• insanlar ruh eşinin mükemmel uyum olduğunu düşünür ve hemen hemen herkes onu bulmak ister. fakat, gerçek ruh eşi; seni hayattan geri koyan şeyleri gösteren bir ayna, seni hayatını değiştirebileceğine dair farkındalığa kavuşturan kişidir. gerçek ruh eşi muhtemelen hayatın boyunca tanıyıp tanıyabileceğin en önemli kişidir. tüm duvarlarını yıkar ve seni hayatın içinde uyanık tutar. ruh eşinin amacı; seni bir güzel sarsmak, egonu biraz yıkmak, sana engellerini ve bağımlılıklarını göstermektir. içeri yepyeni bir ışık sızabilsin diye kalbini biraz olsun kırmaktır. sana, hayatına dair kontrolünü öyle kaybettirir ki değişimin kaçınılmazdır.

    elizabeth gilbert
  • mitolojik bilgilere gore, evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, dunya duz, her mevsim guz iken, bir zamanlar insanlar artik birbirleriyle gecinememeye baslamislar. surekli savaslar cikar olmus. insanlar cilgin vahsi hayvanlar misali, ama onlar gibi safca degil, adice birbirlerini oldurmeye baslamislar. savas gunluk bir oyun, insanlar bu oyundan zevk alan zavalli korkaklar olmus. acinacak hale gelmis dunya.
    bu durumdan cok rahatsiz olan kudretli gece tanrisi, insanlari huzuruna toplamaya karar vermis. insanlar merakla ve korkuyla beklemeye baslamislar. suclu olduklarini biliyor, cezalarini bekliyorlarmis. bu bekleyisleri uzun surmemis tabi. kizgin tanri korkunc bir bicak cikarmis bir anda. isil isil bir bicakmis bu, parlakligi kor etmis bakanlarin gozlerini. butun insanlarin ruhlarini ortadan ikiye bolmus tanri bu bicakla. artik her insandan iki tane varmis. iki parca. birbirinin aynisi olmayan ama birbirini butunleyen iki parca. birbirinin esi olmayan ama birbirinin esi olan parcalar.
    "artik bir parcaniz eksik yasama laneti veriyorum size" demis tanri. "butun hayatinizi esinizi bulmak icin harcayin. boylece sacmalamaya vaktiniz olmaz."
    acaba dogru mu soylemis tanri, yoksa ruhlarinin gozu kor olanlar cogunlukta miymis, bolunduklerini farkedememisler, orasi bilinmez. fakat yillar gecmis aradan, mitoloji yaratilmis bir sure sonra, gecmisten kalanlar silik resimler olmus once, sonra onlar da inkar edilmis. nedensiz bir korku kalmis sadece geceye karsi, bir de anlamsiz bir eksiklik, bosluk duygusu her insanda.
  • 1. anlam: şu duyguları hissettiren kişi:
    sanki dünyaya gelme nedeniniz aynıdır; farklı yerlerden bakıp aynı şeyleri görürsünüz, başka köprülerden geçersiniz ama köprüden geçmenin sizde uyandırdığı his aynıdır, başka denizlere girersiniz ama ikiniz de aynı oyunları oynarsınız suyla, başka kişilere aşık olur ama aynı tadı alırsınız, biraraya geldiğinizde bunları konuşmanıza gerek yoktur, ne kadar aynı, nerede farklı olduğunuzu sanki doğuştan biliyor gibisinizdir, birbirinizin yanında saatlerce susabilirsiniz, bir şarkı duyduğunuzda içinizde onunkilerle aynı duyguların uyandığını bilirsiniz; durup dururken bir yerlere blue moon yazdığınızda sizi düşündüğünü bilirsiniz; bu aşk değildir, daha yoğun, daha farklı bir duygudur, aşktaki telaş ve şehvet olmadan, kaybetme, uzak kalma, dokunma gibi dürtüler olmadan onun gözlerinde kaybolursunuz, üstelik onun gözleri güvenli bir okyanustur, ne kadar kaybolsanız boğulmayacağınızı bilirsiniz. renkleriniz birbirine karıştığında bozulmaz, kirlenmez, sadece birleşir ve karışır. iyi bir aileniz, eşiniz, sıkı dostlarınız olabilir ama gecenin içinde yalnızlık eşliğinde ilerlerken hayatınızı olguların, olayların, kurumların, kişilerin, kısaca dünyanın tecavüzüne uğramış hissettiğinizde, sadece size ait olanı, aileye, okula, bazı zamanlara, bazı mekanlara değil, sadece size ait olan ve sizin de kendisine ait olduğunuz, ama bu durumu dilinize pelesenk etmediğiniz kişiyi ararsınız, şanslıysanız böyle bir kişi vardır ve telefonu açıp sesini duymak sizi hafifletir, işte o kişi ruh eşinizdir sizin, bütün zamanlarda.
    2.anlam: mor salkımlı ahşap konakların, martıların ve dalga seslerinin süslediği, denize çıkan yokuşlarla eşdeğer olan.
  • ideal gaz gibi birşey.. aslında yok da hesaplarda kullanıyoruz.
  • eğer şanslıysa, insan evladının karşısına ancak bir kere, tek bir kere, sadece bir kere çıkabilecek, ama her ne hikmetse malesef "" olamayacak olandır.
  • şimdi, küfür mü ediyor, güzel bir şey mi söylüyor belli değil, ama şöyle bir şey var, bitince küfretse daha iyiydi diyebilirsiniz,

