• filmi izlerken yapım tarihini rahatlıkla çıkartabilirsiniz, hele anneniz size hamileyken çernobil korkusundan çay içememişse, faciadan 20 yıl sonrada karadenizde birden kanser hortlamışsa...

    herneyse filmde söyle bir sahne gecer:

    türkan şoray bilindiği üzere evde kalmış güzel bir genç kızdır, anneside bunu evlendirmek için çeşitli yollara başvurur. hakan balamir'de bu eve pansiyoner olarak gelmiş, elinde sürekli fotograf makinesiyle dolaşan, o dönemin entel dantel ortamlarından kopmus bir gazetecidir zira gazetedeki bayan arkadaşları dönemin feminist akımından etkilenmişlerdir.

    hakan balamir ve türkan şoray filmde zamanla yakınlaşacaklardır, ilk defa beraber dışarı çıktıklarında, bir çay bahcesine giderler. sanırım kızımız ne konuşacağını sasırır

    -"hepimiz 10 sene sonra kanser olacakmışız, çernobil yüzünden! "

    -"daha 10 yıla çok var"

    şimdi yirmi sene oldu...
  • türk filmi kategorisine zor sokulabilecek film. tamam, yazan yöneten oynayanlar türk ama konu tamamen acayip. bir kere ana kız eve erkek pansiyoner alıyorlar. sonra kız 30 yaşlarında, güzel ve namuslu olmasına rağmen evlenmemiş, çalışmıyor da, ev kızı ama çıkıp erkeklerle de geziyor, yani dedikodu korkusu yok. gazeteye ilan veriyor evlenmek istiyor diye, ve gazeteye gidip mektuplarını alıyor başı dik filan ama çalışmayı da aklından geçirmiyor. düpedüz garip bir hikaye.

    "hiç evlendiniz mi", "yalan söylemezsiniz değil mi", "aylık kazancınız ne kadar" gibi sorularla da test etmeye çalışıyor erkekleri, kocaman gözlü safım benim.
  • oktay arayıcı adındaki o beyefendi savaşçının hedefini bulan darbesi... harika bir oyun, geleneksel türk tiyatrosuyla epik/brecht tiyatrosunun brecht'i kıskandıracak buluşması ve kaynama noktası... saygılar oktay abi...
  • ankara devlet tiyatrosu'nun keyifli oyunu. halet rezaki isimli karekteri (hani şu süslü, bakımlı, zengin ve eski türkçe kullanan saçları maskeli karakter) canlandıran oyuncusu nejat armutçu ile tesadüfen küçük tiyatronun önünde karşılaştım. en sevdiğim karakterlerden birisiydi oyunda zaten. yanına gittim, sağ olsun sohbet etti ilgilendi instagramdan bile ekledi beni. :) mutlu oldum. zaten yarın da baş belası isimli oyunu izleyeceğim ki o oyunun da yönetmeni.

    oyuna dönersek; ilk perdenin uzunluğu azıcık dikkat kaybına sebep olsa dahi cok keyifli oyun. her oyuncu ayrı ayrı ayakta alkışlanmayı hakediyor; dilara keyf günüç, özge mirzalı, serkan ekşioğlu, kadri özcan. müzisyenler ise ayrı iyiydi. keyifli 2 küsür saat vaadediyor.
  • eski tiyatro binalarından birinde izlenmenin tadına tat katacağı, nostaljik, bol gülümsemeli hatta kahkaha atmalı oyundur.
    şanslı olarak yağmurlu bir öğlenden sonra çoğunu yaşlı teyzelerin oluşturduğu bir grupla küçük tiyatroda izleme keyfini tattık, oyuncuların da orda olmaktan keyif aldığını hissettiğim salonda çok tatlı bir enerji oluşturan oyundur.
  • dün gittiğim oyundur.

    oyunu genel itibari ile beğendim. çok çok çok beğendim, hayatımın oyunu diyemeyeceğim; ama müziklerle, danslarla, esprilerle güldük eğlendik.

    anne, karadenizli dayı ve kadın taciri kenan'ın ve garson çocuğun performanslarını çok beğendim.

    oyun gereğinden uzun. bu yüzden bazı sahneler gereksiz yere uzatılmış.

