• 10 yıllık mezun, genellikle restorasyon alanında çalışan, bu alanda uzmanlık kazanabilmek için (uzatmalı) yüksek lisansı devam eden sıradan bir mimar olarak bu konu hakkında söylemek istediklerim var. evvelen şunu belirteyim, yapmak istediğim asıl şey, bu işin resmi ve özel tüm bileşenlerini, bildiğim kadarıyla ortaya dökerek, bu işlerin hem yapımının hem de eleştirisinin o kadar kolay olmadığını dile getirmek. kimseyi temize çıkarmak ya da infaz etmek gibi bir niyetim yok. uzun zamandır yazmak istediğim bir mesele için güncel bir vesile hasıl olunca daha fazla ertelemek istemedim. umarım bu girinin sonunda meseleyi tüm vecheleriyle anlatabilmiş olurum. ayrıca lütfen kimse üzerine alınmasın, belli bir siyasi perspektiften bakmasın. ben sektörün içinden hiçbir iddiaya sahip olmayan birisi olarak bizzat gördüğüm, yakınen bildiğim eksiklikleri yazacağım. uzunca olabilir, şimdiden uyarayım.

    eğitim-öğretim-üniversite: meseleyi en baştan ele almakta fayda var. öss’ye girip herhangi bir mimarlık bölümünü kazanan her öğrenci, muhtemelen eğitiminin 3. yılında, bir restorasyon projesi yapmak zorundadır. yani bunun için ayrı bir ders, stüdyo saatleri, danışman hocalar, jüriler ve proje teslimi vardır. öğrenci yaklaşık 4 buçuk ay boyunca rölöve- restitüsyon ve restorasyon projeleri ile meşgul olur. mezun oluncaya kadar da normal stüdyo projelerinde verilmiyorsa başka restorasyon projesi yapmaz. bazı seçmeli derslerde bu projelere altlık teşkil edebilecek dersler alınabilir. mimarlık eğitimi için 4 sene çok çok az iken, restorasyon projesi için 4 ayın bir hükmünün olmayacağını belirtmeye lüzum yok herhalde. bu projede mimar adayları rölöve nedir, nasıl alınır, restitüsyon projesine nasıl erişilir, restorasyon projesi nasıl hazırlanır gibi çok katmanlı konularla tanışır. evet, ne yazık ki sadece tanışır. eğitimini tamamlayan bir yeni mezun mimar bu mevzuların derinliklerine ancak yüksek lisansta girmeye başlar. ki restorasyon alanında uzmanlaşmak istemek gerçekten deli işidir. diğer ana bilim dallarından farklıdır, hamallığı, angaryası çoktur. fakat yeter mi? elbette yetmez. sorun işte tam da burada başlıyor. ülkemizde restorasyon projesi ( rölöve-restitüsyon-restorasyon projeleri ile sanat tarihi raporundan tam takım olarak bahsediyorum) çizebilmek için herhangi bir uzmanlık istenmiyor. yeni mezun bir mimar çizebilir yani. elbette yasal bir zorunluluğun olmadığından bahsediyorum, yoksa büyük işler için firmalar genelde her sektörde olduğu gibi deneyim arıyorlar. yine de yurtdışında olan (mesela japonya’da öyleymiş), 10 yıl sektörde çalışmadan proje çizme ve uygulama yapma izni verilmemesi gibi bir durum yok. bence en büyük sorunlardan birisi bu. rölöve bir şekilde laser scanner ile filan hallediliyor ise de ( ki bu da çok eksikli bir teknik) restorasyon önerisi hazırlamak tam manasıyla uzmanlık ister. teknik, bozulma tespiti, malzeme bilgisi, detay imalatı, sahada sorun çözebilme vs… bunlar ciddi bilgi ve tecrübe isteyen kalemler. benim de peşinde koşmak için bir ömür adamaya hazır olduğum bilgi birikimi yani.

