası karışık işte, ben üniversitedeydim, kardeşim üniversitedeydi, bizimkiler kardeşimin yanına taşındılar, işler kötüye gitti, araba satıldı, bizimkiler emekli oldular, emekli ikramiyeleri de yetmedi...
    boka sardı hikaye, arabasız kaldık o andan itibaren.

    zordu olm arabasızlık, bebekliğinden beri arabadan inmemiş, otomobilsiz kalmamış birisi için arabasızlık çok zor hacı. hele hele memleketinden başka bir yere de taşınınca iyice zorlaşıyor her şey.

    aradan 13 sene geçti sanırım, ben ilk üniversiteyi son senede bırakıp yeniden üniversiteye başladım, onu bitirdim, evlendim, istanbul denen pisliğin içine düştüm ve burada yaşamaya başladım. evlilik sonrası ilk hedef borçları bitirmek, ikincisi ise bir araba almak oldu.

    başladık araştırmaya, kayış koparmaya.

    eskisi gibi değil ki meretler, milyonlarca seçenek var. segmentler arası keskin sınırlar kaybolmuş, geçiş modelleri, bir üst segmentin baz modeli ile bir alt segmentin dolu modeli arasında çok az fiyat farkı kalmış, hatta alt segment daha pahalı olmuş. işin içinden çıkmak mümkün değil.

    yaklaşık 1 buçuk yıl boyunca araştırdım (evet bu süre zarfında zaten param yoktu, istesem de alamazdım). bu süre zarfında, sahibinden.com, araba.com, arabam.com gibi sitelerde ne dolandırıcılıklar gördüm bilemezsiniz. ben, yapım gereği azıcık manyağım. ilgimi çeken arabaların ilanlarını sürekli kayıt altına alır, bir süre sonra kontrol ederim. o ilanlarda verilen bilgilerin nasıl değiştiğini, satıcıların arabayı o ilanla satamayacaklarını anladıklarında ne maymunluklar yaptıklarını çok yakından takip etme şansım oldu.

    kazalı araçların nasıl sıfır gibi temiz haline döndüklerini, 190bin km'de diye verilen ilanların, aynı plakalı araç için 90bin km'de şeklinde yeniden ilana çıktığını gördüm. aynı arabayı 3 ayrı satıcının 3 ayrı şekilde sattığını gördüm (ikisi kazasız, birisi ufak kaldırıma çarpma yüzünden ön takım değişikliği gerekmesi!!!! ile kazalı olarak satmaktaydı). fotoğraf hilelerini gördüm, leş kalitede fotoğraflarla satılan her araçtan uzak durulması gerektiğini anladım. yakıt tüketimi konusunda söylenen yalanların milyon çeşidine şahit oldum.

    navigasyonsuz araçların çakma sistemlerle navigasyonluymuş gibi satıldığını, orijinalinden farklı tamponu bulunan araçların kazasız-değişensiz diye satıldığını, teknik verilerin yanlış girildiğini de gördüm.

    anlayacağınız, araba satan insanların bir çok pisliğine şahit oldum. bu arada dinlediklerim daha da beterdi. 350bin km'de sattığı bmw'yi bir ay sonra bir galeride 150bin km'de satılırken gören arkadaşımın şaşkınlığını paylaştım, vesaire.

    ikinci el piyasasında dönen dolapların gözümü korkutması sonrasında, o dönem için belirlediğim yaklaşık 30bin tl bütçeyle sıfır araba alabilir miyim diye araştırmaya başladım. evet, alabiliyordum, b segmentinin baz modelleri vardı. gülesim geliyor bazen, neyse.

    b segmentinin sıfır kilometresini alabiliyor olmamdı beni delirten, zıvanadan çıktım. mühendistim lan ben, evli, kendisi gibi mühendis olan eşi de çalışan biriydim. b segmenti ne ulan? delirmeme az kalmıştı. o anda bütün tercih olasılıklarını silip, gözümü jaguar x-type 2.0 dizel'e diktim. jaguar yukarı, jaguar aşağı... başka bir şey görmüyordu gözüm. o ekonomik tüketim, şu bu mevzularının hepsini rafa kaldırdım. ben, yıllarını otomobil sevdasıyla geçirmiş biri olarak b segmentini kabullenemiyordum. b ne ulan? dalga mı geçiyorsunuz insanla? o zamana kadar mercedes'ten bmw'ye, toyota'dan mitsubishi'ye kadar bir çok arabayı kullanmış, hatta volkswagen volt, ford transit sahibi olmuş biri olarak b segmenti deyince tüylerim diken diken oluyordu.