    ötüken hürmüzlü, sıtkı karakterini çok abartarak oynamış. bu hoşuma gitmedi.

    son sahne ise çok gereksizdi. finali iyi bitmedi.
  • bu akşam mecidiyeköy sahne'de izlediğim, oktay arayıcı'nın yazdığı, müziklerini timur selçuk'un yaptığı, müthiş bir brechtyen tiyatro. sadece bir güldürü değil, toplumsal eşitsizlikleri de irdeliyor. bu sene kafkas tebeşir dairesi ile beraber 70'lerde ankara sanat tiyatrosu'nun sahneye koyduğu oyunlardan bir ikincisi olara devlet tiyatrolarında sahnelenmesi adeta çölde vaha hissi yaratıyor.
  • dun aksam, ted 96 mezunlarının, ihtiyac sahibi ogrencilere burs saglamak amacli olarak sahneye koydukları oyun.

    guzel oyun, guzel ve basarili oyunculuklar. ozellikle insaf hanim'i oynayan kisi cok basariliydi...
  • uzun bir zaman sonra tekrar izlemişken bugun, bir çok şeyi daha iyi farkettiğim film.

    80lerden çok güzel panoromalarda sunan film aynı zamanda. geçenlerde kaybettiğimiz duygu asena'yı anıyorum mesela. hakan balamir'in gazetedeki arkadaşı feminist kadını gördükce. zaten bir yanıyla da, asıl göze çarpması gereken yanıyla, kadınları bilinclendirme, onların kendi ayakları üzerinde durmaları gerektiğini vurguluyor.

    bizim toplumumuzda vardır hani, erkek olsun, evi olsun gerisi önemli değil. evlenmek için yeter bunlar diye, yani sevgi önemli değildir önemli olan karnını doyurucak biri... ya sonrası ?

    belki şimdi bu tip düşünceler biraz daha değişti, ama şimdi bile istediğimiz noktada değiliz. bu yüzden 80lerde kadın hareketlerinin varlığının gerekliliğide biraz gözler önüne seriliyor.

    bunun dışında "evet,keske türkan şoray başka biriyle oynasaydı" diyorum. hakan balamir, tipi, kaç küsür kiloluk sakalı ve en önemlisi o bakışlarıyla işi biraz bozmuş gibi. neyseki saç, sakal burda biraz gazeteci genç(?) tipine yardım etmiş.
  • rumuz goncagül, senaryosunu macit koper beyin yazdığı, irfan tözüm imzalı bir filmgildir.. (hatta senaryosu bir zevatın öyküsünden devşirilmiş idi, lakin adını unuttum bak görüyö mısın, neyse..)

    türkan şoray ve hakan balamir vardır baş bölgesinde, göğüse doğru da altan karındaş, tulu çizgen ve dahası.. epey matrak bir filmdir goncagül: gazeteye ilan verip, mektupla koca arayan bir anne-kızın öyküsü çerçevesinde.. özellikle diyalogları pek mizahi, pek ilginçtir.. misal bir yerinde, balamir bey, gülsüm hanıma (türkan şoray) yazılır iken, çiçeklerin nasıl üredikleri konulu uzuun bir brifing vermiştir; ağız bölgemize bön bir sırıtış monte etmiştir adeta..

    "- aman rica ederim efendim, lütfen elinizi çekiniz! böyle şeyler dünyada olmaz..
    - böyle şeyler öbür dünyada da olmaz ama han'fendiciim.."

    ha bu arada, goncagül de bir kayığın ismidir filmde; gülsüm kızımıza da rumuz olarak ilham vermiştir bu kayığın hali.. (kayıklı sahnelerde bir metin erksan balansı da sezmedim, yok yok sezdim, aslında sezer gibi olsam da, çayın bitmiş?)
hesabın var mı? giriş yap