    firmalar, mimarlar vs..: 2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu gereği yapılacak bütün işler belli bir izin prosedürünü takip etmek zorundadır. birazdan bu prosedürü detaylı anlatacağım. fakat şimdi bir firma bu prosedüre nerede ve nasıl dahil olur bunu konuşalım. özel kişilere ait yapılarda müşteri- şirket ilişkileri geçerlidir elbette. bu konuda müşteri istediğini seçmekte özgür. o konuda bir beis yok. buradaki sorun da yukarıdaki maddede anlattığım sorunun devamı zaten. faraza benim bir tescilli yalım olsa ( neyleyim köşkü neyleyim sarayı) piyasadan herhangi bir firmaya gidip restorasyon projesini çizmelerini isteyebilirim. bunun için herhangi bir yetkinlik arama zorunluluğum yok. eğer yapı tüzel bir kişiliğe aitse ( resmi kurum, belediye, vs..) yahut bir vakıf eseri ise projeler ihale edilir. işte burada ihale eden kurum ihaleye girme şartı olarak belirli bir iş bitirme bedeli / referans vs.. isteyebilir. fakat bu iş bitirme bedellerine başta belirttiğimiz yasal zorunluluk olmadığından ulaşmak artık çok kolay. proje kırım oranları hepimizin malumu. 2-3 sene vasat proje çizen bir mimar orta düzeyli ihalelere girebilecek iş bitirmeyi toparlayabilir. büyük işlerde zorlanır ki onlara girmeyi de göze alamaz. zaten büyük işleri de sana bana vermezler.

    resmi kurumlar( vakıflar bölge müdürlükleri, belediyeler, il özel idareleri, iller bankası, dsi vs) : bir önceki maddede bahsettiğim prosedüre giriş yapalım. diyelim ki bir tescilli taşınmazın restorasyon işi var. ilgili kurum proje ihalesini yapar ve iş teknik ve idari şartnamesindeki şartları yerine getiren bir firmaya verilir. işte o gördüğünüz restorasyon facialarının en büyük sorunu budur: ihale kanunu. daha önce yapmış olduğu kötü işler bilinse bile eğer firmanın teklifi ve şartları işe uyuyorsa o firma kötü referansına rağmen o işi alır. çok büyük işlerde başka dümenler de döner tabii. ama buradaki asıl mesele kötü firmaların iş almasına dair herhangi bir engel olmaması. ancak herhangi bir ceza nedeniyle yasaklı listesinde olursa ne âlâ… ama o kadar çok bu işi yap-sat mantığıyla yapan firma var ki, birisi yasaklı olsa bile diğeri gelir işi alır. ihale kanununun attığı en büyük kazık budur.

    koruma kurulları: proje işi alındı, ilgili kurumun denetiminde belirlenen sürede çizildi, daha sonra kurul onayı için kurula gönderildi. raportör projeyi inceledi, gördüğü eksik veya yanlışlar varsa düzelttirdi ve kurul toplantısında kurulun önüne koydu. şimdi bu kurul nedir, kimlerden oluşur, onlara bakalım. genellikle mimar, şehir plancısı, arkeolog, sanat tarihçi ve hukukçudan oluşur. sayıları değişken olmakla birlikte mimar ve şehir plancısı 2 adet bulunur. çoğu akademisyendir. en aşağısı yardımcı doçentdir. bu hocalar bakanlıkça görevlendirilir. çoğunlukla ayda 4 kez toplanırlar ve her toplantı için 300 lira civarında (tam rakamı bilmiyorum) “huzur hakkı” alırlar. üniversitelerde gördüğünüz o koca koca profların, hocaların bu kurulda yer alabilmek için, yüksek yerlerde nasıl savaşlar verdiklerini görseniz kafayı yersiniz. ( bu söylediğim ideolojiden bağımsız bir savaştır beyler, bu gözler neler gördü) neyse işaret etmek istediğim bu değil. kurulda projeler asla yeteri kadar incelenmez, incelenemez. çünkü toplantı maddesi çok fazladır. ha ben olsam gündem belli olur olmaz, projeleri ve raporlarını ister, inceler, toplantıya öyle girer, varsa itirazlarımı belirtir, proje onayını aceleye getirmezdim. ama ben böyle yapan bir kurul üyesi henüz görmedim, eskiden varmış. zaten çoğu hoca projeyi bütün olarak inceler ya da teknik resim kuralına takılır. projede esas olan restorasyon önerisi, uygulama detayları vs... atlanır. aslında çoğu akademisyen zaten sahadan bihaber olduğu için neyi atladığının farkında olmaz, bu bir sonraki maddenin konusu. haliyle çoğu proje yalan yanlış, eksikli de olsa, ya da bir iki düzeltme ile onayını alır.