    "a true soul mate is probably the most important person you’ll ever meet, because they tear down your walls and smack you awake. but to live with a soul mate forever? nah. too painful. soul mates, they come into your life just to reveal another layer of yourself to you, and then leave. a soul mate’s purpose is to shake you up, tear apart your ego a little bit, show you your obstacles and addictions, break your heart open so new light can get in, and make you so desperate and out of control that you have to transform your life." ~elizabeth gilbert

    "ruh eşi muhtemelen hayatınızda karşılaşacağınız en önemli kişidir çünkü duvarlarınızı indirir ve sizi uyanıkken çarpar. ama bir ruh eşiyle sonsuza dek yaşamak? yok. bu lüzumundan fazla acı verir. ruh eşleri, sadece sizin başka bir katmanınızı açığa çıkarmak için hayatınıza girerler ve ayrılırlar. bir ruh eşinin vazifesi sizi sarsmak, egonuzu biraz hırpalamak, size engellerinizi ve bağımlılıklarınızı göstermek, içeri biraz yeni ışık girmesi için kalbinizi kırıp açmak ve sizi öyle çaresiz, öyle kontrolden çıkmış bir hale getirmektir ki, böylece yaşamınızı dönüştürmek mecburiyetinde kalasınız." elizabeth gilbert

    tanımı müthiş etkileyici bulmakla birlikte ben pek böyle düşünmüyorum. kendisinin tarif ettiğine ruh eşi değil pek çok başka şey diyebilirim.. ama bu ruh eşi değil. başka bir şey. ruh eşi diye bir şey var mı, gerekli mi o da ayrı konu. sevmek nene yetmiyor? hani "o kadar kaçınılamaz şekilde beraberiz ki," düşüncesiyle güvende hissetmek için midir belki? bilemem.
  • bulana kadar yarım kaldığın, bulup da kaybedince parçalandığın kişi.
  • ben kendimin ruh eşiyim.

    kulağa saçma geldiğinin farkındayım; ama 27 yıllık yaşamımda vardığım sonuç bu. tükenmeyen bir yalnızlık var içimde. kendime ilişkin kabullenemediğim bir sürü şey var. aynaya baktığım her zaman kendimi sevemiyorum. kaşım, gözüm, burnum, bedenim... kısacası ben kendimi kendim olarak kabullenmekte zorlandım yıllar boyunca. "oram neden böyle değil?", "buram neden şöyle?", "şuram neden böyle olmuş ki?" gibi cümleleri kendime kerelerce söyleyerek geçti 27 yıllık yaşamım. "başka türlü bir insan olsam kesin mutlu olurdum." dediğim de çok oldu. elbette "bulunduğum yeri sevmiyorsam değiştirebilirim. ben bir ağaç değilim." sözünü de kendime çok söyledim; ama yapması söylemesi kadar kolay değildi. yalnızlık, insanlara sığınamamazlık, yarım kalmışlık, tamamlanamamışlık diye diye 27 yıl geçirdim.