    başladım jaguar incelemelerine. ford mondeo'dan apartma bir model olan jaguar x-type'ın benim açımdan tek olumsuz yanı düz vites olmasıydı. elektrikli deri koltukları, düzgün sayılacak işçiliği, şekli şemaili vesaire hep beğeni sebebiydi bence. ama, tonla eksisi vardı. bakım maliyetleri yüksekti, vergisine hiç değinmiyorum bakın dikkat ederseniz. atıyorum, değişken kanatçıklı turbo sisteminde bir arıza olsa, 2011-2012 fiyatları ile 4bin lirayı gözden çıkarmanız gerekiyordu (sadece parça maliyeti), o da parçayı bulursanız. daha bunun işçiliğine falan hiç değinmiyorum.

    o esnada, toyota corolla'dan sonra aldığımız honda accord'un verdiği keyif geldi aklıma. 2 litre benzinli motor... döndüm honda'ya. 2.2 ctdi vardı, tam da istediğim gibiydi. eksikleri vardı gerçi, mesela navigasyon gibi, daha gelişmiş ses ve müzik sistemi gibi, ama honda'ydı o. taş gibiydi, performanslıydı, en kötü ihtimalle deri ve elektrikli koltukları vardı. 2.2 dizeldi hacı, ama... düz vitesti.

    bu düz vites mevzusundan nasıl kurtulacağımı düşünüp durdum günlerce. istemiyordum, istanbul gibi bir yerde kendimi düz vitesle cezalandırmak niyetinde değildim. yıllar içinde tüm otomobil algım değişmiş, "teknik özellikler ve teknik ekipmanları bilmeli ama unutmalısın. arabada var olan bir donanım sana ihtiyaç duymadan kendi kendine çalışmalı" kafasındaydım. lüks istiyordum. bir sıcaklığı ayarlamak ve bir daha dönüp bakmamaktı derdim. farlar açık mı yoksa kapalı mı diye kafaya takmamaktı benim istediğim. el frenini çektim mi diye bakmaya ihtiyaç duymak istemiyordum. insana yakışanın konfor olduğunu düşünüyordum. b segmentindeki arabayı istemiyordum işte anlayın. ben, keyif istiyordum, lüks istiyordum. istanbul için son açıklanan sayılara göre; yılda 32bin kez vites kolunu sıvazlamak istemiyordum. kıçımın rahatına önem veriyordum. ısıtmalı ve elektrikli koltuklar istiyordum. navigasyon istiyordum, adam gibi müzik sistemi istiyordum. eşim rahatsız olacak diye klimayı kafama göre ayarlamaktan vazgeçmek değil, çok bölgeli klima sayesinde istediğim sıcaklıkta araba kullanmak istiyordum ben. öndeki embesil hata yapınca göte gelmemek için güvenebileceğim elektronik ekipmanlar istiyordum. daha da önemlisi; güç istiyordum.

    güç, bak bu çok önemli. ben öyle 500 beygir güç demiyorum, hereke civarında önümdeki arabayı sollamaya çıkarken elli kere düşünmek istemiyordum ben. gaza biraz yüklenince, ister boş, isterse yüklü olsun, altımdaki arabanın hızlanacağından emin olmak istiyordum. ankara yolundaki yokuşlarda 120 ile orta şeritte değil 190 ile sol şeritte olabilmek istiyordum. istediğinizi söyleyin, istediğiniz lafı edin bana, emin olun bunu siz de istiyorsunuz. bunu fark etmek için kendinize biraz zaman vermeniz lazım.

    bu noktada tercihler yeniden şekillendi ve bütçe fikirlerim -iş değiştirmemin de etkisiyle- değişti. artık 2006 jaguar ya da honda bakmak yerine 2006 bmw 530d bakar oldum.

    oha lan, bmw 530d diyorum hacı. 3 litre dizelden bahsediyorum. 'başlarım lan vergisine' diyerek, 530d aramalara girişmiştim artık. bütçeyi neredeyse ikiye katlamıştım. fazla uzatmayayım diyeceğim ama yeterince uzattım zaten, biraz daha uzamasında zarar yok. 530d'nin şehir içi yakıt tüketimi, günlük 60km şehir içi yolculuk yapacağım fikri ile birleşince beni 520d-525d aralığına itiverdi.

    diyeceksiniz ki 'neden almadın?', cevabım belli: şerefsiz sigortacılar yüzünden. o zaman için 60bin liraya satın alacağınız bir 525d bmw'nin 5 yıllık kasko maliyeti, o yaşta bir opel corsa fiyatına denk. şaka gibi...

    benim bu araştırmaları yaptığım dönemde, kuzenim hyundai i30 aldı. 55bin lira gibi bir fiyatı vardı en dolusunun. bindik, kullandık, beğendik. navigasyon hariç aradığım hemen hemen her şey vardı içinde, ama içime sinmiyordu. "sonuçta hyundai" diyordum her fikir fırtınasının sonunda. güvenemiyordum hacı.

