• acemilik bitimi usta birliğine geçtikten sonraki (50-100 mt ötedeki bina) 1 ayda üst devreler halen görevlerinin başında oldukları için boştayızdır. haliyle bütün amele işleri, pis işler bize kilitlenmiştir. bu işler kömür taşımak ve mermi taşımaktan ibarettir. halbuki hepimiz onbaşıyız, bazılarımız çavuş olacaktır.

    mermi taşımak demek şudur: bir tır mermi gelir. 400-500 kasa civarı. her biri 40 kilo. 10 kişi onların tamamını cephaneliğe taşır, ip gibi düzgün dizer. üstlerinde üretim tarihleri yazmaktadır. yeniden eskiye doğru da ayırırlar ayrıca. niyeyse. en yeni ile en eski arasında 3-4 ay fark vardır. gelen tüm mermiler zaten 1 ay içinde tüketilecektir.

    kömür taşıma işlemi ise şu şekilde gerçekleşir. alay arazisinin hemen dışında böyle 100-200 mt uzunluğunda, tam bir gemi şeklinde, 5-6 mt yüksekliğinde düzenli dizilmiş yığılı kömür stoğu vardır. damperli kamyon oraya yanaşır. bir de kepçe yanaşır. biz kepçeye kömürleri doldururuz, o kamyona döker. kamyon dolduğunda hepimiz tepesine tüneriz, kalorifer dairesinin hemen önüne gideriz, kamyon oraya kömürü döker. (yarısı olmasa da dörtte biri patlar o dökülmede.) sonra patlamamışları içerideki istif yerine düzgünce dizeriz. (torbaların hepsi aynı yüzü üste öne gelecek şekilde, muntazam olacak.) patlamış olanları da elimizle toplarız. kömür gününde (ki 3 günün 2 gününde kömür taşınırdı illa.) bu işlemi sabahtan akşama kadar 5-6 kere tekrarlardık. kamyon 8-9 ton civarı kömür taşıyabiliyor bu arada. ellerimiz, yüzümüz ve bütün kıyafetler baştan aşağı kömür karası olurdu. ellerimizin pisliği geçsin diye bulaşığa gönüllü olurduk. (insan 300 kişinin tabldot, çatal kaşık ve bardak bulaşığına gönüllü olur mu ulan? olur, bal gibi de olur.)

    asıl bomba kısım şu: kaloriferler yanmazdı lan.. sıcak su olmazdı.. her akşam 8'de sıcak su verirlerdi, iyi güzel. ama o su 10 dakika geçmeden biterdi..

    ek olarak bir de isyan ettiren kısım var: rütbelilerin kendi aralarında "kaloriferler çok güzel yanıyo lan, evde don atlet geziyoz ehehe" şeklinde konuşmalarına şahit olursun..

    bunların günlük rutinler olması başka yerde görülmez, mümkün değildir.

    bir keresinde de çukur kazma görevimiz olmuştu. ama şöyle: iki amfi arası (350 mt civarı) yeni bir elektrik hattı çekilecektir. önce kepçe 1 metre derinlikte çukuru açar iki amfi arası. o çukuru açarken 2 adet türk telekom ana hattını da sikip atar. (kol kalınlığında bişey işte.) biz elde kazma küreklerle o çukurun tabanını düzeltip elektrik hat kablosu için yer açmaktayızdır 5-6 kişi. çukurun içi ve 50 metre etrafı bir karış derinlikte yumuşak çamurdan ibarettir. söve söve "hemen bitirelim de siktir olup gidelim amk" diye çalışırken olayla alakası olmayan, bizle de alakası olmayan işsiz uzmanın teki eli götünde gelir. "o botların hali ney ulan, neden boyamıyosunuz?" der. ciddi olduğu mu, yoksa şaka yapmaya çalıştığı mı anlaşılamaz. hepimiz doğrulup ters ters bakarız uzmana. sonra "ya sabır" çekip döneriz işe. ama ahmet isimli, 2.10 boyundaki izbandut elemanımız (herife allah vermiş hacı, boy o biçim, ses davudî, yakışıklı da piç. çok da kafa herifti.) artık sabrı taştığı için "ulan komutan, dalga mı geçiyosun bizle?!" diye gürledi. ama gerçekten gürledi, ses yankılandı la. şimdi normalde adamın götünden kan alırlar, değil mi? ama ahmet'e bir şey olmadı, olamadı. zira nizamiye çavuşu olacağı 1-2 hafta öncesinden zaten belliydi, o uzmanın götünden 4 ay boyunca kan alabilirdi, uzmanın götü yemedi. ehehe.