    bunları hep ruh eşimi bulamamama bağladım. benim için bir yerlerde kesin birisi vardı. ben onu bir gün bulacaktım ve biz çok mutlu olacaktık. o beni çok sevecekti ve kendimi güzel, iyi ve özel hissettirecekti. yalan. külliyen yalan. sevgilileri ya da eşleri için "onu ilk gördüğümde anlamıştım." diyen arkadaşlarım var. demek ki ben daha bulamadım demiştim bunu duyduğum zaman. bulunca anlayacaktım herhalde. sonuçta ruh eşim. anlamam gerekirdi; ama ben biraz gerizekalıyım. anlamadım. aynada kendimi ilk gördüğümde anlamam gerekirdi. anlamadım. onu da geçtim, bilincim gelişmeye başladığımda anlamam gerekirdi. yine anlamadım. aynaya her gün, günde zilyon kere bakınca anlamıyor işte insan. duyarsızlaşıp gözünün önündekini kaçırıyor. gerçi ruh eşinin bir başka insan olması fikriyle büyüdüğüm için de yanlış yönlendirdim kendimi yıllarca.

    aslında ben kendimin ruh eşiymişim.

    "insanlar yalnız doğar, yalnız ölürler."

    bu cümle bana eskiden çok hüzünlü gelirdi. şimdilerdeyse doğal ve olağan geliyor. bedenler birleşebiliyor. düşünceler ve duygular ortak bir çizgide buluşabiliyor; ama ruh tek ve yalın.

    yıllardır hissettiğim tamamlanamamışlığın, yarım kalmışlığın nedenini son zamanlarda anladım ben. kendimi olduğum gibi kabul etmemek. yaşamı seviyorum, yaşamı her şeye karşın sevebiliyorum; ama kendimi her şeye karşın sevemedim ki ben. aynaya baktığımda kendime "bugün çok güzelsin. iyi ki varsın ve seninle birlikteyiz." dediğim zamanlar çok sınırlı. hep başka biri olmanın özlemi içindeydim yıllardır. oysa ben, her şeyimle kendi başımaydım. en çok kendimi sevebilmeliydim; çünkü yalnız doğdum, yalnız öleceğim. bunu narsisist ya da kibirli bir edayla söylemiyorum ama. tam tersi, kendimi sevmem ben. yani sevmezdim, sevemedim ki hiç.

    27 yaşındayım. 26 yaşında kapılmadığım bir telaş ve kaygı içindeyim. yaşıtlarımın ve çoğu arkadaşımın yaptığı şeylerden çok farklı şeyler yaptım ve yapıyorum. önceleri acıyla "ben de normal olmak istiyorum." diye haykırdım. sonra öfkeyle "olmazsa olmasın, ben de böyle olayım!" diye gözyaşı döktüm. şimdilerdeyse dingince "ne yaparsam yapayım ben böyleyim. ben hep böyleydim çünkü." diyorum. yüreğim sakinledi. zihnim berraklaştı. kendimi böyle, olduğum gibi kabul etmeye başladım. yaşla mı geldi, yoksa 16 yıllık içsel sorgulamalarım ve varoluşsal krizlerim sonunda olgunlaştım mı bilemiyorum. artık aynaya baktığımda "sen iyisin. gözlerin de güzel. daha çok gülümsemelisin." diyebiliyorum.

    ben ne yaparsam yapayım, böyleyim işte. kendimi sevmeye başladığımdan beri ki tam olarak ne zaman olduğunu bilmesem de oldukça yeni, içimdeki boşluk da dolmaya başladı. hafiflediğimi hissediyorum. koskoca dünyada yalnız hissetsem de artık sorun değil; çünkü ben bunu kabullenmeye başladım. ben artık kendimi sevebiliyorum. sanırım ben büyüyorum. kendimi, yine ben kendim tamamlıyorum. yıllarca fark etmemişim ama, kendimi yalnızca kendim tamamlayabilirmişim. yarım kalmışlığım hep bundanmış aslında.

    artık ben kendimin elinden tutuyorum sıkı sıkı. biz birlikte geçireceğiz yaşamımızın gerisini. ruh eşime arada sırada fısıldıyorum: iyi ki varsın.
  • six feet under 2'nci sezon 7'nci bölümde, güzel yahudi haham tarafından "seni olabileceğin kadar 'sen' kılan kişi" şeklinde tarif edilmiştir.
  • karşılaşılması çok zor olan ama eger karşılaşılırsa hayatınızı bastan sona değiştirerek huzur dinginlik ve tarifi imkansız bir tamamlanmışlık hissi yaşatan kişi, eş.
hesabın var mı? giriş yap