• efsane bir tuna ft. şule şarkısıdır. güzel bir klibi vardır.
  • şarkı sözleri bu güne kadar nasıl olduysa buraya yazılmamış - artık var - olan yaşar kurt bestesi.

    ne zaman geldin ruhum ?
    görmedim seni.
    uçaktan atlarken unuttum galiba.
    özledim ruhumu…

    sarıl bana ruhum
    ne olur sar beni.
    çığlıklar geçti üstümüzden
    bulutlar geçti.
    ve o gençlik günlerimizde
    sen ve biz.
    seni öldün sandım ruhum,
    biliyor musun ?

    sensiz yaşamaya alıştırdılar galiba.
    özledim ruhumu…
  • istanbul'da bel altı, ıslak bir sıcak. rüzgar saç diplerimi dövmekle meşgul, taksim'de kepçeler ciğerlerimi, taksim'de polisler çocuklarımı.
    playlist "ruhum"u gösteriyor. ne güzel hitaptır aslında sıfata indirgendirdiğinde. aklıma "ruhum" diye nitelediklerim geliyor vaktiyle, tükürüyorum. midem bulanıyor.
    şimdi biraz daha sahip çıkabilmek adına, "baba o gün sen neredeydin?" sorusunu cevaplayabilmek adına taksim'e gidiyorum.
    "ne zaman geldin? ruhum. görmedim seni." ciao
  • hayatıma yaşar kurt şarkısı olarak girmiş, tuna ft. şule tarafından içime işlenen ve şu anda da her şeyim olmuş kişiye taktığım benzersiz sıfatlardan birine dönüşmüş kelimedir. ruhsuzken hayatıma girip beni tekrardan yaşatan kişi ruhum değil de nedir?
  • şarkı değil, kanayan yara mübarek.
    klibe hiç girmiyorum bile. ruhumun ağrısına rakı basacağım.
    acıdan böbrek taşımı düşürdüm şu an.

    ruhum
  • ruhum/fırt emin

    sevgili yaşar kurt anlatıyor:
    fırt emin mahallemizde 40 yaşlarında bir adamdı. her zaman kalın kumaştan bir takım elbise giyerdi, gömleğinin yakası açıktı. ince, uzun bir adamdı. o zamanlar mahallede herkes onu severdi. cana yakındı anlayacağınız.

    biz, meraklı gençler de onun varlığından haberdardık.

    sene 1988. bir gün kadıköy'den eve geliyordum. istanbul yeni tiyatro genel sanat yönetmeniyim ve sabaha kadar tevfik gelenbe tiyatrosu'nda dekor hazırlamışız. çok yorgunum ve bir an önce eve gidip uyumak istiyorum. kadıköy'de deniz lacivert; gün bir kış günü. dışarıda sabah ayazı var ama otobüse binince hemen ısınıyorum. otobüs, durağın birinde durdu ve otobüse fırt emin bindi. çok şaşırdım."aa! işte fırt emin bu!" dedim içimden. koltuğunun altında birkaç gazete vardı. sanırım o günün gazeteleriydi ve onları okumuştu, belliydi; profesör gibi çılgın, gezgin gibi bilgin bir tipi vardı. sonunda merakıma yenilip yanına gittim.

    "sana neden fırt emin diyorlar?" dedim. o da "emin bey olduğum zamanlar da oldu" diye şaşırtıcı bir cevap verdi. sonra anlatmaya devam etti. "ben asker'de topçuydum. topçu deyip geçme piyadenin babasıdır." bana top çeşitlerinden söz etti. ben o zaman 20 yaşındaydım ve kızıl saçlı, yeşil gözlü bir sevgilim vardı. oyunda o da oynuyordu. daha doğrusu birlikte oynuyorduk, hem de oyunun yönetmenliğini yapıyordum. sonra kore savaşı'na topçu olarak katıldığını söyledi. bir gün hem topları hem de topçuları uçaktan aynı anda ormanın üstüne atmışlar. bunlar yere indikten sonra topları kurup birçok atış yapmışlar. bir ara kırık kolundan bahsetti, bir gün savaş alanında topun geri gelmesiyle kolu kırılmış. sonra emin bey'i tokyo'ya, hastaneye göndermişler. 60 gün orada yatmış, kolunu askıya almışlar. hastaneden taburcu olunca askerlerle gemiye bindirilmiş ve uzun bir deniz seyahatinden sonra izmir'e varmış. izmir'de coşkuyla karşılanmışlar, adeta bir şenlik gibiymiş. izmir'de yemişler içmişler, eğlenmişler, kimse onlardan para almamış. birkaç gün sonra emin bey istanbul'a gelmiş ve emin bey'lik sona ermiş. istanbul'da elektrikçiliği öğrenmiş. ben onun istanbul'daki hayatını biliyorum. en azından yaşattığı efsaneleri. zihinsel engelli iki çocuğu vardı. eşi de rahatsızdı. parayı alkole verirdi, parası biterdi. arada bizim elektrikler giderdi ve fırt emin sorunu çözerdi. meğersem bilerek elektrikleri bozup babamdan konyak almasını istermiş. ancak o zaman elektriği geri getirirmiş. işe bak! sonra aradan zaman geçti. onu bir daha hiç göremedim. daha sonra öğrendim ki hayatını kaybetmiş, çok üzüldüm.ama gidişinin nedenini inanın ben de bilmiyorum. fırt emin'in hayatını şiirsel bir anlatım ile kaleme aldım. o zamanlar sahneye koymak istediğim bir oyunun karakteri olacaktı fırt emin. hala arşivimde durur. sene 1991, odamdayım, gitar çalıyorum, mevsimlerden yaz, hava sıcak ve şarkı yazmak istiyorum. birden aklıma fırt emin geldi. onun hikayesinden esinlenerek şarkı sözleri yazdım. şarkıya onun ismini vermeye karar verdim. bir şarkı ismi için zor bir seçimdi. ama onun adını ölümsüzleştirmek istiyordum, belki de hikayesini. hayattan bir fırt çekti ve gitti fırt emin.
  • durduk yere adamın amına koyan bir şarkı. tuna ft şule.

    ruhum hapsolmuş sessizliğe
    ayın hüznü değmiş gözlerime
    dudağım hasret sözlerime
    dön karanlık gebe güneşime

    adın zikir dudağımda
    bekler oldum dualarımda
    bir de kokun avuçlarımda
    zehir olsan aksan bana
  • "zehir olsan aksan bana" nedir lan. oha! sağlam adamı aşık eder, aşığı mezara sokar. böyle söz mü olur, böyle şarkı mı olur amk.

    iş yerimde, bütün gün -son ses- aynı şarkıyı dinledim. hala dinliyorum. kovduracak beni...

    kokun avuçlarımda, zehir olsan.. töbee..

    edit: belki ölmek isteyen vardır.
  • ahmed arif'in suskun'daki seslenişi:

    "...
    ruhum... mısra çekiyorum, haberin olsun.
    çarşıların en küçük meyhanesi bu.
    saçları yüzümde kardeş, çocuksu...
    derimizin altında o ölüm namussuzu...
    ve ahmed'in işi ilk rast gidiyor,
    ilktir dost elinin hançersizliği...
    ağlıyor yeşil."
hesabın var mı? giriş yap