    nasıl da ufak şeylerden mutlu olabiliyoduk la..
  • bir onbaşının liderliğini görmek.

    adana yüreğir ile karataş arasında yolun herhalde tam ortasında doğankent diye niye var olduğunu sakinlerine sorsak mantıklı bir cevap alamayacağınız bir belde bulunur. 90'lı yılların başında doğankent jandarma karakolu da yolun karataş'a bakan yüzünde tarlalara sırtını dayamış, beyaza boyanmış alçak tuğla duvarlı ve iki üç göz odadan ibaret bir yapıydı. tam bir köy karakolu gibiydi. 20-30 er erbaş ve bir kıdemli bçvş komutanlığında dört astsb ile tesis edilmişti. o bölge çukurovanın tam da coğrafi merkezine denk geldiğinden karakolun etrafı da göz alabildiğine dümdüz bir araziydi. etrafta dağlar ormanlar gibi düşman unsurun saldırı yapmasını kolaylaştıracak bir şey olmayınca oradan da klasik askeri anlayışa göre bir olay beklemiyorsunuz. empati de kurunca lan kim doğankent karakoluna ne yapsın diyorsunuz.

    ama yaptılar. malesef.

    yanılmıyorsam 1993 yılında bir yaz gecesi, geceyarısına yakın ve geçkin saatlerde karakol bir anda çapraz ateşe alınıyor. etrafta doğal bir yükseltiyi bırak yüksek bir bina bile olmadığı için ağır silah kurmadan 10 veya daha az sayıda terörist doğu batı istikametinde ellerindeki yalnız kaleşnikoflar ve el bombaları olduğu halde saldırıya geçiyor. gecenin sükuneti sürerken birdenbire çapraz ateşe başlıyorlar. karakolda o güne kadar doğru düzgün silah ateşlemiş tek bir asker bile yok. zaten doğankentteki bütün olay tarlalarda esrar var mı diye bak - yol kes idari arama yap - "kocam beni çok dövüyor söyleyin az dövsün" diye karakol ziyaret eden hanımlardan ifade al ekseninde gerçekleştiği için bu birdenbire gelen silahlı saldırı karakolu paniğe sevkediyor.

    karakolda bir adet mg3 var onun dışında alay komutanının da deyişiyle içerde "bi bok yok". cendermeler can havliyle mg3ü iki şeridiyle beraber çatıya kuşların yuva yaptığı mevziye çıkarmaya çalışıyorlar. silahını kapan dışarı kendini atıp duvar dibine mevzi almaya çalışıyor. herkes don atlet, duvarlara kolonlara camlara habire mermi isabet ediyor ve ilk bir iki dakikada karakol buna hiçbir karşılık veremiyor.

    çapraz ateşe girmek tüm pusu senaryoları arasında kendinizi en bulmak istemeyeceğiniz, yaşama şansınızın karşılık verme / düşmandaki ağır silah sayısı / ne kadar yakın oldukları / hava şartları gece karanlığı gibi bir çok değişkene bağlı olarak en hızlı azaldığı durumdur. çapraz ateşi kırmanın tek yolu da gökten ejderhalarınız yardıma gelmiyorsa üstün ateş gücüdür. pusuya girenler pusu atanlara bunaltıcı bir volümde mermi yağdırmayı başarırlarsa kafayı kaldırıp durum değerlendirmesi yapabilir, insiyatifi ele alabilir, oradan çıkmak için manevraya girişebilir. yapamazsanız oraya yapışır kalırsınız. burnunuzu bile çıkaramazsınız. bu zayıflığı da düşmanlarınız farkederse yaklaştıkça yaklaşırlar ve birden el bombası menziline girersiniz. sonrası felaket.

    doğankent karakol komutanı astsb bçvş karakolda yattığı ve o sırada orada bulunduğu halde odasının delik deşik olması yüzünden can derdine düşüyor. silahı elde yatağının yanına çöküyor ve orada kalakalıyor. karakolu kendi haline bırakıyor. diğer astsubaylar da izinli. erleri yönlendirecek kimse yok ortalarda. böylece karakolda tam bir cehennem senaryosu hüküm sürüyor. ve teröristler bunu da çok geçmeden farkediyor. ateşi yoğunlaştırıp yaklaşmaya başlıyorlar, silah sesleri gitgide yakına geliyor.