    bu arada çıtayı baya yükseltmiş, 60-70bin aralığına kadar çıkmıştık. o sırada altunizade ayışığı honda'nın teklifi ile sarsıldık. 73bin liraya, 0km honda cr-v 2.0 executive... abbooov... hacı, cr-v lan, müteahhit arabası. gittik, bindik, beğendik, cr-v sahibi tanıdıklara danıştık ve vazgeçtik. neden mi? yeterince hızlı değildi. bu arada hyundai ix35'in otomatik viteslisinin son hızının 160 olmasına çok güldük mesela. cücük gibi lan...

    seat leon manyağı olduk bir dönem. yeni kasa leon çok seksiydi. sürüş modları vardı falan, baya teknolojik özellikli bir arabaydı. 65bin liraya manyak gibi bir şey çıkıyordu, ama ben istemiyordum. küçüktü abi küçük. istemiyordum küçük araba. işime gelmiyordu. bmw 3 serisine bakmıyordum mesela, oturunca sıkışıyordum çünkü içinde. afaganlar basıyordu.

    skoda octavia baktım aynı delikan76 gibi. güzeldi tamam, ama benim istediğim ekstra aksesuarları falan ekleyince 80bin lira gibi bir fiyat çıkıyordu ortaya. o ne lan öyle?

    o sırada eşim scirocco diye bastırdı. çok seviyordu scirocco'yu. 78bin liraya sıfır scirocco almaktan bir öfke ile vazgeçtim mesela. düşün bak, 78bin lira veriyorsun 160bg dsg şanzumanlı scirocco'ya, cruise control yok, olmasını istersen 350 euro istiyorlar, 4 ay bekliyorsun. sunroof olsun dersen 1 ay daha bekliyorsun. sıçarım lan deyip vazgeçtik. iyi ki vazgeçmişiz, şekil mekil boş abi, apaçi arabası işte, bana gelmiyor.

    o sırada ikinci delirmeyi yaşadım artık ben. scirocco ile döndüğümüz son virajda birkaç megane coupe baktıktan sonra, "laguna coupe alalım" dedik. ama ne oldu? "baba olacam lan ben" dedim. hanım istemiyor evet, çocuk mocuk hikaye ama ben baba olacam dedim. baba olacaksan araban ne olacak? scirocco mu? leon mu? bırak allasen...

    bütün rotayı dolu bir scenic 1.5dci edc almaya doğru çevirdim. 2011-2012 ne bulursam artık. 2012'ler makyajlı, daha pahalı. konya'da bir tane denk getirdik. 55bin diyor, gittik, yolumuzun üstüydü, kullandık. abi alet güzel, deli bi aile arabası. komple cam tavan, şerit takip sistemi, deri koltuklar, geri vites kamerası, navigasyon, ne ararsan var. elektrikli koltukları olmaması çok canımı sıktı. adama cevap vermeden bıraktık.

    o noktada, çocukluğumdan beri sürekli takip ettiğim arabalardan biri olan laguna'ya döndüm birden. evet ya, ne ararsam vardı onda. büyüktü, büyük dizel motorluydu, otomatik vites, navigasyon, 10 hava yastığı, bi-xenon adaptif farlar, ısıtmalı ve elektrikli deri koltuklar, komple cam tavan vesaire vesaire. başladım takip etmeye.

    birkaç ay süreyle laguna izledim, tüm ilanları takip ediyordum, hepsini dikkate alıyordum ama sadece executive modelleri listeme ekliyordum. zonguldak'taki cam tavanlı privilege haricinde hiç executive dışı model bakmadım. takip takibi izledi ve en sonunda, iki laguna executive birden satan bir galerici ile görüşüp birini denemeye çıktım.

    tamamdı lan, bmw maliyetlerini kaldıramayacak, jaguar servisi tarafından soyulmak istemeyen, b segmentini kabullenemeyen ama 3 serisi bmw ya da c serisi mercedes istemeyen birisi için gayet uygundu. üstelik bütçe sınırlarını o kadar genişletmeye gerek de yoktu. 2011'de trafiğe çıkmış bir 2.0dci bva executive vardı karşımda. 75bin km'deydi, km'si orijinaldi, servis kayıtları tamdı, ekspertiz'de tertemiz çıkmıştı. motor kulaklarındaki yastıklar değişecekti sadece. tek sorunu, cam tavan olmamasıydı. cam tavan benim için çok önemliydi, bu arabayı almak için bir şekilde bunu aşmalıydım. cam tavansız araba almak istemiyor, ama elimdekini de kaçırmak istemiyordum.

