• senaryosu işgal altındaki roma'da yazılan, hatta kimi sahneleri de işgal henüz tümüyle sona ermemişken çekilen, çoğu amatör oyunculardan müteşekkil bir kadroya sahip filmdir.

    ikinci dünya savaşı'nı konu edinen benzerleri arasında işgale karşı sürdürülen direnişi merkezine alan nadir filmlerden biri olan bu filmi önemli kılan bir başka nokta da direnişi bir takım "kahramanlar" üzerinden anlatmayı tercih etmiyor oluşu. nitekim filmde direniş, omuzlarında yükseldiği sıradan insanlar üzerinden anlatılıyor ve sıradan insanların sessiz sedasız kahramanlıkları da bu bağlamda hikayenin parçası oluyor. işgal gerçeği ile büyüyen ve büyüklerinden habersiz faşistlere bomba "ikram eden" çocukların, ekmeksiz kalan evlerine ekmek götürmek için fırınları "kamuya açan" kadınların, cemaatinin izinden giden ve onların sürdürdüğü direnişe kayıtsız kalamayan katolik rahibin hikayeleri canlı bir direniş tablosu sunuyor izleyiciye.

    filmi izleyenlerin en çok aklında kalan kısım sorgu sahneleri olsa gerek. çok güçlü olmamakla birlikte bu sahnelerde aslına uygun şekilde işkence görüntülerine yer verilmiş. fakat daha önemlisi bu sahnelerde direnişin lokomotifi olan komünistlere hakkı tastamam teslim edilmiş, ki bu durum genelde bilinçli bir şekilde göz ardı edilir. bu bakımdan rosselini'nin bu filmle ilk olarak yaptığı şey yaşanılanı henüz sıcakken yaşandığı gibi aktarmak, yani ezilenlerin tarih yazımına katkıda bulunmak olmuş.
  • geneli ikinci dünya savaşı sırasında olmak üzere, işgale uğrayan kentleri ya da esaret altındaki askerleri falan konu eden bir dizi filmde (the third man, casablanca, the bridge on the river kwai, stalag 17...) başrol oyuncusuyla yerel yönetici yahut işgal kuvveti komutanı olan adam arasında bir artisleşme cereyanı görülür. bu çekişmede komutan sürekli sahip olduğu fiziksel gücü hissettirmeye çalışırken başroldeki alec guinness, william holden, humphrey bogart her kimse o da haksızca boyun eğmeye zorlanmışlığın verdiği bir gurur ve elbette zekasını kullanarak laf sokmaya, hadi dürüstçe söyleyelim sadece zevahiri kurtarmaya çalışır. çünkü zaten esirsin arkadaşım, o zekayla anca kaçma kurtulma planları yaparsın. istese komutan seni çeker bi köşeye evire çevire döver, ebeni de siker koyar. hem zaten zekaya, erdeme önem verse işgale gelmezdi. ayrıca bu tür filmleri izleyip olası bir esareti geçelim bir ast-üst polemiğinde bile kullanmak için tiratlar hazırlayan, aynanın önüne geçip prova yapan geniş bir kitlenin varlığı da bilinmektedir.

    bu dramaturji roma citta aperta'da biraz değişiyor ama neo-realistliğine bakıp daha gerçekçi sanmayın, biraz daha sedatif bir boyut kazanıyor. alman komutan italyan vaizle girdiği polemikte yukarda sözü edilen türden bir gerilim yaşarken bir diğer alman komutan "biz üstün ırk falan değiliz, insanlara zulmeden bir ırk üstün olamaz" türünden bir konuşma yapıyor. tabi bunun hollywood filmlerinden beride bir gerçekçilik olmasında filmin yapım tarihinin büyük önemi var. rossellini filmi 1945'te çekiyor ve savaş italya için daha erken bitmiş olsa da yaralar hala sıcak ve halkın moral bir desteğe, hala bazı değerlerin devam ettiğine, bazısınınsa asla ayakta kalamayacağına inanması ve millet olarak üstlerindeki o alman heyulasını atması gerekiyor ve bu bakımdan roma citta aperta'nın biraz ajitatif, propagandist bir film olduğu söylenebilir, direnişe vaizin gizli destek vermesi de aynı minvalde yorumlanabilir.

