• muthis bir siyasi yapilanmasi vardir.halkin sesini duyurdugu pleb meclisi ve aristokratlardan olusan senato vardir.bu aristokratlar cahil zenginler degil iclerinde cicero,cato the elder gibi muthis dusunurlerin oldugu(platon'un arzuladigi gibi filozof bir kral yoksa da filozoflardan olusan bir meclis var diyebiliriz)donanimli asker ve idarecilerin oldugu bir meclis var.akilla yonetilen ancak halkin sesinin de duyuldugu bir devlet yapilanmasi var.bu sistem daha sonra hirsli adamlarin elinde yok olsa da roma cumhuriyeti gerek hukuku gerek devlet sistemiyle kendi muhtesemligi ile degilse de varolmayi surdurmekte.
  • roma cumhuriyeti mö 509 yılında kurulmuştur. roma'nın ilk olarak romulus tarafından kurulduğu mö 753 ile mö 509 arasında krallık dönemi yaşanmıştır.
    cumhuriyet'in mö 44 yılında asi komutan julius caesar tarafından ele geçirilmesi ve kendisini imparator ilan etmesiyle ise fiilen roma imparatorluğu başlamış denilebilir. bazı tarihçilerse mö 27 yılında oktavianus'a augustus ünvanı ile beraber geniş yetkiler verilmesi ile imparatorluk dönemini başlatırlar.
  • roma krallığı'nın son etrüsk kralı tarquinius superbus'un oğlu sextus, soylu bir romalı kadın olan lucretia'yı kaçırıp tecavüz eder. lucretia intihar etmeden önce olan biteni ailesine haber verir. erkek kardeşi lucius iunius brutus kız kardeşinin intikamını almaya yemin eder ve roma halkını superbuslara karşı ayaklandırır. tarquinius ve ailesi roma'dan kaçarlar ve krallık rejimi son bulmuş, yönetimin senatonun iradesine bırakıldığı cumhuriyet rejimi kurulmuş olur. lucretia'nın kardeşi brutus ve kocası collatinus cumhuriyetin ilk konsülleri olurlar. roma halkı bir daha kral yönetimi altında yaşamayacağına yemin eder.

    kaynak: titus livius
  • tarihin gördüğü en ihtişamlı devletlerden biri
  • mükemmel bir sınıf çatışmasına sahne olan cumhuriyet.

    pleb adelliği oluşturulduktan sonra, patriciler kurul adelliğini oluşturdular. konsüllük pleblere açıldıktan sonra, plebler hem diktatörlüğü hem de çensörlüğü ellerinde tutabiliyorlardı. mö 337'de, ilk pleb pretörü seçildi.

    mö 342'de, iki kayda değer yasa yürürlüğe kondu. bu iki yasadan biri herhangi bir anda bir makamdan daha fazlasını elde tutmayı yasakladı. öteki yasaysa herhangi bir magistranın herhangi bir makama yeniden seçilmeyi istemesi için beklenecek bir on yıllık aralık gerektiriyordu.

    bu yıllarda, tribünler ve senatörler giderek yakınlaştılar. senato arzuladığı amaçlarına ulaşmak için pleb makamlarını kullanma gerekliliğini fark etti. tribünleri kazanmak için, senatörler tribünlere büyük oranda güç verdiler ve tribünler de kendilerini senato'ya karşı sorumlu hissetmeye başladılar. tribünler ve senatörler birbirine yaklaştıkça, pleb senatörleri kendi ailelerinin üyeleri için tribünlüğü ele geçirdiler. zamanla, tribünlük daha yüksek makamlara bir sıçrama tahtası durumuna geldi.

    mö 4. yüzyılın ortalarında, concilium plebis "ovinius yasası"nı çıkardı. erken cumhuriyet zamanında, yalnızca konsüller yeni senatörleri atayabiliyorlardı. ovinius yasası, oysa, bu gücü çensörlere verdi. bu yasa çensörlerin yeni seçilmiş magistraları senato'ya atamasını da gerektiriyordu. bu noktada, plebler çoktan pek çok magistra makamını ellerinde tutuyorlardı. böylece, pleb senatörlerinin sayısı iyice artacaktı. oysaki, eğer iyi tanınan bir siyasetçi ailesinden değilse bir plebin senato'ya girmesi zordu, bu nedenle yeni bir patricimsi pleb aristokrasisi doğdu. eski soyluluk yasa gücü sayesinde varolmayı sürdürüyordu; çünkü yalnızca patricilerin yüksek makamlara adaylığını koymaya izni vardı. yeni soyluluksa toplumun sayesinde ayaktaydı. bu itibarla, yalnızca bir devrim bu yeni yapıyı çökertebilirdi.