    bu sırada en olması beklenmeyen şey vukua geliyor ve erbaş arasında bir çocuk öne çıkıyor, beyaz atleti şortu ile diğerlerinden ayıramayacağınız elinde g3'ü ile duran bir uzun dönem asker. ateş sürerken kaos esnasında kafasını parapetin üzerinden kaldırıp kendince durum değerlendirmesi yapıyor. bir onbaşı bu. 20 yaşında. kafasının üzerinde vızıldayan mermilerden bir gram çekinmiyor. atış ve yaklaşma noktalarına üstünkörü bir bakıp başlıyor emirler yağdırmaya. -"hüseyin sen şu duvara koş", -"selim sen şu noktayı tara", -"kadir sen her otuz saniyede bir aydınlatma mayını at önümüzü görelim", -"mg3 sen şu alanı tara, sırtımızı temin et" diye bağırarak duvarın ardında ayağa kalkıp bizzat kontrollü bir atışa başlıyor. bunu gören erler korkularından silkiniyorlar. o ana kadar ne yapacaklarını bilemeden titreyen er-erbaşlar birden arkadaşlarından gelen kendinden çok emin ve otoriter bir edayla verilen bu emirleri hiç sorgulamadan hemen harfiyen uygulamaya başlıyor ve hayatında 3 mermiden fazlasını atmamış olan başlarında komutanları olmayan bu çocuklar bir anda inanılmaz bir savunma duvarı oluşturuyorlar. kendi başlarına... askerliğin pratiğine dair fikirleri olmayan askerler korkunç bir ateş volümü yakalıyorlar. onbaşı o kadar doğal bir liderlik sergiliyor ki çatışma on oniki dakikayı geçince atış yoğunluğunun azalmaması için koruma ateşi desteğinde malzemeliğe iki arkadaşını gönderip mermi ikmali falan da yaptırıyor. ateş altında kendine komando binbaşı diyenlere taş çıkartırcasına karar veriyor, uyguluyor, sevk ediyor. savaş alanını domine ediyor herif. teröristler de bakıyorlar ki işin rengi değişmeye başlıyor, komando unsurlarının karakolda olduğunu falan düşünüp, aynı zamanda mermileri de azaldığı için çatışarak çekilip kaçıyorlar. sakızlı hacıali istikametinden tarsus tarafına doğru fıyıyorlar. daha bildik bir tabirle "gece karanlığından faydalanarak" gidiyorlar. ama öğlen güneşi altında kaçsalar da kovalayacak kimse yok zaten.

    sonra ertesi gün oluyor.

    raporda doğankent bütün gece çatışmış ölü yaralı yok diyorlar. başçavuş silah sesleri kesilince odasından çıkıp telsizle yardım istemiş. yardım gelince de erlerin ifadeleri doğrultusunda hemen göz altına alınıyor. bilahare bir buçuk yıl kadar süren bir mahkeme süresince "korktum" diye kendini savunuyor. askeri hakim heyeti de korkmanın insani bir duygu olduğu yönünde emsal bir karar alıyor. bçvş ceza almıyor ama meslekten de ilişiğini kesiyorlar.

    il j. alay komutanı karakoldaki kurşun deliklerine bakıyor. yaklaşık 1000-1200 mermi isabeti var. karakolun her yeri isviçre peyniri gibi olmuş. 45 dakika bir saat boyunca erlerin neler yaptıklarını dinliyor. tüm erler tek bir onbaşıyı işaret ediyorlar. bizi o sevk ve idare etti komutanım diyorlar.

    jandarma albay onbaşıyı karşısına alıyor. hikayeyi bir de ondan dinliyor. zira o onbaşı olmasaydı bir ihtimal o gün gazeteler 30 şehit haberi yazacaklardı. şans. albay da biliyor ki o gün herkes şansa kurtuldu karakolda. ve oraya zorunlu askerlikle getirilmiş, aslında o işi kariyeri olarak yapmayan, yapmak istemeyen bir güruh içinde tam da ihtiyaç anında bir doğal lider çıkması ne büyük bir şans.