    "kış akşamları sıcak halde bırakınca, camda yoğunlaşan su içeri damlıyormuş" diye bir yazı okudum internette. o anda cam tavan hevesimi kursakta bırakabilecek bahaneyi bulmuştum. aradım adamı, fiyatta bir indirimle 48.500'e bağladık arabayı. estetik işlem görmüştü, boyası alev gibi yanıyordu resmen. bej koltukları çok hoştu. evet, bmw 530d değildi, mercedes e220cdi değildi, jaguar x-type 2.2d değildi, burada bahsetmediğim ama uzunca süre takip ettiğim volvo s80 d5 değildi, ama benimdi, laguna'ydı, memur çocuğuna çoktu bile.

    hayatımda ilk defa, beş haneli bir tutar yazılmış olan faturam oldu lan. saklıyorum o faturayı. adam faturayı kargo ile yollamıştı işyerime, duruyor televizyon ünitesinin üstünde.

    ilk gün dolaşmaya çıktık adet olduğu üzere. inmek istemedim, çocuk gibi mutluydum. babamın değildi bir kere, kendime aitti olm araba. meslek hayatına atılmış beyaz yakalı için ne kadar önemli bir şey bu, herkes bilemez. artık araba kiralama şirketleri ile uğraşmak zorunda kalmayacaktık. market alışverişi sonrasında kısa mesafe için taksiye bindiğimizde boynu bükük küheylanlar olmak zorunda kalmayacaktık. harem'e, esenlere'e, samandıra metro tesislerine veda demekti bu bizim için. istanbul'daki bir avuç akrabaya gidebilmeki bu. hafta sonu kahvaltı için beyaz yakalıların mal bulmuş magribi gibi saldırdığı mekanlara gidebilmekti. büyümekti belki, erkek çocuk için artık adam olmaktı, ya da adam olmanın ilk adımıydı.

    heyecandı lan, birbuçuk sene boyunca sahibinden.com'u her gün hatmettikten sonra hatim duası okumak gibiydi. bir çuval civata, 15 metre sac, 5 lastik, hortumlar ve kablolardı ama heyecandı.

    arabayı aldıktan sonra bir süre her gün işe gidip geldim. değişik yollar denedim, yolu kısaltma çabaları sarf ettim. trafikte kafaları yemeye başladım ve kararımdan dolayı mutlu oldum. otomatik vites, büyük motor, büyük araç, rahat koltuklar... istanbul bunlarsız trafiğe çıkılacak bir yer değildi. navigasyon, bluetooth ile telefon eşlemesi, sesli arama yapma, elektrikli koltuklar. kışın altınıza işiyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlayan koltuk ısıtması, çift bölge klima, bunlar güzeldi. adaptif farlar şahaneydi.

    kış gelip de yaz lastikleri ile bir iki esp müdahalesi gördükten sonra kış lastiği almak gerektiğine karar verdim. o zaman, verdiğim kararın maliyet tarafı kendini göstermeye başladı. 215/50 r17 lastiklerin kışlıkları 2000 lira tutuyordu (continental). uzun süren performans, ses seviyesi, fiyat araştırmaları sonucunda verdiğim karar doğrultusunda 2bin liraya lastikleri yeniledik. sonuçta şubat ayında kayseri'ye düğüne gidecektik (buna sonra geleceğiz), karda kışta yaz lastiği ile gidilir mi?

    sonra servis zamanı geldi. büyük motor güzel, ama 1.4 motorun yaklaşık 2.5 katı yağ alıyor. üstelik her yağ değişiminde filtreleri komple değiştiriyorlar. bir tur normal bakım (15bin kmde bir) yaklaşık 600 lira tutuyor. renault'un sürekli serviste bakımları yapılan araçlara sağladığı avantajı korumak için yetkili serviste bakımları sürdürüyoruz ancak maliyetler epey yüksek oluyor. şöyle ki: geçtiğimiz yıl, harp akademileri civarında aniden üzerime kıran bir opel corsa sürücüsüyle yaşadığımız tartışma sonrasında arabasını önüme çekti ve trafiği durdurdu. gelip camımı kırmaya çalıştı, beceremedi, kapıyı açmaya çalıştı, beceremedi ama kapı kolunu kopardı. o kapı kolunun yenisi bana 350 liraya maloldu. evet, kapı kolu...

    keza, geçtiğimiz ay fsm köprüsü gerisinde yine bir trafik tartışmasında aynı şekilde saldıran bir başka sürücü, sol aynamı kırmaya çalıştı, dış kapak ve ayna kısmı değişmedi,sadece gövdesi değişti ve 1350tl gibi bir fiyatla karşılaştım. aynanın tümü değişseydi bu fiyat yaklaşık 1800tl olacaktı. parça fiyatlarını veren servis çalışanının ifadesi ile "yarım broadway parası abi".