    bir de trivia yapayım, filmdeki şirret kadının adı ingrid.
  • italyan sineması'nın medarı iftiharlarından roberto rossellini'nin kariyerinin üçüncü, savaş üçlemesinin ilk filmi. rossellini henüz yenidir sektörde. her ne kadar kısa metrajlı filmlerle kendisini geliştirmişse de bu filmden önce sadece iki uzun metrajlı film çekmişti. ama henüz sektörde yeni olsa da birbirinden taş ve sağlam filmler çekmek onun için zor olmayacaktı. savaştan yeni çıkan ve yorgun olan italya'yı anlattığı savaş üçlemesinin filmlerini kısa aralıklarla çekmiş ve gösterime sokmuştu bu yetenekli yönetmen. bu filmle başlayan üçleme 46'da paisa ile devam etmiş, 48'de germania anno zero ile sona ermişti. daha sonra rossellini kendisini başka türlere vermişti. tabi bu üçlemenin arasına başka filmler de dahil ettiğini görüyoruz. sene iki film çekmiş bazı zamanlarda. bu filme dönersek. burada değinilmemiş, söyleyelim. senaryoyu üç kişi kaleme almış: rossellini, italyan sinemasının diğer büyük ismi federico fellini ve onlarca senaryo kaleme almış sergio amidei. fellini üçlemenin ikinci filmine de katkıda bulunmuş. film de bu üç önemli isimden çıkması gerekli bir film. yani etkileyici bir başyapıt.

    amerikan sineması'nın her daim yaptığı şeyleri yapmıyor rossellini. mesela filmde bir kahraman göremiyoruz. tam da realist bir yönetmenin yapması gerekenleri yapmış rossellini ve kamerasını sokağa, çocuklara, peder'e, kadınlara çevirmiş. film boyunca bu kişilerin direnişleri, alman zulmü, halkın açlığı ve sefaleti anlatılıyor. özellikle finale doğru gerçekleşen işkence sahnesinden etkilenmemek zor. tabi filmin içinde sırıtsa da bir alman'ın "biz üstün ırk falan değiliz lan" çıkışı da etkileyici sekanslardan birisi. sırıtıyor; her ne kadar böyle düşünen askerler olsa da bunu onca askerin ortasında söyleyebilecek kadar göt sahibi midirler, pek emin değilim açıkçası. gene de hoş bir sekanstı. nefret nefreti doğurdu komutanın dediği gibi.

    işkencelerinden diyaloglarına, hikayelerine, eleştirilerine kadar her açıdan etkileyici bir film. kendisini ve arkadaşlarını rahata, morfine ve paraya satmış kadının adının ingrid olması ise şaşırtıcı idi. tesadüftür herhalde.

    "we must believe it, we must want it,, we musn't be afraid because we are on the just path.we're fighting for something that must come. it may be long..it may be difficult, but there'll be a better world."
  • çoğu kaynağa göre italyan sinemasının yeni gerçekçilik akımının ilk filmi

    (bkz: roberto rossellini)
  • bir rahibin dinden,imandan çıktığı reflexi olan ilk filmdir heralde..

    şirret kadının kardeşiyle,sanatçı arasında şöyle bir diyalog geçer;

    -bu haplar sana iyi gelmiyor neden alıyorsun?
    -bana iyi gelmeyen ama yine de yapmak zorunda olduğum o kadar çok şey var ki..
  • sana baba diyebilirmiyim amca repliğinin geçtiği ilk filmlerdendir , belki de ilkttir italyan sinemasında bilemem..
  • adini ikinci dunya savasi sirasinda nazilerin ve fasistlerin roma'ya verdikleri statuden alan film. muttefik alman ve italyan devletleri savas sirasinda roma'nin bir 'acik sehir' oldugunu, yani silahtan ve askerden arindirilmis, dolayisiyla da saldirilamaz bir bolge oldugunu ilan etmislerdi. elbette filmde bu boyle degildir. hem camicie nere hem de ss sehirde cirit atmaktadir. italyan direniscilerinin eli de armut toplamaz tabii ki ama bu ayri bir hikaye.
  • 1946'da altın palmiye kazanan 10 filmden biridir.

    diğerlerini de hatırlayalım:
    iris och löjtnantshjarta - alf sjöberg - isveç,
    the lost weekend - billy wilder - abd,
    de røde enge - bodil ipsen & lau lauritzen - danimarka,
    neecha nagar- chetan anand - hindistan,
    brief encounter - david lean - ingiltere,
    maría candelaria- emilio fernández - meksika,
    velikiy perelom - fridrikh markovitch ermler - sscb,
    la symphonie pastorale - jean delannoy - fransa,
    die letzte chance - leopold lintberg - isviçre,
    muzi bez krídel - frantisek cap - çekoslavakya.

    12. uluslararası istanbul film festivali'nde 'roma, açık şehir' adıyla gösterilmişti.
  • italyan yeni gercekciliginin ilk ornegi kabul edilmesinin yaninda siyasal bir tarafta duran bir filmdir ve italyan sinemasinin en guzel orneklerinden birisidir.

    --- spoiler ---
    atlanmamasi gereken bir sey vardir ki o da filmde nazi subaylar arasinda bir konusma gecer ve icki icen bir ust daha altindaki obsesif bir askere (ki su anda rutbelerini hatirlamiyorum) ulkelerini olumlerin uzerine kurduklarina ve butun bu insanlarin onlardan nefret ettiklerine dair bir cumle kurar, naziler hakkinda o donemde yapilmis bir film icin fazla curetkar ve guzel bir monologdu.
    --- spoiler ---
  • turkce meali: roma acik sehir
hesabın var mı? giriş yap