    - nerelisin sen onbaşı?
    - izmirliyim komutanım.
    - ne iş yapıyorsun?
    - kunduracı kalfasıyım komutanım.
    - karakolu bütün gece savunmuşsunuz evladım, bizzat sevk ve idare etmişsin. hiç korkmadın mı?
    - korktum komutanım.
    - ee? nasıl başladın ya emir vermeye?
    - kendimi sorumlu hissettim komutanım. en rütbeli bendim.

    onbaşı teröristlerin nerelerden geldiklerini, ne tip silahları olduğunu, malzemeliğin kapısını nasıl kırmak zorunda kaldıklarını anlatır. o anlattıkça zabitan heyeti dinler. adana'nın ne kadar rütbelisi varsa bu kunduracı onbaşının sözünü kesmez. karşısında da oturmazlar. lider yetiştirilenlerin lider doğana bir yerde saygılı olması da böyle insanın içine çok işleyen bir manzaradır. sanki bütün o üniformaların, maskelerin ardında askerliğin daha antik koduna şahit olmak gibidir bu. nihayetinde askerlik kahramanlık mesleğidir. arada gerçek kahraman da görürsünüz. bu onbaşı gibi.

    bilahare doğankent karakolu hemen tadilata girer, dört makineli tüfek bir zırhlı araç ile takviye edilir. astsb yerine bir de üsteğmen atanır ve kahraman onbaşı önünde kalan 90 günlük askerliğini yapmaz. hemen o gün terhise hak kazanır. kendisine verildiğini çok nadir gördüğüm kırmızı tezkere yazılır ve bunu 6. kolordu komutanı korgeneral bizzat eliyle takdirnamesiyle beraber imzalar.

    bu onbaşıların çoğunlukta olduğu bir ordu yaratmak yerine onları kırmızı tezkerelerle eve erken gönderip yola katırlarla devam etmek de sanırsam bize has bir ironidir.
  • üniversitede okuduğun bölüm yüzünden binbaşının lojmandaki evine çağrılmaktır.

    binbaşının lojmandaki evinin tv'si bozuluyor, tamir için ben çağrılıyorum. beni çağırma gerekçeleri üniversitede radyo-tv,sinema okumam.

    ne yazık ki yardımcı olamadım kendilerine.

    şöyle de bir diyalog yaşandı.