    şimdi, gelelim verdiğim kararın doğru olup olmadığına dair düşüncelerime.
    ben, renault laguna kararının doğru olduğunu düşünüyorum ancak bir şerh koyuyorum. genel düşüncem; fransız arabalarının 3 yaşından sonra döküldüğü yönündedir. hatta araba alma konusundaki araştırmalara başlarken, "alman ya da japon dışında bir araç almayacağım" demiştim kendime. kendi deneyimlerimden bildiğim ve gördüğüm, 3 yaş sınırı meselesini doğrular nitelikte oldu her zaman. herhangi bir renault veya citroen ya da peugeot için 3 yaş sınırı koymuşumdur hep. genelde de 3 yaşından sonra döküldüklerini düşünüyorum. sağından solundan tıkırtılar gelir, servise daha sık gider olursunuz. peugeot kullanıyorsanız elektrik sistemi arızalarından, citroen kullanıyorsanız donanım arızalarından canınız sıkılıp durur.

    laguna için 3 sene kuralını biraz esnetebilirim, zira kendisi firmanın üst seviye araçlarından biri olduğundan işçiliği biraz daha iyi. bir audi ya da bmw değil, mercedes de değil ama tatminkar. evet, sert süspansiyonun da etkisi ile tıkırtılar duyuyorum, ama bunu bir tek ben duyuyorum. arabadakiler bunu duymayabiliyorlar. bir de şöyle bir şey var; tıkırtı varsa servise gidiyorsunuz, yüksek olmayan işçilik ücretleri ve görece daha düşük parça fiyatları ile onarım yaptırabiliyorsunuz.

    kayseri'de ne olduğuna gelince; kayseri'y gittik, düğün için hazırlıklarımızı yaptık, eşimi gelinin yanına, kuaföre götürmek için melikgazi belediyesi önündeki kavşakta, kırmızı ışıkta durdum. ışık yeşile dönünce hareket ettim, soldan ikinci şeritten en sol şeride geçip kavşaktan sola dönmek istiyordum. biraz ilerledik ve sola yanaşıp durdum. arkamdan gelen yaklaşık 20ton ağırlındaki mercedes beton mikseri ise nasıl becerdiyse beni görmeyip ilerlemeye devam etti. bizi yaklaşık 5-6 metre kadar sürükledi. arka taraftan aldığımız darbe ile bagaj kapağında bir miktar göçük meydana geldi, tampon boyası da kamyonun far muhafazası olan tel sebebiyle hasar gördü. sol stop lambamız kırıldı. bagaj kapağı vakum etkisini dahi kaybetmemişti. gayet normal bir şekilde açılıp kapanıyordu. ancak, kaza yapmıştık sonuçta. en yakın servise gittik, aracın alt takımlarında herhangi bir hasar olmadığı, bagaj kapağına gelen darbenin başka yeri etkilemediği, yola devam edebileceğimiz söylendi. o halde istanbul'a döndük, yolda 215km's süret gördüğümü belirtirsem aracın hasarının ne kadar cüzi olduğunu anlarsınız. peki ne oldu? bagaj kapağı komple değiştirildi. tampon ise sadece boyandı, zira darbe emici noktalarda hiçbir hasar oluşmamıştı. şimdi; bu şekilde bir darbeyi, bundan yıllar önce bindiğimiz renault 9 spring alsa, kamyonun tamponu arka koltuğa kadar gelebilirdi sanırım.

    maliyet kısmına gelecek olursak, değişen bagaj kapağı için 4500tl fatura kesildi sigorta şirketine. bu, aracın parça maliyetleri açısından daha net bir fikir verecektir.

    bu kazanın üzerinden 1 yıl geçti, aracı hala kullanıyorum, ama herhangi bir kalıntısı ya da kazaya bağlı değişikliğini görmedim. ah pardon, sağ arka kapı içinde kazadan sonra bir tıkırtı olmuştu, en son servise gidişimde onu da giderdiler. üstelik ücretsiz. :)

    şimdi gelelim şu 2 litre motorun işleyişine.
    bva şanzuman, tork konvertörü olduğu için ilk hızlanmada anlık bir gecikmeye sebep olabiliyor ancak bunu anlamak için aracı uzun süre kullanmak lazım. çoğunluğu turbo gecikmesi olan bir gecikme oluyor ve bunun bir kısmı tork konvertörünün tepkisel gecikmesi.

    ilk kalkışta gecikme var dediğime bakmayın, 2 litre dizel motorun gücünü, 1650 kilo civarı olan laguna gayet güzel yere aktarıyor. scirocco gibi kalkmıyorsunuz ancak yaklaşık 4.80m boyunda deri koltuklu lüks aracınızın ilk kalkışı için oldukça iyi bir kalkış yaşıyorsunuz.

    ara hızlanmalarda motor bence gayet başarılı, ama başarılı derken, bu değerlendirme için bmw 530d'yi kıstas almıyorum. aynı segmentte ve fiyat aralığındaki diğer araçlarla karşılaştırıyorum.

    yakıt tüketimi tamamen kullanım tarzınıza bağlı, o nedenle ne söylesek boş. şöyle söyleyeyim: bundan yaklaşık 5 ay kadar önce, tüm tüketim değerlerini sıfırlayıp bizimkilerin yanına, adapazarı'na gittik. gidişte 150-160'ın üstüne çıkmamaya özen gösterdim ama yokuşlarda yavaşlamadım. 7.2l/100km gibi bir tüketim değeri yakaladım. dönüşte ise yine değerleri sıfırlayıp 150km/s'in altına düşmeden geldim, 8.3l/100km gibi bir değer gördüm.

    yaklaşık bir ay kadar önce, yine sıfırlayıp adapazarı'na gittim. yolda 175'in altına düşmedim sanırım, hafif iniş olan bir yerde 230'u gördüm. yolun son 20km'lik kısmı köy yolu gibi bir yoldu ve 90km/s'i geçemedim. 8.8l/100km ortalama gördüm.