    mö 287'ye gelindiğinde, ortalama bir plebin ekonomik durumu yoksullaşmıştı. sorun yaygın borçlanmadan kaynaklanıyormuş gibi görünüyordu. plebler devletten para yardımı talep ettiler; ancak senatörler sorunlarının üzerine eğilme isteğini reddettiler. sonucu ise son pleb ayrılığıydı. plebler janiculum tepesi'ne çekildiler. ayrılığı sona erdirmek için bir diktatör atandı. diktatör, pleb konseyi'nce değerlendirilmiş herhangi bir yasa tasarısının önce patrici senatörlerce onaylanması gerekliliğini sona erdiren bir yasayı (hortensius yasası) yürürlüğe soktu. bu, herhangi bir pleb konseyi yasasının tam yasal güce sahip olmasını gerektiren ilk yasa değildi. pleb konseyi mö 449'daki özgün valerius yasası'ndaki değişiklik sırasında bu gücü edinmişti. bu yasanın önemi; patricilerin plebler üzerindeki son silahının da zorla elinden alındığı gerçeğiydi. sonuç olarak devlet üzerindeki denetim seçmenlerin eline değil de yeni pleb soyluluğuna düşmüş oldu.

    plebler sonunda patricilerle siyasal eşitliğe ulaşmışlardı. yine de, ortalama bir plebin kötü durumunda herhangi bir değişiklik olmamıştı. birkaç pleb ailesi eski aristokratik patrici ailelerinin hep sahip olmuş olduğu mevkiye yükselmişti; ancak yeni pleb aristokratları ortalama bir plebin kötü durumu hakkında eski patrici aristokratlar kadar ilgisizleştiler.

    hortensius yasası'nın büyük başarısı patricileri plebler üzerindeki son silahlarından yoksun bırakmasındandı. böylece, erken devrin en büyük siyasal sorunu çözülmüştü. bu itibarla, mö 287 ile mö 133 arasında önemli siyasal değişiklikler olmayacaktı. bu devrin önemli yasaları hala senato tarafından çıkarılıyordu. aslında, plebler ellerindeki güçten hoşnuttular; ancak onu kullanmaya önem vermediler. bu devirde senato üstündü; çünkü devre dışişleri ve askeri siyaset egemendi. bu, roma cumhuriyeti'nin askeri anlamda en etkin devriydi.

    bu devrin son on yıllarında pek çok pleb için ekonomik durumda bir kötüleşme görüldü. uzun askeri seferler yurttaşları savaşmaları için çiftliklerinden ayrılmaya va bakımsız kalmış çiftliklere dönmeye zorluyordu. toprak sahibi aristokrasi, batkın yurttaşlardan çiftliklerini indirimli bedellerle alıyordu. emtia fiyatları düştükçe, pek çok çiftçi çiftliğinden bir kazanç sağlayamadı. sonuç, sayısız çiftçinin büyük iflasıydı. işsiz pleb yığınları kısa zamanda roma'ya ve böylece de yasayıcı kurulların rütbelerine akın etti. ekonomik durumları, kendilerine en çoğunu sunan adaylara oy vermelerine neden oldu. refah için halkçı herhangi bir önderi umacak yeni bir bağımlılık kültürü doğuyordu.
  • roma'nıın gerçek roma olduğu halidir kanımca.

    roma cumhuriyetini de bir hayli tasvir ettiğinden roma imparatorluğu başlığına yazdığım entryimi buraya da kopyalamak isterim:

    o güzel cumhuriyetin ardından gelen imparatorluk günleri aslında roma'nın kendi kendine içine düştüğü tuzağın ibretlik ve trajedik bir hikayesidir. nitekim çoğunlukla etrüsk ve latin tacirlerin katılımıyla oluşan 'roma: bir final frontier hikayesi' uzun yıllar süresince çevresindeki şehir devletleriyle ve ev kapılarına öldürdükleri düşmanlarının kellelerini asan hayvanoğlu hayvan barbar frank baskınlarıyla varoluş mücadelesi vermişti.

    uzun yıllar sürecinde yavaş yavaş genişlemeye ve nur topu gibi parlamaya başlayan roma'nın en büyük şansı etrüskler gibi her daim sanata, ilerlemeye, demokrasiye, hak ve hukuka ve ayrıca da sabah kahvaltılarında pesto soslu mozzarella peynirlerine önem veren bir ahalinin önderliğinde büyümesiydi. roma'yı anlamak isteyen birisi bu nedenle ilk başta etrüskleri anlamalıdır.

    konulu anlatımımıza dönersek, roma uzun yıllar yanı başındaki şehir devletleri ile mücadele verdikten sonra bu kez de gittikçe büyüyen yeni bir tehlikeyle yüzleşmek durumunda kalmıştı ve bu yeni tehlikenin adı kartaca'ydı. eleme sistemiyle ilerleyen bu tehlikeli yarışta ya kartacalılar yok olacak ya da romalılar şehirleriyle birlikte yanıp kül olacak ve bu durumda da 'yurttaşlar' yanık mozzarella peynirlerinin tadına bakmak durumunda kalacaklardı.

    ne var ki işin sonunda kazanan roma olmuştu. kartaca kazanmış olsaydı siyaset, sanat, mimari, kültür tarihi nasıl bir yol izleyecekti, nasıl bir dünyada yaşayacaktık, bunu sonsuza dek oturup düşünebilir ve tuhaf melankolisini içimize çekerek biralarımızı kafamıza dikebiliriz, ancak sonuçta roma kazanmıştı işte.