    binbaşı: gel bakayım oğlum, ya bizim tv bozuldu açamıyoruz. sen bir bak bakayım anlar mısın ?
    ben : ben anlayamam ondan komutanım.
    binbaşı: sen televizyoncu değil misin ?
    ben: hayır komutanım
    binbaşı: e oğlum bana birlikte televizyoncu var dediler.
    ben: komutanım ben iletişim fakültesi mezunuyum. radyo-tv,sinema tamir değilde daha çok içerik üretme ve yönetme üzerine yönetmenlik, editörlük gibi.
    binbaşı : anladım, o da güzelmiş. neyse anlayamazsın yani tv arızasından
    ben: malesef komutanım.
    binbaşı: tamam oğlum gidebilirsin anlayan birisi varsa sor arkadaşlarına gönder yoksa bana bilgi verin.
    ben: emredersiniz komutanım.
  • keremcem ile aynı kd tertipmişiz. keremcem askere moral amaçlı bizim tabura geldi. en popüler şarkılarından 2-3 tane söyledi. baktı asker çokta sikine takmadı. oda bu durumu anlamış olacak ki ben ilk defa bu kadar adama şarkı söyledim dedi. bunuda kimse iplemedi. daha sonrada teşekkür edip indi. arkasından çıkan davullu zurnalı türkücüye ise er gazinosunda ne kadar adam varsa eşlik etti, halaylar çekildi.
  • çanakkale 116 ıncı er eğitim alayında birden çok kez karşılaştığım şeyler. acemilik usta birliği olarak sonrası o zamanlar birinci bölükte toplanan rdm'ye ayrılmış erleri eğitmekle görevlendirilmiş iki kısa dönem çavuştan biriydim. adamlar bildiğin sorunlu tipler ki zaten yukarıda bir çok kez bahsedilmiş. aslında rdm çavuşu olarak atadılar beni bölüğe geldiğimde diğer ziraat mühendisi kısa dönem arkadaşı ise eğitim çavuşu yaptılar. biz böyle takılıyoruz falan, ilk başta bu bölüğe geldik diye oturup gizli gizli ağlamış mühendis arkadaş sonlara doğru beni görmediniz mi lan niye selam vermediniz diye asker dövmeye bile başladı. böyle geçen zamanın birinde hafta sonu bölükte bütün nöbetçi subay astsubay falan kimse kalmamıştı karargaha gitmişti. bölükte en rütbeli biz kalmıştık o derece. uzman çavuş nöbetçi astsubay kolluğunu bana bırakıp gitmişti ortam hapisane dizilerindeki gibi ortada mal mal dolanan adamlarla doluydu. ben de bu mal ortamda mal mal geziniyorum, birden ne olduğunu anlamadan kafamın yanında uçan postal gördüm, sonrasında ise postalın bir askerin yüzünde patladığını. postal yüzümü sıyırmıştı, bu olay sonrası birden bölük karıştı bir sürü asker birbirine girdi. aynı ferdinandın bıçaklanması gibi herkes başlamak için bir işaret bekliyormuş. nasıl bir kavga anlatamam arada ben kaldım zor bela kenara çıktım hakemin kenara çekilip kavgayı izlemesi gibi kenardan bakıyorum kavga bitecek gibi değil. hemen telefonla uzman çavuşu aradım adam vay amk diye geldi, kadro askerleri topladı ben dahil hemen kavgayı ayırdık. bu arada tabi uzman çavuş kıdemli uzman jandarmaya haber vermiş adam psikopat biri, doğuda askerlik yapmış yıllarca çatışmaya girmiş gözüpek ama sayko bir adam. uzman çavuş önce sessizce bana kenarda iki dakika bölüğü bıraktık amına koymuşsun ortamın dedi. sonra uzman jandarmaya tuttu çavuş görmüş olayları ayırmış falan dedi. halbuki ben canımı zor kurtardım az kalsın kafa göz yarılacaktı. bana kim bunlar başlatanlar dedi uzman jandarma dedim şu şu şu falan. aldık götürdük bu beş altı kişiyi gazinoya dizdik. uzman jandarma geldi esas duruşunuzu gösterin falan deyip millete psikolojik şiddete ve baskıya başladı. adamlar esas duruşunu gösteriyor bu başladı uçarak adamları tek tek tekmelemeye hani filmlerde adamları tek tek durduğu yerde tekmeleyerek indirir ya kahraman aynı öyle. adamın biri masanın üzerine devriliyor diğeri sandalyelerin üzerine, adamları kaldırtıyor esas duruşunu göster deyip tekrar tekrar dövüyor. böyle yarım saat dövdü adamları abartısız. yorulmadı da adam, bu arada bölük komutanı gelmiş lojmanda oturuyordu yakındı zaten bölüğe, ona da çavuş görmüş olayları ayırmış falan diyor uzman çavuş, tuttu yarım saat dayak yiyen adamları bir on dakika da bölük komutanı dövdü. adamlar o kadar dayağın üstüne kalktılar bana da göz ucuyla bakıyorlar bu arada, ki akşamda koğuşta beraber yatıyoruz, oturdular çay içtiler. dedim arkadaşlar nedir mesele meğer acemilerin arasında bir gruplaşma olmuş bunlar arasında omuz attın falan ayağına kıvılcım yangın çıkarmış. benim gördüğüm son acemi devreydi 20 gün sonra tezkere aldım. çok da fifi.
  • acemi birliğim bittikten sonra usta asker olarak 4. mknz. p. k.lığı'na gittim.. bilenler bilir keşan - uzunköprü - tekirdağ hattı sürgün olarak geçer.. her bölüğe 3-5 kısa dönem serpiştirmeye başlamışlar, daha önce hep uzun dönem var.. konuyu dağıtmadan devam ediyorum.. pazar günü teslim olmam gerekirken ocak ayı çok kar yapınca yolda kaldık ben de pazartesi günü kışlaya girdim.. herkes birliğe katılmış (birliğe teslim olunmaz katılınır) son olarak katılan sayılırım ve tek başımayım.. bölükten çavuş geldi aldı kayıtlar sonunda koğuşa gittim.. ali abi dedikleri bir adam gündüz koğuşçusu 35 yaşlarında koğuşa girdiğimde beni teslim aldı ve olaylar başladı.. merhaba hoşgeldin beş gittini atlıyorum..