    şehir içinde 9.5l/100km yakıyorum çünkü evim anadolu yakasındayken işim avrupa yakasında. köprü trafiği insana hakaret niteliğinde bir trafik olduğu için şehir içinde düşük tüketim yakalamam zor. üstelik (son bir iki haftayı saymazsak) seri kullanan birisiyim. yavaşlığa, şehiriçi trafikte öndeki araçla arasına 200m mesafe bırakan dallamalara, gereksiz yavaşlamalara, yağmurlu havada gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalan acemilere uyuz oluyorum. herhangi bir şeritte 5 araçlık boşluk olmasını israf olarak görüyorum.

    ekonomik kullandığım zamanlar olmuyor mu? oluyor tabi ki. mesela son kurban bayramında, istanbul trafiğinden dolayı uçağı kaçırınca eşimin ailesinin yanına arabamızla gitmek durumunda kaldık. istanbul - gerede arasını yaklaşık 8 saatte geçtikten sonra, otoyolda 132, diğer bölünmüş yollarda da 120km's sabit hızla yaklaşık 750km yol yaptık. ilk 8 saatin varlığına rağmen 7.1l/100km gibi bir ortalama yakaladık. dönüş yolunda ise "eeeeh başlarım lan ekonomisine" deyip, konya'ya kadar cruise control ile 160'a, sonrasında ise 190'a sabitleyip geldim, 8.5l gibi bir ortalamaya ulaştık.

    arabanın bence eksik olan yanları; benim kullandığım yılın modellerinde geri görüş kamerasının olmaması, ön park sensörlerinin olmayışı, arka koltuk arasında buzdolabı olmaması, arka koltukların havalandırma ızgaraları için klimada üçüncü bölge ayarının olmaması, koltuklarda hafıza olmaması, geri viteste sağ aynanın aşağıya bakmaması, cam tavanın standart olmaması, yaşıtı olan scenic'lerde bile varken şerit takip sistemi olmaması, benim kullandığım modelde usb üzerinden mp3 dinleyememek, cd changer opsiyonunun türkiye'de olmaması. bunun dışında, lastikleriniz iyi değilse yol sesini beklediğinizden daha çok alabilirsiniz. yalıtımı oldukça iyi olmasına rağmen bir mercedes değil. 2 litre dizel motorun 175bg olan modeli daha ekonomik ve daha performanslı ancak türkiye'ye gelen laguna'larda yoktu.

    araç epeyce uzun, bu nedenle park yeri bulmanız biraz sıkıntı olabiliyor. palio'ların, corsa'ların zırt diye girdiği bir çok yeri pas geçmek zorunda kalıyorsunuz.

    sert süspansiyon, herkesin belirttiği gibi komfor hissini azaltıyor. her ne kadar sürüş performansına olumlu katkısı var olsa da, tam anlamıyla sürüş performansı odaklı bir süspansiyon sistemi de değil. daha önce değinildiği gibi adaptif süspansiyon iyi bir opsiyon olabilirdi.

    parça maliyetleri renault algısına ters. her yerde parça ekonomikliği ile bilinen renault'un diğer modellerinin aksine parça maliyetleri yüksek. ancak, kolay temin edilebilmesi, servis yaygınlığı, işçilik ücretlerinin düşüklüğü ve renault türkiye'nin indirim politikası bu etkiyi biraz makul hale getiriyor.

    işçilik açısından japon veya alman markalarını yakalayamıyor, ancak bu; b segmenti ucuz bir arabanın kalitesini göreceğiniz anlamına gelmiyor.

    artılarına gelirsek; araba güzel lan. kullanmak keyifli. küçük motorlusu nasıldır bilmem, ancak motordan kısmazsanız tat alabiliyorsunuz. eşşek gibi bagajı var, bir skoda superb bagajı değil belki, ancak i30 hatchback bagajı da değil.

    ya bi sürü artısı var aslında ama ne bileyim, çok yazdım galiba lan. nereden nereye geldik.