    ve dananın kuyruğunun koptuğu, japon korku sinemasındaki saçları gözünün önüne düşen hortlak kızın laaaak diye ortaya çıktığı esas mevzu da burda başlıyordu işte.

    roma kazanmıştı. en ölümcül rakibi, roma'nın kapılarına dek dayanmış nemesisi, geriye kalan neredeyse son büyük ezeli düşmanı yok olup gitmişti işte.

    roma, etrafında kendinden başka bir düşmanı kalmaması gibi büyük bir belaya bulaşmıştı, ama henüz farkında değildi.

    bunun sonuçları çok ölümcül olacaktı. bunun sonuçları sezar'ın "kim sikler rubicon ırmağının ordularla birlikte geçilemeyeceği yasasını!" demesine dek uzanacaktı. bu hareket bizim siyasi tarihimizde, "anayasayı bir kerecik değiştirmekten bir şey olmaz"a denk gelen ciddi bir sıkıntıydı. sezar'a "sikerler rubicon ırmağını" dedirttiren rahatlık artık roma'nın bir düşmanı olmaması, birlik ve beraberliği yaşatacak bir sebebin kalmamasıydı.

    sezar'ın rubicon ırmağını geçmesiyle roma da kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi kendini sokmuş, iç karmaşayı başlatmış ve sonunda da geriye kalan tek düşmana, kendine, roma cumhuriyeti'ne yenilmişti. hani diyoruz ya, roma tarihini anlamak dünyayı anlamaktır diye, işte sebebi budur aslında. günümüzdeki güçlü devletlerin kendine yapay düşman yaratma nedeni roma'nın durumuna düşmemektir. bu yüzden insanları bir arada kalmaya, kendi kendilerine saldırmamaya ikna etmek adına düşmanlar yaratırlar.

    ve işte böylece cumhuriyetin külleri üzerinden hızlıca roma imparatorluğu doğdu. ama yapılması gereken bir şey vardı öncelikle! öyle ya, roma antik bir çağda, antik miraslar üzerine inşa edilen şehirlerin çağında sıfırdan doğmuştu, roma'nın bir geçmişi ya da sakladığı mirasları veya sizin turistik gezilerde şimdi fotoğraflarını çektiğiniz o büyüleyici yapıları ve kalıntıları henüz yoktu ve içinde bir yerlerde hep bunun acısını duyumsamıştı. haliyle ilk imparator augustus'un da isteğiyle roma en büyük psikolojik sıkıntısını gidermek arzusuyla yeniden inşa edildi.

    imparatorluk roması da işte bu yüzden alabildiğine anıtsal ve sanata boğulan bir şehir oldu, çünkü roma'nın bir geçmişi yoktu. roma'nın bu derece yüce ve anıtsal inşa edilmesi korkunç bir geçmiş travmasının sonucuydu.

    bundan sonrasında artık roma öncelikle deli imparatorlarına, ardından bilge imparatorlarına, onun da ardından kapanışta söylenecek milli marşa hazırdı artık.

    pax romana yurttaşlar.
  • 1849 yılında kurulup birkaç ay dayanan, sonra fransız birliklerine şehri teslim etmek zorunda kalan devlet. roma'ya yüzyıllar sonra kurulmuş ilk seküler yapıdır. ıtalyan tarihinde bir kilometre taşıdır.
    ondokuzuncu yüzyıl avrupa'sı heyecan verici bir tarihtir. ama bize öğretmezler. türk devrimcilerini kinder surprise'dan çıktı sanırız o yüzden...
  • yukarılarda bir yazarın da dediği gibi marius döneminde büyük yaralar aldığı doğrudur. ancak bunun nedeni marius'un art arda konsül seçilmesinden çok marius'un yaptığı askeri değişikliklerin ileride cumhuriyet rejiminin dibine dinamit olmasıydı. marius reformlarından sonra orduların sadakati senatodan çok emrinde oldukları generallerine idi. askeri gücü ellerinde tutan bu generaller cumhuriyetin sonunu getirdiler.
  • günümüz modern devlet teşkilatının atasıdır denilebilir. roma, medeniyet olarak etrüskler ve helen şehir devletlerinden geride olmasına rağmen -biraz da etrüsk etkisi ile- iki komşusunu da geride bırakmayı başararak akdenizde egemen devlet olmayı başarmıştır. zamanının en güçlü devlet teşkilatını kurmuş, belki de daha önemlisi vatandaşlık kavramını oturtmuştur. tarih roma ordularının defalarca yok olduğunu görmüş fakat roma halkı ve müttefikleri her badireyi yurttaşlık bilinci ile aşmayı bilmiştir. bu açıdan güçlü ordu kurup önüne geleni devirdikten elli sene sonra köle olmak zorunda kalan kavimlerden çok farklıdır.
  • napolyon’un romayı işgal ettikten sonra kurulan 1798-1799 yılları arasında var olan kısa ömürlü cumhuriyet.
hesabın var mı? giriş yap