    akademisyenler: işte bence herkesin göz ardı etmeyi tercih ettiği en büyük sorun. durun, hemen üstünüze alınmadan lütfen okuyun. mimarlık bölümlerinde çok değerli akademisyenler var, kuşkusuz. akademiyi kuru kuruya oturduğum yerden eleştirmek haddim değil, bütün samimiyetimle söylüyorum. benim öğrenmeye çalıştıklarım kadar hocalarımın unuttuğu vardır. fakat sorun şu ki; akademik anlamda müthiş kariyeri olan çoğu hocanın sahada uygulama eksiği var ne yazık ki. akademisyenliğin hakikati bu. teori ile pratiğin arasındaki bu makas kapanmadıkça yapılan iş niteliği değişmeyecektir. kamuoyuna yansıyan bütün projelerde öyle sanıyorum ki bir akademik danışma kurulu yahut bilim kurulu muhakkak vardır. ( sanıyorum çemberlitaş hamamı restorasyonu’nda her imalat için sağlam bir bilimsel danışma kurulu vardı ve sempozyumda ekrandan gördüğüm kadarıyla sonuç gayet güzel olmuştu) fakat dediğim gibi, hocalarımın sahada detay uygulama bilgisi iyi bir şantiye şefi kadar olmadığı müddetçe bu makasın kapanması çok zor. bana göre en büyük problem bu.

    resmi kurumlardaki uzmanlar: işlerin denetimini, kontrolünü, hakedişini vs… yapan mimar ve mühendisleri kastediyorum. hepimiz aynı tornadan geçtiğimiz için kimsenin kimseyi körü körüne yargılama hakkı yok. ama şunu belirtmekte fayda var, çoğu sorumlulukları nispetince bilgi sahibi değil. daha doğrusu sorumluluklarının farkında değil. iş yükleri ağır, kuşkusuz, ama çoğu uzman bilgi ve beceri sahibi olsa bile yapabilecekleri de sınırlı ne yazık ki. inşaat mühendisi bir yapıdaki kalem işi, çini vs... uygulamalarını denetlemek zorunda kalabiliyor. üst kademe, yetkin uzmanları da bir şekilde sınırlandırıyor. her şeyi bilirimci amirler çoğu fecaatle sonuçlanan kararlar verebiliyor. küçük bir örnek: bir ara bir bölgede anıtsal yapıların kurşun kaplamalarını bakırla değiştirdiler. (gerekçeleri kurşunun ağır bir malzeme olması idi. evet kurşun bakıra göre ağır ama mesela kiremitle neredeyse m² bazında aynı ). bir çok kişi uyarmasına rağmen birkaç sene bu yanlıştan dönmediler. ta ki yağışlardan ötürü bakırın rengi yeşil yeşil beden duvarlarına akana kadar… böyle bazı keyfi uygulamalar var ne yazık ki…

    güzel sanatlar: güncel meselemiz… şu ana kadar bahsettiğim çoğu resmi kurumda sanat tarihçi hariç güzel sanatlar uzmanı yoktur. genelde danışmanlık hizmetleriyle bu iş yürütülür, arzu edilirse… restorasyon firmalarında bu işi yapan taşeronların elemanları güzel sanatlar mezunlarıdır. ancak mimarlık eğitiminde bahsettiğim gibi, böyle işler için 4 yıllık bir eğitim ne kadar yeterli? onu da sormak lazım. 1 senedir kurşun kalemle sadece ve hâlâ yaprak çizen mini mini bir tezhip öğrencisi olarak, 7 sene sonra icazet alabilirsem mutluluktan çıldırırım herhalde. ( yeri gelmişken ali üsküdarî! hastayım sana adamım!) gerçek sanatkârlarımızın gönlünü hoş tutmayı bir türlü bilemediğimizden ve bir önceki maddede bahsedilen denetim mekanizmasının da eksikli çalışması nadir eserlerin rezil edilmesiyle sonuçlanıyor ne yazık ki. aynen sivas’taki gibi…