    özet geçeyim; eline az buçuk para geçmiş ve ebeveynlerinden daha iyi bir yere gelmiş memur çocuklarının kendilerini lord gibi hissetmek için tercih edebilecekleri, ikinci eli zayıf ama tutkunu çok, keyif veren, aynı fiyata alınacak baz model alman arabalarının veremeyeceği bir çok özelliği verebilen, parçası kolay bulunan, bakım maliyeti öldürmeyen, büyük motorun vergisi dışında handikapı olmayan bir araç.

    (benim kullandığım model için yıllık 2024 tl mtv alıyorlar. )

    hepinizi öpüyorum canlar. oha saat kaç olmuş be...

    8 saat sonra edit: lan hanginizin nazari degdi? az once kaza yaptim arabayla. trafik isiklarini gecerken aniden durmaya karar veren bir clio 'ya arkadan carptim. olm hicbir sey demiyorum. hanginizin gozu varsa ciksin ortaya...
  • şşal'de bir arkadaşım vardı. bu laguna ismini lagun diye okurdu. ne alaka diye soranlara ise,
    -olum megane'ı megan, safrane'ı safran diye okuyorsunuz, laguna neden lagun olmasın? derdi.
  • 97 modeli bile konusurdu bu arabanin.

    30 km/h hizi gecince "watch out! please fasten your seat belt" derdiii, benzin azalinca "oil level low" derdiii. derdi de derdi.

    sonra babam amina koydu arabanin. bir gecede iki kaza yapmayi basararak kirilmasi zor bi rekora imza atti. ekspertiz raporuna gore 11 milyar masrafi cikmisti, hurdasinin 4 milyara satilmasi uygun goruldu.
  • markanın belki de gelmiş geçmiş en iyi arabasıdır. diğer modelleri tasarım ve güvenlik açısından beş para etmez. ama nasılsa fiyatlar hep tavan.

    renault deyip de toros'tan bahsetmemek olmaz. toros candır.
  • ülkemizde "çok iyi ama ikinci eli tutmaz" denilen tür araçlardan birisidir. konforda yaşıtı pek çok araçtan bir kaç kat üstündür. bizim milletimiz , gaz tenekesi gibi giden araçlara sırf daha az yakıt tüketiyor diye rağbet gösterdiğinden hak ettiği değeri görmeyen underrated araçlardan bir tanesidir.
  • bugüne kadar bütün modellerini kullanmış ve halen de kullanmakta olan birisi olarak kendimi laguna uzmanı sayabilirim. (şirket arabalarım, şirket olarak lagunacıyız diyebilirim)

    ilk kullandığım laguna 2.0 rxt benzinli modeldi ( arkasında spoiler olan, 'konuşan' model ) ve açıkçası kullanmaktan en çok zevk aldığım modeldi. bu modellerde volvo motoru vardır ve motorları çok sağlamdır. arabayı sattığımda 350bin kilometredeydi ve hala canavar gibi gidiyordu. bu modelin tek sıkıntısı 5 vites olması idi, zira bu motor gücüne 5 vites olunca araç sürekli yüksek devirde ve içeriye çok motor sesi alıyordu.

    sonraki kullandığım model aynı serinin dizel versiyonu idi. benzinli gibi olmasa da yakıt harcaması açısından ve motor sesi açısından iyiydi.

    devamında laguna ıı modeli 1.9 dizel modelini kullandım. kullandığım model bir önceki kullandığım modeller gibi dolu değildi, ama 6 vites olması sayesinde hem sessizdi, hem de inanılmaz az yakıyordu (uzun yolda 4 lt/100km yi görmüşlüğüm var)

    laguna ıı'lerin en büyük problemi ön taraftaki ağır motora karşılık arka kısımın fazla hafif olması sonucunda arabanın dengesiz olması idi. herhangi bir viraja hızlı girdiğiniz zaman arabanın arkasını savrulması riski vardı. zira bir kaç kez yaşadım, bir kez de ankara-istanbul otobanında bolu dağında buzda kayıp bariyerlere çarptım (bkz: çıtır hasarlı).

    şu anda kullanmakta olduğum araba 1.9 dizel otomatik laguna ııı. bu modellerin en büyük sıkıntılarından birisi otomatik şansıman kaynaklı olarak fazla yakması. 10lt/100km yakıyor dizel araba, önceki lagunamda bu rakam yarısı kadardı. zaten renault ta problemi görmüş olacak ki sonraki araç modellerinde edc şansıman sistemini tanıttı.

    bu modellerin genel olarak fabrika çıkışı yazılımlarında da büyük problemler mevcut. araba kalkışa geçtiğinde turbo sistemi çok geç devreye giriyor ve siz bi 10-15 sn gazı köküne kadar bassanız da gidemeyen bir araba ile boğuşuyorsunuz.

    bu problemi çözmek adına hiç inanmadığım halde arabama performans yazılımı yüklettim ve gerçekten araba yeniden doğdu diyebilirim. bahsettiğim problemlerin hiç birisi kalmadı, araba gerçekten kullanması keyifli bir hale geldi.