    a-kardeşim buraya kd çok gelmez sizi niye yolladılar?
    h- valla bilmem ki
    a- sivilde suçun var mı?
    h- yok abi
    a- madde kullanımışlığın var mı ?
    h- yok abi
    a- infazın falan var mı?
    h- yok abi
    a- ot var mı cigaralık kullanıyor musun?
    h- hayır abi
    a- bonzai de mi kullanmıyorsun?
    h- hayır abi
    a- anlamıyorum ki sizi buraya niye gönderiyorlar amk (esas olay burada yaptığı yılmaz vural hareketi)
  • (olay lüleburgaz 65.mekanize piyade tugayında geçmektedir)
    uzun dönem erlerden birinin abi nasıl garı buluruz burada sorusu üzerine kısa dönem arkadaşlarımdan birinin (bkz: tango) kur ordan bulursun demesi üzerine bu arkadaşın tangoyu kurması ve kurulumu hiç dikkat etmeden ilerletmesi sonucunda bütün rehberine tango daveti göndermesi.
    sabah içtimaya doğru gelen bölük komutanı üst teğmenin o akıllı telefonu getir diye elemana bağırması, elemanın mallığa vermesi sonucu sen biliyosun hadi demesiyle elemanın dumur olması.çünkü komutanın numarası rehberinde kayıtlıymış.
  • emirlere uyduğun için vatan haini ilan edilip linç edilmek.
  • eğitim çavuşuyum. acemi birliklerinden gelen askerlere sağlık kontrolü, spor, hudut eğitimi verip 2-3 haftaya yolluyoruz karakollara. 150-200 civarı kayıtları biten askerleri alıp revire götürüyorum. yeni bir tabip üsteğmen geldi. diğer giden suratsızın tekiydi bu iyidir inşallah diyorum. ilk askeri alıyorum çeşitli sorular sorup bir şeyler yazıyor, son sorusu "sünnet oldun mu" oluyor, asker "oldum komutanım" diyor, "nerden bileceğim olum çıkar göster" dediydi askerde bende bir afalladık. "olum göstersene" diye yineledi. benim kafa cama doğru döndü ve aklımda dışarıdaki diğer askerler var. amk bu hepsine böyle bakacaksa sıçtık. akabinde asker gösterdi komutan tamam dedi yolladık dışarı. ikinci askerde geldi buna da aynı sorular falan derken komutan işi daşşağa vurmaya başladı. askerin biri geldi çıkardı "oha lan o ne kolum kadar" dedi. ardından bana döndü "bak çavuş bak utanma var mı sende böylesi" dedi gülerek. amk cidden dediği kadar varmış. odada üçümüzde gülüyoruz ortamı düşünün. komutan ilgisi çekenlerde yorumlarını eksik etmedi. sünnetsiz olanları da ayırdı bir tarafa. devlet hastanesinde bi'de bu götoşların peşinden koştuk. askerlik hayatımda öyle kafa adamla karşılaşmadım. evet hafif mobbing uyguladı ama olsun bu da böyle bir anımdır.
  • odun bir kantinciyle yaşadığım diyalogdur.
    öğle yemeğini kantinde tostla geçiştirmek istedim. iki çeşit tost var. kaşarlı ve sucuklu&kaşarlı. benim de canım içinde sadece ama sadece sucuk olan bir tost çekti. nereden esti bilemedim.

    ben: sucuklu tost yapabilir misin?
    kantinci: tabi. (tost makinasına içinde kaşar da olan tostu koyar.)
    ben: yok yok, içinde sadece sucuk olsun. kaşar olmasın.
    kantinci: sucuklu tost satışı yok.
    ben: !!! (hönk) ya kardeş ekmeğin içindeki kaşarı çıkar öyle koy makinaya. bu kadar.
    kantinci: öyle yapmıyoruz. sadece kaşarlı var istersen.

    bu diyalog üzerine kantinciyle bir süre tartışmış, sinirlerimi bozmuştum. arkada sıra birikmiş, millet de kantinciye değil bana tepki göstermeye başlamıştı. yanıma gelen devrem beni sakinleştirip oradan uzaklaştırdı. tostu da yiyememiştim.

    ertesi gün eğitim subayı teğmen'in kimliğini alıp(çalıp), kantine gidip, o çocuğu bulup, teğmenin sucuklu tost istediğini söyledim. içinde sadece sucuk olacak! çocuk ekmeğin içindeki kaşarı çıkarıp tost makinasına koydu.

    işte bu kadar ya. bu işlem için bile yokuş yapan adamlar vardı askerde. askere başlarken beyni nizamiyede bırakmak eylemini bu kadar ciddiye almış bir elemanla karşılaşmamıştım.
hesabın var mı? giriş yap