    geleneksel yapım teknikleri ve ustalar: bu meselenin ek yeri budur; geleneksel yapım tekniklerini iyi bilen ve uygulayan ustaların artık olmaması. somut örnek verelim, kerpiç ustası bulamıyoruz. kerpiç zaten koruması çok zor olan bir malzeme, tekniğin demode olmasıyla birlikte ustalar da kaybolunca kerpiç imalatların yerini başka malzeme alıyor ne yazık ki. ya da taş... eskiden kullanılan taşların bir çoğu artık ocaklardan çıkmıyor, yerine alternatiflerini kullanmak zorunda kalıyoruz. elbette bu işin de bir raconu var, analize gönderirsin, hangi yörenin taşıysa, o yöreden analiz değerlerine uygun bir taş bulursun ve yaparsın. eski işçiliklere sahip ustalar da olmayınca, imalatı bilsen de yaptıramıyorsun. bu anlamda ciddi bir eğitim ağı kurulmalı, klasik usta-çırak ilişkisi ile…

    fonksiyon problemi: son yıllarda akademik camiada ciddi çalışmalara sebep olan bir başlıktır. restorasyonu yapılan bir çok eseri sürekli ve aktif kullanımı için işlevlendirmekte zorlanıyoruz. itiraf edelim, müze, sergi salonu gezen bir millet değiliz. öyle her eseri müze yapmak fikrine pek de sıcak bakamıyorum o yüzden. nargileciler müzelerden daha çok işliyor malumunuz. işlev verilmese, restorasyonu yapılıp öylece bırakılsa nolur? kullanılmayan bina daha çabuk eskir, 2 sene sonra tekrar bir tadilat ihtiyacı hasıl olur. o yüzden düzgün ve yapıyı bozmayacak bir işlev vermek için bazı müdaheleler zorunludur. ishak paşa sarayı'nın kapatılması o yüzden elzem olabilir. elbette o malzeme ve o teknikle değil. mahalledeki pimapenciye balkon kapattırmıyorsun sonuçta. hasılı işlev sorunu çok çok derin bir sorun. tüm koruma ilkelerini gözden geçirmemizi gerektirebilir.

    yayınlar: yayıncılar size de laflar hazırladım. tezlerimizde referans aldığımız bir çok kaynak eser hâlâ çevrilmedi. tamam, anlıyorum, ticari endişeniz var ama inanın bu konuda zannettiğinizden daha fazla talep var. (örn: conservation of historic buildings / bernard m. feilden. çok klasik bir kaynaktır, çevrildiği takdirde bilhassa lisans ve yüksek lisans öğrencilerine faydalı olacağını düşünüyorum. ingilizce bir yere kadar. tabii ki iyi bir teknik çeviri ile. bu atağı yem’den bekliyorum) ayrıca benim şahsi arzum, kurumların hiç değilse büyük işlerin ( süleymaniye camii, ortaköy camii, mısır çarşısı vs…) en azından restorasyon raporlarını yayımlamalarıdır. çünkü biz müdahele tekniklerini ancak o raporlardan öğrenebiliriz. (bu da derde derman değil elbette, sahada bulunmak başka bir şey) gerçi resmi kurumlara ve mimarlar odası şubelerine de buradan teşekkür, son senelerde çıkan dergilerde epeyce makale yer aldı. hiç yoktan iyidir.

    çok uzattım. muhakkak eksiklerim, yanlışlarım vardır, olmuştur. zaten bir çoğu benim kendimde gördüğüm eksiklikler. bu iş derya deniz. ve gerçekten hakkını vereceksem her alanında kendi nasibimce uzmanlaşmam gerektiğinin de farkındayım.

    sonuç olarak; kötü işler sadece bir kişinin elinden çıkmıyor, sorumlu sadece yapan ya da denetleyen değil. bu bir çok çarka sahip girift bir mekanizma. biri aksarsa öbürünün düzgün çalışması mümkün değil. överken ya da söverken bütün bunları göz önünde bulundurmakta fayda var.

    (meraklısı içün 2-3 ekim'de eskişehir'de "3. ulusal mimari koruma proje ve uygulamaları sempozyumu" var, gidip dinleyeceğiz bakalım, neler olmuş bitmiş, bir daha göreceğiz.)
  • türkiye'de biraz yanlış anlaşılıyor galiba.

    - başkanım topkapı sarayı diye bi yer var, orası da baya eski. napalım?
    + yakın amk.