    genel olarak toparlayacak olursak, lagunalar tam bir uzun yol arabasıdır. uzun yolda arabanızın hız kadranına dikkat etmezseniz bir de bakmışsınız 190-200 ile gittiğinizi görüyorsunuz. kesinlikle hızı hissettirmiyor ve sizi yormuyor.

    arabayı almayı düşünen kişiler yedek parçasının diğer renault modellerine göre hep daha pahalı olduğunu ve artık en yenisinin bile masraf çıkartacak kadar yaşlandığını akıllarında bulundurması gerekiyor.

    laguna serisini aradan çıkarıp kore malı latitude, fluence gibi modelleri koyması bence tarihinde yaptığı en büyük hatalardan biriydi. şu anda talisman tekrardan laguna ruhunu canlandırmaya başladı ama bence yinede bir laguna değil.

    ek: bana zaman zamam bu araç alınır mı diye soranlar oluyor, hayır alınmaz diyerek konuyu kapatıyorum :)
    ek2: arkadaşlar ironi yapmıyorum, bu arabaları almak artık hiç mantıklı değil. bırakın huzur içinde ıskartaya çıksınlar :))
  • 97 model rxe olanına sahip olduğum araba. 2000 cc motoru öle dendiği kadar yakmıyordu ve tüple kullanıldığında acık fazla yakması (1.6 ya göre) dışında canavar gibi arabaydı. kesinlikle bağımlılık yapan arabadır. 2. el piyasası çok kötüdür. bu arabaya binecekseniz alacaksınız. kimse lagunaya kötü araç demez ama almak ve kullanmak ta istemez aq/&'^+'^% nedense. yedek parça derler öle çok fazla fiyat farkıda yoktur opel den yada vosvostan hatta ucuzdur bile.

    volvo tipi olanlar 140 beygir güce 16v a sahiptir ve asfaltı ağlatır. bunlara rxt model denir.
    renault f3r tipi olanlar 115 beygir 8v tir. pratik arabadır. rxe diye geçer. rxt den bazı eksiklikleri vardır.

    ayrıca volvo volvo diyenlere sözüm hangi formula yarışında volva motor araç gördüğüdür. renault un daha kötü motor yapıyor olmasını düşünmek abesle iştigaldir.

    polo var misal kutu gibi daracık 140000 km de arka cam otomatik bile değil aynı model lagunadan pahalı.ben anlam veremedim birde siz deneyin.

    son söz olarak 2. elini almayın bu arabanın millet (çok yakıyor yedek parçaları sanki porsce parçaları gibi pahalı yol tutuşu berbat, fayton gibi araba, atik değil, 0 km bile olsa her yerinden ses geliyor, elektrik ve mekaniği berbat 3 günde bir servis yolu görünür ) ki ben alayım ucuza, konforu ve hayatımı yaşayayım.
  • teknik olarak veya kalite olarak ne denirse densin bu araç kesinlikle bağımlılık yaratır. uzun bir süre kullandıktan sonra başka araçlar çok yavan gelir, rahatsız gelir. bunun kadar geniş iç hacimli araca binmedim ben. bunun kadar iyi hissettiren bi araca binmedim. kokusunu bile özlüyor insan.

    ayrıca 1,6 motor seçeneği bulunan nadir yüksek sınıf araçlarlardandır, ayrıca 2004 model 1,6 sı 22 milyar falan lan, neden almazsınız, euro ncap 5 yıldızlı, rahat ötesi, tüp takınca koymayan araçlardandır. yalnız tüple beraber 1,5 ton ağırlık çekmektedir, çok fazla ekonomi beklemeyin.

    1,6 motoru olanların motor kaputunun altındaki boşluğa 1 kuzu sığar. sonra 3.0 seçeneklisi olduğunu öğrenince haaa dedim, kadran da 260 gösteriyor. valla tüplü 1,6 sına ayarı performansa kaçmış lpg ile biraz yokuş aşağı 212 yaptırabildim titremeye başladı sonra.

    kullandığım en yumuşak arabadır ayrıca. böyle bir vites geçişi görmedim, doğru devirde zevk veriyor hatta. fetişisti oluyor insan, ve el freni ile asla aracı kaydıramıyorsunuz. kaymıyor çok zor. mıcırda belki, ama salmıyor arkayı duruyor hemen.

    cobasse imzalı ses sistemi ise gayet tatminkardır, bu araba sefa pezevengi arabasıdır. yormaz, huzur verir. başka bir şey beklemeyin. ve lagunacı diye bir kavram var, her ne kadar kötü olursa olsun ben yine bu araçtan alacağım dedirtir ki hiç kötü değildir bence.

    bu arada arkadaşlarım arka koltuğu yatırarak bagaja üçlü koltuk sokmuş taşımışlar. öyle bi bagaj var yani.
hesabın var mı? giriş yap