    (bkz: 28 kasım 2010 haydarpaşa garı yangını)
    (bkz: 11 şubat 2011 kılıç ali paşa camii yangını)
    (bkz: 19 şubat 2011 beyazıt camii yangını)
  • türkiye de malesef ki ihale sisteminin kurbanı olan kavram.

    ihale sistemine göre en az 3 firmanın fiyat teklifiyle, bu firmalardan "en az" (!) fiyatı verene tarihi eserlerimiz emanet ediliyor. bu korkunç olayın pratiği basit bir örnekle şudur: restorasyonu 1000 lira tutacak bir tarihi yapıyı "x" firması 500 tl teklifle alıyor. e bu da firma sonuçta babasının hayrına yapmıyor. o da en az 100-200 tl kar etse işi maksimum 300 tl ye bitirmesi gerekir. firmamız işi en ucuz fiyata bitirmek için ne mi yapıyor? güzelim taş duvarları en kalitesiz malzemelerle tamamlayıp vuruyor sıvayı. ne ince işçilik dinliyor ne bezeme dinliyor traşlayıp geçiyor. nerede kündekari ustası? nerede kalemkar? nerede duvar ustası?

    restorasyon adı altında gerçekleşen bu katliamların bi an önce adam akıllı bir sisteme bağlanıp durdurulması lazım. yoksa ecdadımızın şaheselerini mahfedip kendi oturduğumuz gibi dümdüz özelliksiz yapılara dönüştüreceğiz.
  • türkiye'de yüzyılların tarihi eserlerine,
    ince sıva - kalın sıva ve astar boya - son kat boya çerçevesine sıkıştırılan uygulamalar bütünü.
    yaralıyı hayatta tutmaya çalışırken gırtlağına postalla basıp öldürmek gibi
  • toplumların tarihsel evrim sürecinde gelişimin baskılanmasıyla geçmiş evrelere tekabül eden bir politik iktidar yapısının yeniden kurulması, burjuva tarihçilere göre ise bir devrim sonucu devrilmiş bir hanedanın yeniden iktidara gelişidir. birinci fransız imparatorluğu'nun yıkılışıyla temmuz devrimi arasındaki dönemde bourbon monarşisinin yeniden kuruluşu, ingiltere'de oliver cromwell'in öncülüğünde gerçekleştirilen burjuva sosyal devrimi sonrasında 1660-1703 aralığına tekabül eden dönemde feodal üretim ilişkilerini diriltme ve sürdürme çabaları restorasyon sürecine ilişkin sıkça dile getirilen örneklerdendir.

    dipnot: restorasyon süreçleri, diyalektik unsurlardan daha çok mekanik unsurları ağırlıklı olarak barındıran değişimlerdir.

    (bkz: feodal restorasyon)
    (bkz: kapitalist restorasyon)
  • arşivlerde "belge tamir ve bakımı" olarak isimlendirilir. biyolojik, fizikî, kimyevî, mekanik ve diğer tahrip unsurlarından biri veya birkaçı sebebiyle tahribe uğramış arşiv malzemelerine aslına uygun bir şekilde korumak maksadıyla yapılan tamirattır.
  • özellikle istanbul ilimizde, içerisinde geçen store kelimesi dolayısıyla "alışveriş merkezi" olarak yorumlanan kelime. böyle olunca, tarihi binaların restore edilerek alışveriş yahut herhangi bir ticaret merkezi haline getirilmesi anlamına gelir.
  • türkiyede yapılamayan eylem. mesela ayasofya müzesi’nin türbe restorasyonlarını asıl işi çanta imalatı olan bir şirket almıştı.
  • bir türlü beceremediğimizdir.

    (bkz: 22 mart 2012 ulu cami yangını)

    daha öncesi için:

    (bkz: 28 kasım 2010 haydarpaşa garı yangını)
    (bkz: 11 şubat 2011 kılıç ali paşa camii yangını)
    (bkz: 19 şubat 2011 beyazıt camii yangını)

    oha!

    ne çok cami yanmış/yakılmış bu aralar. troll olsam açacağım başlık belli aslında ama neyse.
  • acemi olanların çok ilginç şeyler çıkarabileceği bir mecradır.

    http://www.spiegel.de/…nischer-kirche-a-851550.html
hesabın var mı? giriş yap